17 Eylül 2006
İki yıl önce Doğu Yakası’nın Hikayesi’ni gördüğümde çarpılmıştım. Kült film Batı Yakası’nın Hikayesi’nin bir İstanbul versiyonuydu. New York’un varoşları yerine bu kez İstanbul’da Dolapdere’nin sokakları vardı. GEÇENLERDE koreograf Aysun Aslan’dan kısacık bir e-posta geldi. "Hollywood turnesinden döndük. Yorucu ama harika geçti". Hemen buluştuk.
Aslan, beraberinde getirdiği dosyadan, dergileri, afişleri, gazete kupürlerini çıkarttı.
ABD’nin Los Angeles şehrinde binlerce eve dağıtılmış "East Side Story" broşürlerini önüme koydu.
Baktım "Discover Hollywood" Dergisi tam 10 sayfasını "Doğu Yakası’nın Hikayesi"ne ayırmış.
"Doğu Yakası’nın Hikayesi" Aysun Aslan’ın, Metin Kaçan’ın Ağır Roman’ından "libretto"sunu yazdığı, koreografisini yaparak sahneye koyduğu, Fahir Atakoğlu’nun ise müziğini bestelediği bir dans tiyatrosu.
Beş yıldan beri İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde sahneleniyor.
İki yıl önce "Doğu Yakası’nın Hikayesi"ni gördüğümde çarpılmıştım.
Kült filmlerimden "Batı Yakası’nın Hikayesi"nin bir İstanbul versiyonuydu.
New York’un varoşları yerine bu kez İstanbul’da Dolapdere’nin sokakları vardı.
Doğrusu "Doğu Yakası’nın Hikayesi"ni gördüğümde, "mutlaka Avrupa’da sahnelenmesi gerekir" diye aklımdan geçmedi değil.
Meğer aynı şey Aysun Aslan’ın da aklından geçiyormuş.
LOS ANGELES’TAN MESAJ
Bu yüzden eserin filmini çekmiş.
Yılın birkaç ayını Los Angeles’te geçiren, İstanbul İl Genel Meclisi Kültür ve Sanat Komisyonu’nun CHP’li üyesi, yakın dostu Alev Baymur Özcan’a göndermiş.
Günün birinde Los Angeles’ten şöyle bir mesaj gelmiş:
"Ford Amphitheatre eserle ilgileniyor".
Neticede, hem Los Angeles Sanat Komisyonu’nun, hem Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ve Türk Tanıtma Fonu’nun desteğiyle "Doğu Yakası’nın Hikayesi" ekibi Los Angeles’a doğru yola çıkmış.
Elbet, her yurt dışına çıkanların yaşadığı "vize sorunu"nu Aslan ve ekibi de yaşamış.
"Tüm zorluklara katlandık. Kolay değil ilk kez devlete bağlı bir sanat kurumunun eseri Hollywood’da sahnelenecek"?
Dile kolay orası Hollywood.
Bir Türk prodüksiyonuna kapılarını açması tarihi bir olay.
CESUR BİR PROJE
"Doğu Yakası’nin Hikayesi" için Türkiye’den Los Angeles’a 42 dansçı gitmiş.
Figüranlar Amerikalı oyuncular arasından seçilmiş.
"Dolapdere’deki tinercileri, çember sakallıları Amerikalılar oynadı" diye anlatıyor Aysun Aslan gülerek.
Michael Jackson’ın çalıştığı stüdyoda yapılan provalarda Amerikalı ve Türk dansçılar hemen kaynaşmış.
Dansın dili evrensel ne de olsa.
Dolapderelilerin kıyafetleri buradan gitmiş ama sahne dekoru orada yapılmış.
Peki gelelim esas meseleye?
Amerikalılar "Doğu Yakası’nın Hikayesi"ni beğenmişler mi?
"Oyun sırasında dinleyiciler arasında gezindim, hatta uzun tuvalet kuyruklarına girip neler konuşulduğuna kulak kabarttım. İnsanlar şaşkındı. Türkiye’den böyle klasik bale eğitimi almış toplulukların çıkabileceği hiç akıllarına gelmemiş" diyor Aslan.
Nasıl akıllarına gelsin?
Hollywood’da Türkiye’nin yerini haritada gösterebilen bir avuç insan çıkabilirse ne álá.
Aysun Aslan’ın dosyasından çıkan Los Angeles Times Gazetesi’nin kupüründe bakın ne diyor?
"Doğu Yakası’nın Hikayesi son derece cesur bir proje. İngiltere’nin Kraliyet Balesi ya da Paris Opera Balesi asla Türkler gibi şehrin gecekondu yaşamına el atmaya cesaret edemezlerdi"?
Aslan gibi 32 yıllık bir sanatçıyı bu satırlardan başka ne daha fazla mutlu edebilir ki?
Yazının Devamını Oku 
15 Eylül 2006
FRANSA turizm gelirinde dünyada bir numara. 2005 yılında turizmden 34 milyar euro elde etmiş.
Turizm geliri bir yıla öncesine oranla yüzde 1.2’lik büyüme göstermiş.
34 milyar euroluk gelire rağmen Fransa boş durmuyor.
Yeni stratejiler, yeni pazarlar arayışında.
Turizm sektörümüzün "alarm" sinyalleri verdiği günlerde Fransız Turizm Bakanlığına bağlı "Maison de la France" ülke tanıtımı için İstanbul’daydı.
Aralarında Lafayette, Printemps gibi ünlü mağazaların temsilcilerinin, kayak merkezleri yöneticilerinin de olduğu 25 kişilik grup İstanbul’da iki gün boyunca temaslarda bulundu.
Fransız Sarayı’nda davet verildi, bizim turizmcilere yönelik çalıştaylar düzenlendi.
"Maison de la France"ın buralara kadar gelmesinin amacı elbette ki Türkiye’den Fransa’ya daha fazla turist çekmek.
Rakamlar şöyle:
Türkiye’den Fransa’ya giden turist sayısı 350 bin civarında.
Fransa’dan bize gelenlerin sayısı ise 600 bin.
Hemen hemen iki katı.
Fransa’nın gözünde Türkiye iyi bir pazar.
Paris’e giden Türk turisti iyi otellerde kalıyor, iyi lokantalarda karnını doyuruyor.
Bu yüzden Fransa Türkiye’den daha fazla turist peşinde.
Şimdilerde stratejisini "kaliteyi arttırmak" üzerinde yoğunlaştıran "Maison de la France" her ülkede benzer faaliyetlerde bulunuyor.
Kelimenin tam anlamıyla "kapı, kapı dolaşıyor".
Bakanlığa bağlı olmakla birlikte kendi bütçesi olan kurum son derece dinamik bir yapıya sahip.
Gelir değil ama turist sayısında Fransa’nın önünde olan İspanya’nın da benzer bir yapıda bir kurumu var.
Ancak İspanya bununla da yetinmemiş.
Son dönemlerde turizm sektöründe faaliyet gösteren STK’ları biraraya getiren "Exceltur" diye bir örgüt kurmuş.
"Exceltur" İspanya’nın rakiplerini yakından izleyen, daha mükemmel hizmet için stratejiler belirleyen bir örgüt.
Hem Fransa, hem İspanya turizmde zirvede.
Her ikisi de daha fazlasını yapmak için tüm olanaklarını seferber etmiş.
Turizm sektöründe zor günler geçiren Türkiye’nin bu iki ülkenin yaptıklarını yakından izlemesinde yarar var.
Reform, laiklik ve kadın meselesi
AVRUPA Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin CHP milletvekili Abdülkadir Ateş Başkanlığı’ndaki Siyasi İlişkiler Komisyonu’nun Gaziantep’teki toplantısından salı günü söz etmiştim.
Toplantı sırasında sohbet ettiğim Fransız senatör Josette Durrieu Türkiye’yi yakından izleyen bir isim.
Sosyalist Parti üyesi.
CHP milletvekili Gülsün Bilgehan’ın yakın dostu.
Dediğine göre, Türkiye’nin üyeliğini de yüzde yüz destekliyor.
İşte bu yüzden Gazintep’teki sohbetimizde "Türk kamuoyuna şu mesajı vermek istiyorum" diyor.
Nedir mesaj?
"Fransa’dan yükselen çatlak seslere rağmen bilin ki çoğunluk Türkiye’nin AB üyeliğinden yana. Ancak Türkiye’den üç konuda olumlu işaretler bekliyor: Reformların uygulanması, kadın hakları ve laiklik."
Durrieu’den laiklik meselesini biraz açmasını rica ettim.
"Türkiye’de son günlerde ortaya çıkan tablolar Fransız kamuoyunu endişelendiriyor. Laiklik ilkesinin ödünsüz devam ettiği konusunda rahatlatılmak istiyor."
Bizim gibi sürprizli bir cumhurbaşkanlığı seçimine hazırlanan Fransa’dan gelen en son mesaj böyle.
Yazının Devamını Oku 
12 Eylül 2006
YER Gaziantep Ticaret Odası’nın büyük toplantı salonu. Dün sabah bu toplantı salonunda konuşulan lisanların arasında İngilizce, Fransızca hatta Rusça bile var.
Zira Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin Siyasi İlişkiler Komisyonu’nun Ortadoğu ağırlıklı güz toplantısı burada yapılıyor.
Peki neden Gaziantep?
Siyasi İlişkiler Komisyonu’nun başkanlığını yaklaşık iki yıldan beri CHP milletvekili Abdülkadir Ateş yürütüyor.
Eski turizm bakanlarından Abdülkadir Ateş Gaziantepli.
Turizm Bakanlığı günlerinden gelen "tanıtım" refleksiyle olsa gerek aylar öncesi Siyasi İlişkiler Komisyonu’nun Gaziantep’te toplanmasını öneriyor.
Önerisi kabul edilince Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin 60’a yakın üyesi 11-12 Eylül’de Gaziantep’in yolunu tutuyor.
Yıllar önce Türkiye’de ilk kez bir Avrupa Birliği enformasyon ofisi açarak bir ilke imza atan Gaziantep böylelikle bu kez de Avrupa Konseyi’nin temsilcilerini ağırlıyor.
Dolayısıyla Gaziantep Ticaret Odası dün Türkiye’nin AB üyeliğinin en yetkili ağızlardan konuşulduğu, tartışıldığı bir platforma dönüşüyor.
Yazık ki, AB Genel Sekreteri Oğuz Demiralp toplantıya katılamıyor.
Onun yerine Dışişleri Bakanlığı’ndan Büyükelçi Selim Konuralp soruların muhatabı oluyor.
Konuralp’e soru yöneltenler arasında Türkiye’nin üyeliğini şiddetle savunan Romanya eski Dışişleri Bakanı Adrian Severin de var, Fransız senatör Josette Durrieu de.
Türkiye’nin reformları uygulamada neden "isteksiz" davrandığı sorgulanıyor.
Kahve molasında ayaküstü sohbet ettiğim Adrian Severin Romanya’nın adaylığıyla ilgili ilginç şeyler söylüyor.
Romanya 1 Ocak 2007’den itibaren AB üyesi.
Severin, AB’nin Romanya’ya reformlar konusunda baskı uygulandığını ancak kamuoyunun genelde bundan memnun olduğunu anlatıyor.
"Halk politikacıların ancak AB baskısıyla gerekli reformları yaptığının bilincinde. Genellikle bundan gocunmuyor" diyor.
Türkiye’nin üyeliğiyle ilgili de "Avrupa kimlik tartışmasını Türkiye üzerinden yapıyor. Avrupa ancak Türkiye’nin birliğe dahil olmasıyla global bir oyuncu olabilir" diye ekliyor.
Severin’e göre, Türkiye Doğu’yla bir tampon bölge olmaktan ziyade Avrupa’nın doğudaki doğal uzantısı olmalı.
Romanya eski dışişleri bakanıyla Gaziantep’teki bu sohbet gerçekten anlamlı.
Gaziantep Türkiye’nin en uzak noktalarından biri.
Ama dinamik ekonomisiyle, yıllar önce kurmuş olduğu AB enformasyon ofisiyle, markalaşma yönündeki çabalarıyla Avrupa’nın doğal uzantısı gibi.
Gaziantep’te bir İngilizce gazete
Gazİantep’in "Batı’ya dönük" yüzünün arkasındaki isimlerden biri kesinlikle sevgili dostum, yerel Sabah Gazetesi’nin sahibi Aykut Tuzcu’dur.
Türkiye’nin ilk kadın genel yayın yönetmeni Nurgün Balcıoğlu’yla birlikte çalışan Tuzcu’nun "yaratıcılığı" beni hep hayrete düşürür.
Geçtiğimiz yıl İtalyan işadamı heyeti Gaziantep’e uğradığında gazetesinin bir bölümünü İtalyanca yayınlayan Tuzcu, Avrupa Konseyi temsilcilerinin ziyareti nedeniyle bu kez de gazetesini İngilizce yayınlamış.
Sabahın erken saatlerinde konsey üyelerinin otel odalarına bırakılan İngilizce Sabah Gazetesi’nin bu jesti Avrupalıları oldukça şaşırtmış.
Mozart Yılı nedeniyle logosunun yanına Mozart Vakfı’nın özel izniyle "Mozart 2006" logosunu da koyan yerel Sabah Gazetesi’nin birkaç gün önceki manşetinden söz etmeden de geçemeyeceğim.
Manşet şöyle: "Babalar ikna oldu, devlet ikna olmadı".
Mesele, Gaziantep’e 30 km uzaklıktakı Sofalıcı köyündeki iki ortaokul kız öğrencinin Gaziantep’te liseye kaydolmalarıyla ilgili.
İki kızın okulda "yatılı" kalma talepleri reddedilince yerel Sabah Gazetesi konuyu manşetine taşımış.
Valilik ve Milli Eğitim yetkilileri konuya ilgisiz kalınca Sabah, AKP Gaziantep milletvekili Fatma Şahin’i aramış.
Şahin’in devreye girmesiyle, Sofalıcı köyünün iki kızına Gaziantep’te yatılı okuma imkanı doğmuş.
Kültürel miras için AB’den 1 milyon 50 bin Euro
YOLUMUZ Gaziantep’e düşünce hem Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Nejat Koçer, hem Belediye Başkanı Asım Güzelbey ile buluştuk.
Markalaşma çalışmalarından sonra "inovasyon" projesi üzerinde yoğunlaşan Koçer yarın Gaziantep’te Amerikalıları ağırlıyormuş.
Koçer’in anlattığına göre, Gaziantep Sanayi Odası bünyesinde üç yıl önce bir "ABD Enformasyon Ofisi" açılmış.
Ofis, halen işadamlarına vize almaktan şirketlere ABD’ye ihracata kadar her türlü hizmeti sağlıyor.
Şimdi ofisin de çabalarıyla TOBB’un muadili olan Amerikan Ticaret Odaları yetkilileri Gaziantep’i ziyaret edecek.
Ziyaretin amacı Amerikan KOBİ’lerle buradaki KOBİ’leri yakınlaşmak.
Gaziantep’in "Batı’ya dönük" yüzünün bir örneğini de Belediye Başkanı Asım Güzelbey veriyor.
Güzelbey de başkanlığa seçilir seçilmez belediye bünyesinde AB fonlarıyla ilgili bir birim kurmuş.
İşte bu birimin üç projesi AB’den toplam 1 milyon 50 bin euro almayı başarmış.
Gaziantep Kalesi’nin çevresindeki eski hamam ve binaların restorasyonuyla ilgili projeleri yerinde Güzelbey ile gezme fırsatını da buldum.
Gaziantep’in tarihi mekanlarını içeren bir "yürüyüş güzergahı" üzerinde çalışan belediyenin en büyük sorunu uyuşturucu kullanan sokak çocukları.
Güzelbey’in verdiği bilgiye göre, Gaziantep’te 4 bin sokak çocuğu varmış.
Bunlardan yaklaşık bin tanesi de uyuşturucu bağımlısı.
Gaziantep Belediyesi elinden geldiğince bunlara sahip çıkmaya çalışıyor.
Ancak anladığım kadarıyla meseleye Ankara el atmadıkça kökten çözüm zor.
Yazının Devamını Oku 
10 Eylül 2006
Gökşin Sipahioğlu’na İstanbul Modern’deki sergisinin açılışında fotoğraflarını çok beğendiğimi söyledim. Mesleğe ilk adımları atan birinin heyecanıyla "Hepsini gördünüz mü? Öylesine söylemiyorsunuz değil mi" diye sordu. Anladım ki, 80 yaşındaki Sipahioğlu’nun mesleğe tutkusu hiç sönmemiş. "Doğru zamanda, doğru yerde" ve de "olayların içinde" olma arzusu onun için daima her şeyin üzerinde olmuş.
GAZETECİLİĞE ilgi duyanların bu ara İstanbul Modern Sanat Müzesi’nde mutlaka görmeleri gereken bir sergi var.
"Gökşin Sipahioğlu... Doğru Zamanda, Doğru Yerde".
Sipahioğlu’nun siyah beyaz fotoğraflarıyla 54 yıllık mesleğinin özeti.
Hem bir gazetecinin, hem dünya tarihinin önemli belgeleri.
Sina Savaşı, Sipahioğlu’nun foto muhabiri sıfatıyla izlediği ilk çatışma.
2 Kasım 1956’da, cebinde 200 dolar, konserve ve sucuk dolu bir bavul ve ceketine iğnelenmiş, annesinin armağanı altın bir muskayla İsrail’e uçmuş.
1962 füze krizi sırasında Küba’da.
Adaya bir Türk armatöre ait SS Bingül adındaki kargo gemisiyle gelmiş.
Castro’nun adasında, cebindeki gemici pasaportu sayesinde peşine polis takılmayan tek gazeteci o.
Dünya medyasını atlatarak çektiği fotoğrafları New York’ta, Associated Press haber ajansına satmış.
Yakın dostu Yaşar Kemal’e göre, Küba fotoğrafları dünyada olay olmuş.
Sergide, Castro’nun Havana’yı korumak için tüm Kübalılara silah dağıttığı günlerden şöyle bir kare gözüme ilişiyor.
Havanalı genç bir kadın, daracık eteği, ayağında topuklu ayakkabılarıyla bir bankanın önünde nöbette.
Ayrı karelerde de bu kez asker üniformalı genç kadınlar var.
Belli ki, Castro, Amerikan istilasına karşı Havana’nın tüm kadınlarını seferber etmiş.
EFSANE AJANS
1963 yılı, Sipahioğlu’nun savaşlara, siyasi çalkantılara gebe Vietnam, Kamboçya ve Arnavutluk’u turladığı yıl.
Ardından Afrika’nın en yoksul ülkeleri, ardından Mao’nun Çin’i geliyor.
1965’te Çin’e ilk giren yabancı gazeteci olan Sipahioğlu o yıllarda Hürriyet Gazetesi’nde görevli.
Çin’den Küba’dakilere benzer fotoğraf kareleri var.
Yine silah tutan kadınlar.
Sosyalizmin kadın-erkek eşitliği felsefesi.
Sipahioğlu’nun objektifi her ülkede, her yerde.
Siyasi mitinglerde, sokaktaki kafelerde, Afrika’nın genelevlerinde.
Fransa’ya karşı ayaklanan Cezayir’de, Çekoslovakya’da 1968 öğrenci olaylarında.
Sipahioğlu, Hürriyet’in muhabiri olarak 1966’da geldiği Paris’te üç yıl sonra SİPA’yı kuruyor.
Kısa sürede dünyanın en büyük fotoğraf ajansları arasına katılan SİPA, Hürriyet Dış Haberler Servisi’nde çalışmaya başladığım yıllarda bir efsaneydi.
Hem efsane, hem kurtarıcı.
En sıkışık anlarda telefona sarılıp SİPA’dan fotoğraf istediğinizde birkaç dakika sonra önünüzde olurdu.
GERÇEK GAZETECİ
Gökşin Sipahioğlu’nu İstanbul Modern’deki sergisinin açılışında gördüm.
Fotoğrafları çok beğendiğimi söyledim.
"Gerçekten mi" diye sordu.
Mesleğine ilk adımları atan birinin heyecanıyla "Hepsini gördünüz mü? Öylesine söylemiyorsunuz değil mi" diye de üsteledi.
Anladım ki, 80 yaşındaki Sipahioğlu’nun mesleğe tutkusu hiç sönmemiş.
"Doğru zamanda, doğru yerde" ve de "olayların içinde" olma arzusu onun için daima her şeyin üzerinde olmuş.
Mesleğe başladığım yıllarda Sipahioğlu’nun izinden gitmeyi seçmiş bazı gazetecilere rastladım.
Sonra bir bir yok oldular.
Bazıları mesleğin geçirdiği dönüşüme ayak uyduramadı, bazıları küskün bu dünyadan göçüp gitti.
Şimdi "olay bittikten" sonra "doğru zamanda, doğru yerde" olduklarını sanıp diziler kaleme alanları görünce şu soru geçiyor aklımdan:
"Siz gazeteciyseniz o zaman Gökşin Sipahioğlu neydi?"
Bu yüzden gazeteci olmak isteyen gençlere tavsiyem şu:
"Gidin, İstanbul Modern’deki sergiyi gezin. Gerçek gazeteciliğin ne olduğunu görün".
Yazının Devamını Oku 
8 Eylül 2006
AVRUPA Parlamentosu Türkiye raportörü Camiel Eurlings’in taslak raporu tam da AB ilişkilerinin iyice soğduğu döneme denk geldi. İpe sapa gelmez tuhaf taslak rapora ilk tepki verenlerden biri TİSK.
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Yönetim Kurulu Başkanı Tuğrul Kudatgobilik raporu "ucuz ve yıkıcı" olarak tanımlıyor.
Kudatgobilik’e göre, Eurlings’in taslak raporunun tamamıyla siyasi içerikli olması ve ekonomiyi es geçmesi "kötü niyetin" bir işareti.
İktisadi Kalkınma Vakfı da dünkü açıklamasında, taslak raporu eleştirmiş.
"Müzakere sürecinde ilerlemekte olan bir aday ülkeye haksızlık" diyor.
Peki gerçekten de "kötü niyetli" olduğu anlaşılan bu taslak rapor Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu’nda nasıl kabul edildi?
Neden Türkiye ile AB arasında müzakerelerin başlaması için havaya "evet" pankartlarını açan Avrupalı parlamenterler şimdi sırt çevirdi?
Taslak rapora "Süryani, Pontus soykırımı" gibi tuhaf önerilerin yanısıra "uluslararası ilişkiler açısından hakaret ve provokasyon oluşturan cümleler" nasıl girdi?
Bu soruların yanıtını merkezi Brüksel’de CPS danışmanlık şirketi Yönetim Kurulu Başkanı Tulû Gümüştekin veriyor.
Gümüştekin’e göre, Avrupa Parlamentosu’nda hiçbir siyasi grup artık Türkiye’yi savunmak istemiyor.
Öyle olunca da meydan fanatik, marjinal Türkiye karşıtı parlamenterlere kalıyor.
Nitekim bu taslak rapora da çeşitli gruplara mensup parlamenter tarafından 350 tane değişiklik önergesi verilmiş.
Normal durumda bu değişiklik önergelerinin önü kesilirmiş.
Ancak Eurlings’in bu son taslak raporunda öyle olmamış.
Bu kez rapor ortalıkta, sahipsiz kalmış.
Türkiye karşıtları istediklerini elde etmiş.
Peki sizce meydanı boş bırakan Ankara’da hiç suç yok mu?
"Kötü niyet" mutlaka vardır.
Ama bunu etkin bir lobicilikle,
Brüksel’de işini bilen iyi bir ekiple,
Avrupalı parlamenterle diyaloğa girecek parlamenterlerimizle yenmek mümkün değil mi?
Arnavutluk 1 Euro
ÖNCEKİ gün DEİK’in öğle yemeğinde Arnavutluk Başbakanı Sali Berişa’yı dinledik.
Sali Berişa daha önce 92-97 yılları arasında ülkeyi yönetmiş.
Bir yıl önce yapılan seçimlerde de başbakanlığa seçilmiş.
Berişa 77 yaşında.
Bu yaşta yeniden siyasetin tam göbeğinde.
Ülkesini modernleştirmek, Avrupa Birliği’ne, dünya ekonomisine entegre etmek için kolları sıvamış.
Yolsuzlukla, mafyayla mücadeleyi gündeminin birinci sırasına koymuş.
Avrupa’da, ABD’de eğitim görmüş genç Arnavutları göreve çağırmış, kendisine danışman yapmış.
Reformları bu genç ekiple yürütüyor.
Mesela yabancı yatırımcıları çekmek için kurulmuş olan Albinvest’in direktörü Denis Kalenja isimli genç bir Amerikan-Arnavut.
Arnavutluk ekonomisi yabancı yatırımlar ve turizme odaklanmış en çok.
Turizm bir yıl öncesine oranla yüzde 35’lik bir büyüme göstermiş.
Aynen Hırvatistan gibi Arnavutluk da Avrupalıların yeni gözdesi olma yolunda.
Sali Berişa, DEİK yemeğindeki konuşmasında uzun uzadıya yolsuzluğa karşı açtıkları mücadeleyi anlatıyor.
"Organize suça karşı sıfır tolerans politikasını devreye soktuk" diyor.
Yabancı yatırımcıları çekmek için "Arnavutluk 1 Euro" diye bir kampanya açtıklarını anlatıyor.
Kampanya şu anlama geliyor.
Arnavutluk, kamuya ait arazileri, eski fabrikaları, kullanılmayan elektrik santrallarını sembolik olarak 1 Euro karşılığında yani bedava yabancı yatırımcılara veriyormuş.
Sali Berişa, "Yabancı yatırımcı gelsin her türlü kolaylığı sağlamaya hazırız" diyor.
Merak ettim.
Acaba üç buçuk milyonluk Arnavutluk’ta halk "1 Euro Arnavutluk" kampanyasına nasıl bir tepki veriyor?
Yazının Devamını Oku 
5 Eylül 2006
GEÇEN cuma günkü "Rezervasyonlar şimdilik iptal olmadı ama sonrası" başlıklı yazıma Kültür ve Turizm Bakanlığı bir açıklama göndermiş. Açıklama 1 Eylül tarihli.
Özetle, Bakanlığın kriz masasının hemen harekete geçtiği, yurtdışındaki müşavirlik ve ataşeliklere gerekli girişimlerde bulunması yolunda talimat verildiği belirtiliyor.
Açıklamada, "Yurtdışı basına yönelik yoğun çalışma sonucu çeşitli ülkelerin medyalarında ülkemizle ilgili olumlu bir algılama süreci başlamış ve turizm sektörünün bu olaydan en az zararla çıkması sağlanmıştır" deniliyor.
Dediğim gibi Bakanlığın yazısı 1 Eylül tarihli.
3-4 Eylül tarihli Fransız Le Monde Gazetesi’nde neredeyse yarım sayfa bir haber var.
Başlığı şöyle:
"Türk ekonomisi turizmin yaşadığı ’kara yıl’ nedeniyle kırılganlaştı..."
Hani dış basında "olumlu bir algılama" süreci başlamıştı?
Bakanlığın girişimlerinin yeterli olmadığı somut bir şekilde ortada değil mi?
Bu işin bir yanı.
Madalyonun öbür yüzünde ise yazıma gelen okur tepkileri var.
Tepkilerden turizm sektöründekilerin ciddi kaygılar taşıdıkları anlaşılıyor.
Kapalıçarşı esnafı da kaygılı, otelciler de.
Görebildiğim kadarıyla, turizmin geleceği açısından bakanlıkla turizm sektöründe çalışanlar arasında derin bir algı uçurumu var.
KONGRE SUYA DÜŞEBİLİR
Yeni gelmişken, turizmde esas darbeyi "kongre turizminin" yiyebileceği yolundaki tespiti doğrulayan bir e-postayı da paylaşmak istiyorum.
E-postayı gönderen Acıbadem Hastanesi Çocuk Endokrinoloji, Büyüme ve Ergenlik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Atilla Büyükgebiz.
Profesör Büyükgebiz, Avrupa Çocuk Endokrin Derneği (ESPE) Yönetim Kurulu üyesi.
2008-2009 yılları için ESPE’nin seçilmiş başkanı.
52 ülkede üyesi olan ESPE’nin yıllık toplantıları ESPE başkanının ülkesinde yapılıyor.
Dolayısıyla 2008 yılı toplantısının İstanbul’da, Lütfi Kırdar’da yapılması planlanmış.
19-25 Eylül tarihleri arasındaki kongre için otellerde rezervasyonlar yapılmış.
Ancak Profesör Büyükgebiz, ESPE Yönetim Kurulu’nun son aylarda patlamalardan tedirgin olduğunu ve kongrenin İstanbul’dan bir Avrupa şehrine kaydırılmasını istediğini yazıyor.
E-postasında "Kişisel ilişkilerimle ve büyük ilaç firmalarının destekleriyle şimdilik İstanbul’un değiştirilmesini önledim. Ancak, ESPE kongrenin Avusturya ya da İsviçre’de yapılması opsiyonunu elinin altında tutuyor" diyor.
"Eğer güvenlik konusunda yabancıları ikna edemezsek önümüzdeki yıllarda uluslararası kongreleri kaybedebiliriz. Bu hem prestij, hem de maddi kayba yol açacak" diye ekliyor.
Yani, mesele öyle hemen atlatılacak kadar basit değil.
Bana kalırsa bakanlıktaki "kriz masası"nın ötesinde uzun soluklu bir "kriz yönetim" politikasının devreye sokulması gerekebilir.
İran saldırısı global ekonomide kısa vadeli sarsıntıya yol açar
DÜN ajansları tararken gözüme ilişti.
Geçenlerde "dünyanın en güçlü kadınları" listesini yayınlayan Forbes Dergisi’nin patronu Steve Forbes, "ABD ve müteffikleri İran’a saldırdıkları takdirde global ekonomi kısa vadeli bir sarsıntı geçirir" demiş.
Forbes Dergisi’nin Singapur’daki yıllık CEO toplantısında konuan Forbes’ın sözleri Amerikan iş dünyasının bir İran saldırısı beklediğini ima eder nitelikte.
Bakın ne diyor Forbes:
"İran’a saldırı büyük olasılıkla önümüzdeki yıl gelecek. Neden? Çünkü İran nükleer silahlarını ülke çapında dağıtıyor. Hava saldırılarından korumak için toprağa, derinlere gömüyor. Neticede İran’ın nükleer programına karşı bir karar alınmışsa bunun önümüzdeki birkaç ay içerisinde uygulanması iyi olur. Aksi takdirde hava saldırılarının hedefi vurmaları güçleşir..."
’Aile İçi Şiddete Son’ Anadolu’ya açılıyor
HÜRRİYET Gazetesi’nin 2004 yılında, Çağdaş Eğitim Vakfı ve İstanbul Valiliği’yle işbirliğiyle başlattığı "Aile İçi Şiddete Son Kampanyası" Anadolu’da kampanyalarına başlıyor.
Kampanyalar bu aydan itibaren 2007 yılının şubat ayına kadar 8 ilde yürütülecek.
Şanlıurfa, Van, Kars, Erzurum, Trabzon, Ankara, Nevşehir ve İzmir’de kampanya kapsamında "Eşler arası ilişkileri destek" eğitimleri verilecek.
"Aile İçi Şiddete Son Kampanyası"nın ilk toplantısı önümüzdeki hafta Şanlıurfa’da.
Hürriyet’in "Aile İçi Şiddete Son Kampanyası" Uluslararası Halkla İlişkiler Birliği İPRA’nın proje yarışmasında finale kalmıştı.
IPRA’nın ödülleri kasım ayında açıklanacak.
Yazının Devamını Oku 
4 Eylül 2006
Kimse Angela Merkel’den Başbakan Erdoğan ile ABD Başkanı Bush arasındaki samimiyeti kurmasını beklemiyor. Şimdiye kadar bir kadın liderle samimiyet kurduğunu hatırlamadığım Başbakan Erdoğan ile arasında sıcak bir rüzgar estirmeyi başarırsa benden bir artı puan daha alacak.
FORBES’ın listesini gördünüz mutlaka.
Geçen hafta bu sütunlarda "nerede bizim güçlü kadın siyasi liderimiz" diye söylenmemin üzerinden birkaç gün geçtikten sonra dergi gitti dünyanın en güçlü kadınlarını seçti.
Şükür ki, listeye başarılı iki iş kadınımız girmiş:
Güler Sabancı ve İmre Barmanbek.
Forbes’ın "en güçlü kadınlar" listesinin ilk üç ismi siyaset dünyasından.
Dördüncü sıradan itibaren iş dünyası geliyor ama listede ağırlıklı olarak Hindistan’dan Şili’ye kadın siyasi liderler var.
Türkiye’den bu kategoriden listeye girecek kadınları daha uzun süre bekleyeceğiz gibi.
Umarım yanılırım.
Her neyse Forbes’a dönersek listesinin başında Almanya Başbakanı Angela Merkel’i görüyoruz.
Bir yıl zarfında dünya siyaset sahnesinde yıldız gibi parlayan Merkel.
Hatırlıyorum, geçen yıl tam Alman seçimlerinin yapıldığı gün Dresden’deydim.
Sokakta yaptığım mini anketin sonucuna göre, Hıristiyan Demokratların adayı Merkel hiç kazanacak gibi görünmüyordu.
Konuştuğum Almanların hiçbiri Merkel’i beğenmiyordu.
Zaten benim yüreğim de o sıralar sosyal demokrat Gerhard Schröder’den yanaydı.
BİLEĞİNİN HAKKIYLA
Gazprom temsilciliğini kaptıktan ve anılarını milyonlarca Euro’ya pazarladıktan sonra o da gözümden düştü ama o ayrı hikaye.
Davos toplantılarından tanıdığım Angela Merkel nedense bana sempatik gelmiyordu.
Siyasi bir ağırlığı olacak gibi de durmuyordu. Yanılmışım ve Merkel’e bir özür borcum var.
Forbes’ın listesinde bileğinin hakkıyla birinci sıradan girmeyi hak etmiş.
Partisine tam anlamıyla hakim olamayacak derken, hem kendi partisindeki muhalifleri susturmayı becerdi, hem koalisyon ortaklarıyla müthiş bir uyum sergiledi.
Merkezi Essen’deki Türkiye Araştırmalar Merkezi’nin Direktörü Profesör Faruk Şen geçenlerde bir Angela Merkel analizi yapmıştı.
Şen’e göre, Merkel, Schröder ve Joschka Fischer gibi eski rakipleriyle "kompleksiz" ilişkiler sürdürüyor.
Yeri geldiğinde yaptıkları işleri övüyor, işbirliğine gidiyor.
Ne mutlu Almanlara ki siyasi bir olgunluğa erişmiş.
Yine Şen’e göre, Merkel Hükümeti Almanya’da uzun yıllardan sonra ilk kez ekonomide büyümeyi sağlayacak.
Dış politikaya gelince, gördük ki Merkel’in arası hem ABD Başkanı Bush, hem Rusya Devlet Başkanı Putin ile arası pek iyi.
Bush ile omuzlarına masaj yaptıracak kadar yakınlaşmış.
Esas Schröder’in yakın arkadaşı Putin ile sıcak ilişkiler kurmayı başarmış.
ERDOĞAN İLE BULUŞMA
Şimdi Merkel önümüzdeki 5 ile 6 Ekim tarihlerinde Türkiye’ye geliyor.
Ankara’da "Türklerin Almanya’ya uyumu", "Almanya’da İslam ile diyalog" gibi "dikenli konuları" masaya yatırması beklenen Merkel bakalım Başbakan Erdoğan ile nasıl diyalog içersine girecek?
Elbet ki, kimse ondan Başbakan Erdoğan ile ABD Başkanı Bush kadar samimi olmasını beklemiyor.
Ama şimdiye kadar bir kadın liderle samimiyet kurduğunu hatırlamadığım Başbakan Erdoğan ile arasında sıcak bir rüzgar estirmeyi başarırsa benden bir artı puan daha alacak.
Yazının Devamını Oku 
1 Eylül 2006
HABERLERE bakılırsa Marmaris, Antalya’daki PKK bombaları turistlerin gözünü korkutmamış. Tatillerine devam ediyorlarmış.
"Şükür şimdilik rezervasyonlarda iptal yok" diye seviniyoruz ama benim kuşkularım var.
Patlamaları dış basından dikkatle izliyorum.
İstanbul Bağcılar, Marmaris, Antalya, Mersin’deki bombalama olayları Fransız, İngiliz basınında ayrıntılı biçimde yer almış.
Gerçi haberlerde "Türkiye’ye gitmeyin" gibi bir uyarı yok ama terör olayları Türkiye’nin hanesine eksi olarak yazılıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, turizm sektöründekiler hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam edebilirler mi?
Bu soruyu TURSAB 2. Başkanı Rıza Epikmen’e yöneltiyorum.
"Terör olaylarını örtbas etmek gibi bir şansımız yok. Aynı olayları İngiltere, İspanya da yaşıyor. Marmaris, Antalya’da yaşananlar ne ilk ne de son olacak. Çare turizmde uzun vadeli, krizlere karşı esnek stratejiler geliştirmek."
Krizlerimiz bol.
Terör yoksa, eli kulağında deprem var.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kriz durumunda devreye sokacağı bir eylem planı var mı?
Elbette ki yok.
Epikmen’in söylediğine göre, bakanlık 2023 yılına kadar bir "turizm strateji planı" üzerinde çalışıyormuş.
"Niyet iyi ama ortada somut adımlar yok" diyor.
KONGRE TURİZMİ TEHLİKEDE
Ancak somut adımlar için anladığım kadarıyla bir sürü engel var.
Türkiye’nin tanıtım ihalesinin her yıl tekrarlanması, bütçenin kısıtlı olması ve en önemlisi Bakan Atilla Koç’un ayrı telden çalması.
Turizm sektöründen yakın bir dostum aktardı.
Patlamalardan önce İstanbul’da yerli ve yabancı tur operatörleri bakanla bir araya gelmişler.
En büyük tur operatörlerinden TUI rakamlarını ortaya koyuyor.
Temmuz ve ağustos aylarında bir önceki yıla göre düşüş var.
"Sorun var, çözüm yollarını birlikte arayalım" diye öneriyor.
Ancak TUI Bakan Koç başta, diğer bakanlık yetkilileriyle dilediği gibi diyalog kuramıyor.
Hatta Atilla Koç’un tur operatörlerine "Merak etmeyin, Vietnam’a gidiyorum. Oradan çok sayıda turist getirmeyi taahhüt ediyorum" dediği söyleniyor.
Ne alakası var?
TURSAB. 2. Başkanı Epikmen’e dönersek, dediğim gibi patlamalardan sonra önemli bir rezervasyon iptali yok.
Ancak kongre turizminde, büyük şirketlerin yıllık toplantılarında, yani turizm sektörünün önemli kalemlerinde bundan sonra sıkıntı yaşanabilir.
Kongre turizmi için gelenlerin "deniz, kum, güneş" için gelenlerden neredeyse beş misli fazla para bıraktığını düşünürseniz.
Sadece İstanbul’un kongre turizminden sağmadığı gelir 4.5 ila 5 milyar dolar.
Öyle yabana atılacak bir gelir değil.
Kültür ve Turizm Bakanlığı bu kriz durumları için acilen bir şeyler düşünmek zorunda.
Türkiye’ye hayır demenin bedeli ağır
AVRUPA Birliği bir süreden beri gündemimizde yok.
Financial Times "Babacan nerede" diye soruyor.
Bizim bu taraflarda "tık" yok, sanki AB rafa kaldırıldı.
Brüksel ise daha istikrarlı gibi.
Dünkü Fransız Le Monde Gazetesi yazmış.
Avrupa Parlamentosu Başkanı Jose Manuel Barroso, AB işlerinden sorumlu Fransız Bakan Catherine Colonna’nın Türkiye’nin üyeliğiyle ilgili soru işaretlerinin artması üzerine "Türkiye’ye hayır demenin bedeli ağır olur" demiş.
İyi ki Brüksel istikrarlı yoksa AB gerçekten hayal olacak.
Yazının Devamını Oku 