Gila Benmayor

Türkiye bunu atlatır

18 Kasım 2003
<B>CUMARTESİ </B>sabahı ilk telefon sevgili arkadaşım <B>Yazgülü Aldoğan</B>'dan. Evi Galata'da olduğu için Neve Şalom Sinagogu'nun önündeki patlamayı anında duymuş...

Telefonda resmen ağlıyor.

O gün Galata Mevlevihanesi'nde üç semavi dinin temsilcilerinin katılacağı bir törenin yapılacağını anlatıyor.

‘‘Hangi tören... Galata şu an kan gölü’’ diyor.

Terör yine kapımızı çaldı.

Hedef iki sinagogda saldırının olduğu dakikalarda dua eden Yahudiler mi, yoksa dünyanın en sancılı bölgesindeki Türkiye mi?

Kıbrıs meselesine dolanmış bir Avrupa Birliği üyeliğini konuşuyoruz, yabancı yatırımcıyı bekliyoruz, turizmde beklentilerimiz her zamankinden fazla.

Canlı bombalar Türkiye'nin geleceğine, hepimize yönelik.

Yazgülü Aldoğan'dan sonra telefonlar susmuyor.

Telefonların çoğu yurtdışından.

‘‘Yanınızdayız’’, ‘‘Merak etmeyin, Türkiye bunu atlatır’’ diyenler çoğunlukta.

Eminim, atlatır atlatmasına ama ölenler, yaralananlar, yakınlarını kaybedenlerin büyük ıstırabı ne olacak?

Terör şimdiye kadar neyi çözmüş?

İslam konusunda uzman olan ve Türkiye'yi çok iyi tanıyan Fransız siyaset bilimci, Cihad kitabının yazarı Gilles Kepel dünkü Liberation Gazetesi'nde yayınlanan demecinde, Türkiye'nin kendisini daima Avrupa'nın bir parçası olarak gördüğü için de hedef seçilmiş olabileceğini söylüyor.

Kepel'in iddiasına göre, böylesine kanlı olayların bir amacı da düşmanın zayıf olduğunu göstermek ve örgüte daha fazla yandaş toplamak.

Yandaş derken elbet canlı bombalar da söz konusu.

Başka bir Avrupa, başka bir dünya


12 Kasım ile 15 Kasım tarihleri arasında Paris'te üç gün süren Avrupa Sosyal Forumu'na katılanların sayısı 80 bin.

Forumun iki sloganı var: Başka bir Avrupa, başka bir dünya

50 konferans ve 250'ye yakın seminer düzenlenmiş.

Avrupa Sosyal Forumu'nun çıkış noktası, Brezilya'nın Porto Alegre kentinde, Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu'na alternatif olarak iki yıl peş peşe düzenlenen ‘‘Dünya Sosyal Forumu’’.

Forumun ilki geçen yıl Floransa'da yapılmış.

İkincisi bu yıl Paris'te.

Peki foruma katılanlar ne istiyor?

Bir kere, küreselleşmenin beraberinde getirdiği adaletsizliğe karşılar.

Dünyada kimileri globalleşme nedeniyle zenginleşirken, kimilerinin giderek daha fazla yoksullaşmasına açıkça isyan ediyorlar.

‘‘Globalleşme eşitlik getirsin’’ diyorlar.

Avrupa da elbet sorunsuz değil.

İşsizlik, kazanılmış bazı sosyal hakların tırpalanmak istenmesi, ücret eşitsizliği sorunlardan birkaçı.

İşte bu yüzden kendilerine ‘‘altermondialist’’ diyenlerin gündemleri yoğun.

Tartışılan, ele alınan konular, Dünya Ticaret Örgütü'nün çifte standardından Avrupa Birliği'nin sosyal ve ekonomi politikasına, eğitimde ve sağlıkta fırsat eşitliğinden kadın haklarına kadar geniş bir yelpazede sıralanıyor.

Üç gün boyunca Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden 80 bin kişi değişik platformlarda ‘‘Dünyada ve Avrupa'da neyi nasıl değiştirebiliriz’’ diye tartışıyor.

Sivil toplum kuruluşları, öğrenciler, sendikacılar, politikacılar, işsizler herkes konuşuyor.

Haberlere bakıyorum, foruma katılanlar mutlu.

Dertlerini dile getirmekten, diğer ülkelerde kendileri gibi düşünenlerle diyalog kurmuş olmaktan memnun.

Şimdi gelin şöyle düşünün:

‘‘El Kaide'nin ve diğer terör örgütlerinin tuzağına düşen teröristler, canlı bombalar böylesine aydınlık, demokratik bir ortamda yaşamış olsalardı çılgınca kan akıtırlar mıydı acaba?..’’
Yazının Devamını Oku

Öleceğim aklıma gelirdi de resim yapacağım gelmezdi

16 Kasım 2003
<B>DİYARBAKIR </B>kutu içinde kutu. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı'nın çocuklarla sanatçıları buluşturacağı ‘‘Düşler Atölyesi’’ni göreceğim derken ikinci bir ‘‘Düşler Atölyesi’’ karşıma çıkıyor.

Önce birincisi.

TEGV'in Bağlar Eğitim Parkı'nın bahçesinde kurulmuş sevimli sarı prefabrik bir ev. Diyarbakırlı çocuklar bundan böyle burada gönüllü resim öğretmenleriyle boyaları öğrenecek.

‘‘Düşler Atölyesi’’ne en erken gelen ressam İsmail Acar.

Çocuklara Diyarbakır'ın simgesi olan karpuzu boyatıyor. Kırmızı fon üzerinde, sarı çizgileri olan yeşil bir karpuz. İstanbullu ziyaretçilerle tıkış tıkış oda neredeyse bir karpuz sergisine dönüşmüş.

Karpuzlar masadan kaldırıldıktan sonra sıra heykeltıraş Mehmet Aksoy'da. O da kilden heykelcikler yaptırtıyor çocuklara.

Minik ellerin yoğurduğu kaplumbağa, balık, aslan ölçüsüz uzuvlarıyla daha çok soyut şekiller halinde.

Birlikte geldiğimiz ressam Mehmet Güleryüz firari.

Nedense ‘‘Düşler Atölyesi’’nin perdesini çocuklar için aralamayı reddetmiş, bahçede geziniyor.

Bağlar Eğitim Parkı'nda çocukları, Mehmet Aksoy ile bıraktıktan sonra her zamanki gibi şehir turuna çıkıyoruz.

Surlar, çarşı, kiliseler, Ulu Cami.

Cami avlusunda yine mendil satan çocuklar.

Diyarbakır'da ne kadar eğitim parkı, ne kadar ‘‘Düşler Atölyesi’’, ne kadar çocuk merkezi açılsa da onlar hep buradalar.

Eve günde iki milyon getirmek için buradalar ve peşimizdeler.

-Okula gidiyor musun?

-Hayır.

Liceli yeşil gözlü kız 13 yaşında.

Hayatında hiç okula gitmemiş.

Şair Cahit Sıtkı Tarancı'nın evini gezerken kapının eşiğinden hüzünlü gözlerle bakıyor. Sadece mendil satma derdinde mi, yoksa anlamsız hayatına birkaç dakikalık bir parantez açan bu grubu merak mı ediyor?

Bari içeri girip şairin evini görse.

Mümkün değil.

Hem rehber, hem evin bekçisi onu ve arkadaşını kovalıyor.

Son durak Diyarbakır Sanat Merkezi'ndeki ‘‘Kadınlar'Dan’’ Sergisi.

İkinci bir ‘‘Düşler Atölyesi’’.

Ressam Su Yücel, KAMER ile birlikte müthiş bir proje gerçekleştirmiş.

Tam 10 gün boyunca 17-55 yaş arası 90 kadınla resim çalışmış.

Hayatlarında fırçayı, kağıdı, boyayı görmemiş kadınlarla.

Diyarbakır, Batman, Kızıltepe'de resim çalışmalarını anlatırken Su Yücel ‘‘Hep birlikte yüzlerce kadının evini çoluğunu, çocuğunu, kocasını, keçisini, acısını, coşkusunu resmettik. Kadınlar dualarındaki her türlü duygu ve çatışmayı, belleklerde yer edecek imgelerle yansıttılar’’ diyor.

Su Yücel, önce onlara boyayı, fırçayı öğretmiş.

Sonra kağıtla başbaşa bırakmış teybinin düğmesine basarak.

İşte duyulan seslerden bazıları:

-Resim yaptığım akşam çok güzel rüyalar gördüm.

-Özgürlüğümü çizdim, çok heyecanlıyım.

-Bir gün öleceğim aklıma gelirdi de resim yapacağım gelmezdi.

Diyarbakır Sanat Merkezi'ndeki gördüğüm resimlerin çoğu ikiye bölünmüş: Ruhun özgür kalan kısmı mor, mavi, yeşil. Travmalı kısmı siyah.
Yazının Devamını Oku

Konuşmuyoruz iş yapıyoruz

14 Kasım 2003
<B>HATIRLARSINIZ.</B>..<br><br><B>İbrahim Betil</B>, 2002 yılı mart sonu Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı'nın başkanlığından ayrıldığında, <B>Betil</B>'den sonra vakfın eskisi gibi olmayacağı inancı yaygındı. Gazete arşivlerine bir göz atın.

Ne deniyordu?

‘‘Betil'den sonra TEGV'in etkinliği biter.’’

Oysa TEGV Genel Müdürü Günseli Tarhan'ın rakamları, vakfın bir buçuk yılda bir hayli yol aldığını gösteriyor.

20 bin dolayında olan bağışcı sayısı 130 bine fırlamış.

Öğrenci sayısı 200 binden 374 bin olmuş.

TEGV'in bel kemiğini oluşturan gönüllüler ise 4 bin 500'den 10 bin 500'e çıkmış.

Cem Kozlu döneminde Genel Müdür Yardımcısı iken THY'nin yeniden yapılanmasında önemli rolü olan Günseli Tarhan diyor ki: ‘‘Önemli olan sadece sayılar değil. Bakış açısı değişti. Eskisinden farklı olarak tam profesyonel bir kadroyla ekip çalışmasına geçtik.’’

TEGV'in Bağlar Eğitim Parkı'na ilave edilen ‘‘Düşler Atölyesi’’nin açılışı için Diyarbakır'dayız.

Ressam İsmail Acar, heykeltıraş Mehmet Aksoy, Eğitim Parkı'nın çocuklarına sanatın kapılarını aralayacak.

‘‘Düşler Atölyesi’’ TEGV'in Nokia ile birlikte gerçekleştirdiği bir proje.

Çocukların sanata yönelmelerini, estetik duygularının gelişmesini amaçlayan proje İstanbul dahil Türkiye'nin 10 noktasındaki öğrenim birimlerinde hayata geçirilecek.

Nokia bu iş için 450 bin dolar ayırmış.

TEGV ile Nokia'yı buluşturan ise ‘‘Uluslararası Gençlik Vakfı’’.

Günseli Tarhan anlatıyor: ‘‘Bizi bulan vakıf oldu. Dünyada 26 milyon gence ulaşan vakıf, TEGV'i tam 8 ay boyunca araştırdı. Ne yaptığımızı görünce ortaklık kararı aldı.’’

TEGV'in uluslararası bir vakıfla işbirliği yapması birçok açıdan yararlı.

Nokia gibi sponsorların yanı sıra AB fonlarının ve diğer fonların kapısını daha kolay açması da mümkün.

TEGV'in ‘‘Betil sonrası’’ dönemine dönersek, en önemli değişiklik vakfın tamamıyla elektronik ortama geçmiş olması.

Öğrenciler, gönüllüler, bağış verenler her şey bilgisayara kayıtlı.

Günseli Tarhan ‘‘Düğmeye bastığımda Bağlar Eğitim Parkı'yla ilgili her türlü bilgi anında karşımda’’ diyor.

Elektronik ortam işleri kolaylaştırmış.

İşleri hızlandıran bir başka faktörde vakfın beş ayrı yerden yönetilmesi. Diyarbakır'a örneğin 16 öğretim birimi ve iki park bağlı. Kararlar daha çabuk alınıp uygulanıyor.

Tarhan diyor ki: ‘‘Biz konuşmuyoruz iş yapıyoruz...’’

Gördüklerimden, duyduklarımdan galiba bu gerçekten böyle.

Türkiye yarınını Antalya'da arıyor

FORUM
-İstanbul Türkiye'nin geleceğinin tartışıldığı toplantılardan ilkiydi.

İstanbul'da iki kez yapılan Forum-İstanbul toplantılarının esin kaynağı Davos'tu kuşkusuz.

Öğrendiğime göre, şimdi de şu meşhur Bilderberg Toplantıları'nın bir benzeri Antalya'da yapılacak.

‘‘Yarını Arayışlar’’ toplantısının ilkini düzenleyenler Yılmaz Argüden'in ARGE danışmanlık şirketiyle Nuri Çolakoğlu'nun NMC şirketi.

5-7 Aralık tarihlerinde Antalya Hillside Su Oteli'nde yapılacak toplantı aynen Bilderberg gibi basına kapalı.

Toplantıya katılacaklar arasında bakanlar, milletvekilleri, bürokratlar, TESEV, TÜSİAD, Avrasya Stratejileri Merkezi gibi düşünce kuruluşlarının temsilcileri, yerli ve yabancı CEO'lar, Türk bilim adamları, sanatçılar var.

Edindiğim bilgiye göre, davetli önemli konuşmacılar arasında, Bilderberg toplantılarının müdavimlerinden olan Amerikalı diplomat Richard Hoolbroke, Ürdün Prensi Hasan Bin Tallal ve İngiltere'nin AB'den sorumlu bakanı Dennis McShane’ın ismi geçiyor.

Bu isimlerin Türkiye'nin dünyadaki konumuyla ilgili görüşlerini ortaya koymaları tasarlanmış. Bir tablonun ortaya çıkmasından sonra çalışma grupları oluşturulacak ve Türkiye'nin geleceğiyle ilgili çeşitli senaryolar masaya yatırılacak.

Küçük bir ilave: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül de Antalya'daki ‘‘Yarını Arayışlar’’ toplantısının önemli konuklarından.

İşte Dünya El Sanatları Konseyi için başvuracağınız adres

SALI
günkü ‘‘Dünya El Sanatları Konseyi'ni duydunuz mu’’ yazıma yağan mail ve fakslardan anladım ki, şükür el sanatlarımız halen yaşıyor.

Ya da yaşamaya çalışıyor.

Zira anladığım kadarıyla ‘‘Dünya El sanatları Konseyi’’ne nasıl ulaşabileceklerini soranlar kendi çabalarıyla ayakta kalmaya çalışanlar.

Devletten herhangi bir destek söz konusu değil el sanatlarımızı yaşatmak için.

‘‘Dünya El Sanatları Konseyi’’ ile bilgili için adres şöyle: www. hiref.com.tr. Bu adresten isimlere ve telefon numaralarına ulaşmak mümkün.
Yazının Devamını Oku

Dolmabahçe’deki padişah kayıkhanesi neden sahipsiz

11 Kasım 2003
<B>HATIRLARSINIZ... Sultan kayıkları</B> geçtiğimiz yaz aylarının en <B>‘‘in’’</B> olaylarındandı. Asıllarına sadık kalınarak yapılan 30 metrelik kayıkların Boğaz'da yabancıların çoğunlukta olduğu bir davette nasıl ilgi çektiklerine bizzat tanık oldum.

Geçenlerde rastladığım Sultan Kayıkları Yönetim Kurulu Başkanı Güvenç Kılıç'a ‘‘kayıklar ne durumda’’ diye sorduğumda aşağıda aktaracağım ilginç şeyleri anlattı.

Sultan Kayıkları 2002 yılının eylül ayından itibaren Haliç ve Boğaz'da hizmet vermeye başlıyor.

İstanbul'a gelen Nobel ödüllü matematikçi John Nash'ten, manken Naomi Campell'e kadar sayısız ünlüyü misafir eden bu kayıklara barınacakları bir yer gerek.

Büyükşehir Belediyesi'ne yapılan başvurular sonucunda kayıklara nedense ancak Haliç'te yer bulunuyor.

İstanbul'un turizmine gerçekten önemli bir katkı sağlayacak kayıklar için bu pek yerinde bir seçim değil. Sürekli göz önünde olan Venedik'teki gondolları, Paris'te Seine Nehri üzerindeki tekneleri düşünün.

Turistlerin bunlara binmek için nasıl can attıklarını aklınızdan çıkartmayın.

Her neyse bizim sultan kayıklarına dönersek, Eyüp'te sahil şeridine paralel demirleyen kayıkların buradan yolcu almaları hemen hemen imkansız.

Zira turist otobüslerinin park edeceği bir yer olmadığı gibi, burası özellikle gece güvenli bir yer değil. Su ve elektrik olmadığı için kayıkların bakımı ve personelin barınması zor.

44 adet yapılması planlanan kayıklar barınak yüzünden üç adet ile sınırlı kalmış. Şimdi işin ilginç yerine geliyoruz.

Dolmabahçe Bezm-i Alem Camii yanında bir ‘‘padişah kayıkhanesi’’ mevcut.

Sultan Abdülmecid döneminden kalma bir kartpostalda meselá, caminin yanındaki ‘‘padişah kayıkhanesi’’ çok net görünüyor. Sultanların kayıkları buraya bağlanırmış.

Güvenç Kılıç, bugün tam bir mezbelelik olan bu kayıkhaneyi aslına uygun bir şekilde düzenlemek ve kullanmak için harekete geçiyor.

Ama mesele şu: ‘‘Padişah kayıkhane’’si nereye kayıtlı?

Önce Büyükşehir Belediyesi’ne gidiliyor.

Belediye, Vakıflar İstanbul Bölge Müdürlüğü'ne yönlendiriyor.

Kayıtlar oradan da çıkmıyor.

Araştırmalardan, kayıkhanenin 1975 yılında Milli Emlak'tan Belediye'ye amacı dışında kullanılmaması şartıyla devrildiği ortaya çıkıyor.

Cami Beşiktaş ile Beyoğlu arasındaki sınırın üzerinde.

Bu yüzden Beyoğlu Belediyesi’ne gidiliyor.

Beyoğlu Belediyesi kesin bir yanıt vermiyor ama tapudan 3 bin 719 metrekarelik alanın (Ömer Avni Mahallesi, 1 Ada, 8 Parsel) bu belediyeye kayıtlı olduğu ortaya çıkıyor.

Güvenç Kılıç burayı sultan kayıkları için yeniden düzenlemek, turistik projelerde kullanmak için Başbakan’a, ilgili bakanlara, belediye başkanlarına, milletvekillerine mektup yazmış.

Tek yanıt Ulaştırma Bakanlığı'na bağlı Deniz Müsteşarlığı'ndan.

Diğer makamlardan yanıt yok, bilgi yok. Belge de yok.

Bu tarihi kayıkhanenin, turizme hizmet verebilecekken böylesine mezbelelik bir halde bırakılması acaba kimlerin işine geliyor?

Dünya El Sanatları Konseyi'ni duydunuz mu


GÜVENÇ Kılıç'tan bir ilginç hikaye daha.

Kılıç, Osmanlı el sanatlarının çağdaş tasarımlarla yeniden hayat bulmaları için ‘‘Hiref Tasarım’’ adında bir şirket kuruyor. Hiref'in adı Osmanlı dönemi sanat örgütü ‘‘Ehl-i Hiref’’ten geliyor. Bakır, cam, seramik tasarımları yapan kişi ise Yeditepe Üniversitesi öğretim görevlilerinden Ebru Çerezci. Tasarımlarını yurtdışına pazarlamanın yollarını arayan Kılıç'a, Dünya El Sanatları Konseyi'ne üye olması tavsiye ediliyor.

Konsey 1964 yılından beri 65 ülkede faaliyet gösteriyor.

Faaliyet gösterdiği ülkeler arasında Türkiye yok.

Ne yazık ki, el sanatları konusunda müthiş bir çeşitliliğe sahip bir ülke olduğumuz halde konseye üye olmamışız.

Kılıç, Konsey'in çeşitli ülkelerdeki elçiliklerimize başvurduğunu ve Kültür Bakanlığı ile temas kurmak istediğini ancak başvurularının cevapsız kaldığını aktarıyor bu arada.

Oysa BM, Unesco gibi örgütlerle bağlantısı olan ‘‘Dünya El Sanatları Konseyi’’nın özellikle yok olmakta olan el sanatlarına katkısı büyük.

Örneğin, Yunanistan'da Metsova adında küçücük bir kasabada gerçekleştirilen projede, 1 yıl gibi kısa bir sürede el sanatlarıyla ilgili ticaret hacmi 2.5 kat artırılmış.

Kaybolmakta olan üretim teknikleri dünya pazarına açılma fırsatı bulmuş.

Türkiye'de yitirmekte olduğumuz el sanatlarını, mesleklerini kimselere öğretemeyen ustaları düşünün...

Hiref geçtiğimiz eylül ayında Kopenhag'da konsey genel kurulunda yaptığı sunumla üyeliğe kabul edilmiş.

Şimdi Yunanistan örneğinden yola çıkarak Türkiye'de el sanatlarını dünya pazarlarına sunabilecek pilot bir bölge arayışında.
Yazının Devamını Oku

Çarın petrol kralıyla savaşı

9 Kasım 2003
<B>VLADİMİR Putin </B>üç yıl önce Kremlin'e gelir gelmez, Rusya'nın yeni zenginlerine şu mesajı göndermiş: <B>‘‘Siz işinizi yapın, politikayı da bana bırakın...’’</B> Putin'in mesajını ciddiye alanlar için sorun yok.

Rejime karşı cephe alan Berezovski, Gusinski gibi isimler sürgünde.

Putin'in ilk günden belirlediği sınırı aşmakla yetinmeyip, ‘‘yangına körükle giden’’ Rusya'nın en zengin adamı, petrol kralı Mikhail Khodorkovski ise bildiğiniz gibi iki haftadır hapiste.

Peki Khodorkovski'nin suçu neydi?

Resmi açıklamaya göre, petrol kralı 756 milyon dolar dolayında bir yolsuzluğa bulaşmış.

Khodorkovski'nin sahibi olduğu Yukos petrol şirketinin 1995 yılında özelleştirilmesi sırasında bazı dümenler çevirdiği ve şirketi 350 milyon dolara kapattığı bir sır değil. Yukos'un değerinin iki yıl sonra 9 milyar dolara, 2003 yılında ise 30 milyar dolara fırladığı göz önüne alındığında Khodorkovski'nin hiç de masum olmadığı ortada.

Ancak fatura niye 8 yıl sonra kesiliyor?

İşte bu noktada Kremlin'e yakın çevreler, Putin ile Khodorkovski arasındaki çekişmelere dikkat çekiyor.

İki adam arasındaki sürtüşme yaklaşık bir yıl önce başlamış.

Bir keresinde yönetim kademelerindeki yolsuzluğu gündeme getiren petrol kralına Putin'in cevabı şöyle olmuş: ‘‘Siz önce vergilerinizi ödeyin.’’

Bu uyarıdan sonra estirdiği fırtınanın şiddeti daha da artmış: ‘‘Yukos'u nasıl ele geçirdiniz onun hesabını verin.’’

Rusya'nın en zengin adamı konumuna geldikten sonra şeffaflık ve parlamenter demokrasinin bayraktarlığını yapan Khodorkovski, Putin'in uyarılarını ciddiye almadığını hemen kanıtlamaya kalkışmış.

Muhalefet partilerine mali destek sağladığı yetmiyormuş gibi muhalefet liderleriyle her yerde boy göstermeye başlamış.

Önemli bir gaf daha yapmış.

2007 yılında iş hayatından elini ayağını çekeceğini ilan etmiş.

Khodorkovski'nin açıkladığı 2007 yılı kritik bir tarih. Zira tam bir yıl sonra 2008 yılında, Putin iktidarda ikinci dönemini tamamlayacağı için başkanlık seçimleri yapılacak.

Petrol kralının ‘‘işi bırakıyorum’’ mesajı Kremlin tarafından derhal ‘‘politikaya atılıyorum’’ olarak algılanıyor.

Hatta, Khodorkovski'nin Duma'daki 500 milletvekilinden 200'ünü parayla satın aldığı söyleniyor.

Bu arada Putin'i rahatsız eden bir gelişme daha.

Petrol kralı Yukos şirketine Amerikalı partner arayışına kalkışıyor. Adaylar arasında Amerikan petrol devi Exxon'un da ismi geçiyor.

Pazarlıklardan rahatsız olan Putin bunu gizlemiyor: ‘‘Son sözü devlet söyleyecek.’’

Nitekim son sözü söyleyen kendisi oluyor ve Khodorkovski'yi özel uçağından çıkartıp hapse gönderiyor.

Yukos'un hisselerine de devlet olarak el koyuyor.

Neticede Rusya demokrasiyi şimdilik ıskalamış görünüyor.
Yazının Devamını Oku

Londra'ya giden yol Abdi İpekçi Caddesi’den geçer

7 Kasım 2003
<B>NİŞANTAŞI</B>'daki <B>Abdi İpekçi </B>Caddesi'nin eski adı Emlák Caddesi'ydi. Gazeteci Abdi İpekçi'nin Emlák Caddesi'yle Karakol Sokağı'nın kesiştiği yerde öldürülmesinden sonra buranın adı değişti.

Dün DESA Yönetim Kurulu Başkanı Melih Çelet ile caddeden aşağıya doğru inerken caddenin kendisinin de ne kadar çok değişmiş olduğunu bir kez daha fark ediyorum.

Abdi İpekçi bugün Türkiye'nin ve dünyanın en ünlü markalarının satıldığı bir yer. Yıllar önce suikastın gerçekleştiği o köşede Beymen'in yenilediği muhteşem bina, karşısında yanlış hatırlamıyorsam Boss var.

Abdi İpekçi Caddesi'nde tura çıkmadan önce Melih Çelet ile DESA'nın geçen ay bu caddede açmış olduğu 600 metrekarelik ‘‘Desa Consept’’ mağazasını geziyoruz. Mağazanın mimarları Altan Bilim ile Anıl Turan modern, müthiş aydınlık bir mekana imza atmışlar.

‘‘Desa Consept’’te deri ürünlerinin yanısıra deri mobilyalar da satılıyor.

Deri mobilya derken gözünüzün önünde deri masa, iskemle, yatak filan canlandırabilirsiniz. DESA zaten sekiz yıldan beri Marks&Spencer firmasına, deri giysilerin yanısıra deri ev mobilya ve aksesuvarları satıyormuş.

Yani Nişantaşı'ndaki mağaza, Türk tüketicisinin bu tür eşyayla tanışmasını sağlayacak. Mağazadaki diğer ürünler gibi, deri mobilyalar son derece kaliteli ve en önemlisi fiyatları uygun.

DESA'nın üretiminin yüzde 60'ı dünya markalarına yönelik.

2003 ihracat hedefi 65 milyon dolar.

Türkiye'deki toplam mağaza sayısı 30.

Bu noktada Melih Çelet'e bir soru..

‘‘Bu başarının arkasında ne var?’’

Eğitilmiş personel, tasarım ekibi ve AR-GE.

İşte anahtar sözcükler.

Öğreniyorum ki, Melih Çelet, önümüzdeki yıl Londra'da bir ‘‘Desa Concept’’ mağazası açacakmış.

Abdi İpekçi Caddesi, Türk markaların dünya moda merkezlerine doğru bir sıçrama tahtası mı yoksa?

Çin dericilerin de korkulu rüyası

ÇİN her yerde karşımıza çıkıyor.

DEİK'in Belçika Başbakanı Guy Verhofstadt'ın onuruna düzenlediği yemekte yanımdaki Belçikalı işadamı Stefaan Dewulf, Picanol Şirketi'nin pazarlama direktörü.

Picanol dünyanın önde gelen tekstil makinelerini üreten bir şirket. Türkiye haliyle iyi müşterileri.

Picanol'un müşteri listesinde ikinci sıradayız. Birinci sırada elbet Çin.

Dewulf, Çin'i iyi tanıyor ve tekstilde dev adımlarla yürüdüğünü, birkaç yıl içersinde rakip tanımayacağını söylüyor.

Çin'in en büyük avantajı düşük maliyet.

DEİK toplantısından bir gün sonra bu kez Melih Çelet Çin meselesini gündeme getiriyor. Dünyanın önde gelen ayakkabı ve deri konfeksiyon markaları için üretim yapan Çin'in bu alanda bir numaraya yükseleceğini söylüyor.Çin tekstilcilerin yanısıra dericilerin de korkulu rüyası.

Hangisine inanacağız

BELÇİKA Başbakanı Guy Verhofstadt'ı DEİK'te dinlediğimiz gün gazetelerde kendi Devlet Bakanı Jacques Simonet'den bir demeç: ‘‘Türkiye ABD'nin baskıları sonucunda aday oldu’’.

Belçika'nın La Libre Belgique Gazetesi'ne konuşan bakan, başbakanı Ankara'da olduğu sırada daha fazla bir yorum yapmaktan kaçınmış.

Peki bakanı böyle konuşurken Başbakan Verhofstadt tam da İlerleme Raporu'nun açıklandığı gün ne diyor?

‘‘İlerleme Raporu'ndaki ifadeler cesaretinizi kırmasın. Bu reformları tamamlamak için bir yol haritasıdır. Diğer aday ülkelerin raporları da böyle eleştirel olmuştur.’’

Macar azınlık nedeniyle AB'nin eleştiri oklarına hedef olan Skovakya'yı örnek gösteriyor.

Başbakan’ın konuşmasında, hemen hemen her Batılının ağzından duyduğumuz ‘‘Benzersiz coğrafi konum, Batı ile Doğu arasında köprü’’ sözleri ve bunlara ilaveten Belçika'nın 12 puan verdiği Eurovision başarısı da var.

Bunlar iyi güzel de kime inanacağız?

Bakan Simonet'ye mi, Başbakan Verhofstadt'a mı?

Bir kitap: ‘Avrupa Okumaları’

TÜRKİYE İlerleme Raporu'nun yankıları sürüyor.

AB-Türkiye İşbirliği Derneği TURKAB tarafından bugün düzenlenen davette Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilcisi Büyükelçi Kretschmer bir konuşma yapacak.

TURKAB bir de ‘‘Avrupa Birliği Ansiklopedisi’’ hazırlamış, davette bunu dağıtacak.

Avrupa Birliği ile ilgili yeni bir başka kitap, hem AB'nin genişleme, hem Türkiye'nin adaylık sürecini yakından izleyen Galatasaray Üniversitesi öğretim görevlilerinden Cengiz Aktar'dan.

‘‘Avrupa Okumaları’’ Aktar'ın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarının yanısıra yazarın son gözlem ve yorumlarını içeren bir kaynak.
Yazının Devamını Oku

Cheney'den alıyor Dali'ye yatırıyor

4 Kasım 2003
<B>YARIN</B> Atatürk Kültür Merkezi'nde önemli bir serginin açılışı var. ‘‘Nahit Kabakçı Koleksiyonu Resim ve Heykel Sergisi.’’

Önce Nahit Kabakçı kim?

Ramko İnşaat'ın Yönetim Kurulu Başkanı.

İşlerini uzun yıllar önce Azerbaycan'a kaydırmış.

Bakü'deki Hyatt Regency Oteli, BP ofisi, Natavan İş Merkezi ve Rezidansı Kabakçı'nın şirketi tarafından yapılan bazı binalar.

Ülkedeki çoğu yabancı petrol şirketleri Kabakçı'nın kiracısı. Hyatt Regency Oteli'ni ise yeni devretmiş.

Nahit Kabakçı, 25 yıldan beri koleksiyoncu.

Diyor ki, ‘‘Ekonomik özgürlüğünüzü kazandığınızda günün birinde tercihinizi bir sanat eseri satın almak yönünde kullandığınızda koleksiyoncu olma yolunda ilk adımınızı atmış olursunuz.’’

Sanata yatırımın diğer yatırım araçlarından farksız olduğunu düşünüyor.

Zira bugün 5 ila 6 milyon dolar değerinde olan koleksiyonu 10 yılda bire üç kazanç getirmiş.

Almanya'da öğrencilik yıllarında kaçırdığı bir Dali resmi için bugün hálá hayıflanıyor. ‘‘1976 yılında 6 bin mark verip alabileceğim Dali resmi 15 yıl sonra 1 milyon doları geçmişti. Onu kaçırmam bana pahalıya patladı’’ diyor.

Aynı şekilde 10 yıl önce 30 bin dolara almadığı bir Botero bugün 500 bin dolar.

Peki Nahit Kabakçı kazandığının büyük bir bölümünü resme ve heykele yatırırken riske girmiyor mu?

Ya ilerde prim yapacağını düşündüğü resim tam aksine değer kaybederse?

Bu soruların cevabı şöyle: ‘‘Özellikle Türkiye ve Azerbaycan'da resim piyasasını iyi tanıyorum. Ayrıca 10 bin doların üzerinde değeri olan bir resim için mutlaka uzmanlarına danışırım. Birkaç uzmandan al sinyali alsam dahi nihai kararı kendim veririm.’’

Nahit Kabakçı
işleri nedeniyle bulunduğu Azerbaycan'da sanatın ve kültürün önemli sponsorlarından.

Meselá Azerbaycan Resim Akademisi'nin tek sponsoru ve akademinin çoğu öğrencilerine burs veriyor.

Ünlü yatırımcı George Soros'un da Kazakistan'da resmi desteklediğini ondan öğreniyorum. Peki İstanbul'da bir modern sanat müzesinin olmayışına ne diyor?

‘‘Dünya coğrafyasında apayrı bir yere sahip İstanbul'da bir modern sanat müzesinin olmayışı büyük bir ayıp. Bilbao'da 100 milyon dolara yapılan Guggenheim Müzesi yılda 2 milyon turist getiriyor. Modern müze eksikliğinin turizm açısından da büyük bir kayıp olduğu ortada.’’

ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney'in şirketi Halliburton, Kabakçı'nın Bakü'de sahibi olduğu Natavan İş Merkezi'nin kiracısıymış.

Cheney'den kazandığını Dali'ye yatıran biri işini biliyordur mutlaka.

Albright kadınların G-7 grubunu kurmuş


İSTANBUL'da fırtına gibi esen eski ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ile konuşmasından bir gün sonra, dar kapsamlı bir kadın grubuyla yaptığı yuvarlak masa toplantısında biraraya gelmek fırsatı buldum.

Albright'ın kadınlarla biraraya gelmesini sağlayan aynı zamanda başkanı olduğu Amerikan Ulusal Demokratik Enstitü.

Demokrasinin dünya çapında yaygınlaşması alanında çaba gösteren bu kuruluş özellikle kadınların politik yaşama katılması konusunda hassas.

Çırağan Oteli'nde günün erken saatlerinde yapılan toplantıda, İstanbul Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna'nın eşi Reyhan Gürtuna, İKV eski başkanı iş kadını Meral Gezgin Eriş, Kagider Başkanı Meltem Kurtsan, AKP milletvekili Nimet Çubukçu gibi isimler var.

Albright, Ulusal Demokratik Enstitü'nün Ankara Temsilciliği'nden TCK'da kadınlarla ilgili tartışmaların bilgisini almış, son gelişmelerden haberdar.

En fazla yerel yönetimlerde kadın oranının yüzde 1 olmasına şaşırmış.

Hayatının büyük bir bölümünde kadınların siyasette ve ekonomide güçlü bir yere gelmesi için mücadele ettiğini anlatıyor.

Dışişleri Bakanı iken Hillary Clinton ile büyük bir dayanışma içersinde olmuşlar.

Albright'a göre, kadınların en büyük eksiklikleri iyi örgütlenmemeleri.

Birleşmiş Milletler'de ABD temsilcisi iken, diğer 7 kadın temsilciyle bir grup kurduklarını söylüyor.

Grubun adını da, zengin ülkeler kulübü gibi G-7 takmışlar.

Albright daha sonra aynı örgütlenmeyi kadın dışişleri bakanları düzeyinde gerçekleştirmiş.

Şimdi ise dünyadaki tüm kadın bakanları biraraya getirecek proje üzerinde çalışıyor.

Dünyadaki eski dışişleri bakanlarıyla belirli aralıklarla biraraya gelme fikri de ondan çıkmış. Eski Dışişleri Bakanı İsmail Cem aktardı.

Eski Fransa Dışişleri Bakanı Hubert Vedrine, İtalyan Lamberto Dini ve İsmail Cem'in aralarında olduğu grup en son Aspen'de biraraya gelmiş.

Anlayacağınız 66 yaşındaki Albright, yerinde duramayan, birikimlerini ‘‘daha nasıl değerlendirebilirim’’ diye sürekli planlar yapan biri olarak karşımıza çıkıyor.

Satır aralarında, yeni piyasaya çıkan kitabının promosyonunu yapmayı da ihmal etmeyerek.
Yazının Devamını Oku

Bir kitap yazdı dünyası karardı

2 Kasım 2003
<B>AFGANİSTAN</B>'a dikkati çeken eski ABD Dışişleri Bakanı <B>Madeleine Albright. </B> İstanbul'daki konferansında ‘‘Köktendinci terörün yuvası olan Afganistan'a ağırlık vereceğimiz yerde Irak'a gittik’’ diyor.

11 Eylül'den sonra dünyanın gündemine oturan Afganistan'ı bugün hatırlayan kim? Ya iktidardan kovulan Talibanlar? Afganistan'da tekrar güçlenmeleri, mevzi kazanmaları kimi ilgilendiriyor?

Ya burkalarından kurtulmaları için batıda imza kampanyaları açılan Afganlı kadınlar?

Afganistan, Kosova ve Irak'ta çalışmış olan Norveçli kadın gazeteci Anse Seierstad bir yıl önce ‘‘Kabil'in Kitapçısı’’ diye bir kitap yazıyor.

Kitap 220 bin basarak Norveç'te rekor kırıyor.

Kitap, İngilizce konuşan, liberal bir dünya görüşüne sahip Afganlı bir kitapçı ve ailesinin yaşamından kesitler sunarak Afganistan toplumuna ışık tutma amacında.

Norveçli gazeteci, geçtiğimiz ilkbaharda dört ay boyunca Şah Muhammed Reis adındaki kitapçının evine gidip gelmiş, kitapçının annesi, iki karısı ve kız kardeşleriyle uzun uzadıya dertleşmiş.

Burka giyip onlarla çarşıya pazara çıkmış, hamama gitmiş.

Gördüğü, tanık olduğu her şeyi yazmış kitabına... En çok da erkeklerin kadınları nasıl aşağıladıklarını vurgulamış.

‘‘Afgan toplumunda erkeğin üstünlüğü o kadar kemikleşmiş bir olgu ki, kimsenin aklına bunu sorgulamak bile gelmiyor. Tam bir kültür şokuna uğradım.’’

Gazeteci Asne Seierstad'a ikinci şok Kabilli kitapçıdan geliyor.

Kitabın İngilizce baskısı piyasaya çıkar çıkmaz Şah Muhammed Reis ortaya çıkıyor.

Kitapta yazılanların yalan olduğunu, yazarın izin almadan aile fertlerinin en mahrem yanlarını anlattığını iddia ediyor.

Şah Muhammed Reis iki karılı.

Kız yeğenlerinden biri namus cinayetine kurban gitmiş.

Kendi anne ve babası, oğullarının eğitimini karşılamak amacıyla gencecik kızlarını yüklü bir başlık parası karşılığında evlendirmişler.

Elbet bunlar yazılınca kıyamet kopmuş...

Peki ‘‘gel Afgan toplumunu yaz’’ diye Norveçli gazeteciyi evine davet eden Şah Muhammed Reis, Asne Seierstad'ın gördüklerini yazacaklarını hiç hesaplamamış mı?

Anlaşılan hesaplamamış zira Norveçli genç kadını rahatsız eden şeyler onun pek doğal karşıladığı şeyler.

Reis, şimdi hem Norveçli gazeteciye, hem yayıncısına dava açmak üzere Oslo'da.

Avukat tutmuş ve yüklü bir tazminat istiyor.

İşin bir başka boyutu da Reis'in Oslo'ya gelmesi üzerine kitabın bugünlerde Norveç'te tartışılıyor olması. Kimilerine göre, gelişmiş bir ülke gazetecisinin, bir üçüncü dünya ülkesinin kültürel geleneklerini sorgulayıp, fikir yürütmesi ‘‘siyaseten ahlaki’’ değil.

Asne Seierstad ise diyor ki ‘‘Bazı özgürlükler, insan yaşamının bazı boyutları evrenseldir.’’
Yazının Devamını Oku