Gila Benmayor

Clinton Vakfı İstanbul Belediyesi’yle neden görüştü

29 Ağustos 2006
İSTANBUL’a bugünlerde uğrayanlar sadece ABD Cumhuriyetçi Parti’nin altı senatörü ve eşleri değil. Yapılan tüm spekülasyonlara karşın İstanbul’a hafta sonu eşleriyle sadece turistik gezi maksadıyla gelen Amerikalı senatörleri bırakın, şu anda şehrimizde Clinton Vakfı’nın önde gelen bir ekibi var.

Ekip neden burada kısaca özetlemeye çalışacağım.

Sevin ya da sevmeyin eski ABD Başkanı Bill Clinton asla boş durmuyor.

Kurduğu Clinton Vakfı aracılığıyla, dünya meselelerinin tam göbeğinde.

Vakıf ağustos başında "Clinton İklim Girişimi" diye yeni bir girişim başlatmış.

Kısaca CCI diye anılan "Clinton İklim Girişimi" küresel ısınmaya karşı mücadeleyi hedefliyor.

Küresel ısınmaya neden olan gazların yüzde 75’inin kaynağı büyük şehirler.

Dolayısıyla gözler artık dünyanın önde gelen büyük şehirlerinde.

Büyük şehirler ulaştırmada, enerji kullanımında tasarruf sağlayabilir.

Hatta çöplerden elektrik üretebilir.

Mega şehirleri küresel ısınmaya karşı ilk uyaran Londra Belediye Başkanı Ken Livingstone.

Livingstone,
dünyadaki 22 büyük şehrin küresel ısınmaya karşı işbirliğine davet etmiş.

"Büyük şehirler İklim Liderliği Konsorsiyumu" diye bir proje başlatmış.

Projeye, New York, Paris, Londra, Berlin, Buenos Aires gibi şehirlerin arasında elbet İstanbul da dahil.

Şimdi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Londra Belediyesi ile "karşılıklı anlaşma memorandumunu" imzalaması bekleniyor.

YEŞİL BİNALAR KONSEYİ

Clinton Vakfı,
Londra Belediyesi’nin bu projesinin ortaklarından.

Diğer bir ortak da ABD Yeşil Binalar Konseyi.

"Yeşil Bina"
yı açalım dilerseniz.

Uygun arazi kullanan, az su ve enerji tüketecek şekilde inşa edilmiş, malzemesi dönüştürülebilir olan binalar "yeşil" yani çevreci oluyor.

İşte bu "Yeşil Binalar Konseyi"nin İstanbul’da bir üyesi var.

17 yıl süreyle ABD’de çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönen Dr. Duygu Erten./images/100/0x0/55eb0e09f018fbb8f8a81870

İnşaat mühendisi ve Los Angeles’ta yaptığı bir inşaat iki yıl önce konsey tarafından birincilikle ödüllendirilmiş.

ABD’den döndükten sonra bir süre TEGV (Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı) Genel Müdürlüğü yapan Erten bugünlerde Clinton Vakfı ve Yeşil Binalar Konseyi ekibini ağırlamakla meşgul.

Ekibin amacı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni küresel ısınmaya karşı daha fazla işbirliğine razı etmek.

TOPBAŞ’IN GÜNDEMİ YOĞUN

Elbet öncelikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile bir randevu talep ediliyor.

Ancak Topbaş’ın gündemi yoğun.

Bu yüzden Jan Hartke, David McCann ve Kristin Wadhwa’dan oluşan ekip dün öğle saatlerinde Belediyenin Çevre Koruma Dairesi Başkanı İbrahim Demir ile bir araya geliyor.

Görüşmeden neler çıktı?

İstanbul memorandumunu imzalayacak mı? İmzalamasının dışında gerçekten küresel ısınmaya karşı işbirliği yapacak mı?

Çevre Koruma Dairesi’nin bu konuyla ilgili çalışmaları var mı?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu konuyla ilgili bilgi verirse sevineceğim.
Yazının Devamını Oku

Nerede bizim güçlü siyasi kadın lider modelimiz?

27 Ağustos 2006
KADIN hakları bu yaz ayaklar altında. Gülden Aydın’ın kızına "bikinili" diye saldırının şokunu atlatamadan bu kez iki ay boyunca işkenceye maruz kalan Meryem’in dramı.

Tırnakları sökülmüş, kemikleri çekiçle parçalanmış.

Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu öyle görünüyor ki fena halde sarsılmış.

"Meryem ile ilgili haberleri sonuna kadar okuyamıyorum" diyor.

Okuyamadı, bari bu konuda bir şeyler söyleseydi.

Ne bileyim, erkekleri acıtacak bir şeyler.

Saldırılar hep kadınlara yönelik çünkü.

Kim ne derse desin, Çubukçu ne Meryem’e ne de Ceren Aydın’a gerektiği gibi sahip çıktı.

Çıkan başka kadın politikacı oldu mu?

Ben duymadım, görmedim.

Geçenlerde CHP’nin kadınlarla barışık olmadığına ilişkin bir yazı yazmıştım.

Başta CHP Kadın Kolları Genel Başkanı Güldal Okuducu olmak üzere, Bihlun Tamalıgil gibi CHP’li kadın milletvekillerinden tepki yağdı.

Meclis’te kadın hakları, namus cinayetleri için verilen mücadele hatırlatıldı.

Ceren Aydın için kınama bildirisi de yayınlanmış.

Tamam bunların hepsi doğru olabilir.

NEREDE O POTANSİYEL

Ama bence soru şu:

CHP şöyle bir, iki güçlü kadın siyasi lider yaratabilmiş mi?

Şöyle ortaya çıkıp fikrini açıkça söyleyecek CHP’li bir kadın politikacı figürü var mı?

Elbet aynı şey diğer partiler için de geçerli.

CHP’yi örnek verdim çünkü kadın hakları için bir şeyler yapıyorum iddiasında.

Kadın kotasına karşı çıkan AKP’nın tutumu zaten belli.

Diğer partilerin kadın meselesine el atacak vakitleri olmadı diyeceğim yine tepkiler yağacak.

Ama onlarda da var mı Allah aşkına güçlü bir kadın lider çıkaracak potansiyel?

ANAP ya da DYP?

Politika bizde olduğu gibi erkeklerin tekelinde kaldıkça, ortaya rol model olabilecek kadın siyasetçi çıkmadıkça, kadın hakları daha çok ayaklar altına alınır.

Gazetelerde daha çok okuruz bizi yerimizden zıplatacak hikayeleri.

Bunları yazmam, itiraf ediyorum ki biraz kıskançlıktan.

Fransa’da Sosyalist Parti’den 2007 cumhurbaşkanlığına aday Segolene Royale’i ya da ABD’de kasım ayındaki ara seçimlerde yeniden senatoya girmek için mücadele eden Hillary Clinton’ı gördükçe daha çok hayıflanıyorum.

İKİ KADININ ORTAK YANLARI

Nasıl da güçlü ve iddialılar.

Hillary Clinton şimdilik tekrar senatörlük peşinde ama Beyaz Saray’a ilgisi biliniyor.

Segolene Royale bu yaz Fransız basınının gözdesi.

Nereye gitse arkasında bir gazeteci ordusu.

Kendine güveni tam.

Konuşmaktan çekinmiyor.

"Kendimi hazır hissediyorum. Ben diğer adaylardan farklıyım. Partime zaferi tattıracağım."

Royale
ile Clinton’ın ortak yanları şuymuş:

Her ikisi de ya nefret ya da hayranlık uyandırıyormuş.

Her ikisi de karşı tarafın fikirlerinden besleniyormuş.

Her ikisi de erkek rakiplerini kendilerini ciddiye almaya zorluyormuş.

Ne de olsa rakipleri bizim buraların erkek politikacıları değil ya.

Hiç olmazsa bu açıdan işleri daha kolay.
Yazının Devamını Oku

Greenpeace’in sıkı takibi işe yaradı

25 Ağustos 2006
ÇEVRE ve Orman Bakanı Osman Pepe sıkıntılı günler geçiriyor. Hollanda’nın sökülmek üzere Aliağa’ya gönderdiği asbestli Otapan gemisi meselesini halledemeden yangınlar başladı.

Hem de ne yangınlar...

Ege ve Akdeniz’de milyonlarca ağacın bir anda kül olmasına neden olan büyük bir felaket.

Gazetede Bodrum, Mazı’ya giden yolun son halini gördüm.

İçler acısı.

Ağaçlar iskelete dönüşmüş.

Yıllar önce bir "anı ormanı" nedeniyle tanımış olduğum Orman Bakanlığı eski Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürü İsmail Özkahraman ile dünkü sohbette yangınları konuştuk.

Özkahraman "Biyolojik bir gerçek var. Akdeniz, Ege sahillerindeki kızılçam yangına karşı hassas" diyor.

Özkahraman Türkiye’nin en iyi ağaçlandırma uzmanlarından biri.

Tüplü fidan projesi genel müdürlüğü zamanında başlamış.

Türkiye’de 1 milyar 100 bin hektarlık alanın ağaçlandırılmasında büyük payı olan Özkahraman’ı bu yangınların nasıl etkilediğini tahmin edebilirsiniz.

"Yangınlara tek etken sıcaklık ve kuraklık olamaz" diyor.

Söylediği bir şey daha var.

AKP iktidarı, kadrolaşma hevesiyle Çevre ve Orman Bakanlığı’nda alt kadrolarda herkesin yerini değiştirmiş.

Yangın gibi büyük bir koordinasyon isteyen durumlarda işlerin aksaması bu yüzden.

Bakan Pepe’nin ehli olmayan kadrolarla işi zor.

Bir de dediğim gibi şu asbestli gemi meselesi var.

Aliağa açıklarında demirlemiş Otapan adındaki gemiyi yakından izleyen Greenpeace örgütü dün e-posta göndermiş.

Pepe’ye gemiyi geri gönderme sözünü hatırlatıyor.

Greenpeace’e göre, Çevre ve Orman Bakanı Pepe "Gemide 1 tondan fazla asbest varsa Otapan’ı Hollanda’ya geri göndereceğim" diye bir açıklama yapmış.

Yine Greenpeace’e göre, Hollanda Çevre Bakanı Van Geel, üç gün önce bir televizyon programında, gemide 1 tondan fazla asbest olduğunu ima etmiş.

Bu yüzden Greenpeace "Otapan’ın gitme zamanı gitti" diyor.

Pepe’ye sözünü tutması için çağrıda bulunuyor.

Çağrıya dün geç saatlerde Pepe’den yanıt geliyor:

"Otapan gidecek"...

Nihayet mutlu bir son.

Rodin’e sponsorluk 1 milyon dolar

SAKIP Sabancı Müzesi’ndeki Rodin Sergisi 3 Eylül’e kadar burada.

Ünlü Fransız heykeltraşın eserlerini görmek için şunun şurasında on gün var.

Geçenlerde serginin sponsoru Akbank Genel Müdür Yardımcısı Hayri Çulhacı ve Sabancı Müzesi’nin Direktörü Nazan Ölçer ile sergiyi konuştuk.

Ölçer’in verdiği bilgiye göre, araya yaz tatilinin girmesine rağmen sergiyi yaklaşık 55 bin kişi gezmiş.

Ölçer, ziyaretçi sayısının sergi sonuna kadar 65 bin kişiyi bulabileceğini tahmin ediyor.

Bence bu Sabancı Müzesi’nin başarı hanesine yazılabilir.

Sergi hem yaz aylarına denk gelmiş, hem Rodin eninde sonunda Türkiye’de Picasso kadar tanınan bir sanatçı değil.

Peki sergiyi uzatmak mümkün değil mi?

Tatilden dönen insanlara bir fırsat verilmesi açısından.

"İmkansız" diyor Ölçer.

Araya Fransa’nın Ankara elçisi Paul Paudade girdiği halde sergi tarihinin uzatılması sağlanamamış.

Nedeni de şu:

İstanbul’daki Auguste Rodin Sergisi’nden 87 parça doğruca Londra’daki Royal Academy’ye gidecek.

Royal Academy eylül sonu, ekim başlarında bir Rodin sergisi hazırlığında.

İlk kez Türkiye’de bir sergi için biraraya gelen yapıtların buradan doğruca başka bir sergiye gitmesi de önemli.

Ölçer, Sabancı Müzesi’ndeki serginin dış basında gördüğü ilgiden de memnun.

Hayri Çulhacı, Picasso, Rodin gibi sergilerle Sabancı Müzesinin "İstanbul’un yeni yüzünü yansıttığı" görüşünde.

Gerçekten de öyle.

2 BİN 200 AFİŞ

İstanbul’da 2 bin 200 elektrik direğini süsleyen Rodin afişleri şehrimizin bu yeni yüzü.

Akbank’ın bu sergi için sponsorluğunu merak ediyorum. Hayri Çulhacı kesin rakamı veriyor: "1 milyon dolar."

Akbank
’ın bir yıl için kültür ve sanata ayırdığı miktar da yaklaşık 10 milyon dolar.

Peki kültür ve sanata bu kadar önem veren bir kurum neden Beyoğlu’ndaki sanat galerisini kapatıyor?

Çulhacı meğer bu soruyu bekliyormuş.

Çünkü aylardan beri konuşulanın aksine Beyoğlu’ndaki Akbank Sanat Galerisi kapanmıyor.

5 katlı binanın sadece giriş katında Teknosa dükkanı açılacak.

Diğer katlarında sergi, tiyatro gibi sanat faaliyetleri devam edecek.

"Akbank Sanat Galerisi Teknosa oluyor" diye üzülenlere işte iyi bir haber.
Yazının Devamını Oku

CHP, Ürgüp’teki Kadın Zirvesi’ne sahip çıkacak mı

22 Ağustos 2006
GEÇENLERDE Ürgüp Belediyesi’nden "Kadın Zirvesi"ne bir davet gelince Belediye Başkanı Bekir Ödemiş’i aradım. "Nedir bu zirve" diye sordum.

Ödemiş anlattı.

Zirve Ürgüp Belediyesi ve Yerel Gündem 21 tarafından organize ediliyor.

Yerel Gündem 21’in ne olduğunu hatırlatmak için küçük bir parantez.

BM desteğinde, dünyada sürdürülebilir kalkınma ve katılımcılık için 1992 yılında başlatılan bir proje.

Bekir Ödemiş, 1999 yılında Ürgüp’te Belediye Başkanı seçilir seçilmez şehri projeye ortak etmiş.

"Şimdi Yerel Gündem 21’in Türkiye’deki en başarılı ortaklarından biriyiz" diyor.

Bundan hiç kuşkum yok.

Ürgüp’te peşpeşe düzenlenen etkinlikleri düşünürseniz.

Ödemiş sanırım Türkiye’nin "en faal" belediye başkanlarından.

"Kapadokya Karikatür" yarışması, "Bağbozumu Kültür, Sanat ve Şarap etkinlikleri, "Kadın Zirvesi" hemen hemen aynı tarihlerde.

Yerel Gündem 21
’in Ürgüp’te 31 Ağustos-3 Eylül tarihleri arasında düzenleyeceği kadın zirvesine 45 ilden 450 kadın katılacak.

Zirvenin konusu "kadın ve siyaset".

Panelistler arasında Türkiye’deki kadın hareketinin önemli isimlerinden Selma Acuner, Profesör Dr. Feride Acar, sosyologlar, yazarlar vs. var.

Bekir Ödemiş’e göre zirveye hakim olacak konu "kadın kotası".

Ürgüp’teki zirvenin sloganlarını sayıyor.

Aklımda kalanların bazıları şöyle:

"Ayrımcılığa son, geliyor Amazon"

"Yurdum Anadolu, meclis baba dolu"

"Siyasette kadın, savaştan kadın".

DUYGU ASENA ANISINA

Ürgüp Belediye Başkanı Bekir Ödemiş gördüğüm kadarıyla sıkı bir feminist olmuş.

Zaten kendisi de "ben uniseks bir başkanım" diye şakalaşıyor.

Geçenlerde kaybettiğimiz Duygu Asena için özel bir etkinlik de planlanıyor zirve süresince.

Ayrıca Ürgüp meydanında restore edilmiş eski bir ev "Kadın Kütüphanesi" olarak aynı tarihlerde hizmete açılacak.

Kütüphanenin açılışı için 45 ilden gelen 450 kadın kütüphaneye hediye etmek üzere beraberlerinde birer kitap getirecek.

"Kadın Kütüphanesi’nde bundan böyle kadınlar için seminerler, paneller düzenleyeceğiz" diyor Bekir Ödemiş.

Meclis’teki yüzde 4.4 temsili bir yana bırakın, kadına yönelik şiddetin arttığı (Gülden Aydın’ın kızına yönelik saldırı dahil) günlerde Ödemiş’in anlattıkları kulağa müthiş hoş geliyor.

Ürgüp Belediye Başkanı CHP’li olduğuna göre, partisinin bu çok önemli kadın zirvesine bakışı ne?

Merak ediyorum.

Zira bildiğim kadarıyla CHP’nin kadınlara yönelik doğru dürüst bir projesi, bir faaliyeti yok. CHP’nin gündeminde kadın yok esasında.

Ürgüp’teki "Kadın Zirvesi" konuyu bir nebze sahiplenmesi iyi bir fırsat olabilir.

Gerçekten de Bekir Ödemiş, Deniz Baykal’ı zirveye davet etmiş.

35 yıllık bir siyasetçi olarak, tarafsız bir şekilde kadının Türkiye siyasetindeki rolü üzerinde konuşmasını istemiş.

Baykal’dan henüz olumlu ya da olumsuz bir yanıt yok.

Yazık, çünkü Ürgüp zirvesi CHP’nin "kadınla barışması" için bir vesile olabilirdi.
Yazının Devamını Oku

İtirafları reklam uğruna mı?

20 Ağustos 2006
Günter Grass’ın itirafları kızımı şaşırttı. Nobel ödüllü yazarın 17 yaşındayken, Nazilerin SS birliklerine katılmış olduğunu okuyunca ağzından "aaaaa" diye hayret ifadeleri döküldü. Gençlerin "şaşma yeteneğinin" yaşlılardan daha güçlü olduğu bence doğru ama okuduklarıma bakılırsa Grass çoğu insanda da "şaşma" ,"öfke" ve hatta "şok" yaratmış.

Bu duyguların nedeni, yazarın gençliğinde SS’lere katılmış olmasından ziyade bunca yıl suskun kalmış olması. Öyle ya, insan 17 yaşında iken her türlü saçmalığı yapabilir.

Zaten Grass da itiraflarının yer aldığı otobiyografik "Soğanı Soyarken" kitabıyla ilgili bir söyleşide amacının "ailenin sıkıcı ortamından kaçmak" olduğunu söylüyor.

Henüz 15 yaşındayken bir denizaltına kapağı atmak istemiş.

Başaramayınca, II. Dünya Savaşı’nın neredeyse son günlerinde SS birliklerine kaydolmuş.

Kimsenin bunlara itirazı yok.

Soru işaretleri daha fazla altmış yıllık "suskunluk" üzerinde yoğunlaşıyor.

Ya da geçmişinde böylesine bir yük varken yıllar yılı Almanya’nın Nazi suçlarını sorgulayan "gevezeliği" üzerinde.

BRANDT’A HAYRAN

Grass,
kendisi gibi Nobel ödüllü Heinrich Böll ile birlikte Almanya’nın ve Almanların geçmişleriyle yüzleşmelerini hararetle savunmuş biri.

Günter Grass’ın da dahil olduğu "Grup 47" adındaki aydınlar grubu, savaş sonrası Adenauer’in başını çektiği "suskunluk politikasına" karşı çıkmış.

Savaş sonrası Almanya’nın "yalan" ve "unutkanlık"tan ziyade şeffaflık üzerine kurulması için mücadele etmiş.

60’lı yıllarda "Almanya daha fazla demokrasi cesaretini göstermeli" diye ortaya çıkan Willy Brandt’ın yanında yer almış.

"Teneke Trampet"in yazarı, 20 yaşında Nazilerle işbirliği yerine sürgünü tercih etmiş olan Brandt’a hayran.

Peki 20 yaşındaki Brandt Nazilerin iç yüzünü görmüş de kendisinden sadece üç yaş küçük Grass nasıl anlamamış olup bitenleri?

Doğum yeri olan Dantzig’de amcası kurşuna dizilmiş.

Almanya’nın nihai zaferiyle ilgili kuşkularını açıkça dile getiren Latince öğretmeni ortadan kaybolmuş ama Grass hiçbir şey anlamıyor.

AMERİKAN IRKÇILIĞI

Nasıl olabilir?

İşte bunu seksenine merdiven dayamış yazarın kendisi de sorguluyor bugün.

Nazi rejiminin propagandasına kendisini nasıl kaptırdığını anlamaya çalışıyor.

İçtenliğine inanıp inanmamak size kalmış.

Grass’ın Le Monde Gazetesi’nin Frankfurter Allgemeine Zeitung’dan almış olduğu söyleşisini okudum.

Savaş sonrası Amerikalıların elinde tutsak olduğu günlerde ilk kez ırkçılıkla karşı karşıya geldiğini anlatıyor.

Yanındaki Amerikalı "beyaz" subayın "siyah" askerle konuşmadığını fark edince nasıl şaşırdığını söylüyor.

Irkçılık denen şeye kafasının takılması Almanların yaptıklarından ötürü değil Amerikalıların siyahlara davranışından ötürü.

17 yaşındaki bir delikanlıya, derinin rengi üzerinden ırkçılık, din ve etnik aidiyet üzerinden ırkçılıktan daha çarpıcı gelmiş olabilir.

Grass’ın Nazi iktidarının cinayetlerini kavraması, kabul etmesi ancak Nuremberg Mahkemesi sayesinde.

Grass’ın itirafları Almanya’da yeni piyasaya çıkan kitabıyla sanırım daha çok tartışılacak.

Bu arada eklemek gerek.

Eylül ayında yayınlanması beklenen kitabının bu hafta içersinde piyasaya çıkması ve 150 bin basması Günter Grass’ın gençlik döneminkine benzer bir "saflıkla" bir reklam kampanyasının kurbanı olabileceği yorumlarına yol açıyor.
Yazının Devamını Oku

GAP’ı bitirmek boynumuzun borcu

18 Ağustos 2006
HASANKEYF’in kurtarılması için kolları sıvayan ANAP Mardin milletvekili Muharrem Doğan ile önceki günkü sohbette söz döndü dolaştı GAP’a geldi. Sahi ne oldu GAP’a?

Yıllar yılı Türkiye’nın en büyük kalkınma projesi gözüyle bakılan Güneydoğu Anadolu Projesi’ne?

Unutuldu gitti.

Bir zamanlar turizm acentalarının bile gözdesi haline gelen GAP gündemden düştü.

Hayatımızda artık yok.

Muharrem Doğan’a bakarsanız, AKP iktidarı yatırım yapmadığı için artık bu dev proje tarihe karışmak üzere.

Doğan’ın verilerine göre, GAP’ta şimdiye kadar 16.6 milyar dolar harcanmış.

Projenin tamamı için öngürülmüş olan miktar 32 milyar dolar.

Şimdiye kadar devletin ödediği rakam tam bunun yarısı.

Doğan hızla bir hesap yapıyor.

GAP üzerindeki barajlardan şimdiye kadar 326 milyar kilovat saat enerji üretilmiş.

Bunun parasal olarak değeri 17.5 milyar dolar.

Yani proje için harcanan paranın üzerinde.

GAP kára geçmiş.

Muharrem Doğan bunları GAP’tan sorumlu Devlet Bakanı Abdüllatif Şener’e anlattığını söylüyor.

Şener, GAP’tan ziyade bundan sonra ağırlığın bölgesel ajanslara kaydırılacağını söylemiş.

Muharrem Doğan diyor ki:

"GAP sadece Güneydoğu’nun değil Türkiye’nin projesidir. Biz ANAP olarak bu projeyi bitireceğiz. Boynumuzun borcu." Aklıma takılan soru şu:

Bölgesel ajanslar kurulsa da GAP gibi dev bir proje tamamlanamaz mı?

Madem bu kadar yatırım yapıldı neden boşa gitsin?

Barajlar yapıldı ya da yapılıyor ama sulama kanalları tamamlanmadı.

Oysa TOBB’un araştırmasına göre, GAP bölgesinde yüzde 12 civarında olan tarım yüzde 80’lere çıkartılsa 4 milyon kişiye istihdam olanağı var.

Merak ettim sordum.

Doğan’ın dışında GAP’ı meclise getiren başka milletvekili var mı?

Şanlıurfa CHP milletvekili Vedat Melik uğraşıyormuş projeyle.

GAP çöpe atılırsa gerçekten yazık olur...

İstanbullular da şehirlerine sahip çıkıyor

DÜN Can Dündar Ankara’da "Kuğulu Park"ta direnişi yazmıştı.

Ankaralıların parkı belediyeden korumak için nasıl nöbet tuttuklarını anlatmıştı.

İstanbullular da boş durmuyor.

Örnekler mi?

Büyükadalılar tarihi iskelenin üzerine inşa edilmiş çelik yapıya tepkili.

Marmara adaları 1984 yılında "sit alanı" ilan edilmiş.

Çivi çakılsa bile bunun onaylı olması gerek.

Ama tabii bu kağıtta kalıyor sadece.

Adaların bugünkü içler acısı durumu başka bir yazı konusu.

Büyükadalılar tepkilerini e-posta ve faks olarak Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan Mimarlar Odası’na kadar bir sürü kuruma yağdırmaya başlamışlar.

Haklı olarak tarihi iskelenin üzerindeki demir yığınının kaldırılmasını talep ediyorlar.

Bir başka sahiplenme de Kadıköylülerden.

KASDAV Gönüllüleri girişimiyle bu pazar günü, saat 18’de Haydarpaşa Garı’nın 98. yıldönümü kutlanıyor.

Kutlamaya Haydarpaşa Garı’nı kurtarmak isteyen, "İstanbul için yapacak bir şeyim var" diyen tüm İstanbullular davetli.

Pepsi UNDP’den bayrağı devraldı

AKP iktidarı yatırım yapmıyor olsa da GAP’taki sosyal projeler tüm hızıyla devam ediyor.

Geçenlerde Pepsi Genel Müdür Yardımcısı Fahhan Özçelik ile konuşuyorduk.

Pepsi, GAP bölgesinde gençlere yönelik bazı programlara katkıda bulunuyor.

GAP’ın, İsviçre ve UNDP (BM Kalkınma Programı) ile başlatmış olduğu "Gençlik ve Kültür Evleri" projesini şimdi Pepsi devralmış.

Bunun yanısıra Pepsi’nın dolaylı veya dolaysız desteklediği projeler arasında "Çocuk Okuma Odaları", kadınlara yönelik "ÇATOM"lar, "Tarım Kampı" var.

Yıllardan beri GAP’ın sosyal projelerinden sorumlu Aygül Fazlıoğlu’dan projelerin tam dökümünü istedim.

Fazlıoğlu’dan sayfalarca e-posta geldi.

Öyle ki, burada her birine yer vermek mümkün değil.

Ancak şunu söyleyebilirim.

Bölge insanının eğitim başta her türlü desteğe müthiş ihtiyacı var.

O yüzden Pepsi’nın bayrağı 5 yıllığına UNDP’den devralması son derece sevindirici.

Aygül Fazlıoğlu, gönderdiği e-postada "Çocuk Okuma Odaları"ndaki küçüklerin Fahhan Özçelik’ten "Fahhan Amca" diye söz ettiklerini, ona şiirler yazdıklarını belirtmiş.

Bir nebze ilgi, sevgi gösterdiğinizde karşılıksız kalmıyor.

"Tarım Kampı" da bence üzerinde durulması gereken bir proje.

TOBB’un raporunda yer alan, tarımı yüzde 80’lere çıkartmak ütopyası ancak bilinçli çiftçilerle gerçekleşebilir.
Yazının Devamını Oku

Japon Mitsui de ’Türkiye çölleşmesin’ diyor

15 Ağustos 2006
MITSUI, Japonya’nın önde gelen ticaret, endüstri ve finans grubu.<br><br>1673 yılında kurulmuş, kendi "anayasası" olan bir aile şirketi. Elimdeki verilere göre, 2005 net kárı 121.1 milyar yen.

Mitsui bir süreden beri çevre sorunlarıyla yakından ilgileniyor.

İlk kez bu yıl çevre duyarlılığını uluslararası platforma taşıyor.

"Uluslararası Çevre Fonu" oluşturuyor.

Çevre fonuna gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden 87 proje katılıyor. İki proje fondan yararlanmaya hak kazanıyor.

Biri Türkiye’den TEMA Vakfı. Diğeri de ABD’de Mississippi nehri Meksika’ya doğru akan sularının temizlenmesine uğraşan bir STK.

TEMA’nın Mitsui’nin çevre fonundan yararlanacak projesi "Karapınar’dan Dünyaya Çölleşme Çağrısı" adını taşıyor.

Türkiye’de erozyona karşı savaşla bilinen TEMA bu yıl temmuz ayında başlattığı, iki yıllık projesi için Mitsui’den 530 bin dolarlık bir fon alacak.

Dün sabah TEMA ile Mitsui arasında çevre fonuyla ilgili imzalanacak anlaşma öncesi Mitsui’nin Avrupa Yönetim Kurulu Başkanı Ken Abe ve TEMA Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Çelik Kurdoğlu ile bir araya geliyoruz.

Ken Abe’ye Mitsui’nin neden böyle bir uluslararası çevre fonu oluşturduklarını soruyorum.

"Mitsui yaklaşık 75 ülkede faaliyet gösteren, dünyada 170 ofisi olan dev bir grup. Globalleşmenin oyuncularından olduğumuza göre çevreye duyarsız kalamazdık" diyor.

Ken Abe’nin anlattıklarından Japonya’nın, yeryüzünün aşırı ısınması gibi çevre sorunlarından ötürü hayli sıkıntılı olduğu ortaya çıkıyor.

Hele burnunun dibinde büyüme hızı yüzde 10’unun altına düşmeyen Çin gibi bir ülke varsa durum gerçekten vahim.

Büyük bir enerji gereksinimi olan Çin’in yaktığı kömür meselá Japonya’da "asit yağmuruna" yol açıyor.

Japonya’nın ormanları bu yüzden tehlikede.

Yine Çin çöllerinden gelen kum zerrecikleri, kasırgalar Japonya’yı tehdit eden başka şeyler.

Dolayısıyla Mitsui başta Japonya’nın özel sektörü çevre için kolları sıvamış durumda.

Ken Abe ile sohbette Brezilya, Avustralya gibi ülkelerde "endüstriyel orman" dikimine destek olduklarını anlatıyor.

Mitsui ile TEMA’nın örtüştüğü diğer bir alan da bu.

Zira TEMA bir süreden beri "endüstriyel orman" çalışmalarını hızlandırmış.

TEMA’nın Konya, Karapınar projesine gelirsek...

Projenin temelinde, Karapınar köyünde uzun yıllardan beri sürdürülen erozyonla mücadelenin sonuçlarını araştırmak ve buna göre kırsal kalkınma programı uygulamak var.

TEMA, Mitsui işbirliği Türkiye’nin erozyonla mücadelesinde en önemli adımlardan biri.

Hasankeyf’te köylüler dolandırılıyor

ILISU Barajı temel atma töreninden sonra ANAVATAN Genel Sekreteri Mardin Milletvekili Muharrem Doğan aradı.

Muharrem Doğan, tarihi Hasankeyf’in Ilısu Barajı’yla sular altında kalmaması için mücadele ediyor. Mühendis kökenli olan Doğan, özetle diyor ki:

"Bu bilgi ve teknoloji çağında Hasankeyf’i kurtarabiliriz..."

Doğan, Hasankeyf için geliştirilmiş alternatif projeleri tek tek incelemiş.

Baraj kodu 35 metre düşürüldüğü takdirde Hasankeyf’in kurtulacağı yolundaki projeye sahip çıkmış. Anlatıyor:

"Barajın hedefi 11 milyar metreküp su toplamak. Bu toplandığı takdirde yılda 3 milyar 833 milyon kilovat elektrik üretilecek. Barajın kodu düşürüldüğü takdirde üretim 3 milyar 200 milyon kilovata düşecek. Bu da 40 milyon dolarlık bir kayıp demek..."

Doğan
bunları anlattıktan sonra soruyor:

"40 milyon dolarlık bir kayıp binlerce yıllık bir tarihin, kültürel mirasın yok olmasına, 35 köyün su altında kalmasına değer mi?"

Kaldı ki, AKP Hükümeti Hasankeyf’i taşıma projesi için zaten belli bir para harcayacak.

Doğan, Hasankeyf için Meclis ve DSİ’de çalmadık kapı bırakmamış.

Özellikle DSİ’de karşısında sorularını yanıtlayacak bir yetkili bulamamaktan şikayetçi.

Muharrem Doğan’ın Ilısu Barajı’yla ilgili dikkat çektiği başka bir nokta var. O da şu:

Bölgede bazı açık gözler, yöre halkını, "Sizi baraj inşaatında çalıştıracağız. Ama bunun için internet üzerinden kayıt için para vermeniz gerekli" diye dolandırıyormuş.

Doğan, bu konuda, "Bana saf köylülerden 200, 300 dolar toplandığına dair ihbarlar yağıyor" diyor.

Hangisine yanacaksın?

Hasankeyf’in sular altında kalmasına kayıtsız siyasilere mi, baraj inşaatı başlamadan dolandırılan köylülere mi?

Hangisine?

Siemens’in Va Tech açıklaması

ILISU Barajı’nın yapımını üstlenecek konsorsiyuma dahil Va Tech Şirketi’nin Siemens tarafından satın alındığına ilişkin satırlarım üzerine Siemens bir açıklama gönderdi.

Açıklamaya göre, Siemens, AB Rekabet Kurulu kararına göre, Va Tech Hydroyu yani Ilısu Barajı yapımında adı geçen şirketi elinden çıkartmış.

Va Tech Hydro, Siemens tarafından geçtiğimiz aylarda Avusturyalı Andritz şirketine satılmış.
Yazının Devamını Oku

Van Gölü’nün çevresindeki efsaneler neden hep ah’lı

13 Ağustos 2006
Van Gölü kıyısındaki Ahlat’ın bir efsanesi var. Gölün kıyısında hüküm süren Urartu Kralı "Lat" Medlerin saldırısında ağır yaralanır. Urartu Prensesi "Ah Lat" diye göz yaşı dökerken Medler şehre girer. Urartu Kralı ölür ama adını çok sevdiği şehre verir.

DOĞDUKLARI yerlere vefalı işadamlarının peşlerine takılmak ne iyi?

Bu kez de Bitlis kökenli Eren ailesiyle Türkiye’nin doğusunda iki günüm geçti.
/images/100/0x0/55ea8849f018fbb8f8862333
Bitlis, Tatvan, Ahlat ve ikinci Nemrut Dağı.

Yani heykelleriyle ünlü olanı değil krater gölü olan dağ.

Onun da adı Nemrut.

Rivayete göre, ünlü kral başlarının bulunduğu Nemrut Dağı Kommagene Krallığı’nın kışlık ikametgahı, bu ikinci Nemrut Dağı’da yazlık ikametgahı imiş.

Bilemem.

Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi buralarda da efsaneler öylesine çok ki?

Van Gölü’ndeki Ahtamar Adası’nın efsanesini bilirsiniz çoğunuz.

Adadaki keşişin kızına aşık Müslüman delikanlının, sevgilisinin adını "Ah Tamar" diye sayıklayarak boğulduğu söylenir.

Gölün tam karşı kıyısındaki Ahlat’ta da benzer bir efsane var.

Van Gölü’nün kıyısında hüküm süren Urartu Kralı "Lat" Medlerin saldırısında ağır yaralanır.

Urartu Prensesi babası için "Ah Lat" diye göz yaşı dökerken Medler şehre girer.

Yaralı Urartu Kralı ölür ama adını çok sevdiği şehre verir.

SOYUMUZ URARTU

Ahlat
’ta gölü kıyısında kaldığımız üç yıldızlı Selçuklu Oteli’nin bahçesinde sohbet koyu.

15 yıldan beri bölgede turizmcilik yapan, otel görevlilerinden İsmail Kürümoğlu açıkça beyan ediyor:

"Soyumuz Urartulara dayanır"

Ne güzel.

Kürümoğlu çevredeki Selçuklu mezarlarını görüp görmediğimizi soruyor.

Ardından gururla ekliyor:

"Köklerimiz Horasan’a kadar uzanır"?

Peki hani Urartu’ydu kökleri?

Belli ki, Kürümoğlu her iki kimliği de seviyor, ikisinden de vazgeçemiyor.

Ahlatlılar daha çok MHP eğilimli.

Hatta MHP lideri Bahçeli’nin "Yüreğimin yarısı Söğütlü, diğer yarısı Ahlatlı" dediği söyleniyor.

Kürümoğlu da Ahlatlıların çoğunluğu gibi MHP yanlısı.

Dolayısıyla Horasan kökleri belki siyasi tercihinin inancı daha çok.

Neticede Kürümoğlu’nun tavsiyesine uyarak çevreyi keşfe çıkıyoruz.

İlk durak Nemrut Dağı Krater Gölü.

Krater alanında esasında ikisi büyük beş göl varmış.

Bir tanesi de bası yerlerinde 60 derece sıcaklığında kaplıcaların olduğu Sıcak Göl.

Minibüsle giderken yolun kenarında Sıcak Göl’de çoluk, çocuk yıkananları görüyoruz.

Kadınlardan bazıları çıplak.

Daha yukarlara doğru tırmandıkça manzara büyüleyici.

Krater Gölü’nün üzerinde en küçük bir çırpıntı yok.

Çevresindeki dağları ayna gibi yansıtıyor.

GEZİ REHBERİ OLMADAN ASLA

Nemrut Krater Gölü’nü biz bilmiyoruz ama turistler biliyor.

Giderken de, dönerken de kamp kurmaya gelenlere rastlıyoruz.

"Ah Lat" ise bambaşka bir hikaye.

Şimdiye kadar nasıl görmemişim, duymamışım.

Selçuklu mezarlarını, kümbetleri, bana Mostar Köprüsü’nün minyatürünü hatırlatan o küçük biblo gibi köprüyü, camileri, minarelerin fotoğraflarını çekiyorum ama bilinçsizce.

Ahlat konusunda en küçük bir fikrim yok.

Sadece çok güzel iyi korunduğunu, restore edildiğini ve edilmekte olduğunu fark edebiliyorum.

İstanbul’a dönünce Sevan ve Müjde Nişanyan’ın bu yıl yayınladıkları "Ankara’nın Doğusundaki Türkiye" gezi rehberinde geniş bilgiye kavuşuyorum.

Keşke giderken kitabı yanıma alsaymışım.

Gezi rehberine göre, yaygın kanının aksine, Selçuklular Ahlat’ta sadece 1233 ile 1243 arasında yani 10 yıl hüküm sürmüş.

Herhangi bir eser de bırakmamışlar.

Kümbetlerin çoğu İlhanlı (Moğol) egemenliği altında hüküm sürmüş yerel beylere aitmiş.

Bir kısmı da Karakoyunlu ve Akkoyunlu.

Yolunuz mutlaka günün birinde Ahlat’a düşsün derim.

Ama yanınızda "Ankara’nın Doğusundaki Türkiye" gezi rehberiyle.
Yazının Devamını Oku