Gila Benmayor

İşte Bakan'a proje

31 Ekim 2003
<B>DOĞAN Hızlan </B>geçen gün, bir öğle yemeğinde buluştuğu Kültür ve Turizm Bakanı <B>Erkan Mumcu</B>'nun proje beklediğini yazmış. Masasının üzerinde duran bir tanesinden söz edeceğim.

İstanbul'da pek tutulan Miniatürk Projesi'nin mimarı olan Else Turizm Eğitim ve Danışmanlık Şirketi, Bakanlığa iki müze projesi sunuyor.

Biri Kapadokya'da, diğeri İstanbul'da.

Müzelerin özelliği tarihi görsel ve işitsel gösterilerle sunmak. Kapadokya'da, vizyon sahibi Ürgüp Belediye Başkanı Bekir Ödemiş projeye derhal sahip çıkmış.

Dereler Mahallesi'nde yer göstermiş.

Üç bin metrekarelik bir alanda, ‘‘Kapadokya Canlı Tarih Müzesi’’ kayalar içersinde oyulacak.

5 milyar dolarlık projenin yatırımcısı Vista Historica adında bir şirket.

Şirket, Venedik'te, Prag'da benzer çalışmaları sürdürüyor.

Kapadokya'da Bekir Ödemiş'in sahiplenmesi nedeniyle yürüyen projenin İstanbul ayağı tıkanmış.

Nedeni şu: Turist yoğunluğu nedeniyle Sultanahmet ve civarında yapılması uygun olan müzeye yer gösterilemiyor.

Oysa Hızlan'ın yazısından öğreniyoruz ki, Erkan Mumcu Sultanahmet ve çevresinde bazı bakanlıklara ait yerlerin Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın emrine verileceğini söylemiş.

İşte proje, işte yatırımcı.

Shell'in iki kadın genel müdüründen biri bizde

MEĞER Shell cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte Türkiye'de hizmet vermeye başlamış.

Shell Türkiye 80. yıldönümünü kutluyor.

Genel Müdür Canan Ediboğlu ile konuşurken, Shell Türkiye'nin, 45 üst düzey kadın yöneticisiyle Avrupa'da ilk sırada geldiğini öğreniyorum.

Şu Türkiye tuhaf bir yer.

Bir yanda kadınlarımızın sekizde biri okuma-yazma bilmiyor, diğer yanda üst düzey kadın yöneticilerimizle Avrupa'yla yarışıyoruz.

Canan Ediboğlu aynı zamanda Shell'in Avrupa'daki iki genel müdüründen biri.

Diğeri Letonya'daymış.

Shell Türkiye'de 80. yılını doldurmasına karşın pek mütevazı bir çizgide.

Mesela, Çatalhöyük'teki kazının sponsorlarından olduğunu, Çatalhöyük'e gitmiş olmama rağmen bilmiyordum.

Sosyal sorumluluk projelerinin listesine bakınca epey uzun.

Bienal, erozyonla mücadele, bilim ve eğitime katkı bunlardan bazıları.

Ediboğlu, şimdi sokak çocuklarıyla ilgili bir proje üzerinde çalışıyor.

Söz sosyal sorumluluk projelerinden açılmışken, DHL'in Genel Müdürü Michel Akavi'den duyduğum çok hoş bir proje var.

DHL, İstanbul ve diğer şehirlerdeki ofislerinde AB'ye destek kampanyası açmış. ‘‘Türkiye Avrupa Birliği'ne üye olmalıdır’’ diyenlerin imzaları defter defter Brüksel'e, Komisyon Başkanı Romano Prodi'ye postalanıyormuş.

Akavi, ‘‘Prodi'yi bombardımana tuttuk’’ diyor.

İyi, güzel de ne işe yarayacak bilmem.

Zira, Avrupa Komisyonu'nun nihai şeklini verdiği Türkiye İlerleme Raporu o kadar da umut verici değil.

Brüksel'den gelen haberlere bakılırsa, İlerleme Raporu, altında imzası olan Komiser Verheugen'i ve ekibini hiç bağlamıyor.

Nötr bir rapor.

Anladığım kadarıyla, Avrupa Türkiye'yi istiyor mu, istemiyor mu hálá karar vermiş değil.

Değişik senaryolardan söz ediliyor.

Tam üyelik müzakerelerine karar verileceği 2004 yılının bir yıl daha uzatılması yani 2005'e sarkıtılması, Türkiye'ye ‘‘özel statü’’ verilmesi bunlardan bazıları.

Akavi, tonlarca defter de gönderse ne değişir bilmem.


AB, Türkiye'den çok Çin'le meşgul

TEKRAR şu AB'nin Türkiye İlerleme Raporu'na dönüyorum.

AB Dönem Başkanı İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi, Avrupa Komisyonu Başkanı Romano Prodi, Ticaret Komiseri Pascal Lamy yanında olduğu halde Çin'de.

Berlusconi hep Türkiye'yi övecek değil ya...

Çin'e ekonomik performansı için övgüler yağdırmış.

Gezinin esas amacı ise Avrupalılar'ın, ABD'nin GPS uydu sistemine karşı geliştirdikleri Galileo Projesi’ne Çin’in katılımını sağlamak.

Yani Avrupa ABD'ye

karşı Çin ile elini güçlendirecek.

AB ile Çin arasındaki ticaretin hacmi geçen yıl 87 milyar dolarmış. Avrupa bunu daha artırmak istiyor.

Anlayacağınız, Brüksel'de Türkiye İlerleme Raporu'nu soracağınız yetkililerin tümü şu anda Çin'de.
Yazının Devamını Oku

Derviş, CHP'yi internet ile barıştıracak

28 Ekim 2003
<B>KADIKÖY</B> Belediyesi, TÜSİAD ve Türkiye Bilişim Vakfı'nın (TBV) bu yıl ortaklaşa düzenledikleri <B>‘‘Elektronik Türkiye’’ </B>yarışmasında ‘‘e-Yerel Yönetim’’ kategorisinde birinci olmuş.

Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk ile CHP Kurultayı sonrası konuşuyoruz.

Ödül haberi, Selami Öztürk kurultay için Ankara'da olduğu sırada geliyor.

Bu yüzden ödülü yardımcısı İnci Beşpınar alıyor.

Selami Öztürk, uzun zamandan beri Kadıköylülere elektronik ortamda hizmet sunan Kadıköy Belediyesi'nin başarısından memnun.

Önce biraz kurultay kulisi yapıyoruz.

Öztürk Ankara'dan umutlu dönmüş.

‘‘Bardağın dolu tarafını görüyorum. Parti Meclisi'ne yeni 30 ismin girmesi önemli. Bu isimlerden yüzde 30'unun Merkez Yönetim Kurulu'na yansıması partide değişim rüzgárlarını da beraberinde getirebilir’’ diyor.

Öztürk'ün aktardığına göre, Kemal Derviş, kurultay ile ilgili haberlerde ‘‘Derviş'in ekibi’’ sözlerinden rahatsız olmuş.

Listelerdeki isimleri tek başına belirlemediğini, isimler üzerinde Baykal ile birlikte çalıştıklarını söylemiş.

Selami Öztürk, Kemal Derviş'in CHP'ye ‘‘ekip çalışması’’ruhunu getireceğine inanıyor.

Bu arada, halen CHP'nin Bilim, Yönetim ve Kültür Platformu'nun Başkanı olan Kemal Derviş’in, partinin internete ilgisizliğini gidermeye çalışacağını da öğreniyorum.

Selami Öztürk diyor ki: ‘‘Derviş ile bu meseleyi konuştuk. CHP'nin web sayfası, seçmenleriyle elektronik ortamda buluşmasını sağlayacak çalışmalar için bizzat ilgileneceğini söyledi.’’

Baykal'ın kasım atağı


SELAMİ Öztürk ile sohbette söz dönüp dolaşıp yerel seçimlere geliyor elbet.

10 yıldan beri Kadıköy Belediye Başkanlığı’nı yürüten Öztürk, 28 Mart seçimlerine adaylığını koyacak.

Peki, Baykal CHP'nin yerel seçimlerde büyük bir hezimete uğrayacağı, yerel seçimlerdeki başarısızlığın parti içinde büyük hesaplaşmaya yol açağı iddialarına ne diyor?

Baykal yerel seçimlerin kendi siyasi hayatı için de büyük bir tehdit oluşturduğunun farkında mı?

Bunları soruyorum.

Selami Öztürk, geçen yerel seçimlerde yüzde 12 ile 13 oranında bir başarı sağlayan CHP'nin bu seçimlerde yüzde 25 oranında bir başarı sağlamak ‘‘zorunda’’ olduğu kanısında. ‘‘Doğru yerlere, doğru adaylar şart’’ diyor.

Deniz Baykal'in kasım ayında, diğer partilere mensup çok sayıda başarılı belediye başkanını CHP'ye davet edecekmiş.

Davet, İstanbul Adalar Belediye Başkanı Coşkun Özden'den DEHAP'lı belediye başkanlarına kadar geniş bir yelpazeyi kapsayacak.

Peki AKP'nin Kadıköy için Selami Öztürk'ün karşısına çıkaracağı aday kim?

Biliyoruz ki, AKP CHP'nin kalesi diye bilinen Kadıköy'de etkin bir isim peşinde.

İşadamı Abdullah Kığılı AKP'nin davetini bir süre önce geri çevirmiş.

Şimdi ortalıkta oyuncu Hülya Koçyiğit'in adı dolaşıyor.

Öztürk, önceki seçimlerden de sürpriz isimlere alışık. ‘‘Biz seçimlere uzun zamandır hazırlanıyoruz. Kadıköy'ü kaptırmaya niyetimiz yok’’ diyor.

Sabancı Müzesi'nden Berlusconi'ye davet


YENİ emeklilik yasası yüzünden Türk-İslam Eserleri Müzesi müdürlüğünden geçtiğimiz günlerde ayrılan Nazan Ölçer Sabancı Müzesi'nin başında.

Emekliye ayrılan başka bir kültür insanı İsrailli Kültür Ataşesi Zali de Toledo'nun onuruna Leyla Alaton Günyeli'nin verdiği davette hem Nazan Ölçer, hem eski Kültür Bakanı İstemihan Talay ile sohbet imkanı buluyoruz.

Konuşmalardan çıkan sonuç, kültür ve sanatın zor günler geçirmekte olduğu yolunda. Yani, Başbakan Erdoğan'ın AKP Kongresi'nde verdiği sözler şimdilik havada kalmış görünüyor.

Ortada bir sahipsizlik var.

Mesela, Dr. Nazan Ölçer diyor ki, İngiltere'deki Royal Academy Müzesi 2005 yılı için bir Osmanlı Sergisi için başvurmuş.

Ama ortada muhatabı yok.

Londra'daki serginin Türkiye'nin tanıtımı açısından ne denli mühim olduğunu bir düşünsenize...

Royal Academy'nin yetkilileri İstanbul'a gelmişler çaldıkları kapılardan olumlu bir yanıt almayınca kös kös dönmüşler... Osmanlı Sergisi'nin alternatifi ise bir Çin Sergisi.

Müthiş bir fırsatı kaçırmak üzereyiz.

Benzer bir ikinci vákáyı ressam, Uzakdoğu sanatları uzmanı, performans sanatçısı Günseli Kato aktarıyor.

Kato, İstanbul'un fethinin 550. yıldönümü nedeniyle 12 Kasım'da Paris'te Adler Galerisi'nde ‘‘1001 İstanbul’’ sergisini düzenliyor.

Ayrıca Fransız Senatosu'nda bir gün sonra performansı var.

Senato onuruna bir davet verecek.

Kato, Paris'teki gösterileri için Turizm ve Kültür Bakanlığı'nın bazı konularda yardımını rica etmiş.

Tam 5 tane dosya göndermiş.

Ses yok.

Erdoğan'ın ‘‘sanat ve kültüre destek sözü’’ nerede kaldı?

Neyse ki, Nazan Ölçer bir iyi haber veriyor.

Sabancı Müzesi aralık ayının ortalarında ünlü Medicis Koleksiyonu'ndaki İslam eserlerini sergilemeye hazırlanıyor.

Medicis Koleksiyonu'ndan İstanbul'a gelecek 100 İslam eseri arasında halı, silah, dokumalar ve tablolar varmış.

Serginin açılışını yapması için İtalya Başbakanı Berlusconi'ye davet gönderilmiş. Açılış tarihi, Roma'dan gelecek yanıta göre belirlenecek.
Yazının Devamını Oku

Kennedy'yi kimin öldürdüğünü biliyorum

26 Ekim 2003
<B>DALLAS'</B>taki o suikastın üzerinden tamı tamına 40 yıl geçmiş. Pembe takımlı Jacqueline Kennedy'nin kocasına kurşunlar sıkıldığı sırada dehşetle arabanın üzerine tırmandığı sahne beynimin bir köşesinde yıllardan beri.

Peki Kennedy'yi kim öldürdü?

Resmi tarih katilin Lee Harvey Oswald olduğunu iddia etse de, kafalardaki soru işaretleri o gün bugündür devam ediyor.

ABD'den sonra bugünlerde Fransa'da piyasaya çıkan bir kitabın adı: ‘‘JFK, Son Tanık’’

Kitabın iki yazarından birisi olan Billie Sol Estes tanığın ta kendisi.

Teksaslı işadamı Sol Estes, zamanında Kennedy'nin yardımcısı Lyndon Johnson'un en büyük mali destekçisiymiş.

Kitabın diğer yazarı William Reymond, Sol Estes'in itiraflarından yola çıkarak tam üç yıl boyunca Teksas'ta ipuçlarının peşinde koşmuş, araştırmış.

Ortaya çıkan kitap belgelere dayanıyor.

Sol Estes'in itiraflarından anlıyoruz ki, 1960'lı yıllarda Teksas'ta, Washington'da iplerini ellerine geçirmek isteyen güçlü bir klan var.

Amaç, kendi adamlarını Beyaz Saray'a gönderip hükümetin açtığı ihaleleri kapmak.

Tanıdık bir hikaye...

Teksaslılar 1940'ların sonundan itibaren Johnson'u başkanlığa hazırlamaya başlamışlar.

1950 ile 1960 arasında Teksas'ın en zenginleri arasında olan Sol Estes bu şebekenin içinde yer almış.

Kendisiyle direkt ilişki kuran kişi Johnson'un politika danışmanı Cliff Carter.

Sol Estes
'in iddiası o ki, Carter, 1971'de ölmeden 36 saat önce, kendisine Kennedy'nin suikastını planlayanlardan biri olduğunu söylemiş.

Tetiğin çekilmesi emrini veren kişinin adını da vermiş: Lyndon Johnson.

Sol Estes ‘‘Ölüm döşeğinde olan Carter'in anlattıklarını kaydettim. Kayıtlar benim elimde’’ diyor.

Johnson'un ailesi yıllarca, başkan yardımcısının Sol Estes'i tanıdığını inkar etmiş.

Ancak kitapta yer alan, Johnson'un Teksaslı işadamına gönderdiği 19 mektup ilişkinin kanıtı.

Sol Estes'in işaret ettiği ilginç bir nokta daha var: 1960'larda, ağabeyi gibi suikasta kurban giden Bob Kennedy ile Teksaslılar arasında kıyasıya bir mücadele söz konusu.

Bob Kennedy, Lyndon Johnson ve çevresindeki yolsuzluk çemberini kırmak için Sol Estes'e baskı yapmış.

‘‘Baskıya boyun eğmedim, hiç konuşmadım. Konuşsaydım eğer anında öldürülürdüm. Şimdi elimdeki Cliff Carter kasedi can güvenliğim.’

Sol Estes
, JFK suikastının tamamıyla Teksaslı bir şebekenin işi olduğunda ısrarlı. ‘‘1963 yılından önce var olan şebeke günümüzde de mevcut. Taşları yerine koyun ne dediğimi anlarsınız’’ diyor.

Dallas'tan Bağdat'a uzanan çizgide aynı şebekenin izleri var.
Yazının Devamını Oku

Televizyonda bana iki Lopez'e on iki dakika

24 Ekim 2003
<B>PRİNCETON</B> Üniversitesi'nde ekonomi dersleri veren, 1999 yılından beri New York Times'ta köşe yazarlığı yapan Profesör <B>Paul Krugman </B>24 saatliğine İstanbul'daydı. Eczacıbaşı Menkul Değerler'in 20. kuruluş yıldönümünde konuk konuşmacı olarak gelen Profesör Krugman'ı hem öğle yemeğinde, hem akşam dinledik.

Ne Amerikan ekonomisinden gelen iyileşme işaretleri, ne Amerikalı tüketicinin güveninin kısmen geri gelmiş olması, ne de New York borsasının mart ayından itibaren yüzde 30 oranında değer kazanmış olması ...

Hiçbir şey Profesör Krugman'ı mutlu etmemiş.

Piyasaya çıkan son kitabı ‘‘Yeni Yüzyılda Yolu Kaybetmek’’e değinirken, ‘‘Amerikan televizyonunda son kitabımı anlatmam için verilen süre 2 dakika. Oysa Jennifer Lopez çıktı mı ekrana 12 dakika’’ diyor alaycı bir şekilde.

Krugman’ın, dünya ekonomisinin geleceğini konuşurken çizdiği tablo daha çok karamsar. ‘‘Kısa vadede kriz beklentisi yok ama durum o kadar da parlak değil’’ diyor.

Krugman konuştukça anlıyorsunuz ki, karamsarlığının çıkış noktası Bush yönetimi. Temel kaygısı şu: Bush yönetimi'yle süper güç ABD ve dolayısıyla dünya nereye doğru gidiyor?

Yazılarından ve demeçlerinden biliyoruz ki, Paul Krugman, ABD Başkanı George Bush ve çevresindekilere, sadece kendi çıkarlarını kollayan ‘‘anti-demokratik bir çete’’ gözüyle bakıyor.

‘‘Banka, banka hırsızlarına teslim edilmiş’’ diye düşünüyor.

Krugman, buradaki konuşmasında diyor ki: ‘‘Dünya ekonomisi 60 yıldan beri ABD, Batı Avrupa ve Japonya'nın paylaştığı ortak değerleri temel alıyordu. Neydi bu değerler? Demokrasi, laiklik, sosyal devlet ilkelerine bağlılık. ABD ile Fransa arasındaki görüş ayrılıklarına rağmen Avrupa ile ortak bir dünya görüşümüz vardı. ABD'de radikallerin yönetime gelmesiyle taşlar yerinden oynadı.’’

ÇİN 25 YIL SONRA SÜPER GÜÇ

Krugman
'a bakarsanız, Irak serüvenine kalkışırken belirli bir politikası olmayan Bush yönetiminin esasında bir ekonomi politikası da yok.

İşte bu yüzden Amerikan ekonomisinden gelen iyileşme işaretlerine kuşkuyla bakıyor.

Avrupa ekonomisine gelince...

Gerekli atılımı yapamamasının en büyük nedeni yapısal sorunlar.

Krugman ‘‘Almanya'nın reformlar için Margaret Thatcher gibi birine gereksinimi var’’ diyor.

Avrupa Merkez Bankası'nın da büyümeyi teşvik edici adımlar atamadığını söylüyor. Avrupa ve Japonya'nın yaşlanan nüfusu başka bir sorun.

Bu noktada Krugman diyor ki: ‘‘Türkiye'nin AB'ye üye olması Avrupa'nın demografik sorunu çözebilir.’’ Bildiğimiz, ama yine de onun ağzından duyup, mutlu olacağımız bir haber hiç olmazsa.

Peki dünyada umut veren ekonomiler?

Yılda yüzde 7 ila 8'lik bir büyüme gösteren Çin 25 yıl sonra dünyanın süper gücü bu bir.

İki, ‘‘Hindistan'ı izlemeye devam edin’’ diyor Krugman.

Kaliteyi ne zaman karayoluna taşıyacağız?

POSTA
'dan Yazgülü Aldoğan, TIR'ın biçtiği minibüste hayatlarını kaybeden 17 kişinin yakınlarıyla konuşmuş.

Aynı aileden 6 cenaze çıkmış.

Aynı sülaleden hiçbir kadın sağ kalmamış.

Nedeni?

TIR şöforü Necip Cengiz'in uyuması.

Yazgülü Aldoğan soruyor ‘‘Böyle kader, böyle son olur mu’’ diye.

Karayolu taşımacılığının içler acısı durumu ortada.

Kal-Der (Türkiye Kalite Derneği) ve TÜSİAD'ın ortaklaşa düzenledikleri 12. Ulusal Kalite Ödüllerini alan Balnak Nakliyat ve Lojistik Hizmetleri CEO'su Selma Akdoğan’a ‘‘Ne olacak bu karayollarının durumu’’ sorusunu yönelttim.

Bu arada küçük bir parantez.

Balnak, sadece Türkiye'de değil Avrupa'da da lojistik sektöründe kalite ödülü alan ilk firma.

Uluslararası kara, hava, deniz ve demiryolu nakliye organizasyonu yapan şirketin 2002 cirosu 42 milyon dolar. Balnak yılda sekiz bin TIR seferi yapıyor ve 40 kamyon firmasıyla çalışıyor.

Akdoğan'a yönelttiğim soruya dönersek ‘‘İş yaptığımız firmalardan kamyoncuları eğitmelerini, performans değerlendirmelerini istiyoruz’’ diyor. Akdoğan'a göre, hava, deniz, demiryolu ve karayolu taşımacılığında en düşük eğitimliler karayolu taşımacılığını yapanlar.

Yani anahtar sözcük ‘‘eğitim’’.

Bu işin bir boyutu.

Diğeri elbet, deniz ve demiryolu taşımacılığını arttırmak.

Soru şu: Demiryolu ağının yetersiz olduğu, tuhaf mevzuatlar nedeniyle bir limandan diğerine mal gönderilemeyen bir ülkede bu nasıl olacak?
Yazının Devamını Oku

Bilişimde Ankara'da iyi şeyler oluyor

21 Ekim 2003
<B>AKP</B> milletvekili <B>Reha Denemeç</B>, Ar-Ge'den sorumlu Genel Başkan Yardımcısı. 1961 doğumlu, ODTÜ Ekonomi mezunu ve University of Delaware'de ekonomi masteri yapmış.

Ekonomist ama bilişime gönül vermiş.

Bu sütunda dikkatinizi çekmiştir mutlaka. Ankara'nın bilişime gerektiği önemi vermediğini sıklıkla vurgularım.

Nedeni şu: Dünya Ekonomik Forumu'nun yayınladığı rapora göre, ‘‘Bilgi ve iletişim alanında devletin verdiği önem’’ sıralamasında 82 ülke arasında 62. sıradayız.

‘‘Başbakan Erdoğan'ın dizüstü bilgisayarı var mı’’, ‘‘Bilişimcilere bir Tüzmen gerek’’ gibi başlıklar Cüneyd Zapsu'nun dikkatini çekmiş olmalı ki ‘‘Mutlaka Reha Denemeç ile bir konuş’’ diye aradı.

Neticede Denemeç ile cuma günü bir araya gelerek, Ankara'nın bilişim sektöründe nasıl bir sıçrama yapmayı planladığını ilk ağızdan öğrendim.

Reha Denemeç, bilişimin Türkiye'ye nasıl fırsatlar sağlayacağını çok net gören biri.

Başbakan Erdoğan'a bu konuda sürekli brifing veriyor.

Bakın neler anlattı...

‘‘Bilişimde düzgün bir stratejiyle diğer ülkelerle aradaki farkı kapatabiliriz. 1980'li yılların başını hatırlayın. Telefon altyapısı feciydi. Telefon almak için 15 yıl beklemeniz gerekiyordu. Turgut Özal resmi gördü, birkaç yıl zarfında Avrupa'da en iyi telekom altyapısına sahip ülkeler arasına girdik.’’

Denemeç
'e göre, elektronik devlet projesinin aksamadan hayata geçirilmesi için siyasi irade ve koordinasyon çok önemli.

Bakanlıklar arasında entegrasyonu sağlamak işin başka bir boyutu.

Bakanlıkların bazıları elektronik ortama geçmiş, bazıları geçme aşamasında.

Denemeç ‘‘Koordinasyon esnek bir yapıyla sağlanabilir ancak'' diyor.

Söz konusu yapı için bazı modeller üzerinde duruluyor.

Modellerden bir tanesi başında başbakanın olacağı iki ya da üç üyeli bir ‘‘İcra Komitesi’’.

Başbakan’ın bu işle bizzat ilgili olması şart.

Meclis ayağında bir ‘‘Bilişim Komisyonu’’ olacak.

Ayrıca siyaset, bürokrasi, üniversite, sektör temsilcilerinden oluşacak bir ‘‘İstişare Komitesi’’.

Peki mayıs ayında toplanacak Bilişim Şûrası'na kadar neler yapılacak?

Reha Denemeç'in verdiği bilgiler son derece sevindirici.

İşte bunlardan bazıları:

Bilgisayar ve yazılım şirketlerinin desteğiyle Milli Eğitim Bakanlığı 40 bin öğretmeni eğitmek için bir kampanya başlatmış.

Dünya Bankası'ndan uygun kredilerle, toplu ihalelerle öğrencilere oldukça düşük fiyatlara bilgisayarlar alınacak.

Teknoparklarda yazılımda sıfır KDV ve 10 yıl vergiden muafiyet uygulaması başlamış durumda.

İnternet hem hızlanacak, hem ucuzlayacak.

Kısaca, Ankara'da bilişim konusunda iyi bir şeyler de oluyor galiba.

Başbakan Erdoğan'ın elektronik kimliğe ilgisi


REHA Denemeç'in anlattıklarına göre, Başbakan Erdoğan, devletle ilgili her sorunu çözen ‘‘elektronik kimliği’’ merak etmiş.

‘‘Elektronik kimlik’’le ilgili Avrupa'da en fazla yol almış ülke İtalya.

Başbakan Erdoğan'ın kulağına bu kimliğin nimetlerini fısıldayan yakın dostu Berlusconi mi bilmem, ama neticede Ankara'da ‘‘elektronik kimlik’’ için düğmeye basılmış.

Elektronik imzadan parmak izine, resme kadar her şeyi bir defada halleden ‘‘elektronik kimlik’’ en fazla kaybın, kaçağın olduğu sosyal sigorta sisteminde yararlı olacak.

Reha Denemeç, bu kimliğin sosyal sigorta sisteminde 1 yılda 1 milyar dolar tasarruf sağlayabileceğini hesaplamış.

Biz Avrupa'yı, Avrupa ABD'yi yakalama telaşında


TEKNOLOJİDE biz ne kadar Avrupa'yı yakalama telaşındaysak, Avrupa da ABD'yi yakalama teláşında.

Biliyoruz ki, Avrupa, 2010 yılında dünyanın en rekabetçi ve bilgiye dayalı en dinamik ekonomisi olma hedefini koymuş önüne.

Brüksel'de geçen hafta bir araya gelen Avrupalı liderler, teknolojik inovasyon için yapılması gereken harcamaları masaya yatırmışlar ama bir uzlaşma yolu bulamamışlar.

Ulusal öncelikler, bütçe kısıtlamaları engel olmuş.

Avrupa Komisyonu Başkanı Romano Prodi, 2010 yılı hedefi için henüz bir yol haritası olmamasından yakınıyormuş.
Yazının Devamını Oku

Hoş geldin Afrika Rönesansı

19 Ekim 2003
Boğaziçi Üniversitesi'nde ‘‘Afrika Rönesansı’’ başlığı taşıyan duygu yüklü bir konuşma yapan Zuma, ülkesinin tarihini anlatırken esasında tüm kara kıtayı anlatıyor. ‘‘Tüm kıtaların arasında en sancılı geçmişe sahip olan Afrika'dır’’ diyor. Geçenlerde İstanbul'da yapılan Avrupa Birliği ve Dünya Liderliği konferansında dinlediğim Avrupa Koleji profesörlerinden Robert Picht, Avrupa'nın uzun ve trajik olaylarla yüklü tarihinden aldığı derslerle birliği oluşturduğunu söylüyor.

Yüzlerce yıl süren din savaşları, birinci ve ikinci dünya savaşlarını, soykırımı biliyoruz elbet. Ama bir de sömürgecilik dönemi var ki, yaraları günümüzde kapanmamış, bedeli hálá ödeniyor.

Meselá, Fransız tarihçi Marc Ferro ve 21 tarihçinin kaleme aldıkları 840 sayfalık ‘‘Sömürgeciliğin Kara Kitabı’’nda terörizmin de bedellerden biri olduğu iddia ediliyor.

Neden durup dururken sömürgecilik?

Konuyu gündeme getiren kişi, hafta ortasında önce Ankara ve İstanbul'u ziyaret eden Güney Afrika Başkan Yardımcısı Jacob Zuma.

Boğaziçi Üniversitesi'nde ‘‘Afrika Rönesansı’’ başlığı taşıyan duygu yüklü bir konuşma yapan Zuma, ülkesinin tarihini anlatırken esasında tüm kara kıtayı anlatıyor.

‘‘Tüm kıtaların arasında en sancılı geçmişe sahip olan Afrika'dır’’ diyor.

‘‘Önceleri dünyanın en büyük esir pazarıydı. Ama sömürgecilik dönemi tutsaklıktan da beterdi. Çünkü, kardeşlerimiz, yakınlarımız bizden kopartılıp alınsalar da neticede topraklarımızda bildiğimiz gibi yaşıyorduk. Sömürgecilikte bedenlerimiz dışında her şeyi kaybettik. Her şey elimizden alındı.’’

Jacob Zuma, Afrikalıların uygarlık adına İngilizce, Portekizce, Fransızca, Almanca konuşmak ve düşünmek zorunda bırakıldıklarını anlatıyor.

‘‘Varlığımızın özü bizden alınırken, kültürümüze barbar denildi’’ diyor.

Afrikalılar adına hep başkalarının konuştuğunu söyledikten sonra sözü ‘‘Afrika Rönesansı’’na getiriyor.

Peki nedir ‘‘Afrika Rönesansı’’?

‘‘Tüm bir kıtanın yeniden şaha kalkması. Afrika halkının kimliğine, kültürüne, onuruna sahip çıkması. Siyasi ve ekonomik kararlarda söz sahibi olması.’’

‘‘Afrika Rönesansı’’ işte bunları içeriyor.

Zuma, Avrupa Birliği modelinden örnek alınarak kurulan Afrika Birliği'nin misyonunun rönesansı başlatmak ve devam ettirmek olduğunu söylüyor.

Fas dışındaki tüm Afrika ülkelerinin üye olduğu birliğin başkanı 2003 yılı başından beri Mozambik. İlk başkan olan Güney Afrika birliğin anahtar ülkelerinden .

Zuma konuşmasını son derece anlamlı sözlerle bitiriyor.

‘‘Rönesansı tek başımıza gerçekleştiremeyiz. Başta Avrupa, gelişmiş ülkelerin desteğine ihtiyacımız var. Bu onların sorumluluğu zaten. Zira gelişmişliklerinin kaynağı bizleriz, yani yıllarca sömürülen ülkeler.’’

Zuma bir anlamda diyor ki ‘‘Bizden aldıklarınızı artık geri vermek zamanı geldi.’’

Ben de diyorum ki ‘‘Hoş geldin Afrika Rönesansı’’.
Yazının Devamını Oku

Avrupa Birliği ve korkularımız

17 Ekim 2003
<B>İSTANBUL</B> toplantı yönünden yine şanslı haftalarından birini arkada bıraktı. İki gün peş peşe, KalDer'in ‘‘Avrupa Birliği ve Dünya Liderliği’’, DEİK'in ‘‘Avrasya nereye gidiyor’’ konferanslarında hem AB'nin, hem Avrasya'nın geleceği masaya yatırıldı.

Boğaziçi Üniversitesi'nde ‘‘Afrika Rönesansı’’nı anlatan Güney Afrika Başkan Yardımcısı Jacob Zuma ise siyah kıtanın hayallerinden söz etti.

Özetle İstanbul'da iki günde üç kıtanın gelecek senaryoları konuşuldu.

KalDer'in önceki günkü ‘‘AB Kültürü: Ortak Değerler Sistemi’’nin panelistleri arasında olan Avrupa Koleji'nden Profesör Robert Picht'e burada değinmek istiyorum.

Picht konuşmasında diyor ki: ‘‘Medeniyetler çatışması’’ konseptine karşı geliştirebileceğimiz konsept ‘‘ideal hoşgörü’’dür.

Hoşgörüyü elbet biliyoruz ama ‘‘ideal hoşgörü’’ nedir?

‘‘Pasif hoşgörü’’ değil ‘‘aktif hoşgörüdür’’ diyor.

Birincisi aynı toplumdaki kültürel çeşitliliği fazla suya, sabuna dokunmadan yani uzaktan kabul etmek.

Mesaj şu: ‘‘Bizim hayatımıza müdahale olmadığı sürece sizi eleştirmeyeceğiz.’’

İkincisini Picht şöyle tanımlıyor: ‘‘Sağlam insan ve vatandaş hakları üzerine oturtulmuş, karşılıklı kabul, saygı ve tanıma.’’

‘‘Aktif hoşgörü’’
için birşey daha ekliyor: ‘‘Değişik cemaatlerdeki bireyler arasında diyalog, farklı olanı tanımak için merak, ilgi. Kültürlerarası açıklık.’’

İşte tam bu noktada Profesör Picht, Almanya'da yaşayan 2.5 milyon Türk'ün büyük bir çoğunlukla gettolarda yaşadıkları gerçeğine değiniyor.

‘‘Gettolardaki duvarları yıkın’’ diyor. ‘‘Yıkın ki, gettolarda yaşayanlar dışarısıyla ilişki kursunlar, aşırı uçlardaki unsurların elinde oyuncak olmasınlar.’’

Picht
'in ima ettiği fundemantalizm.

‘‘İnsan hakları ilkesi, ideolojik ve dini amaçlar için güç kullanımını dışlamalıdır’’ diyor.

Picht'i dinlerken, 10 yeni üye ülkenin katılımıyla yeniden şekillenecek olan Avrupa Birliği'nin aynı değerleri paylaşma kaygısını daha iyi anlıyorsunuz.

Aynı değerler paylaşılmadığı takdirde yeni üyelerle kaynaşma nasıl olacak?

Türkiye'nin çok yakından izlemesi gereken konular bunlar.

Türkiye Bilimler Akademisi şeref üyesi Bozkurt Güvenç ile Profesör Nedret Kuran Burçoğlu'yu da dinlediğimiz panel sonrası dinleyicilerden sorular geliyor.

Bazı soruları not etmişim zira Avrupa Birliği üyeliğine bakışımız açısından kayda değer.

Sorulardan bir tanesi şöyle: ‘‘Almanya'da duvarlar yıkıldığı takdirde Türklerin asimile olmayacağı ne malum?’’

Başka bir tanesi de ‘‘Avrupa Birliği üyeliği Hıristiyanlaşma tehlikesini de beraberinde getirebilir mi?’’ idi.

AB üyeliğini, Avrupa başkentleriyle halletmeden önce sanıyorum kafalarımızda netleştirip, halletmemiz gerek.

Kültür varlıklarını korumaya ulusal strateji

AKP
Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan kongrede yaptığı konuşmada, rüyasını gördüğü şeylerden bir tanesinin de sanatın ve kültürün baş tacı edildiği bir Türkiye olduğunu söylemişti.

‘‘Sanatçıların ve kültür adamlarının haklarının korunduğu bir Türkiye’’ diye ilave etmişti.

Önceki gece Turizm Yatırımcıları Derneği'nin yemeğinde rastladığım Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu'ya AKP hükümeti'nin bu konuda neler yapmayı planladığını sordum.

Bütçede kültüre ayrılan miktar sadece yüzde yarım oranında.

Bakan’dan öğrendiğime göre, oran Fransa'da yüzde ikiymiş.

Erkan Mumcu diyor ki: ‘‘Türkiye'de kültür varlıklarının çok fazla olması sıkıntı yaratıyor.’’

Ne yapalım?... Her tarafından tarih, kültür fışkıran toprakların üzerinde oturuyoruz. Son dönemlerde iyi ki sponsorluk aldı başını gidiyor da arkeolojik kazılar devam edebiliyor.

Ama çıkartılan eserleri koyacak müze yok, müze varsa bekçi yok o da ayrı.

Mesele elbet sadece arkeolojik kazılardan ibaret değil. Sanatın ve sanatçının desteklenmesi, kitapların yabancı dile çevrilmesi gibi şeylerin yüzde yarımlık bütçeyle yapılması mümkün değil.

Mumcu'dan öğrendiğime göre, kültür varlıklarının korunması için ilk aşamada ulusal stratejinin saptanacağı bir arama konferansı düzenlenecekmiş.

Konferansa, konuyla ilgili tüm taraflar çağrılacakmış.

Primakov'un üçgeni: Türkiye, İran, Rusya

DEİK-Türk Avrasya İş Konseyleri
tarafından düzenlenen ‘‘Avrasya Nereye’’ panelinde Rusya'nın eski Başbakanı, Dışişleri Bakanı ve KGB Başkanı Yevgeni Primakov, ‘‘Türkiye-İran-Rusya’’ üçgeninin üzerinde önemle duruyor.

Primakov, ‘‘Benim kişisel görüşüme göre, bu üç ülke arasında siyasi işbirliği hem bölgenin istikrarı, hem İran'ın iç dinamikleri açısından çok iyi olacak’’ diyor.

Diğer panelistler, 9. Cumhurbaşkanı Demirel, Almanya eski Dışişleri Bakanı Genscher ve Kırgız yazar ve diplomat Cengiz Aytmatov'un tezlerine karşı-tezlerle cevap veren Primokov bir şeyin daha altına çiziyor: ‘‘Rusya Irak'taki operasyona karşı olsa da anti-Amerikancı bir politika izlemek istemiyor.’’

Kurt politikacı Primokav'a göre, Irak'ta hiçbir şey hesapladığı gibi çıkmayan ABD'nin her şeyden aniden cayması da mümkün.
Yazının Devamını Oku

1 dolar yatırımla 20 dolar döndü

14 Ekim 2003
<B>ECZACIBAŞI</B>'nın Vitra sağlık gereçleri ürünleri Alman pazarının yüzde 13'ünü ele geçirmiş durumda. Vitra'nın Almanya'daki en büyük rakibi 1748 yılından beri faaliyet gösteren ünlü Villeroy&Boch Şirketi.

Hamburg'da, Vitra'nın hem seramik sağlık gereçlerinin (banyo ile ilgili her tür malzeme) hem yer karolarının yer alacağı showroom'un açılışında Eczazıbaşı Holding Başkanı Bülent Eczacıbaşı'nın yanı sıra şirketin tüm üst düzey kadrosuyla birlikteyiz.

Üretimine 1958 yılında başlanılan ve 23 yıldan beri ihraç edilen Vitra ürünlerinin serüvenini öğreniyoruz.

Vitra 55 ülkeye ihraç ediliyormuş.

Toplam ihracat 2002 yılında 170 milyon dolara ulaşmış.

Laf arasında Münih Havaalanı'nın 18 bin metrekaresinde Vitra karolarının kullandığı ortaya çıkınca dünyanın başka neresinde Vitra kullanılıyor diye merak ettim.

Eczacıbaşı Holding'in gönderdiği liste öylesine uzun ki...

Münih Havaalanı'nın yanı sıra Münih Sergi Merkezi, Dresden Ticaret Odası, Berlin hükümet binası.

Geçelim diğer ülkelere....

Meselá İsrail'de Savunma ve Sağlık Bakanlıklarının tercih ettikleri marka Vitra.

Yeni Zelanda'nın Auckland kentinde Anzak apartmanlarından Lübnan'da Novotel'e, Sydney'de Rose Bay apartmanlarından Budapeşte'de Park Otel’e kadar Vitra ürünleri kullanılmış.

Peki bir dünya markası olmanın arkasında ne yatıyor?

Eczacıbaşı yöneticileriyle bu mevzuyu konuşurken tasarıma verilen önem ön plana çıkıyor.

Ülkemizde seramiğin nereden bakarsanız 10 bin yıllık bir geçmişi var.

Atalarımızdan gelen bu beceriye tasarımı, teknolojiyi kattığınızda ortaya çıkan ürünün katma değeri çok fazla.

Her 1 dolarlık yatırımın getirisi 20 dolar.

Vitra'nın elindeki tasarımcı kadrosu bugün dünyanın en kalabalık kadrosundan biri. Ayrıca Defne Koz gibi free-lance tasarımcılarla işbirliği yapıldığı gibi üniversiteli genç tasarımcılar da destekleniyor.

İznik Vakfı'nın Çağdaş Hamam projesi


TASARIMA büyük yatırım yapan Eczacıbaşı'nın sloganı ‘‘Tasarıma önem vermeden dünya pazarında lider olunmaz.’’

Şimdi geçelim başka bir tasarım konusuna.

İznik çinilerini yaşatmak için faaliyet gösteren İznik Vakfı, İsveçli ve Türk sanatçılarla birlikte bir ‘‘Çağdaş Hamam’’ projesi üzerinde çalışıyor.

Tarihten, geleneklerden, kültür birikimlerinden yola çıkarak dünyaya sunulabilecek bir proje bana sorarsanız.

İznik çinilerinin modern tasarımlarıyla yapılacak ‘‘Çağdaş Hamam’’da bir Osmanlı hamamının ana özellikleri korunacakmış.

Ama aynı zamanda günümüz insanın ihtiyaçlarını karşılayabileceği sosyal bir alan olması da düşünülüyormuş.

İsveç Başkonsolosluğu tarafından desteklenen proje için İsveçli sanatçılara ve mimarlara hamamın tarihi, geleneği, mimarisi, ışığı, yıkanma kültürüyle ilgili bir bilgilendirme konferansı verilmiş.

Önce İstanbul'a ardından İznik'e giden İsveçliler İznik'te vakfın atölyelerinde çinilerdeki sanatsal anlatımlar üzerinde çalışmış.

Hem Türk, hem İsveçli sanatçılar İznik çinilerinden yola çıkarak modern hamam için desenler üretmeye başlamış. Mimarlar da mekan üzerinde çalışıyor.

‘‘Çağdaş Hamam’’ projesi 2004 yılının Ocak ayında tamamlanacak.

Proje, o tarihte hem Stockholm'de, hem İstanbul'da çizim ve maket olarak sergilenecek.

Bir an için şöyle bir hayal kurun.

İznik Vakfı'nın ‘‘Modern Hamam’’ projesi öylesine tutulmuş ki, İstanbul'dan sonra Paris, Londra aynı proje için kuyruğa girmiş.

Neden olmasın?

Hayallerin nasıl gerçeğe dönüşebileceğini Vitra örneği göstermiyor mu?

Eskişehir Festivali ve bize ayakta şarkı söyleten şef


ULUSLARARASI Eskişehir Festivali'ne gitmek nihayet nasip oldu.

Yıllardan beri davet aldığım halde gidemediğim Eskişehir Festivali açılışını bu yıl şef Howard Griffiths yönetimindeki Bilkent Senfoni Orkestrası ile yaptı.

Anadolu Üniversitesi Spor Salonu'ndaki konserde Avusturyalı piyanist Gerda Struhal'ı dinledik.

Muammer Sun'un ‘‘Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa’’ bestesinin sözlerinin neden konser öncesi elimize tutuşturulduğu konser sırasında ortaya çıktı.

Eşi Türk olan şef Howard Griffiths, hepimizi ayağa kaldırttı ve elimizdeki kağıtlara bakarak koro eşliğinde şarkıyı söyletti.

Sponsorları arasında Eskişehir Valiliği, Anadolu ve Osmangazi Üniversiteleri, Zeytinoğlu Eğitim, Bilim ve Kültür Vakfı olan 11-19 Ekim tarihlerindeki festivalde bu yıl 25 etkinlik ve 3 sergi var.

Festival geçen yıldan beri ‘‘konuk ülke’’ geleneği başlatmış.

Bu yılki konuk ülke Avusturya.

Festival kapsamında Avusturya'nın kültür ve sanatını tanıtan etkinliklerin yanı sıra, iki ülkenin iş çevrelerini ilgilendiren programlara da yer verilmiş.

Festivalin bu yıl başka bir yeniliği ise Eskişehir'e gelenlerin ağırlandığı ‘‘Oduncu Pazarı Evleri’’

Oduncu Pazarı mevkinde eski beş tane Osmanlı evi, Anadolu Üniversitesi tarafından satın alınmış. 5-6 yılda restore edilmiş ve otel olarak hizmete açılmış.

14 odası olan ‘‘Oduncu Pazarı Evleri’’ dekorasyonuyla son derece huzurlu bir mekan olmuş.
Yazının Devamını Oku