Gila Benmayor

Huntington: Türkiye dünyada farklı ve özel konumda

26 Ocak 2004
<B>DAVOS </B> perdeyi, 10 yıl önce ortaya attığı ‘‘Medeniyetler Çatışması’’ teorisi nedeniyle hálá ateşli tartışmalara neden olan Profesör Samuel Huntington ile indirdi. Davos yöneticilerinin, Huntington'u sona saklayarak Dünya Ekonomik Forumu'nun son günü de katılımcıların ilgisini çekmeyi hesapladıkları düşünülebilir.

Evdeki hesap çarşıya uymuyor her zaman.

Sabah saat dokuzdaki ‘‘Kültürler Çatıştığı Zaman’’ başlığı altındaki panelin yapıldığı salon umduğum gibi tıklım tıklım değil.

Hatta panele on dakika kala salona geldiğimde, Huntington'ı eşi Nancy ve forum yöneticileriyle baş başa buluyorum.

‘‘Türkiye'yi gündeme getirecek misiniz’’ diye sorunca ‘‘panelde soru sorun yanıtlayayım’’ diyor.

Panelin diğer konuşmacıları Almanya'da Global Etik Vakfı'nın kurucusu Hans Küng, Fransa'da Politik Araştırmalar Ensitüsü profesörlerinden Hassan Salame.

İşin ilginç yönü Salame ile Huntington tam 10 yıl önce Davos'ta bu aynı salonda biraraya gelmişler.

Huntington'un ‘‘Medeniyetler Çatışması’’ teorisini ortaya attığı yıl.

Salame ‘‘10 yıl önce sizinle bu salonda görüş ayrılığına düştük... Yine de öyle olacak çünkü sizin tezinize hálá katılmıyorum’’ diyor.

Tam bu noktada Huntington ile Salame'nin nerede ayrıldıklarına kısaca değinmek istiyorum.

Huntington toplumların değerler sisteminde, yaşam tarzında büyük farklılıklar olduğunu düşünüyor.

Salame ise kültürler arasında büyük kopuşların yaşanmadığını tam tersine kültürlerin birbirlerinden ‘‘çalarak’’ zenginleştiklerini düşünüyor.

Yani tam zıt düşünüyorlar.

Burada panelde tüm konuşulanlara yer vermek mümkün değil.

Ancak Salame'nin beni Huntington'dan daha fazla etkilediğini söyleyebilirim.

Huntington'a soruma gelince, tam bir gün önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ‘‘Türkiye medeniyetler çatışmasının değil, medeniyetler barışının kanıtır’’ sözlerini hatırlatarak bu konuda ne düşündüğünü soruyorum.

Huntington Başbakan Erdoğan'ın konuşmasını dinlememiş. Bu yüzden o cümle üzerinde yorum yapmak istemiyor.

‘‘Türkiye dünyada farklı ve çok özel bir konumda. Modern, laik bir Müslüman ülkesi. Farklı kültürleri barışçı bir çerçevede korumayı başarmış’’ diyor. Ancak kendi tezini haklı çıkartacak bir şeyi de ilave ediyor:

‘‘Türkiye uzun yıllardan beri Avrupa üyeliğini bekliyor. Görüyoruz ki, başını eski Fransa Cumhurbaşkanı Valery Giscard D'Estaing'nın çektiği bir akım Türkiye'yi Müslüman kimliği nedeniyle istemiyor.’’

Erdoğan'ın konuşması hayal kırıklığı yarattı

BAŞBAKAN
Recep Tayyip Erdoğan'ı önceki gün öğleden sonra Davos'ta büyük salonda dinledikten sonra Türkiye'nin böyle bir platformda kendisini anlatma fırsatını kaçırdığını düşündüm.

Böyle düşünen sadece ben değişmişim.

Zira salonun ancak üçte birini doldurmayı başaran Başbakan Erdoğan sadece beni değil, fikirlerine başvurduğum herkesi hayal kırıklığına uğratmış.

Baştan başlayalım dilerseniz.

Konuşma hem son derece uzundu, hem içeriği Davos dinleyicilerine kesinlikle uygun değildi.

Zira, Erdoğan Türkiye'nin vizyonunu çok kıvrak cümlelerle ifade edecek yerde uzun uzun AKP'nin ‘‘Muhafazakar Demokrat’’ kimliğini anlatmayı yeğledi.

Daha önce iktidarda olan partileri de eleştirmekten geri kalmadı.

Belki parti kongresinde yapılacak konuşmayı burada yaptı.

Zaten Türkçe yapılan bir konuşmanın içeriğinin dinleyiciyi ne kadar sıkabileceğini hesaba katmadı.

Salondakilerle sıcak bir temas kurmayı hiç başaramadı.

Başbakan Erdoğan'ın 24 saat geçirdiği Davos'ta zamanının büyük bir bölümünü ikili görüşmelere ayırdığı, dinlenmeye vakti olmadığı dolayısıyla formunda olmadığı konuşuldu.

Doğru olabilir ancak konuşmanın içeriğine ne demeli?

Başbakanın danışmanlarının, Davos gibi bir platformda yapılacak konuşmayı daha büyük bir titizlikle hazırlamaları gerekmez miydi?

Stiglitz Amerikan ekonomisi için o kadar da iyimser değil

DAVOS
yöneticilerinin son güne sakladıkları ünlü isimlerden biri de Dünya Bankası ve İMF'ye saldırılarıyla bilinen Profesör Joseph Stiglitz.

Dünya Ekonomik Forumu'nun ilk günlerinden beri esen ‘‘ABD ekonomisi güçlendi’’ yolundaki iyimser görüşlere aykırı bir ses ondan geliyor.

Stiglitz, ABD'deki işsizliğin ve bütçe açığının Amerikan ekonomisini son derece ‘‘kırılgan’’ bir duruma getirdiğini iddia ederek Bush Yönetimi'ni bu iki unsuru dikkate almamakla suçluyor.

Peki demokratlar işbaşında olsaydı durum farklı olabilir miydi?

Stiglitz'ın bu soruya yanıtı evet. Zira Columbia Üniversitesi profesörüne göre, demokratlar işsizliği azaltacak sosyal içerikli programlar konusunda daha hassaslar.
Yazının Devamını Oku

Davos'ta demokrasi paneli

25 Ocak 2004
Yer İsviçre'nin karlı dağlarındaki Davos. Dünya Ekonomik Forumu'nun üçüncü günü ve ilk oturum sabahın dokuzunda ‘‘Demokrasi’’. Kongre Merkezi'nin bir diğer salonunda Kofi Annan'ın basın toplantısı olduğu halde ‘‘Demokrasi’’ paneli dolu.

İlginç bir nokta: Dünya Ekonomik Forumu için Davos'a gelen Türklerin büyük bir çoğunluğu da burada.

Paneli yöneten Newsweek dergisi editörlerinden Fareed Zakaria.

Katılımcılar ise Katar Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Şeyh Al-Thani, Uluslararası Af Örgütü'nün Genel Sekreteri Irene Khan, Litvanya Devlet Başkanı Vaira Vike-Freiberga, Senegal Devlet Başkanı Abdoulaye Wade ve demokrasi denince olmazsa olmaz Amerikalı finansör George Soros.

Zakaria'nın ilk sorusu Soros'a: ‘‘ABD'nin Irak'a demokrasi getireceğine inanıyor musunuz?’’

Sorunun yanıtı belli, zira hepimizin de bildiği gibi Soros, Bush'un Irak politikasına tamamıyla karşı, hatta seçilmemesi için servetinin bilmem kaçını harcamaya razı.

‘‘ABD Irak'a kurtarıcı gibi geldiğini sandı. Ama işgalci durumunda olduğu ortada. İşgalci bir güç demokrasiyi nasıl getirebilir? Geçici hükümet yasal değil. İşler ancak BM devreye girerse düzelir.’’

Soros bir şey daha ekliyor: ‘‘Tonlarca altınım olsa, Irak demokrasi için para harcayacağım son yer olur.’’

Yıllarca Sovyetler Birliği'ne bağımlı olan Litvanya Devlet Başkanı Vaira Vike-Freiberga (isminden anlaşılmayabilir, kendisi çok hoş bir kadın) bir işgalci güç ile demokrasiden söz edilemeyeceği konusunda Soros ile hemfikir.

Baltık ülkelerinin bağımsızlıklarını kazandıktan sonra demokrasiye hemen adapte olmalarına getirdiği yorum şöyle: ‘‘Eğitimli, bilinçli olmak çok önemli. Mesela Litvanya'da köylü sınıfı 18. yüzyıldan beri eğitimliydi. O dönemlerde bile gazete okuyorlardı ve Fransız Devrimi'nden haberdardılar.’’

Litvanya Devlet Başkanı demokrasi konusunda şu soruyu ortaya atıyor: ‘‘Zenginlerin ne kadar zengin olmalarına, güçlülerin ne kadar güçlü olmalarına izin verilmeli mi acaba?’’

Panelin en renkli kişilerinden biri Senegal Devlet Başkanı Wade.

Demokrasinin en son uğradığı yerlerden biri olan Afrika'nın sesi bir yerde.

26 yıl muhalefet yapmış, cezaevine atılmış, sürgünde yaşamak zorunda kalmış.

‘‘Demokrasi bir ırk sorunu değil. Portekiz yıllarca diktatörlük altında yaşadı ve bugün demokratik bir ülke. Afrika'nın sorunu, halklarının fazlasıyla dışarıya bağımlı olmalarından kaynaklanıyor.’’

Afrika'nın demokrasi yarası sömürgeciliğe kadar dayanıyor ama bugün de dışardan müdahaleler nefes aldırtmıyor.

‘‘Afrika'da seçim olmadan işbaşına gelen başkanlar dışardan destekleniyorlar. Senegal'e döndüğümde isteseydim seçim olmadan başkan olabilirdim. Sandığa gitmeyi yeğledim’’ diyor Wade.

‘‘Demokrat insanlar olmadan demokrasi olmaz.’’

İşin can alıcı noktası tam bu cümlede yatıyor.

Demokrasi için muhalefet şart diyoruz değil mi?

Wade de kendi deneyimlerinden yola çıkarak ‘‘Muhalefetteki insanların her zaman demokrat oldukları doğru değil. Muhalefette iktidardakilerden daha beter insanlar var kimi zaman’’ diyor.

Wade'den Uluslararası Af Örgütü'nden Irene Khan'a geçelim.

Khan da diyor ki: ‘‘Mesele sadece oyda değil. İnsanların seslerini de duyurmaları gerek. Ses de insan haklarıyla olur. Yani demokrasi eşittir insan hakları.’’

Demokrasi panelinde konuşulanlar bunlardı.

Sanırım çoğunlukla kişisel deneyimlerden söylenmiş olanları alt alta koyunca kavram bayağı açıklık kazanıyor.

Türk özel sektöründen ‘rüşvetle savaş’ atağı

DÜNYA
Ekonomik Forumu'nun seçtiği ‘‘geleceğin liderleri’’nden PricewaterhouseCoopers'in Türkiye Başkanı Cansen Başaran Symes, ‘‘Uluslararası Şeffaflık’’ örgütü yetkililerinden Jermyn Brooks'u tanıştırınca Türk özel sektörünün şeffalık konusundaki girişimlerini öğreniyorum.

Önce bu sivil toplum kuruluşuyla ilgili bilgi. 1993 yılında kurulmuş ve merkezi Berlin'de. Türkiye dahil 90 ülkede temsilciliği olan örgütün son dönemlerde yoğunlaştığı alan özel sektörde rüşvet.

Brooks, inşaat, enerji ve madencilik sektörlerinde faaliyet gösteren uluslararası 18 şirket ile ‘‘rüşvete hayır’’ anlaşması imzaladıklarını anlatıyor.

Anlaşmanın iki maddesi var.

Birincisi ilke olarak ‘‘rüşvete hayır’’ demek.

İkincisi, kendi şirketi bünyesinde rüşveti önleyecek bir programa angaje olmak.

Brooks, dokuz ay önce Türkiye'de rüşvet konusunda bir seminer vermiş.

Geçtiğimiz aralık ayında tekrar Türkiye'ye geldiğinde özel sektörün önde gelen iki ismi Koç ve Sabancı ile görüşmüş.

‘‘Koç ve Sabancı ‘rüşvete hayır' politikasını benimsedikleri takdirde bu girişim Türkiye'deki özel sektöre olumlu sinyaller gönderecek’’ diyor.

Brooks’un aktardığına göre Mustafa Koç, Koç bünyesinde ‘‘rüşvete hayır’’ programı için girişimlere başlamış.

Sabancı ise başlatma vaadinde bulunmuş.

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ile de aynı çerçevede görüşmelerin sürdüğünü söyleyen Brooks'a göre, Türkiye'de özel sektörden ‘‘rüşvete hayır’’ işaretlerinin gelmesi, Avrupa Birliği (AB) nezdindeki imajımız için son derece önemli.

Bu arada Brooks'un verdiği ‘‘Uluslararası Şeffaflık’’ örgütünün 2003 raporuna bakınca Türkiye'nin karnesi gerçekten feci.

100 ülke arasında 77. sırada ve 10 puan üzerinden aldığı puan 3.3.

Bir üstünde Senegal, bir altında Ermenistan var.

Bu yüzden özel sektörün bu konuda başı çekmesi son derece önemli.

CEO’lar Erdoğan’a terörü sordu

DAVOS'
a 24 saatlik bir ziyaret yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, BM Genel Sekreteri Kofi Annan ile Seehof Oteli'ndeki görüşmesinden sonra Goldman Sachs'ın onuruna verdiği öğle yemeğine katıldı.

Erdoğan'ın yanısıra Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, Azizler Holding'den Cüneyd Zapsu ve Aziz Zapsu'nun da katıldığı öğle yemeğinin diğer davetlilerinin ise Davos'un müdavim CEO'ları olduğu dikkat çekti.

Unilever, Boeing, Renault, Henkel, Bain&Co. gibi şirketlerin CEO'larının Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yönelttikleri sorular en fazla, geçtiğimiz aylarda İstanbul'u sarsan terör olayları, Irak'taki gelişmeler ve AB üyeliği konularında yoğunlaştı. Türk ekonomisiyle ilgili bilgi veren Başbakan Erdoğan'ın Cidde'de de söylediği ‘‘İslam Ortak Pazarı'nın mantığı yok’’ sözlerini burada da tekrarlaması CEO'lara ilginç geldi. Goldman Sachs'ın öğle yemeğindeki tek kadın olan Bain&Co'nun CEO'su Orit Gadiesh Erdoğan'a bu görüşünü uluslararası medyaya de tekrarlamasını önerdi.

İstanbul'daki terör olaylarıyla ilgili de bilgi alan CEO'lar, olaylara karışan teröristlerin kısa bir süre sonra yakalanmalarını da övdüler.

Gates'ten yoksullara ‘teknoloji pasaportu’

MICROSOFT
'un patronu Bill Gates'in servetinin bir bölümünü hayırseverliğe ayırdığını biliyoruz.

Davos, Bill Gates'in bu tür girişimlerini dünya kamuoyuna duyurmak için seçtiği bir platform. Yanlış hatırlamıyorsam, AIDS ile mücadeleye ayırdığı müthiş bir meblağı yine bu platformda açıklamıştı.

Gates'in hayırseverlik kapsamında yeni bir programı ‘‘Microsoft Sınırsız Potansiyel’’ adını taşıyor.

Bu global programın hedefi yoksul gençlere ‘‘teknoloji pasaportu’’ vermek.

Yani bilgisayarı, interneti öğretmek, onlara yeni iş alanları açmak.

Bu programa dahil olan ülkeler arasında Mısır, Fas, Afganistan var.

Gates, yaptığı basın toplantısında ‘‘Microsoft Sınırsız Potansiyel’’ programını Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ile birlikte yürütme kararı aldığını açıklıyor.

‘‘Teknoloji hayatları, ekonomileri ve toplumları değiştiren güçlü bir araç’’ diyen Gates, BM Kalkınma Programı ile Afganistan'da pilot bir projede çalıştıklarını, bundan böyle işbirliğini geliştireceklerini söylüyor.

Türkiye'de de oldukça faal olan BM Kalkınma Programı, hükümetler ve sivil toplum kuruluşlarıyla bağlantıları nedeniyle Microsoft'a iyi rehberlik yapabilir.

Hatta ‘‘Microsoft Sınırsız Potansiyel’’ programını Türkiye'ye de çekebilir belki...
Yazının Devamını Oku

Türkiye10 yıl sonra AB üyesi

24 Ocak 2004
<B>BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan</B>'ın Davos'a yaptığı 24 saatlik gezi öncesi dün de değindiğim gibi Türkiye henüz Ekonomik Forum'un gündeminde değil. Bugün Erdoğan-Annan görüşmesiyle projektörlerin Türkiye'ye çevrileceği kesin olsa da Forum'un ilk üç günü fazla göz önünde olduğumuz söylenemez.

Örneğin ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan'ın bir konuşma yaptığı ‘‘Türkiye Gecesi’’ sönüktü.

Hele burada hálá konuşulan geçen yılın o şık davetinden sonra.

Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın da katıldıkları akşam yemeğinde ekonomist Dani Rodrik, AB'nin eski Türkiye Temsilcisi Karen Fogg, Business Week'in temsilcisi, bir iki gazeteci ve yabancı işadamı vardı o kadar.

Davos'ta olan Kemal Derviş'in geceye katılmadığı gözden kaçmıyor.

Davetlilere önce Türkiye'nin AB yolunda attığı adımlarla ilgili bilgi veren Babacan, ‘‘Avrupa üyeliğinden ne bekliyorsunuz... Avrupa'nın yeni üyelerle, yapısal reformlarla zaten başı oldukça dertte Türkiye'ye ne getirebilir’’ sorusuna üyelik perspektifinin Türkiye'ye neler kazandırdığını anlatıyor.

Söz Türkiye'nin AB üyeliğinden açılmış olduğundan katıldığım bir panele değinmek istiyorum.

Panelin başlığı ‘‘Avrupalı CEO'lar neye hazırlıklı olmalı’’ ama daha çok tartışılan Avrupa geleceği.

Panelistler Avrupa Parlamentosu Başkanı Pat Cox, Slovenya Devlet Başkanı Janez Drnovsek (bu ismi hatırınızda tutun), Polonya Başkanı Aleksander Kwaniewski, Renault Başkanı Louis Schweitzer, Alman Postaları'nın Başkanı Klaus Zumwinkel.

2000'de Avrupa Konseyi, AB'nin 2010'da dünyanın en dinamik ekonomisi hedefini saptamış. 2010 yılında bu hedefe ulaşılacak mı?

Salondaki katılımcılar arasında elektronik ortamda bir anket yapılıyor.

Sonuç şöyle: Hedefe ulaşabilir diyenler yüzde 15, yapısal ve politik düzenlemeler tamamlandığı takdirde hedef tamam diyenler yüzde 47, ulaşamaz diyenler yüzde 36.5.

Peki 2004 yılında 10 yeni üyeyle global politikada güçlenecek mi?

Buna inananlar yüzde 69 oranında.

CEO'LAR KÁRLI

Avrupa'nın genişlemesi CEO'lara müthiş olanaklar sunacak. Yeni pazarlar açısından 10 yıl sonra Avrupa'nın daha iyi durumda olacağı ortada.

Panelde, CEO'ların genişlemeden politikacılardan daha kárlı çıkacakları konuşuluyor. Zira genişlemenin sancılarını politikacılar çekecek.

Panelistlerin her biri kendine göre, Avrupa'nın 10 yıl sonra nasıl olacağını anlatıyor. Çok kültürlülüğün bir artı değer olduğu, Avrupa değerlerinin 10 yıl sonra daha da zenginleşeceği konusunda herkes hemfikir.

Peki 10 yıl sonra (2014'te) kimler Avrupalı olacak?

Bu konuda en net konuşan Slovenya Devlet Başkanı Janez Drnovsek.

‘‘10 yıl sonra Bulgaristan, Romanya, Hırvatistan ve Türkiye birliğin içersinde olacaklar.’’

Genel kanı Avrupa'ya katılacak yeni üyelerin Türkiye'ye soğuk bakacakları yolunda değil mi?

Babacan'ın toplantısında, Karen Fogg bile ‘‘Türkiye Doğu Avrupa ülkelerini dikkate almalı. Türkiye'nin bu ülkelere ziyaretler yapıp kendisini anlatması gerek’’ diyor.

Ama bakın... Bir yandaş kazanmışız: Slovenya Devlet Başkanı Janez Drnovsek.

Soros, Gürcistan'a 1 milyon dolar verdi

DAVOS
'un müdavimlerinden olan uluslararası spekülatör George Soros, Gürcistan'ın yeni genç Devlet Başkanı Mikheil Saakaşvili'nin ülkesini kemiren rüşvete karşı açtığı savaş için 1 milyon dolar verdi.

Gürcistan'da Şevardnadze'nin devrilmesiyle sonuçlanan ‘‘Kadife Devrimi’’ni destekleyen Açık Toplum Enstitüsü'nün kurucusu Soros'un yanısıra Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı da Saakaşvili'ye 1 milyon dolar verdi.

Ancak Soros, Saakaşvili ve BM Kalkınma Programı Başkanı Mark Brown'ın düzenledikleri basın toplantısı 2 milyon doların Gürcistan'ı rüşvetin pençesinden kurtarmak için yeterli olmadığını öğreniyoruz.

Rüşvetin özellikle kamu hizmetinde yaygın olduğunu ve birkaç kişinin tutuklanmasıyla meselenin çözülemeyeceğini belirten Saakaşvili'ye göre ülkesinin bu beladan kurtulması için gereken miktar 8 milyon dolar.

Peki rüşvetle, yolsuzlukla nasıl mücadele edilecek?

Gürcistan Devlet Başkanı bunun ancak toplumsal bir rehabilitasyon programıyla mümkün olabileceğini söylüyor.

Önemli noktalarda hizmet verenlerin maaşlarının arttırılmasının da önemli olduğuna dikkat çekiyor Devlet Başkanı. ‘‘Gürcistan bir transit ülkesi. İşadamlarından sürekli yollardan rüşvet alındığı şikayetleri geliyor. Ayda 20 dolar alan bir polis memuru aç gezerse rüşvet alır elbet’’ diyor.

Bizzat kendisine sordum 20 dolar alanların maaşları ne olacak diye.

‘‘En düşük kademelerdeki maaşlar 150 dolar olacak. Ancak üst seviyelerde olanlar 1000 dolar kadar alabilecek’’ cevabını veriyor.
Yazının Devamını Oku

Hatemi: Ben Gorbaçov değilim

23 Ocak 2004
<B>DAVOS</B> bu yıl politikacılar açısından zengin. Üstelik ilk gün dinlediklerimiz ‘‘yıldız politikacılar’’.

ABD eski Başkanı Bill Clinton'dan hemen ABD'ye ‘‘Büyük Şeytan’’ gözüyle bakan İran'ın lideri Muhammed Hatemi'nin sahneye çıkması ilginç bir tesadüf.

Bir günlüğüne ve ilk kez Davos'a gelen Hatemi neler söylüyor?

Davos'un bu yılkı teması olan ‘‘Refah, Güvenlik ve İşbirliği’’ni felsefi boyutlarda ele alıyor. Konuşmasının sonlarına doğru demokrasiden ve diyalogdan söz ediyor.

ABD'nin demokrasi reçetelerine göndermeler yaparak bunun uzun bir süreç olduğunu belirtiyor.

Diyaloğun şartının ise tarafların birbirlerine saygı ve üstünlük taslamama olduğunu söylüyor.

Hatemi, bu kavramsal konuşmasında esasında ABD ile ilişkilerini ima ediyor ama adını koymuyor.

İran Devlet Başkanı'nın esas mesajları basın toplantısında.

Davos'taki neredeyse tüm basın mensuplarının katıldıkları basın toplantısında tuhaf bir durum yaşanıyor.

Bir tercüman soruları İngilizce'den Farsça'ya çeviriyor ama arada Hatemi müdahale ederek çeviride düzeltmeler yapıyor.

Hatemi'ye ilk soru, reformcuların seçim talepleri kabul edilmediği takdirde istifa edip etmeyeceği yolunda.

Bu soruya elbet direkt bir cevap yok. İran'da herkes serbest seçimler istiyor.

‘‘Sizi nükleer silahlar konusunda dize getirdiği iddiasıyla başarısını ilan eden Bush'tan korkuyor musunuz?’’

İşte bu soru Hatemi'yi çileden çıkartıyor.

‘‘Bush Bin Ladin'i bulacağım diye Afganistan'ı istila etti. Nerede Bin Ladin. El Kaide yok mu oldu? Demokrasiyi getireceğim diye Irak'ı istila etti. Kaos ortada. Şimdi siz söyleyin Bush o kadar başarılı mı?’’

İran Devlet Başkanı'nı kızdıran başka bir şey, Gorbaçov ile karışılaştırılması.

‘‘Ben Hatemi'yim Gorbaçov değilim. Daima Hatemi kalacağım’’.

Peki bu ABD'ye başka bir mesaj yok mu?

‘‘ABD'nin İran'a karşı tutumunda bir ton değişikliği var... Bunun bir taktik olup olmadığını göreceğiz.. Gerçek bir tutum değişikliğiyse İran diyaloğa açık olacaktır.’’

İşte işin özü.

İmaj düzeltme kahvaltıları

GEÇEN
yıl şirket skandalları nedeniyle imajları hayli zedelenmiş olan CEO'lar bu yıl basınla ve diğer katılımcılarla ilişkilerine son derece özen gösteriyorlar.

Meselá dün sabah Davos'un belli başlı otellerinde sabah 7.30 ile 8.30 arası CEO'lar basın mensuplarına ve diğer katılımcılara açık kahvaltılar düzenliyor.

Lafarge'ın Başkanı Bertrand Collomb, Renault'nun Başkanı Louis Schweitzer, Commerzbank'ın CEO'su Klaus Peter Müller, PricewaterhouseCoopers Başkanı Samuel DiPiazza kahvaltı veren CEO'lardan bazıları.

Tartışılan konular ise CEO'ların deneyimlerini kolaylıkla aktarabilecekleri konular: ‘‘Bulanık politik sularda gemiyi yüzdürmek’’, ‘‘Çalışanları motive etmenin yolları’’, ‘‘Daha etkili bir yönetim kurulu nasıl oluşturulur'' gördüğüm bazı konu başlıkları.

Davos'ta sanayicilerden çevreye saygı sözü

DAVOS
Ekonomik Forumu'nun iki yıldan beri sürdürdüğü ‘‘global ısınmaya yol açan gazları kayıt altına alma’’ girişimi nihayet meyvelerini verdi.

Dün uluslararası 10 şirket, global ısınmaya yol açan gazları azaltma ve yaydıkları gazların miktarını ilk kez internet ortamında kamuya açıklama sözü verdiler.

Çevreye saygı sözü veren şirketler şöyle: Alcoa, Anglo American, Cemex, Holcim, HP, Lafarge, RAO UESR, RWE, Scottish Power, Vattenfall.

Bu şirketlerin bir yıl zarfında yaydıkları karbon dioksit gazının miktarı 800 milyon ton.

Lafarge'ın CEO'su Bertrand Collomb'un başını çektiği bu girişim diğer şirketlere örnek olması açısından son derece önemli. Şirket hissedarlarının, sivil toplum kuruluşlarının ve hükümetlerin talepleri doğrultusunda yaydıkları gazlar konusunda ‘‘şeffaflaşma’’ kararı alan bu şirketlerin çoğu Avupalı. Avrupa Birliği'nde gazlarla ilgili kota tespit etme çalışmaları devam ederken daha hızlı davranan bu şirketler bir anlamda bu işin gönüllüleri.

Yeryüzünün kirlenmesinde büyük payı olan Amerikalı şirketlerin çoğu şimdilik yaydıkları gazları azaltmaktan yana değil.

Lafarge: Türkiye'den gitmeyi düşünmüyoruz

LAFARGE
Türkiye'de kalacak mı, gidecek mi?

Bir süreden beri kulislerde konuşulan ‘‘Lafarge Türkiye'den ayrılıyor’’ iddialarını Davos'ta karşılaştığımız Lafarge CEO'su Bertrand Collomb'a sorduk.

Türkiye'deki faaliyetlerinden memnun olmadıklarını doğrulayan Collomb, özellikle krizlerden etkilendiklerini söyledi.

Türkiye'den gitme iddialarını yalanlayan Collomb ‘‘Yatırımımızın karşılığını almadığımız doğru. Çok iyi çalışan dostlarımız olduğu halde sonuçlar tatmin edici değil. Ancak Türkiye'de kalıp, yatırımımızı daha verimli bir hale dönüştürmek için çalışıyoruz’’ dedi.
Yazının Devamını Oku

Hatemi: Ben Gorbaçov değilim

23 Ocak 2004
DAVOS bu yıl politikacılar açısından zengin. Üstelik ilk gün dinlediklerimiz ‘‘yıldız politikacılar’’.ABD eski Başkanı Bill Clinton'dan hemen ABD'ye ‘‘Büyük Şeytan’’ gözüyle bakan İran'ın lideri Muhammed Hatemi'nin sahneye çıkması ilginç bir tesadüf.Bir günlüğüne ve ilk kez Davos'a gelen Hatemi neler söylüyor?Davos'un bu yılkı teması olan ‘‘Refah, Güvenlik ve İşbirliği’’ni felsefi boyutlarda ele alıyor. Konuşmasının sonlarına doğru demokrasiden ve diyalogdan söz ediyor.ABD'nin demokrasi reçetelerine göndermeler yaparak bunun uzun bir süreç olduğunu belirtiyor.Diyaloğun şartının ise tarafların birbirlerine saygı ve üstünlük taslamama olduğunu söylüyor.Hatemi, bu kavramsal konuşmasında esasında ABD ile ilişkilerini ima ediyor ama adını koymuyor.İran Devlet Başkanı'nın esas mesajları basın toplantısında.Davos'taki neredeyse tüm basın mensuplarının katıldıkları basın toplantısında tuhaf bir durum yaşanıyor.Bir tercüman soruları İngilizce'den Farsça'ya çeviriyor ama arada Hatemi müdahale ederek çeviride düzeltmeler yapıyor.Hatemi'ye ilk soru, reformcuların seçim talepleri kabul edilmediği takdirde istifa edip etmeyeceği yolunda. Bu soruya elbet direkt bir cevap yok. İran'da herkes serbest seçimler istiyor.‘‘Sizi nükleer silahlar konusunda dize getirdiği iddiasıyla başarısını ilan eden Bush'tan korkuyor musunuz?’’İşte bu soru Hatemi'yi çileden çıkartıyor.‘‘Bush Bin Ladin'i bulacağım diye Afganistan'ı istila etti. Nerede Bin Ladin. El Kaide yok mu oldu? Demokrasiyi getireceğim diye Irak'ı istila etti. Kaos ortada. Şimdi siz söyleyin Bush o kadar başarılı mı?’’İran Devlet Başkanı'nı kızdıran başka bir şey, Gorbaçov ile karışılaştırılması.‘‘Ben Hatemi'yim Gorbaçov değilim. Daima Hatemi kalacağım’’.Peki bu ABD'ye başka bir mesaj yok mu?‘‘ABD'nin İran'a karşı tutumunda bir ton değişikliği var... Bunun bir taktik olup olmadığını göreceğiz.. Gerçek bir tutum değişikliğiyse İran diyaloğa açık olacaktır.’’İşte işin özü.İmaj düzeltme kahvaltılarıGEÇEN yıl şirket skandalları nedeniyle imajları hayli zedelenmiş olan CEO'lar bu yıl basınla ve diğer katılımcılarla ilişkilerine son derece özen gösteriyorlar.Meselá dün sabah Davos'un belli başlı otellerinde sabah 7.30 ile 8.30 arası CEO'lar basın mensuplarına ve diğer katılımcılara açık kahvaltılar düzenliyor.Lafarge'ın Başkanı Bertrand Collomb, Renault'nun Başkanı Louis Schweitzer, Commerzbank'ın CEO'su Klaus Peter Müller, PricewaterhouseCoopers Başkanı Samuel DiPiazza kahvaltı veren CEO'lardan bazıları.Tartışılan konular ise CEO'ların deneyimlerini kolaylıkla aktarabilecekleri konular: ‘‘Bulanık politik sularda gemiyi yüzdürmek’’, ‘‘Çalışanları motive etmenin yolları’’, ‘‘Daha etkili bir yönetim kurulu nasıl oluşturulur'' gördüğüm bazı konu başlıkları.Davos'ta sanayicilerden çevreye saygı sözüDAVOS Ekonomik Forumu'nun iki yıldan beri sürdürdüğü ‘‘global ısınmaya yol açan gazları kayıt altına alma’’ girişimi nihayet meyvelerini verdi. Dün uluslararası 10 şirket, global ısınmaya yol açan gazları azaltma ve yaydıkları gazların miktarını ilk kez internet ortamında kamuya açıklama sözü verdiler.Çevreye saygı sözü veren şirketler şöyle: Alcoa, Anglo American, Cemex, Holcim, HP, Lafarge, RAO UESR, RWE, Scottish Power, Vattenfall.Bu şirketlerin bir yıl zarfında yaydıkları karbon dioksit gazının miktarı 800 milyon ton.Lafarge'ın CEO'su Bertrand Collomb'un başını çektiği bu girişim diğer şirketlere örnek olması açısından son derece önemli. Şirket hissedarlarının, sivil toplum kuruluşlarının ve hükümetlerin talepleri doğrultusunda yaydıkları gazlar konusunda ‘‘şeffaflaşma’’ kararı alan bu şirketlerin çoğu Avupalı. Avrupa Birliği'nde gazlarla ilgili kota tespit etme çalışmaları devam ederken daha hızlı davranan bu şirketler bir anlamda bu işin gönüllüleri.Yeryüzünün kirlenmesinde büyük payı olan Amerikalı şirketlerin çoğu şimdilik yaydıkları gazları azaltmaktan yana değil. Lafarge: Türkiye'den gitmeyi düşünmüyoruzLAFARGE Türkiye'de kalacak mı, gidecek mi?Bir süreden beri kulislerde konuşulan ‘‘Lafarge Türkiye'den ayrılıyor’’ iddialarını Davos'ta karşılaştığımız Lafarge CEO'su Bertrand Collomb'a sorduk.Türkiye'deki faaliyetlerinden memnun olmadıklarını doğrulayan Collomb, özellikle krizlerden etkilendiklerini söyledi. Türkiye'den gitme iddialarını yalanlayan Collomb ‘‘Yatırımımızın karşılığını almadığımız doğru. Çok iyi çalışan dostlarımız olduğu halde sonuçlar tatmin edici değil. Ancak Türkiye'de kalıp, yatırımımızı daha verimli bir hale dönüştürmek için çalışıyoruz’’ dedi.
Yazının Devamını Oku

Davos'ta ‘çekik gözlüler’ yılı

22 Ocak 2004
<B>DAVOS</B>'ta bu yıl iki şey farklı: Kar yağışı daha yoğun ve CEO'lar daha fazla. 94 ülkeden 2 bin 280 katılımcının biraraya geldiği Davos'ta ilk günden 2004 Dünya Ekonomik Forumu'na Çin damga vuruyor.

‘‘Çin şirketlerinin global uyanışı’’, ‘‘Çin'e yatırım altın madeni mi, yoksa mayın tarlası mı’’, ‘‘Çin ekonomisi iyi yolda mı’’ gibi panel başlıkları sanırım yeterince ipucu veriyor.

Avrupa Yeniden İnşa ve Gelişme Bankası'nın Başkanı Jean Lemierre'in gazetecilere yakınması da şöyle: ‘‘Bugünlerde karşılaştığım yatırımcıların kafasında hep Çin var.’’

Çin'in 2004'te yabancı yatırım çeken ülkeler listesinde ABD'nin hemen arkasından 2. sırada gelmesine kesin gözüyle bakılıyor.

Peki ya yatırımcılar?

Her ne kadar Çin'in dünya ekonomisine entegre olmasını iyi karşısalar da yeni yeni tanımaya başladıkları bu ekonomiye kuşku duymuyor da değil.

Çin'in iç sorunlarının önceden tahmin edilememesi kuşkuların başında geliyor.

Hızla büyümekte olan doğu yakadaki kentlerle kırsal kesim arasındaki gelir uçurumunun yolaçabileceği sosyal istikrarsızlık mesela bu sorunlardan sadece bir tanesi.

Düşünün ki kentlerde yaşayan 400 milyona karşılık kırsal kesimlerde yaşayanlar 900 milyon. Büyük kentlere göç tüm hızıyla devam da ediyor.

İşin garip yanı Davos'un ilk gününden beri Çin konuşulmaya başlandığı halde etrafta Çinli politikacı olmaması. Programa bakınca en üst düzey Çinli yetkili Ticaret Bakanı gibi görünüyor.

Ancak şık giyimli Çinli bankacı ve işadamı sayısı oldukça bol. Üstelik panellerde en fazla soruyu soranlar da onlar.

FRENKEL İYİMSER

Davos'un dünkü ilk toplantısı 2004'te dünya ekonomisinin nasıl bir gelişme göstereceğiyle ilgili.

Panelistlerin arasında Türkiye'nin yakından tanıdığı Merrill Lynch Başkanı Jacob Frenkel'in de bulunduğu toplantıda esen hava iyimser. Özellikle de Frenkel, dünya ekonomisindeki iyileşmenin devam edeceği görüşünde.

Frenkel, ABD ekonomisinin en büyük özelliğinin esneklik olduğu ve bundan ötürü sorunlara hemen yanıt bulabildiği görüşünde. ABD'nin tam aksine, Avrupa ekonomisi yapısal reformları tamamlanmadığı için daha hantal bir yapıda.

Avrupa ekonomisinin hantallığı konusunda panelistler hemfikir.

Japonya'ya gelince ekonomisini düzeltme konusunda daha önce iki kez başarısızlığa uğradıktan sonra üçüncü kez sağlam adımlar attığı vurgulanıyor.

Clinton: Enerjinizi iyi şeylere harcayın

DAVOS
'un açılış konuşmasını yapan ABD eski Başkanı Bill Clinton, dünyanın önde gelen işadamlarına, CEO'larına enerjilerini iyi şeyler için harcamaları yolunda çağrıda bulundu.

Riyad'dan sabaha karşı saat 4.30'da geldiği için olsa gerek öğle yemeğinde kendisini dinleyenlerin karşısına yorgun çıkan Clinton, ‘‘Herşeyim var. Param, şöhretim, umutlarım. Ancak iki şeye hálá takıntılıyım: Bir genç insanlar ölmesin. İki ,değerli insanlar enerjilerini boşa harcamasın. Dünyada bir farklılık yaratmaya yoğunlaşsın.’’

Konuşmasına dün Mumbai'de sona eren Sosyal Forum'a değinerek başlayan Clinton, dünyadaki eşitsizlikler nedeniyle yaklaşık 1 milyar insanın geleceğine güvenli bakamadığını söyledi.

Dünyada okula gitmeyen 130 milyon çocuktan, AIDS'e , Ortadoğu sorunundan teröre kadar çeşitli konularda daldan dala atlayan Clinton'a göre, Hindistan, Pakistan ile Keşmir meselesini tümüyle çözüp savunma harcamalarını kısarsa 10 yılda Çin'den de daha hızlı gelişecek.

Clinton'a göre, globalleşmiş sofistike güçlerin başaramadığı bir şey var: Dünyanın sorunlarına sistematik bir şekilde cevap verecek uluslararası bir mekanizmayı oluşturamamak.

Clinton'a bakarsanız tüm sorunların anahtarı uluslararası mekanizmada. ‘‘Dünya meselelerini çözmek için imkanlarımız var ancak organize değiliz. Davos'a her yıl gelenlerin dünya meselelerini masaya yatırdıklarını biliyorum ancak bu yıl sizden bu mekanızma için kafa yormanızı istiyorum’’ diyen Clinton, yaklaşık 20 dakikalık konuşması için 100 bin dolar almış.
Yazının Devamını Oku

Derviş ile Babacan Davos'ta hesaplaşacak

20 Ocak 2004
<B>TÜRKİYE </B>bu yıl Davos'un sıcak konuları arasında mı?<br> Yarın başlayacak olan Dünya Ekonomik Forumu'nun programına göz atınca Türkiye'nin geçen yıl olduğu gibi büyük bir ‘‘çıkarma’’ yapmadığı ortada.

Son dakika değişiklikleri olmadığı takdirde durum şimdilik böyle:

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, önümüzdeki cumartesi günü kongre merkezinde bir konuşma yapıyor. Konuşmanın Cidde'deki konuşma kadar yankı yapması muhtemel.

Ekonomi'den sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan bir, iki panele katılıyor.

Babacan panellerin birinde Türkiye'nin Avrupa Birliği adımlarını anlatacak.

Erdoğan ve Babacan'ın yanısıra resmi programda rastladığım diğer bir isim Kemal Derviş.

Derviş'in katılacağı panellerden bir tanesi doğrusu pek iç karartıcı: ‘‘Gelişmekte olan piyasalarda bundan sonraki krizi beklerken.’’

Demek ki, dünyada böyle bir beklenti var.

Derviş bir başka panelde ise kendisinin gayet iyi bildiği, finansal krizden çıkmanın yollarını anlatacak.

Ankara'da Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın da Davos'a gidecekleri konuşuluyor. Ancak her ikisinin adı resmi programda geçmiyor.

Erdoğan'ın dışında Türkiye'den sadece Babacan ile Derviş'in Davos'a katılmaları ilginç geldi bana.

Babacan, ‘‘Program Derviş'in programı değil’’ diye iddia etse de, demek ki dışarıdaki imaj, Türkiye'nin Derviş sayesinde ekonomik dar boğazdan çıkmış olduğu

Şimdi gelelim benim esas değinmek istediğim meseleye.

Biliyoruz ki, 11 Eylül'den sonra hem ABD, hem Avrupa Türkiye'ye ‘‘modern, laik ve demokratik bir Müslüman ülke olarak’’ rolünü gündeme getirmişti.

Herkesten duyduğumuz ne?

‘‘Türkiye değerleriyle Müslüman dünyaya örnek olacak’’.

Davos'ta yıllardan beri kültürlerarası diyalog, İslam ve demokrasi gibi konular tartışılır.

Yıllardan beri bizi yakından ilgilendiren bu tartışmalara neden Türkiye'den de isimlerin davet edilmediğini kendi kendime sorar dururum.

Özellikle ‘‘rol model’’ meselesinden sonra aydınlarımızın, akademisyenlerimizin seslerini bu platformda duyurmaları gerekmez miydi?

Meselá Davos'un son günü yani 25 Ocak tarihinde ‘‘Medeniyetler Çatışması’’ tezini ortaya atan Harvard Üniversitesi Profesörlerinden Samuel Huntington'ın başkanlığı yapacağı toplantı var: ‘‘İslam ve demokrasiyle ilgili bir diyalog.’’.

Huntington
'ın karşısındaki kişi Bahreyn veliahtı Prens Şeyh Salman bin Hamit El Halifa.

Doğu ile Batı arasındaki köprü, eğer varsa medeniyetler çatışmasının tam göbeğindeki Türkiye'nin bu konuda söyleyecek bir sözü elbet vardır.

Öğrendiğime göre, Davos'a yıllardan beri gidip gelen bir grup Türk bu yıl bu tür panellere katılmaları için yirmiye yakın isim içeren bir liste önermişler.

Davos organizatörlerinin listeyi bu yıl da ciddiye almadıkları anlaşılıyor.

Türkiye'den bir isim: Cansen Başaran Symes

DÜNYA Ekonomik Forumu her yıl 100 kişiyi ‘‘Geleceğin Global Liderleri’’ olarak seçer.

Yılmaz Argüden, Meltem Kurtsan, Tulu Gümüştekin, Cansen Başaran Symes ‘‘Geleceğin Global liderleri’’ arasında katılmayı başarmış isimlerden bazıları.

Ekonomik Forum bu yıl, 1992 yılından beri listeye girmiş 1200 kişi arasından 100 kişiyi özel olarak Davos'a davet etmiş. Amaç, yarının global liderleri arasında bir ağ oluşturmak ve yeni stratejiler üretmek.

Bu listeye Türkiye'den davet edilen isim PricewaterhouseCoopers Türkiye Başkanı Cansen Başaran Symes.

CHP'nin Sosyal Forum'a ilgisi

DAVOS
'taki Ekonomik Forum'a alternatif olarak Hindistan'da Mumbai’de (Hindistan konsolosluğu Bombay yerine Mumbai denmesini özellikle rica ediyor) düzenlenen Sosyal Forum ile ilgili yazıma CHP Bakırköy İlçesi Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Yıldırım bir cevap göndermiş.

Yıldırım, Sosyal Forum'un gündem maddelerinden ‘‘katılımcı bütçe’’ ile CHP'nin ilgilendiğini belirtiyor.

Sosyal Forum'un ilk kez düzenlendiği Porto Alegre Belediyesi'nin uyguladığı ‘‘katılımcı bütçe’’ CHP'nin bu yıl faaliyete geçirdiği yerel yönetimler okulunda ders olarak okutuluyormuş.
Yazının Devamını Oku

Bush'tan Nefret Edenler Kulübü gittikçe büyüyor

18 Ocak 2004
Bush-haters, yani Bush'tan nefret edenlerin<B> </B>internet siteleri, kitapları, şarkıları, kendilerine özgü şakaları, klipleri var. Daha geçtiğimiz günlerde ‘‘Bush karşıtı en iyi klip yarışması’’ açılmış. Kulübe son katılan isimlerden bir tanesi de ABD eski Hazine Bakanı Paul O'Neil.

‘‘Çok basit...Sesi, bakışı, yürüyüşü her şeyi sinirime dokunuyor. Onu televizyonda görmeye tahammül edemiyorum.’’

Bunları söyleyen ben de olabilirdim ama bu sözlerin sahibi son derece saygın, 80 yaşlarında Amerikalı bir kadın.

Demokrat bir senatörün annesi.

Oğlunun Washington'da Başkan Bush ile kongrenin çatısı altında bir arada olmasını hayretle karşılıyor.

ABD Başkanı George W. Bush'un sadece bizim bu taraflarda sevilmediğini sanıyorduk.

Yanılmışız.

Meğer ABD'de, yukarıdaki yaşlı Amerikalı gibi Bush'tan nefret edenlerin sayısı günden güne artıyormuş.

Onlara ‘‘Bush-haters’’ deniyor.

Aralarında politikacılar, sanatçılar, ünlü gazeteciler var.

Meselá iki tanesini gayet iyi tanıyorsunuz.

‘‘Benim Cici Silahım’’ filminin yönetmeni Michael Moore ile birkaç ay önce Ezcacıbaşı'nın davetlisi olarak bir konuşma yapmak üzere İstanbul'a gelen Princeton Üniversitesi profesörlerinden Paul Krugman.

Moore, ‘‘Bush-haters’’ların önderi.

Oscar töreni sırasında nefretini dile getirmeye kalkışınca konuşması alkışlarla yarıda kesilmişti.

Krugman ise oklarını çok daha ustaca savuruyor.

‘‘Bush'tan nefret edenler’’in internet siteleri, kitapları, şarkıları, kendilerine özgü şakaları, klipleri var.

Daha geçtiğimiz günlerde ‘‘Bush karşıtı en iyi klip yarışması’’ açılmış.

Robert Greenwald'ın ‘‘Irak savaşıyla ilgili tüm gerçekler’’ adındaki belgeseli izlenme rekorları kırmış.

Kulübe son katılan isimlerden bir tanesi de ABD eski Hazine Bakanı Paul O'Neil.

2002 yılında istifasını veren O'Neil, Başkan Bush ile ilgili görüşlerini bu hafta piyasaya çıkan ‘‘Sadakatin Bedeli’’ adındaki kitapta dile getiriyor.

Başkan Bush'tan ‘‘etrafını sağırların çevirdiği bir kör’’ diye söz ediyor.

‘‘Elimde uzun bir listeyle Başkan’ın karşısına çıktığımda konuları birlikte tartışacağımızı sanıyordum. Oysa her seferinde ben konuşuyordum o dinliyordu. Anlayacağınız görüşme bir monologdu’’ diye anlatıyor.

Baş başa görüşmelerde asla fikrini beyan etmeyen Başkan Bush, kabine toplantılarında da tartışılanlara son derece kayıtsızmış O'Neil'e göre.

Biliyorsunuz bu ayın 28'inde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Başkan Bush ile bir toplantısı, ardından başbaşa görüşmesi var.

Baş başa görüşmenin henüz kaç dakika olacağı bilinmiyor ama umarım ki, Başbakan Erdoğan Başkan Bush'un dikkatini yoğunlaştırmayı başarır da, O'Neil'in yakındığı ‘‘monolog’’ talihsizliğine uğramaz.

ABD eski Başkanı Clinton'ın ‘‘Bush-haters’’ kulübüne bir uyarısı var.

‘‘Aman’’ diyor ‘‘Sakın ipin ucunu kaçırmayın. Nefret tek başına bir işe yaramaz. Önemli olan gücümüzü birleştirip mücadele etmek. Yoksa demokratlar yine hezimete uğrar.’’

Bu arada, ‘‘Bush-haters’’ kulübü İstanbul'da bir şube açmak istiyorsa göreve talibim.
Yazının Devamını Oku