Huntington: Türkiye dünyada farklı ve özel konumda
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
DAVOS perdeyi, 10 yıl önce ortaya attığı ‘‘Medeniyetler Çatışması’’ teorisi nedeniyle hálá ateşli tartışmalara neden olan Profesör Samuel Huntington ile indirdi.
Davos yöneticilerinin, Huntington'u sona saklayarak Dünya Ekonomik Forumu'nun son günü de katılımcıların ilgisini çekmeyi hesapladıkları düşünülebilir.
Evdeki hesap çarşıya uymuyor her zaman.
Sabah saat dokuzdaki ‘‘Kültürler Çatıştığı Zaman’’ başlığı altındaki panelin yapıldığı salon umduğum gibi tıklım tıklım değil.
Hatta panele on dakika kala salona geldiğimde, Huntington'ı eşi Nancy ve forum yöneticileriyle baş başa buluyorum.
‘‘Türkiye'yi gündeme getirecek misiniz’’ diye sorunca ‘‘panelde soru sorun yanıtlayayım’’ diyor.
Panelin diğer konuşmacıları Almanya'da Global Etik Vakfı'nın kurucusu Hans Küng, Fransa'da Politik Araştırmalar Ensitüsü profesörlerinden Hassan Salame.
İşin ilginç yönü Salame ile Huntington tam 10 yıl önce Davos'ta bu aynı salonda biraraya gelmişler.
Huntington'un ‘‘Medeniyetler Çatışması’’ teorisini ortaya attığı yıl.
Salame ‘‘10 yıl önce sizinle bu salonda görüş ayrılığına düştük... Yine de öyle olacak çünkü sizin tezinize hálá katılmıyorum’’ diyor.
Tam bu noktada Huntington ile Salame'nin nerede ayrıldıklarına kısaca değinmek istiyorum.
Huntington toplumların değerler sisteminde, yaşam tarzında büyük farklılıklar olduğunu düşünüyor.
Salame ise kültürler arasında büyük kopuşların yaşanmadığını tam tersine kültürlerin birbirlerinden ‘‘çalarak’’ zenginleştiklerini düşünüyor.
Yani tam zıt düşünüyorlar.
Burada panelde tüm konuşulanlara yer vermek mümkün değil.
Ancak Salame'nin beni Huntington'dan daha fazla etkilediğini söyleyebilirim.
Huntington'a soruma gelince, tam bir gün önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ‘‘Türkiye medeniyetler çatışmasının değil, medeniyetler barışının kanıtır’’ sözlerini hatırlatarak bu konuda ne düşündüğünü soruyorum.
Huntington Başbakan Erdoğan'ın konuşmasını dinlememiş. Bu yüzden o cümle üzerinde yorum yapmak istemiyor.
‘‘Türkiye dünyada farklı ve çok özel bir konumda. Modern, laik bir Müslüman ülkesi. Farklı kültürleri barışçı bir çerçevede korumayı başarmış’’ diyor. Ancak kendi tezini haklı çıkartacak bir şeyi de ilave ediyor:
‘‘Türkiye uzun yıllardan beri Avrupa üyeliğini bekliyor. Görüyoruz ki, başını eski Fransa Cumhurbaşkanı Valery Giscard D'Estaing'nın çektiği bir akım Türkiye'yi Müslüman kimliği nedeniyle istemiyor.’’
Erdoğan'ın konuşması hayal kırıklığı yarattı
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan'ı önceki gün öğleden sonra Davos'ta büyük salonda dinledikten sonra Türkiye'nin böyle bir platformda kendisini anlatma fırsatını kaçırdığını düşündüm.
Böyle düşünen sadece ben değişmişim.
Zira salonun ancak üçte birini doldurmayı başaran Başbakan Erdoğan sadece beni değil, fikirlerine başvurduğum herkesi hayal kırıklığına uğratmış.
Baştan başlayalım dilerseniz.
Konuşma hem son derece uzundu, hem içeriği Davos dinleyicilerine kesinlikle uygun değildi.
Zira, Erdoğan Türkiye'nin vizyonunu çok kıvrak cümlelerle ifade edecek yerde uzun uzun AKP'nin ‘‘Muhafazakar Demokrat’’ kimliğini anlatmayı yeğledi.
Daha önce iktidarda olan partileri de eleştirmekten geri kalmadı.
Belki parti kongresinde yapılacak konuşmayı burada yaptı.
Zaten Türkçe yapılan bir konuşmanın içeriğinin dinleyiciyi ne kadar sıkabileceğini hesaba katmadı.
Salondakilerle sıcak bir temas kurmayı hiç başaramadı.
Başbakan Erdoğan'ın 24 saat geçirdiği Davos'ta zamanının büyük bir bölümünü ikili görüşmelere ayırdığı, dinlenmeye vakti olmadığı dolayısıyla formunda olmadığı konuşuldu.
Doğru olabilir ancak konuşmanın içeriğine ne demeli?
Başbakanın danışmanlarının, Davos gibi bir platformda yapılacak konuşmayı daha büyük bir titizlikle hazırlamaları gerekmez miydi?
Stiglitz Amerikan ekonomisi için o kadar da iyimser değil
DAVOS yöneticilerinin son güne sakladıkları ünlü isimlerden biri de Dünya Bankası ve İMF'ye saldırılarıyla bilinen Profesör Joseph Stiglitz.
Dünya Ekonomik Forumu'nun ilk günlerinden beri esen ‘‘ABD ekonomisi güçlendi’’ yolundaki iyimser görüşlere aykırı bir ses ondan geliyor.
Stiglitz, ABD'deki işsizliğin ve bütçe açığının Amerikan ekonomisini son derece ‘‘kırılgan’’ bir duruma getirdiğini iddia ederek Bush Yönetimi'ni bu iki unsuru dikkate almamakla suçluyor.
Peki demokratlar işbaşında olsaydı durum farklı olabilir miydi?
Stiglitz'ın bu soruya yanıtı evet. Zira Columbia Üniversitesi profesörüne göre, demokratlar işsizliği azaltacak sosyal içerikli programlar konusunda daha hassaslar.