Gila Benmayor

Güzelleşmenin bedeli 200 milyar dolar

5 Mart 2004
<B>DÜNYADA </B>güzelleşmek için bir yılda<B> </B>harcanan para 200 milyar dolar. Cilt ve saç bakımı, deodorant, parfüm, kozmetik ürünleri gibi kalemleri kapsayan bu inanılmaz harcamanın sadece kadınlar tarafından yapıldığını sanmayın.

Erkekler 2003 yılında güzelleşmek için 16 milyar dolar harcamış.

‘‘Metroseksüellik’’ dünya ekonomisinde yabana atılacak bir trend olmadığı gibi güzellik sanayisinin daha çok yatırım yapmasına yol açan bir alan.

Zira erkeklerin harcaması, bir yıl öncesine oranla yüzde 14.3 oranında büyümüş.

Güzelleşmenin ne olduğunun ve neye patladığının detayları P&G'nin (Procter and Gamble) bir gün boyunca Londra yakınlarındaki merkezinde düzenlediği panellerde öğreniyoruz.

Önce P&G ile ilgili minik bir bilgi.

1987 yılından beri Türkiye'de faaliyette olan şirket 1837 yılında Willam Procter ve James Gamble tarafından kurulmuş.

Şirket önce sabun ve mum üretiyor.

1860 yılına gelince net ciro 1 milyon dolar.

Yaklaşık 100 yıl sonra ciro 1 milyar dolar.

1980'li yıllarda 10 milyar dolar, bugün ise 43 milyar dolar.

P&G'nin son yıllarda hızla büyümesinde, üretim yelpazesini çeşitlendirmesi ve ‘‘akıllı evlilikler’’ yapmasının rolü var elbet.

Güzellik sektörünün bir numarası Fransız L'Oreal.

P&G ikinci sırada ancak Batı Avrupa Başkanı Paul Polman, ‘‘Bu sektörde ciromuz 12 milyar dolar ve hedefimiz birinci sıraya oturmak’’ diye iddialı konuşuyor.

‘‘Akıllı evlilikler’’ meselesini biraz açmak istiyorum.

Bildiğimiz pek çok ünlü kozmetik ve parfüm markasıyla birlikte P&G'nin portföyünde 50 marka mevcut.

Meselá Max Factor, Pantene, Clairol, Olay, Wella'nın yanı sıra Hugo Boss, Old Spice, Jean Patou-Joy, Lacoste, Helmut Lang ve Valentino parfümleri portföye dahil.

P&G'nin panellerinde ilginç şeyler duyuyoruz.

Batı Avrupalılar güzelleşmeye Kuzey Amerikalılardan daha meraklı.

En fazla parayı harcayan onlar.

Amerikalılar ikinci, küçük bir farkla Asyalılar üçüncü sırada geliyor.

Ekonomik krize rağmen Japonlar cilt bakımına en fazla para harcayanlar.

P&G'nin giderek daha fazla yoğunlaştığı yerler ise gelişmekte olan ülkeler.

Paul Polman, ayaküstü sohbetimizde Olay markasının satışında Çin'in ABD'nin önüne geçmekte olduğu bilgisini veriyor.

Rusya yılda yüzde 40 oranında büyüyen bir pazar.

Brezilya, Arjantin, Türkiye yüzde 20 oranlarında büyüyormuş.

Peki güzellik sanayii nasıl bir gelecek vaat ediyor? P&G'nin bir numarayı hedeflediği sektörün geleceği parlak.

Bir yanda güzelleşmeye merak giderek artıyor, diğer yanda kozmetik sektörü, ürünleri geliştirmek için daha fazla para yatırıyor.

Sadece P&G'nin laboratuvarları için çalışan bilim adamının sayısı 1500.

Amaç daha sağlıklı, daha etkili, daha genç gösteren ürünler.

Ebedi gençliğe doğru doludizgin...

68'lilerin dünya ekonomisine katkısı

BOB Johansen, California'daki ‘‘Gelecek Enstitüsü’’nün üst düzey yöneticilerinden.

P&G'nin sunumunda ilginç bir şeye dikkat çekiyor. Bugün 50-60 yaşlarında olan 68 kuşağının yani ‘‘baby-boomer’’ların sağlık ve güzellik sektörünün gelişmesine katkılarını anlatıyor.

Mick Jagger'ın bir fotoğrafını ekrana getiren Johansen, ‘‘68'liler kuşağının ölmeye katiyen niyetleri yok. Üstelik yaşlanmamak için müthiş direniyorlar’’ diyor. İşte bu 68'liler kuşağı, dünyanın en zengin emeklileri olacaklar.

Önümüzdeki 10 yıl içersinde ise sağlık sektörünün motoru haline gelecekler.

Kozmetik ürünler AB yasalarına nasıl uyacak

TÜRKİYE'de ünlü markaların kozmetik ürünlerinin yanı sıra pazarlarda satılan tonlarca kaçak mal var.

Kaçak deterjanlar ve temizlik ürünleri de madalyonun öbür yüzü.

P&G Dış İlişkiler Sorumlusu ve Kafkasya ile Orta Asya Koordinatörü Dr. Hayrünnisa Aligil'den aldığım bilgiye göre, bu güzellik ve temizlik ürünleri halen Sağlık Bakanlığı'nın iznine tabi...

Yani malın pazara sunulması için izin gerekli. AB yasalarına uyum çerçevesinde işler değişiyor.

Pazar içi denetime geçiş başlıyor.

Ancak işte tam bu noktada bir sıkıntı var: Sağlık Bakanlığı'nın elinde özellikle de taşrada denetim yapacak deneyimli eleman yok. Zira denetim yapmak, dosyalara vakıf olmak, teknik bilgi gerektiriyor.

AB'nin verdiği eğitimlerden geçmek için yabancı dil bilmek gerek.

Sektörde faal olan dernekler de eğitim vermek konusunda gönüllü, ancak Sağlık Bakanlığı henüz bu konuyaçözüm getirmemiş.
Yazının Devamını Oku

Belediye aracı da emniyet şeridini ihlal ederse

2 Mart 2004
<B>GEÇEN</B> akşam TEMkarayolunda gidiyoruz. Yağmur nedeniyle trafik her zamankinden sıkışık, kamyonların trafiğe çıkmasının yasak olduğu saatlerde dört yanımız kamyonla dolu.

Büyükşehir Belediyesi’ne ait bir çöp kamyonu kendisine son süratle yol açmaya çalışıyor ve aniden emniyet şeridine dalıyor.

Oysa bir gece önce biraraya geldiğimiz Renault Mais Genel Müdürü İbrahim Aybar ne demişti?

‘‘Emniyet şeridinin ihlali çok sayıda kazaya yol açıyor.’’

Resmi araç dahi kurallara uymazsa gerisini düşünün.

Türkiye'de 30 yılda 5 milyon 500 bin kaza meydana gelmiş, 159 bin 510 kişi ölmüş.

Araç sayısının 9 milyon olduğu göz önüne alınırsa her iki araçtan birinin kaza yaptığı sonucu ortaya çıkıyor.

Trafik kazaları Türkiye'nin kronik sorunlarından biri.

Otobüs düğünden dönmekte olan minibüsü ezmiş.

Bilanço 17 ölü.

Kartal'da tankerin freni boşalmış.

Bilanço 8 ölü.

Peki 2004'ün ‘‘Trafik Yılı’’ ilan edildiğini biliyor muydunuz?

Trafik Yılı nedeniyle İstanbul Emniyet Müdürlüğü koordinasyonunda sivil toplum kuruşlarının, özel sektörün, üniversitelerin katılımıyla paneller düzenleniyor.

Buluştuğumuz günün sabahı böyle bir panele katılmış olan Aybar ‘‘İletişim yok... Trafik toplantılarından kimsenin haberi yok’’ diye yakınıyor.

Renault Mais, 2002 yılında , Milli Eğitim Bakanlığı'nın onayıyla 10 yıllık bir süre için ‘‘Herkes İçin Güvenik’’ sloganı altında bir kampanya başlatmış.

Çocuklara yönelik ‘‘Sokakta İlk Adımlar’’ eğitiminden İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya, Gaziantep gibi şehirlerde yaklaşık 28 bin öğrenci yararlanmış.

İbrahim Aybar'ın anlattığına göre, eğitimi alan çocuk, anne ve babalarını ‘‘Aman mutlaka kemer takın’’ diye uyarıyormuş.

Renault Mais'in iki yıldır devam etmekte olan diğer projesi sürücü adaylarını eğitmeye yönelik.

Bu yıl ise Trafik Denetleme ve Daire Başkanlığı'nın kampanyasına iki projeyle destek veriyor.

İbrahim Aybar'ın bu arada ‘‘gönüllü trafik müfettişliği’’ yaptığını öğrendik.

İstanbul'da 5 bin trafik polisinin yanı sıra ceza kesme yetkisine sahip 1200 ‘‘gönüllü müfettiş’’ yollarda. Kendilerini deşifre etmiyorlar, ceza kestikleri makbuzu trafik polisine veriyorlar. Makbuzlar ne oluyor derseniz işte orası meçhul.

‘‘Gönüllü müfettiş’’lerden olan eski Devlet Bakanı Tınaz Titiz, ne olduğunu anlamak için birkaç kez kendine ceza kesmiş.

‘‘Cezayı ödeyin’’ diye arayan soran olmamış.

Eski Meksika Başkanı Ernesto Zedillo Koç, Üniversitesi'nde

DAVOS'un müdavimlerinden olan eski Meksika Başkanı Ernesto Zedillo, önümüzdeki cuma günü Koç Üniversitesi'nde ‘‘Küresel Konulara Genel Bakış’’ konulu bir ders verecek.

1994 yılında Meksika’da iktidara gelir gelmez önemli bir finans kriziyle karşıya gelen Zedillo, ülkeyi uçurumun eşiğinden kurtaran adam diye biliniyor.

Halen Yale Üniversitesi'nde uluslararası ekonomi ve politika dersleri veren Zedillo aynı zamanda Yale Globalleşme Araştırmaları Merkezi'nin direktörü.

Zedillo, BM Genel Sekreteri Kofi Annan için ‘‘globalleşmede insan faktörüyle’’ ilgili çalışmalar yapan ve üyeleri arasında Kemal Derviş'in de bulunduğu gruba dahil. Bu gruba destek verenler arasında Arı Hareketi bünyesi altında kurulmuş Ekonomi ve Dış Politika Forumu (EDP Forumu) var.

EDP Forumu ve Koç Üniversitesi'nin katkılarıyla sözünü ettiğim grup 5-6 Mart tarihlerinde burada toplanıyor. İşte bu vesileyle üniversiteli öğrenciler Zedillo'yu dinleme fırsatını bulacaklar.

Demiryolu olmadan asla

Aybar ile sohbette feci sonuçlara yol açan kazaların nedenleri üzerinde duruluyor.

Türkiye'deki trafik kazalarının çoğu sürücü hatasından.

Alkollü taşıt kullanmak, sinyalizasyan kurallarına uymamak, cep telefonuyla konuşmak, yorgun olmak bunlardan bazıları.

Yani eğitim şart.

Yolların bakımsızlığı, mühendislik hatalarının da payı var elbet.

Bunlara Karayolları, Ulaştırma Bakanlığı, Belediyeler, Bayındırlık Bakanlığı arasındaki koordinasyonsuzluğu da katarsanız işte sonuç ortada.

‘‘Trafik Yılı’’ nedeniyle eğitime vurgu yapılsa da ben işin püf noktasının demiryolunda yattığına inanıyorum.

Yolcu taşımacılığının yüzde 96'sı, mal taşımacılığının yüzde 90'ı karayolundan yapılıyor.

Antalya'dan domates, Karadeniz'den hamsi her şey kamyonlarla taşınıyor.

Sadece TEM'deki kamyon sayısı ürkütücü.

Üstelik bunlardan çoğu da eski ve bakımsız.

Bir iddaya göre, bizdeki kamyon sayısı tüm Avrupa ülkelerindeki kamyon sayısı kadar. Oralarda fabrikalar, tesisler demiryollarına yakın inşa ediliyor ki mallar hemen yüklensin, vagonlarla taşınsın.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz yıl İstanbul Sanayi Odası'nda benim de katıldığım toplantıda demiryoluna ağırlık verileceğini söylemişti.

AKP'nin demiryolu projesi ne durumda?

Zira, demiryolu olmadan trafik sorunu asla çözülemez.
Yazının Devamını Oku

Kitapları bakın kimler yakmış

29 Şubat 2004
<B>VİZONTELE’nin en hüzünlü sahnelerinden biriydi 12 Eylül’de darmadağın edilen köydeki o sevimli kütüphane...</B> Her yere saçılmıştı kitaplar.

Raflarından hoyratça indirilmiş, sayfaları kopartılmış, odanın dört bir yanına savrulmuşlardı.

Tarihte kitapların başına bunlar hep gelmiş.

Yerlere atılmaktan, çiğnenmekten öte yakılmışlar yüzyıllar boyunca.

Fransa’da geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan ‘Yanan Kitaplar’ kimlerin, hangi toplumların kitapları yakarak yok ettiklerini konu alıyor.

Kitabın yazarı Lucien X. Polastron adında eski bir gazeteci.

İnsanlık tarihinde ilk yakma olayı, milattan önce 14. yüzyılda.

Firavun Akhenaton Teb’de kendisinden önce kaleme alınmış olan yazılı belgeleri kendi siyasi düşüncesine yol açmak için yaktırıyor. Kendi kütüphanesini oluşturduğunda aynı şey başına geliyor.

Bu kez Teb’li rahipler kütüphanesini yakıyor.

Milattan önce 625 yılında benzer bir olayda Asur Kralı Assurbanipal’in kütüphanesi yakılıp yıkılıyor.

25 asır sonra İngilizler Asurlu kralın kütüphanesini ortaya çıkarıyorlar; yazılı metinlerin ve kitapların bir bölümü British Museum’a gidiyor. Bunların arasında ünlü Gılgamış Destanı’nın da olduğu anlaşılıyor.

Peki İskender’in komutanlarından Ptolemeus tarafından kurulan ve yaklaşık 700 bin kitabı barındıran ünlü İskenderiye Kütüphanesi’ni kim yakmış?

İşte bu noktada tarihçiler arasında fikir birliği yok.

Kütüphanenin milattan önce 48 yılında İskenderiye açıklarındaki donanmayı ateşe vermiş olan Roma Diktatörü Sezar’ın emriyle yakıldığı görüşü yaygın.

Ancak kütüphanenin daha önce tahrip edilmiş olduğu iddiası da var.

Selahaddin Eyyübi de kitap düşmanı.

Kahire’de Fatimilerin kütüphanesini askerlerinin parasını ödemek için yağlamadığı söyleniyor.

Aynı dönemlerde Bağdat’ta Dicle’ye atılan kitapların miktarı o kadar fazlaymış ki, nehrin suları kimi zaman mürekkep nedeniyle kapkara kesilirmiş.

İstanbul da kitap tahribatından nasibini almış bir şehir.

1204 yılında Haçlı seferleri sırasında, dünyanın en büyük kütüphanesi yağmalanmış ve kitapları ne yapacağını bilemeyen cahil güruh bunları mızraklarının ucuna geçirip şehri turlamış.

Engizisyon döneminde İspanya kitapların meydanlarda yakıldığı bir ülke. Asya da bu konuda masum değil.

Çin’de örneğin Kin adındaki imparator, Konfüçyüs’ten Taoculuğun kurucusu Lao-Tseu’ye kadar Çin felsefesinin altın dönemini yansıtanların tüm eserlerini tahrip ediyor.

Daha sonra Çin’de tarihi metinleri, kitapları yağmalayanlar Batılılar.

Rusların, Fransızların ve İngilizlerin elinde 3. yüzyıldan kalma Çin kitapları var.

Çin bugün kendisi için çok kıymetli bu eserleri geri istiyor.

Bunları kimsenin geri vermeye niyeti yok ama belli olmaz dünyanın en büyük güçlerinden biri olma yolundaki Çin günün birinde pek de zorlanmadan istediklerini geri alabilir.

Fransız Devrimi sırasında da Louvre’da ve bazı kamu binalarında kütüphanelerin yakıldığı biliniyor.

Hitler, Pol Pot bildik başka kitap düşmanları.

Her türlü basılı malzemeden nefret eden Pol Pot döneminde Kamboçya’da bir tek kitap kalmamış.

Yakın tarihe göz atarsak en son kitap yağmalaması Bağdat’ta.

Polastron’a göre, Bağdat’taki Petrol Bakanlığını sıkı sıkı koruyan Amerikalılar Milli Kütüphane’nin yağmalanmasına ses çıkartmamışlar.

Bağdat Müzesi’nin yağmalanmasına ses çıkartmadıkları gibi.
Yazının Devamını Oku

Yaratıcı beyinleri Türkiye'ye cezbetmek

27 Şubat 2004
<B>GÖKHAN Hotamışlıgil</B> Harvard Üniversitesi'nde Genetik ve Kompleks Hastalıklar Bölüm Başkanı.

Tıp diplomasını Ankara Üniversitesi'nden almış, doktora eğitimini Harvard Tıp Fakültesi'nde biyolojik kimya ve moleküler genetik alanında tamamlamış.

Obezite, şeker hastalığı ve kalp hastalıklarıyla ilgili kendisine patent kazandırmış çalışmaları var.

Geçen hafta sonu Antalya'daki ‘‘Yarını Arayışlar’’ toplantısında kendi ekibinin fareler üzerindeki bazı ilginç deneylerini anlatırken ağzımız açık dinliyoruz.

Uzaktan kumandalı bir fare yaratmayı başarmışlar.

Yazının Devamını Oku

Gelecek senaryolarıyla Türkiye'nin önünü açmak

24 Şubat 2004
<B>YER</B> Antalya Hillside Su Oteli. Geride bıraktığımız hafta sonu, cumartesi ve pazar günleri, aralarında bakan ve milletvekillerinin de bulunduğu 100 kadar kişi 48 saat boyunca bir otele kapanıp Türkiye'nin geleceğiyle ilgili senaryolar üretiyor.

48 saatlik maraton ‘‘beyin fırtınasını’’ yani ‘‘Yarını Arayışlar’’ toplantısını düzenleyen ARGE-NMC'yi yürekten kutlamak gerek.

Altı gruba bölünerek ‘‘gelecek senaryoları’’ üzerinde çalışan herkes Türkiye'nin ufkunu aydınlatacak bir şeyler yapmaktan memnun, mutlu ayrılıyor Antalya'dan.

Peki kimler katılıyor toplantıya.

Önce bakanlar: Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, Enerji Bakanı Hilmi Güler, Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu.

Başbakan Erdoğan Siirt gezisi nedeniyle gelemiyor.

AKP milletvekili Zeynep Karahan Uslu da katılımcılar arasında.

Diğer isimlere gelince liste uzun. Aralarında ünlü işadamları, bankacılar, akamedisyenler, bilim adamları, bürokratlar var.

Microsoft'un Ortadoğu ve Afrika'dan Sorumlu Direktörü Nasser Khan Gazi, MİT Parça ve Atom Merkezi Direktörü Profesör Neil Gershenfeld, Harvard Üniversitesi'nde genetik dalında öğretim görevlisi Gökhan Hotamişlıgil, Dünya Ekonomik Forumu Rekabet Programı yöneticisi Emma Loades, Intel Başkan Yardımcısı Christian Morales, Rand Enstitüsü ekonomisti Richard Neu, Avrupa Komisyonu'ndan Eric Philippart, PricewaterhouseCoopers'tan Graham Prescoe ve Türkiye uzmanı İsrailli Alon Liel ise konuşmacılar arasında.

Onlarla dünyanın politik, ekonomik, teknolojik ufuklarına yelken açıyoruz ama en önemlisi Türkiye'nin dünyadaki yerini bir de onların ağzından dinliyoruz.

Gelelim 20 yıl sonrasına projeksiyon yapan senaryolara...

AB ve Türkiye, Ortadoğu ve ABD ve AB ilişkilerini temel alan altı senaryo hazırlanmış. Bunlardan üçü olumlu, üçü olumsuz.

Meselá Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine kabul edildiği bir senaryo var, bir de Türkiye'nin dışlandığı senaryo.

Her iki durumda da Türkiye ne yapacak? Ar-Ge'nin uzmanları tarafından hazırlanan senaryolar altı grup tarafından tartışılıyor.

Altı çalıştaydan çıkan sonuçlar birbirlerine yakın.

Türkiye'nin olumlu ya da olumsuz her türlü senaryoda 20 yıl zarfında yol alacağı alanlar şöyle: Eğitim, STK'ların güçlenmesi, kadın erkek eşitliği, hukukun üstünlüğü, şeffaflık, teknoloji.

Senaryoların sonuçlarıyla ilgili sanıyorum yariniarayişlar@arge.com mail adresinden bilgi almak mümkün.

Bu arada, Antalya'dan herkesin memnun ve mutlu ayrıldığını söylemiştim.

Doğru.. Ancak bir şeye dikkat çekmek istiyorum.

Bu tür toplantıların günün birinde meyve vermesi için parlamentodan, siyasi partilerden, bürokrasiden katılımın daha fazla olması gerek gibi geliyor.

Büyük Ortadoğu Projesi neden gerçekleşemez

YARINI Arayışlar toplantısında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ABD gezisi sırasında Başkan Bush ile birlikte ele aldığı ‘‘Büyük Ortadoğu Projesi’’ de gündeme geliyor.

Bush'un büyük umut bağladığı, Başbakan Erdoğan'ın da desteklediği ‘‘Büyük Ortadoğu Proje’’siyle ilgili bir bilgi önce.

Projeyi ilk kez ortaya atan ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell.

Yaklaşık iki yıl önce yaptığı bir konuşmada Irak'ın yanısıra tüm Ortadoğu bölgesine demokrasi getirilmesi gerektiğini söylüyor.

Bush Yönetimi'nin esin kaynağı eski ABD Başkanı Ronald Reagan.

Bir zamanlar Doğu Avrupa ülkelerine demokrasi getirmekten söz eden Reagan'ın hayali nasıl gerçekleştiyse Ortadoğu da günün birinde demokrasiye kavuşabilir. İki yıldan beri bu proje üzerinde çalışan Bush Yönetimi'nin ‘‘Büyük Ortadoğu Projesi’’ için resmen önümüzdeki haziran ayında yeşil ışık yakması bekleniyor.

‘‘Büyük Ortadoğu Projesi’’ hangi ülkeleri kapsıyor?

Ortadoğu ülkelerinin yanı sıra, Kuzey Afrika, İran, Orta Asya ülkelerinin bazıları ve Afganistan. Erdoğan, Bush ile konuşmasında bunlara Kafkasya'nın da ilave edilmesini istemişti.

Bush, Reagan'a özenmiş olabilir ama şunu hepimiz biliyoruz ki, Ortadoğu kesinlikte Doğu Avrupa değil.

‘‘Yarını Arayışlar’’ toplantısında konuşan bir Ortadoğu uzmanı, Bush'un ‘‘Büyük Ortadoğu Projesi’’nin iki nedenden ötürü başarıya ulaşamayacağını söylüyor.

Birinci neden, Arap dünyası bu projeye kendisine Batı kültürünün empoze edilmesi gözüyle bakıyor ve karşı çıkıyor.

''Ortadoğu'da kimlik meselesi her şeyin üzerindedir. Refahın üzerinde hatta hayatın üzerindedir'' diyor uzman. İkinci başarısızlık nedeni de İsrail-Filistin çatışması.

Çatışma devam ettiği sürece projenin başarı şansı sıfır.

Mini anketin sonuçları

YARINI Arayış'ın katılımcıları arasında düzenlenen mini anketin sonuçları şöyle:

20 yıl sonra nasıl bir dünya?

Türkiye'nin AB üyeliğine kabul edileceğini düşünenlerin oranı yüzde 58. Komşu olarak kalacağına inananlar yüzde 42.

Ortadoğu'ya barış gelecek mi?

Ortadoğu'da kavganın devam edeceğini düşünenlerin oranı yüzde 63.

İyimserler yüzde 37.

Peki Avrupa ABD ilişkileri ne olacak? Çatışmaya mı gidecekler? Yoksa Avrupa-Amerika ittifakı mı çıkacak ortaya?

Atlantiğin iki yakasında ittifak olacağına inananlar yüzde 65 oranında.

Atlantik sularının buz tutacağını söyleyenler ise yüzde 35 oranında.

Yazının Devamını Oku

Eyvah yıldızlar fos çıkıyor

22 Şubat 2004
<B>MEĞER</B> BBC'deki<B> ‘‘Star Aşçı’’</B> <B>Jamie Oliver</B>'in Türkiye'de benden başka hayranları da varmış. ‘‘Çıplak Şef’’ diye tanınan Jamie Oliver'in e-posta adresini soranlar dahi oldu. Bizimkisi çok popüler, kitap yazıyor, vakfı aracılığıyla aşçı yetiştiriyor ama doğrusu hayranlarıyla yazıştığını pek sanmam.

Jamie Oliver, mini eteğin mucidi Mary Quant, Beatles'lar gibi yenilikçiliğe bir nebze uçukluk da katan İngiliz yaratıcılığının son ürünlerinden biri.

Mutfağa el atmış olması, Manş'ın diğer yakasındaki mutfağın görkemi altında yüzyıllardan beri ezilip büzülen İngilizler için büyük bir şans.

Oliver'ın kitaplarının Fransa'da rekor kırmasına rövanş gözüyle de bakabilirsiniz elbet.

Peki bu görkemli Fransız mutfağının üzerinde kara bulutlar dolaşıyor desem?

Açıklamama izin verin.

Fransız mutfağının nam salması bir bakıma şefleriyle, lokantalarıyla ilintilidir.

Paul Bocuse, Alain Ducasse, Pierre Troisgros, Guy Savoy gibi efsane şeflerin yanı sıra başka ünlü şeflerin de lokantaları vardır.

Lokantalar kimi zaman yıldızla, kimi zaman şapkayla değerlendirilir.

Değerlendirmeleri kimlikleri gizli tutulan müfettişler yapar.

Yıldız veren ‘‘Gastronominin İncili’’ diye bilinen Michelin rehberidir.

Şapkayı Gault-Millau verir.

Hatırlarsınız, geçen yıl, bir yıldız ile iki şapka kaybeden ünlü şef Bernard Loiseau başına tabancasını dayayıp intihar etmişti.

Yani Michelin ve Gault-Millau rehberlerinin yaptıkları değerlendirmeler şefler için böylesine önemli.

Ne var ki, geçtiğimiz günlerde bazı itiraflarda bulunan Michelin'in bir müfettişi şu meşhur ‘‘Michelin Yıldızları’’ üzerinde bazı soru işaretlerine yol açtı.

16 yıldan beri Michelin için çalışan Pascal Remy adındaki müfettiş, tuttuğu günlüğü yayınlatmak isteyince kapının önüne konmuş.

İşte bu kuyruk acısı nedeniyle, Remy'nin bir tabuyu yıkarak değerlendirmenin nasıl yapıldığı hakkında konuşmuş.

Peki lokanta müfettişi neler anlatmış?

Michelin'in namını ciddi bir şekilde sarsacak bir sürü şey anlatmış ama bence en önemlisi şu: Üç yıldızlı lokantaların neredeyse üçte biri yıldızlarını hak etmiyor.

Yıldızlar fos çıkıyor...

Remy'ye bakarsanız kimse yıldızlara dokunamıyor zira şefler o kadar ünlü ve güçlü ki kimse onlara uzanamıyor.

Michelin rehberinin 2004 baskısında üç yıldızı hak etmiş olan lokanta sayısı 27.

İkinci sarsıcı itiraf da değerlendirmelerin net, şeffaf kurallar çerçevesinde yapılmamış olması.

Dostluk ilişkisi, kulis oyunları, pazarlama numaraları değerlendirmede etkili olabiliyor.

Kimi zaman yıldızların babadan oğula geçmesi de mümkün.

Michelin'in binlerce lokantayı değerlendirecek yeterli sayıda müfettişi de yokmuş. Lokantaların her yıl ziyaret edildiği sadece bir söylentiden ibaretmiş.

Müfettiş ziyaretleri eskiden iki yılda bir, şimdi ise üç buçuk yılda bir yapılıyormuş.

104 yılda 30 milyon baskısı satılan Michelin esas, Pascal Remy'nin günlüğü yayınlandıktan sonra sarsıntı geçirecek.

Onunla birlikte burunlarından kıl aldırtmayan ünlü Fransız şefleri de...
Yazının Devamını Oku

Karslı bebeklere 400 bin Euro'luk resmini verdi

20 Şubat 2004
<B>BEBEK </B>ölümlerinin en yüksek olduğu illerimizden bir tanesi Kars. Kars'taki Doğum Hastanesi ve Bakımevi'nin yetersiz olanakları nedeniyle özellikle kuvöze alınması gereken bebekleri büyük bir tehlike bekliyor.

Hem kuvöz sayısı yetersiz, hem teknik donanım.

Solunum yetersizliği gibi sorunlarla dünyaya gelen bebekler en yakın üniversite hastanesi Erzurum Araştırma Hastanesi'ne sevk ediliyor.

3 saatlik yolculuk kış koşulları nedeniyle 5 saat sürüyor ve çoğunlukla bebekler hastaneye yetiştirilemeden yolda ölüyor.

Kars Doğumevi'nde yeni doğan bebekler için bir yoğun bakım merkezinin bedeli 40 bin dolar.

Sağlık Bakanlığı 40 bin dolarlık bir ödenek ayırsa bebekler ölmeyecek.

Şükür ki bu ülkede sivil toplum kuruluşları var.

Ankara Emek Rotary Kulübü, iki yıl önce Kars Rotary Kulübü'nü kurmuş, bebek ölümlerinin nasıl ciddi boyutlara ulaştığının farkında.

Karslı bebekleri yaşatmak için bir proje yapıyor.

Ankara'da uluslararası bir resim sergisi düzenlenecek ve geliri hastaneye bağışlanacak.

Bir Pakistan yolculuğu sırasında yakından tanıma fırsatını bulduğum, Ankaralı iş kadını, Ladin Fuarcılık Yönetim Kurulu Başkanı Devrim Erol projenin arkasındaki isim.

Yedi aydan beri Emek Rotary Kulübü Başkanı olan Devrim Erol göreve gelir gelmez kolları sıvıyor ve dünyadaki 530 Rotary Kulübü'ne, Karslı bebekler için destek isteyen e-postalar atıyor.

Uluslararası bir sergi için ressamlardan resim talebinde bulunuyor.

Arjantin'den Avustralya'ya mail'lerine cevap geliyor.

Sonuçta önümüzdeki hafta, yani 2 Mart günü Ankara'da Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde 14 ülkeden 85 resim sergilenecek.

Sergilenecek tablolar arasında ünlü Türk ressamların da yapıtları var.

Dünyaca ünlü ressamların da.

Kendisi de koleksiyoner olan Devrim Erol, Finli ünlü ressam Kurt Janson'un sergiye 400 bin Euro değerindeki resmini gönderdiğini söylüyor.

‘‘Bu resmi kaç paraya satabilirim’’ diye sorunca Finli ressam ‘‘İsterseniz 1 Euro'ya satın yeter ki Karslı bebeklere bir faydam olsun’’ diyor.

Madalyonun bir de öbür yüzü var.

Tablolar buraya nasıl gelecek?

Etrafta sürekli reklam yapan o uluslararası taşımacılık şirketlerinin hiçbiri projeye yüz vermiyor.

Dışişleri devreye giriyor.

Ressamlar tablolarını elçiliklere gönderiyor.

Yapıtlar Türkiye'ye diplomatik kargo ile geliyor.

Karslı bebekler için çorbada tuzum olsun derseniz 2-7 Şubat tarihlerinde Ankara'da Çağdaş Sanatlar Merkezi'ni ziyaret edin.

Schröder'e kucak açalım

ALMANYA
Şansölyesi Gerhard Schröder pazar günü Türkiye'de.

Almanya'nın Türkiye Büyükelçisi Dr. Wolf-Ruthart Born, şansölyenin ziyareti nedeniyle basılan bir dergi göndermiş.

Schröder, bu dergi için kaleme aldığı yazıda, ‘‘Demokratik, rehafa ulaşmış Avrupalı bir Türkiye Almanya'nın çıkarınadır’’ diyor.

‘‘Almanya Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne giden yolunu inançla desteklemektedir’’ diye ilave ediyor.

Schröder, Türkiye'nin AB üyeliğini destekliyor.

Türkiye ziyareti olaylı geçen muhalefetteki CDU Genel Başkanı Merkel, üyeliğe karşı ve özel statü verilmesinden yana.

Ankara'da ‘‘Anadolu nerede başlıyor’’ diye soran Merkel pek iddialı da.

Fransız L'Express Dergisi'ne ‘‘Şansölye ve hükümeti için sonun başlangıcı’’ demiş.

Merkel, 2006 seçimlerini CDU'nun kazanacağından emin konuşuyor.

Ne yazık ki, Almanya'daki son kamuoyu araştırmaları ibrenin ondan yana olduğunu ortaya koyuyor.

Bugün seçim olduğu takdirde Alman seçmeninin yüzde 50'si Merkel'in partisine oy verecek.

Schröder ise seçmenin sadece üçte birinden oy alacak.

Peki kıl payı geçen seçimleri kazanan Schröder'i yıpratan ne?

Hiç kuşkusuz ‘‘Ajanda 2010’’ adıyla lanse ettiği reformlar.

20 milyon emeklinin gelirini azaltan, 10 Euro bile olsa sağlık hizmetlerinden ücret alınmasını öngören reformlar.

Reformların uygulanmaya konmasından bu yana Sosyal Demokrat Parti'den 40 bin üye istifa etmiş.

Yakınları tarafından bile ‘‘light Thatcherizm’’ ile suçlanan Schröder'in işi zor.

Ancak 2006 seçimlerini Merkel kazandığı takdirde Türkiye'nin işi daha zor.
Yazının Devamını Oku

Türk Davos'unda altı senaryo

17 Şubat 2004
<B>DAVOS</B>'ta her yıl yapılan Dünya Ekonomik Forumu'nun en heyecan verici yönlerinden biri nedir diye sorarsanız hiç düşünmeden geleceğe yönelik senaryolar derim. Senaryo, uzun vadeli düşünmektir, fikir üretmektir, geleceğe hazırlıklı olma becerisidir.

Günü gününe yaşayan bizlerin pek de alışkın olmadığı bir yöntem.

Bu hafta sonunda Antalya'da yaklaşık 100-150 kişinin katılımıyla yapılacak, Türkiye ve dünya ile ilgili senaryoların masaya yatırılacağı 48 saatlik ‘‘Yarını Arayışlar’’ toplantısı işte bu yüzden önemli.

Toplantıyı düzenleyen ARGE ve NMC esasında 5-7 Aralık tarihini belirlemiş önce.

Ancak İstanbul'daki trajik olaylar nedeniyle toplantı 20-22 Şubat tarihine ertelenmiş.

Toplantıya fikir üretenlerin yanısıra uygulayacılar da katılıyor.

Bir yanda işadamları, akademisyenler, TOBB, TÜSİAD, TESEV, Avrasya Stratejiler Merkezi gibi düşünce kuruluşları diğer yanda bürokratlar, politikacılar.

Senaryoların tartışılması için en uygun ortam.

Peki hangi senaryolar masaya yatırılacak?

ARGE Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Yılmaz Argüden, önümüzdeki 20 yıl için üçü olumlu, üçü olumsuz altı senaryonun masaya yatırılacağını söylüyor.

Senaryolardan ikisi Ortadoğu Barışı ile ilgili.

Türkiye'nin barış olursa nasıl, olmazsa pozisyonu nasıl olacak?

Yeri gelmişken, ABD Büyükelçisi Eric Edelman'ın geçtiğimiz etik ayında Türk-Amerikan İş Konseyi'nde söylediklerini hatırlatmak istiyorum.

Edelman, Ortadoğu'nun globalleşme sürecine entegre olmasında, dinamiklerin değişmesinde Türkiye'ye önemli rol düştüğünü söylemişti.

Antalya'daki senaryoların birinde Türkiye'nin Ortadoğu vizyonuyla ilgili ipuçları elde edebileceğiz.

Gelelim diğer senaryolara...

Bunlardan ikisi ‘‘Transatlantik İlişkileri’’ ele alıyor.

Yani önümüzdeki 10 yıl içerisinde Avrupa ve ABD ilişkileri. Irak Savaşı'nda gördüğümüz gibi, ABD ile Avrupa'nın bazı ülkeleri çekişmeye devam mı edecek yoksa uyum içerisinde bir işbirliğine mi tanık olacağız.

Çekişme devam ettiği takdirde Türkiye'nin stratejisi ne olacak?

ABD'nin yanında mı? Yoksa Avrupa'nın safında mı yer alacak?

Son iki olumlu, olumsuz senaryo tahmin edebileceğiniz gibi Türkiye-AB ilişkileriyle ilgili olanlar.

Kıbrıs düğümünün çözülmesiyle üyelik umutları arttı artmasına ama Avrupa'da özellikle de Almanya'da ‘‘Türkiye'ye üyelik olmaz. Özel statü verelim’’ diyenler çoğunlukta.

Üyelik olmazsa B planımız nedir?

Bu senaryolar daha sonra Antalya'ya gelmesi beklenen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve diğer konuk bakanlar tarafından değerlendirilecek.

Argüden'den öğrendiğime göre, ABD, Avrupa ve Ortadoğu'dan üç önemli isim davet edilmiş.

Yabancı gözüyle Türkiye'nin rekabet gücünü masaya yatıracaklar.

48 saatliğine de olsa ARGE ve NMC'nin Antalya'da düzenledikleri ‘‘Yarını Arayışlar’’ toplantısı bir nevi Türk Davos'unun başlangıcı.

Üstelik dağda karlı bir kasabada değil..

Deniz kıyısında Türk turizminin gözbebeği aydınlık bir şehirde.

Erkeğe doğum izni gerçekleşiyor mu

KARIN İstanbul'u bir kez daha esir aldığı cuma günü evden Devlet Bakanı Güldal Akşit ile konuşuyorum.

Güldal Akşit, devlet memurlarının doğum izinlerini yeniden düzenleyen yasa tasarısıyla ilgili bilgi veriyor.

Taslakta doğum sonrası 6 haftalık ücretli izne 6 ay ücretsiz izin ilave ediliyor. Ücretsiz 6 aylık izne istenirse 6 ay daha ekleniyor.

Yani 1 yıl ücretsiz izin.

Taslağa göre bu izinden hem anne, hem baba yararlanabilecek.

Erkeklere doğum izni Avrupa Birliği'nin pek çok ülkesinde uygulanıyor.

Finlandiya, Danimarka, Fransa, İtalya, İngiltere, İsveç, Avusturya, Portekiz, Belçika, Hollanda, İspanya, Lüksemburg erkeklerin doğum izni alabildikleri ülkeler.

Amaç, iş hayatında kadın-erkek eşitliğini sağlamanın ötesinde babanın ailevi sorumlulukları paylaşmasına fırsat yaratmak.

Güldal Akşit, tasarının ilgili bakanlıklar tarafından imzalanmasının daha sonra Bakanlar Kurulu'nda ele alınacağını söylüyor.

‘‘Tasarının arkasında duracağız’’ diyor. Erkeklere doğum izni Türkiye'de rüya gibi bir şey.

Anne çalışırken, kendi isteğiyle altı ay, ya da bir yıl süreyle bebeğine bakan erkeklerin olduğu toplumun nasıl bir değişimden geçebileceğini hayal edin yeter.

Akşit'in verdiği müjde güzel ama...

Arşive göz atınca ondan önce eski Devlet Başkanı Hasan Gemici'nin benzer bir tasarıya imza attığını fark ediyorum.

Gemici'den önce kadın ve aileden sorumlu eski Devlet Bakanı Işılay Saygın, eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan da erkeklere doğum izni üzerinde çalışmışlar.

Yani bu yöndeki çalışmalar dört yıl

öncesine uzanıyor.

Milli Eğitim Bakanlığı Personel Müdürü ne dedi

MİLLİ Eğitim Bakanlığı Personel Genel Müdürü Remzi Kaya, ‘‘Erdoğan 8 Mart Kadın Şûrası topluyor’’ başlıklı yazımla ilgili bir açıklama göndermiş.

8 Mart günü yakasına kokart takan öğretmen Arzu Ölçer Yılmaz hakkında, 2000 yılında dönemin Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun izniyle soruşturma açıldığını hatırlatıyor.
Yazının Devamını Oku