Gila Benmayor

Feylozofların adasına düştüm epiküryen Kosta ile tanıştım

23 Temmuz 2006
Türkiye anıları her yerde karşımıza çıktı. Tatilimizin tuzu biberi oldu bir yerde. Ta ki, Pitagorion Köyü’ne gidene kadar. Feylozof ve matematikçi Pitagor’un doğum yeri olarak bilinen bu turistik köyü merak ediyorduk haliyle. Köyün ana caddesindeki turizm enformasyon ofisinden aldığımız haritaya iliştirilmiş tek sayfalık bilgi notunu önce pek önemsemedik. Yine aynı caddenin üzerindeki minik dükkanda kahvemizi yudumlarken şöyle göz gezdirdiğimiz bilgi notunu okudukça şaşkınlığımız arttı. Biz resmen "feylozofların adasına" düşmüştük.

İKİ arkadaşımla Kuşadası’ndan feribotla bir saat 15 dakika uzaklıktaki Sisam Adası’na doğru yol alırken tatilime "feylozofların" damgasını vuracağından haberim yoktu.

"Feylozoflar" hakkında kimse bir şey söylememişti.

Sisam ya da Yunanca adıyla Samos’u mütevazı, fazla turistik olmayan güzel bir ada olarak biliyordum sadece.

Kokkari Köyü’nde şirin bir pansiyona yerleştiğimizde deniz, güneş yeter diye düşünüyorduk.

İlk günlerde yerimizden kımıldamaya niyetimiz yoktu.

Sonra aniden "Madem geldik Sisam’ı keşfedelim" dedik.

Kokkari ile aynı kıyı şeridindeki Karlovasi’yi oldukça renksiz bulduk.

Yanı başındaki Potami Plajı’yla, 10 dakikalık mesafede dağlardaki şelaleler beklediğimizden de hoştu.

Bir tanıdığın tavsiyesiyle gittiğimiz dağlık Manolates Köyü ise olağanüstüydü.

Seramik sanatçılarının yaşadığı köyde Türkçe konuştuğumuzu duyan yaşlı bir kadının bizi evine kahve içmeye davet etmesi duygulandırdı bizi.

Sonra konuştukça ortaya çıktı ki, köydekilerin çoğunun dedeleri, anneanneleri Kuşadası, Söke, Aydın’dan gelmişler mübadele yıllarında.

Karlovasi’de de, 1950’li yıllarda Kuşadası futbol takımıyla bir maç düzenlendiğini duymuştuk.

Türkiye anıları her yerde karşımıza çıktı.

Tatilimizin tuzu biberi oldu bir yerde.

PİTAGOR’UN DOĞUM YERİ EPİKÜROS’UN ADASI

Ta ki, Pitagorion Köyü’ne gidene kadar.

Feylozof ve matematikçi Pitagor’un doğum yeri olarak bilinen bu turistik köyü merak ediyorduk haliyle.

Köyün ana caddesindeki turizm enformasyon ofisinden aldığımız haritaya iliştirilmiş tek sayfalık bilgi notunu önce pek önemsemedik.

Yine aynı caddenin üzerindeki minik dükkanda kahvemizi yudumlarken şöyle göz gezdirdiğimiz bilgi notunu okudukça şaşkınlığımız arttı.

Biz resmen "feylozofların adasına" düşmüştük.

Sayıyorum.

Evrenin düzenine ilk kez "kozmos" adını veren Pitagor.

Gerçeğin matematiksel bir yapısı olduğunu da ortaya koymuş.

Doğa olaylarını atomlarla açıklayan, antik tanrıların yaşamda etkisi olmadığını savunan Epiküros.

Çıkış noktası insan bedeni.

Bedenin ihtiyaçları giderildiğinde mutlu olmak kolay diye düşünmüş.

Hayattan zevk alma felsefesi, adından "epiküryen" sözcüğünün doğmasına neden olmuş.

MATRIX’İN İLHAM KAYNAĞI MELİSSUS DA BURADAN

Devam ediyorum.

Maddenin yok olmayacağını, sadece dönüşeceğini savunan Melissus.

Bugün öğretilerinin "Matrix" filmine ilham verdiği söyleniyor.

Sırada Sisam’da doğmamakla birlikte yaşamının büyük bir bölümünü bu adada geçirmiş olan Aisopos ya da Ezop var.

Sisamlı feylozof İadmon’un kölesi olan Ezop’un hazırcevaplılığını, bilgeliğini bilmeyen yoktur.

Elimize verilen tek sayfa beyaz kağıtta Efes’te Artemis Tapınağı’nın mimarları Ricos ile Theodoros’un da Sisamlı olduklarını okuyunca "Tamam" dedik "belli ki bu adanın havasında bir şeyler var."

Öyle bir hava ki yüzyıllara meydan okumuş.

Nesilden nesile ada ahalisine bulaşmış.

Bu söylediklerimin en güçlü kanıtı Kokkari’de karşımıza çıkan 80’lik Kosta.

İlk kez köy meydanında hafif çakır keyifli yanımıza yanaşan Kosta Bey, bir sonraki gün meyhanede sandalyesini çekip yanımıza oturdu.

Sisamlı bir aileden olmasına rağmen "komşudan" öğrendiği Türkçe şarkıları okudu, yarı Türkçe yarı İngilizce şakalar yaptı.

Sonra kadehini bize doğru kaldırıp "Müziği, içkiyi, kadınları seviyorum ne yapayım" dedi.

Bundan daha "epiküryen" bir cümle olabilir mi?

Sonra gününü gün etme sevdasıyla yanımızdan kalkıp sarışın İsveçli bir güzelin yanına kuruldu.

Sisamlı Epiküros’un torununun torununun bilmem kaçıncı torunu Sisamlı Kosta Bey.
Yazının Devamını Oku

İstanbul modası nasıl yaratılır

21 Temmuz 2006
GEÇEN sabah hazır giyimcilerle biraraya geldik. Konfeksiyon sektörünün önde gelen 14 derneğini çatısı altında toplayan İF Konseyi ağustos ayının son günlerinde TÜYAP’ta fuar hazırlığında.

İF Konseyi Başkanı Reha Erekli, uluslararası fuarın önemine değinirken Türkiye’nin hazır giyimde dünyada 3’üncü sırada olduğunu hatırlatıyor.

Tam altı yıldır bu pozisyonumuzu koruyormuşuz.

Hazır giyimde bir dünya deviyiz.

Bu pozisyonu korumak güzel ama bir adım ötesine geçmek gerek.

"Ürettiğimiz malların katma değeri yok. Bundan sonraki hamle tasarımda yoğunlaşmak. Marka yaratmak. Hatta moda merkezi olmak" diyor Erekli.

Yani İF Konseyi’nin hedefi İstanbul merkezli bir Türk modasını dünya platformuna taşımak.

İstanbul modasını yaratmak.

Aynen Paris, Milano modası gibi.

Zaten 24-26 Ağustos tarihlerinde yapılacak fuarın teması da şehir.

Daha dar anlamda İstanbul.

Fuarın posterlerinde mankenlerle İstanbul görüntüleri birbirine kaynaşmış.

"Şehir ve moda birbirinden ayrı düşünülemez. Şehirler kendi modalarını yaratıyor" diyor Erekli.

Doğru.

Bazı şehirler kendi modalarını yaratıyor.

New York’un bir "sokak modası" var örneğin.

STİLİNİ BULAMADI

İstanbul
dinamizmiyle, tarihi dokusuyla, kültürel zenginliğiyle, banzersiz ruhuyla çoktan kendi modasını yaratmış olmalıydı.

Ama bana kalırsa bugün böyle bir şey yok.

İstanbul kendi stilini bulamadı.

Oysa yetenekli genç tasarımcılarımız var.

Sayıları da hayli fazla.

Belki Erekli’nın dediği gibi, hazır giyim sanayi fazla hızlı koştu, tasarımcıyla buluşmadı.

İstanbul ile Paris, Milano gibi moda merkezlerini karşılaştırınca bir gerçekle daha yüzleşiyoruz.

Bu şehirler yüzyıllardan beri, moda tasarımcılarına esin kaynağı olan dokularına, değerlerine sahip çıkmışlar.

İstanbul gibi tarihi mirası, değerleri törpülememişler.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Ayasofya’yı yok saydığı gibi büyük eserlerini yok saymamışlar.

Moda ne kadar uçucu olsa da moda trendlerini belirlemek o kadar istikrar işi.

Hazır giyimcileri bir "İstanbul modası" yaratmak konusunda hayli hevesli gördüm.

Moda tasarımcısı Evrim Timur’un da desteğiyle belli ki arayış içerisindeler.

Arayışın, 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul’un hızla önemli bir kültür ve sanat merkezine dönüşmeye başladığı bir döneme rastlaması son derece hayırlı.

Aynı anda iki fuarın sektöre zararı var

İSTANBUL’u moda merkezi haline dönüştürmek için hayli hevesli olan hazır giyimciler yazık ki kendi aralarında bölünmüş durumda.

İF Konseyi’nin 8. Uluslurarası İstanbul Hazır Giyim Fuarı’nı düzenlediği tarihlerde, yine aynı yerde İTKİB de bir uluslararası fuar düzenliyor.

Reha Erekli, açıkça aynı tarihlerde iki fuarın sektöre yarardan fazla zarar vereceğini söylüyor.

Zararı varsa o halde güçleri birleştirmek daha mantıklı değil mi?

Erekli’ye bakılırsa bu iki başlılık ağustostan sonra giderilecekmiş.

Göreceğiz.
Yazının Devamını Oku

Baykal’ın protesto ettiği Egeport’ta durum ne

18 Temmuz 2006
AZ kaldı, CHP lideri Deniz Baykal ile yolumuz Sisam Adası’nda kesişiyordu. Baykal’ın Sosyalist Enternasyonal toplantısı için Sisam Adası’na gittiği saatlerde bir haftalık tatilimi geçirdiğim adadan dönüyordum.

Feribotun yanaştığı Egeport’a ayak bastığım anda Baykal’ın Ofer-Kutman ortaklığındaki limanı protesto ederek by-pass ettiğini öğreniyorum.

Egeport görünüşte pek masum.

Dükkanlarıyla, kafeleriyle pek derli toplu gibi.

Ancak DHA’nın Kuşadası temsilcisi Latif Sansür, Ofer-Kutman ortaklığına ait limanla ilgili gerçekleri anlattıkça işin rengi değişiyor.

Egeport’ta gördüğümüz o şık 56 dükkanın tümü ruhsatsız.

Danıştay 6. Dairesi limanın imar planını iptal etmiş.

Ortaklık buna rağmen Bayındırlık Bakanlığı’na imar planını onaylatmış.

İşin acı yanı onaylatılan imar planında limana ilaveler yapmak, genişletmek mümkün.

Yani ruhsatsız 56 dükkana başkaları da eklenebilecek.

Bu madalyonun bir yüzü.

Diğer yüzünde Kuşadası esnafını isyan noktasına getiren uygulama var.

O da şu:

Egeport’a yanaşan büyük gemilerin yolcuları otobüslerle Efes’e transfer ediliyor.

Efes dönüşü yolcular hiç çarşı pazara uğramadan, şehir dışındaki derici, halıcı ve kuyumculara götürülüyor.

Latif Sansür, esnafın durumu protesto için kepenk kapattığını, yürüyüş yaptığını söylüyor.

Turizmcilerin, meslek odalarının, diğer sivil toplum kuruluşlarının itirazlarına kulak asan olmamış.

Egeport’a yılda 300 ila 400 gemi yanaşıyor.

Bunlarla gelen turistlerin çarşıya hiç uğramadığını düşünürseniz Kuşadası esnafının gerçekten zor durumda olduğu ortada.

Zaten Kuşadası’na da "Ofer Adası" adını takmışlar.

ADANIN YEŞİL ALANINA KONUT

Egeport
’un dışında Ofer-Kutman ortaklığının özelleştirmeden 35 milyon dolara aldığı Fransız Tatil Köyü "Club Med"in Arslanburnu’nda yapmayı planladığı konutlar da tepkilere yol açmış.

Arslanburnu, Kuşadası’nın en büyük yeşil alanı.

Ofer-Kutman ortaklığı 325 dönüm araziyi Özelleştirme İdaresi’nden aldıklarında ihale şartnamesinde imar izni yüzde 20 oranında.

O da sadece turistik tesise.

Ne ki ortaklar daha sonra imar iznini yüzde 53 oranına çıkartmayı başarıyorlar.

Belediyeden 12 kat konut izni de alıyorlar.

Kıyamet bu noktada kopuyor.

İhaleye katılanlar yüzde 20 oranında imar izni olduğu için fiyatı arttırmamışlar.

İmar izni ihaleden sonra yüzde 53’e çıkınca ihaleye fesat karıştığı konuşuluyor.

Diğer yandan turistik tesis yerine konut yapılacak olması da Kuşadalıları çileden çıkartıyor.

Gerçekten de Kuşadası şu anda bile tam bir "konut mezarlığı" durumunda.

12 binden fazla konutun olduğu söyleniyor.

Yabancıların konuta ilgi göstermeleri belli ki müteahhitleri hareket geçirmiş.

Dağlar, tepeler evden geçilmiyor.

Çoğu da aceleyle yapılmış, çirkin binalar.

Her şeyin özenle korunduğu sevimli Sisam Adası dönüşü Kuşadası’nın içine düştüğü acıklı durum daha da çarpıcı.

Komşuda da turist sıkıntısı var

SİSAM
Adası’yla Kuşadası arasındaki mesafe feribotla bir saat onbeş dakika gibi bir şey.

Günü birlik Sisam’a gidenler de var, bizim gibi bir haftalık tatil geçirenler de.

Dediğim gibi, özellikle imar açısından Sisam Adası’yla Kuşadası arasındaki fark çarpıcı.

Çoğunlukla beyaza boyanmış binalar iki katlı.

Öyle büyük tesisler yok.

Pansiyonlar, lokantalar daha çok aile işletmeleri.

Sisamlıların çoğu yoksulluktan uzun yıllar gurbette çalışmışlar.

Avustralya’ya, Kanada’ya kadar gidenlere rastladık.

Sonra adalarına dönüp küçük işletmelerini açmışlar.

Kokkari, Karlovasi, Sosyalist Enternasyonal toplantısının yapıldığı Pitagorion gibi köyleri gezdik.

Hepsinin lokantalarında standart hemen hemen aynıydı.

Temiz, fiyatları uygun.

Kokkari’de kaldığımız pansiyonun sahibiyle konuşurken öğrendik ki, Sisam Adası da bu turist sıkıntısı çekiyormuş.

Haziran ve temmuz kesatlığının suçlusu Dünya Kupası imiş dediklerine göre.
Yazının Devamını Oku

Dikkat, sahnede bakan var

9 Temmuz 2006
Gilberto Gil hepimizi mutlu ediyor. Sambasının ritmine kapılan Açık Hava seyircileri konserin sonuna doğru ayakta, eller havada. Tam önümde oturan Yeni Şafak Gazetesi’nin türbanlı muhabiri de ritme kaptırmış kendini. Ne kadar haklı Gilberto Gil "kültürler karmaşık" derken. Şarkı söyleyen, dans eden, seyircisini coşturan bir Kültür Bakanı ayağınıza kadar gelmiş, kaçırılır mı?

NEREDEN başlasam? Açık Hava’da o gece sahnedeki 64 yaşındaki adamın şarkı söyleyip samba yapmasından /images/100/0x0/55ea4f63f018fbb8f8777f73mı?

Bossa nova ile reggae ezgileri arasına "Uluslar ve kültürler bugün daha karmaşık. Fundamentalizm artık mümkün değil. Kültürler hem global, hem yerel. Kısaca glocal" diye siyasi bir mesaj sıkıştırmasından mı?

Yoksa "Imagine" şarkısına getirdiği şahane yorumdan mı?

Brezilya Kültür Bakanı, şarkıcı, besteci Gilberto Gil hakkında daha söylenebilecek o kadar şey var ki.

2003 yılında iktidara geldiğinde kendisini Kültür Bakanı olarak atayan Lula da Silva ile birlikte Davos’ta karşılaştığım Gilberto Gil takım elbiseleriyle sanki daha ciddiydi, daha muhafazakardı.

Dinleyici koltuğundan bakınca anlıyorsunuz ki, Gil politikacıdan önce müzik adamı.

1960’lı yıllarda Brezilya’da "popüler müziğin" patlama yapmasında rolü olan adamdan başka bir şey de beklenemezdi zaten.

At kuyruğu şeklinde topladığı saçlarıyla, sürekli değiştirdiği rengarenk gitarlarıyla Gilberto Gil dinleyicisiyle ileşitim halinde.

Doğum yeri Bahia’dan, sambanın türlerinden, Fransa’da ırkçılık karşıtı "SOS Racisme" için bestelediği şarkıdan söz ediyor.

SAMBASININ RİTMİNE KAPILDIK

Müzik adamı ama hep siyasi bir hareketin içinde.

Sol eğilimli, barış yanlısı, ayrımcılığa karşı, yoksuldan yana.

Brezilyalı olup konuyu futbola getirmemek mümkün mü?

Elbette hayır.

"Yazık ki finalde değiliz. Ama beş kez dünya futbol şampiyonası kupasını kazandık. Biraz başkalarını da sevindirmek gerek".

Gilberto Gil
sadece kupayı alacak olanları değil bizleri de mutlu ediyor.

Sambasının ritmine kapılan Açık Hava seyircileri konserin sonuna doğru ayakta, eller havada.

Tam önümde oturan Yeni Şafak Gazetesi’nin türbanlı muhabiri de ritme kaptırmış kendini.

Ne kadar haklı Gilberto Gil "kültürler karmaşık" derken.

Şarkı söyleyen, dans eden, seyircisini coşturan bir Kültür Bakanı ayağınıza kadar gelmiş, kaçırılır mı?

İKSV’deki sevgili dostlar sayesinde konserden sonra soluğu kuliste alıyorum.

Gilberto Gil, sırtında bir eşofman kahvesini yudumluyor.

O kadar zıplamış, oynamış herhangi bir yorgunluk emaresi yok yüzünde.

KÜLTÜR SADECE MÜZE DEĞİL

"Bakanlık göreviyle müziği nasıl bağdaştırıyorsunuz" diye soruyorum.

"Siyaseti seviyorum ama müziği daha fazla. Boş zamanlarımda, tatilde iken müzikle uğraşıyorum".

Kültür Bakanı olarak ülkesinde neler yapıyor?

"Kültür konseptini yaygınlaştırmaya çalışıyorum. Kültür sadece müze, kütüphane değil. Değişik yaşam biçimleri, birliktelik, farklı grupların kendilerini ifade şekli. Bunların tümü kültür" diyor.

Yoksulların kültürel entegrasyonu için kaynak bulmaya çalıştığını söylüyor.

"Onların da söyleyecek sözleri var".

"Glocal"
sözcüğünü açıklamasını istiyorum.

"Global ve yerel artık birbirinden ayrılmıyor. Brezilya’nın en ücra köyüne giden çanak antenleri, cep telefonları bulacaksınız. Dünya artık böyle bir yer".

Brezilya’dan, sol rüzgarların estiği Latin Amerika’dan konuşuyoruz.

"Bizler başından beri karmaşık bir kültüre sahibiz. Brezilya’da mesela yerliler, Avrupalılar, Afrika kökenliler, Asyalılar var. Yüzyıllardır birlikte yaşıyoruz. Bu açıdan bakınca insanlığa çok şey katabiliriz".

Önemli bir şey daha söylüyor Gilberto Gil.

"Şimdiye kadar Avrupa’nın, Kuzey Amerika’nın daha fazla sesi çıkıyordu. Sanıyorum şimdi artık Latin Amerika başka bir dünyanın mümkün olduğunu gösterecek".

Ne mutlu Brezilyalılara.

Finale kalamadılar ama Gilberto Gil gibi bir Kültür Bakanı’na sahipler.

Gel de kıskanma.
Yazının Devamını Oku

Kazakistan’da 15 yılda 350 milyon dolarlık yatırım

4 Temmuz 2006
ASTANA<br>BİR Kazak deyişine göre, gökyüzünde bir yıldıza, yeryüzünde ise bir ata sahip olmayan insan mutsuzmuş. Bu deyiş eskilerde, çok eskilerde kaldı.

Kazakistan’ın şimdi yıldız ve attan ötesini talep eden bir lideri var.

Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, 1990’lı yıllarda kişi başına 150 dolar olan milli geliri 5 bin dolara yükseltmiş.

Bunu birkaç yıl içerisinde 20 bin dolar yapmayı da vaat etmiş.

Yıllık yüzde 9.5 oranındaki kalkınma hızıyla ülke bugün küçük çaplı bir Dubai görüntüsünde.

Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan gibi komşuları için çekim merkezi.

Başkent Astana’daki inşaat patlaması hemen gözünüze çarpıyor.

Milyon dolarlık projeler birbirini izliyor.

Nazarbayev’in ülkenin önde gelen projelerden bazılarını teslim ettiği Okan Holding’in buradaki 15’inci yıl kutlamaları için bir grup işadamı, politikacı, milletvekiliyle Astana’dayız.

Gaziantep kökenli Okan Holding, 15 yılda Kazakistan’da 350 milyon dolarlık yatırım gerçekleştirmiş.

Çeşitli müteahhitlik işlerinde sonra Okan Holding’i Kazakistan’daki ilk önemli projesi Kuzey Kazakistan’da Petropavlovsk şehrindeki Sultan un-irmik-makarna entegre tesisi.

ASTANA’NIN BAŞ MİMARI

Sultan
makarnası Kazakistan pazarında ve komşu ülkelerde lider konumunda.

Okan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bekir Okan’ın dediğine göre, Sultan makarnalarının başarısından sonra Cumhurbaşkanı Nazarbayev, başkenti Almatı’dan Astana’ya taşımaya karar verdiğinde Okan Grubu’nu davet ediyor.

1995’te küçük, önemsiz bir şehir olan Astana’yı başkente dönüştürme sürecinde Okan İnşaat önemli projelere imza atıyor.

Cumhurbaşkanlığı konutu, Ulusal Müze ve Kültür Merkezi, İkiz Kuleler, Diplomatlar Şehri, Astana Alışveriş ve Konut kompleksi bu projelerden bazıları.

Astana’nın ilk beş yıldızlı oteli olan Okan Intercontinental Astana 1998 yılında açılmış.

Bekir Okan "Şehrin baş mimarı Nazarbayev" diyor.

"Her projeyle bizzat ilgilenir. Kimi zaman kendi çizer."

Astana
’nın baş mimarı bir süre önce gruba, şehrin şimdi merkezinde kalan bir bölgede büyük bir arazi tahsis etmiş.

15’inci yıl nedeniyle bu arazide otel, konut, alışveriş merkezi ve ofislerden oluşan 500 bin metrekarelik dev bir kompleksin temel atma törenine de katıldık.

KEMPİNSKİ İLE ORTAK

Jeruyik
kompleksinde yer alan otel için Okan Grubu, dünyanın önemli otel zincirlerinden Kempinski ile anlaşmış.

Otel ve konutlar Kempinski işletmesi olacak.

Jeruyik kompleksinin temel atma töreninde ayaküstü sohbet ettiğimiz Kempinski Pazarlama Direktörü Christophe Piffaretti, Okan Grubu’yla Kazakistan’ın dışında Özbekistan, Kırgızistan’da ortak projelere imza atacaklarını söylüyor.

500 bin metrekarelik kompleksin ilk aşaması olan 120 bin metrekarenin 2007 yılında bitmesi öngörülmüş.

15. yıl vesilesiyle yine Okan Grubu’nun imzasını taşıyan Merei-Interconti Alışveriş Merkezi’nin açılış törenini de izledik.

Yabancı yatırımcıya çeşitli imkanlar sunan Nazarbayev’ın Okan Grubu’nu yatırım için teşvik ettiği başka bir alan ise tarım.

Sultan makarna fabrikasının olduğu bölgede Gediz Ovası’nın iki misli arazide buğday ve kolza üretimi başlamış.

Kazakistan’ın en büyük gelir kaynağı olan petrol sanayi yelpazesini genişletmeye çalışan Nazarbayev’in gözünde Türk yatırımcının önemi büyük.

Türk yatırımları 10 bin kişiyi istihdam ediyor

KAZAKİSTAN’
a birlikte geldiğimiz Türk-Kazak İş Konseyi Başkanı Oktay Varlıer, ilk kez DEİK bünyesinde bir grup Amerikalı işadamıyla birlikte 1992’de bölgeye geldiğini anlatıyor.

Sovletler Birliği’nden sancılı kopuşun yaşandığı o günlerde yönetimlerin ekonomik stratejileri yok.

Yatırım yok, hukuk sistemi oturmamış ve iş alanları kısıtlı.

Türk müheahhitlerin ilk kez o tarihlerde altyapı projelerini almaya başladıklarını anlatan Varlıer’e göre, bugün bu coğrafyada Türklerin üstlendikleri projeler 30 milyar dolar tutarında.

Sadece Kazakistan’da Türk müteahhitler 4 milyar dolarlık projeye imza atmış.

Türk yatırımları 10 bin kişiyi istihdam ediyor.

Peki Kazakistan’da Okan Grubu’nun dışında faaliyet gösterenler arasında hangi şirketler var?

Varlıer, TPAO, Anadolu Grubu, Turkcell, Rumeli Holding, Turkuaz, Alarko, Ceylan, Ritsos gibi isimleri sayıyor.

Astana Havalimanı’nı yapmış olan Alarko şimdi şehrin içme suyu şebekesinin inşaatına başlamış.

Türklerden başka Kazakistan’a ilgi duyanlar Amerikalılar ve Japonlar.

Amerikalı Chevron önemli petrol sahaları satın almış.

Japonya ise daha çok kredi konusunda devrede.
Yazının Devamını Oku

Ve Lüfer 6 gemisi gidiyor

2 Temmuz 2006
"Çengelköy’ün salatalığı, Kanlıca’nın yoğurdu. Peki Beykoz’un nesi meşhurdu?" tartışmaları arasında gökyüzünde incecik hilal belirdi. Bu kez şaşırma sırası bana geldi. Aileleri Tekirdağ ve İstanbul’dan Selanik’e göçmüş olan iki genç kız hilale bakarak dilek tutmaya kalkışınca kulağıma çalınan Rumca-Türkçe karışımı tuhaf bir lisandı.

KABATAŞ’a demirlemiş Lüfer 6 teknesinin önüne vardığımda oradaydılar.

Heyecanla bekleşiyorlardı.

Belki yıllardan beri ilk kez Boğaz sularına doğru açılacaklardı.

İstanbullu Rumlar.

Üç gün devam edecek "İstanbul’da Buluşma: Bugün ve Yarın" konferansı için yıllar önce yüreklerinin bir parçasını bırakarak ayrıldıkları İstanbul’daydılar yeniden.

Yunanistan’dan, Avrupa’dan hatta ABD’den koşarak gelmişlerdi buluşmaya.

Lüfer 6 demir alıp kıyıdan uzaklaşınca güvertedeki hareketlilik görülmeye değerdi.

Güzeller güzeli Kız Kulesi’nin tam karşısına mevzilenenler de vardı, gözlerini ufuktaki Adalar çizgisine diken de.

Çırağan Sarayı’nın önünden geçerek, Ortaköy Camii’ni geride bırakıp dümeni Anadolu kıyısına doğru kırarken birden bakışlar kararsızlaştı.

Arkaya mı, yoksa öndeki manzaraya mı nereye yöneleceğini bilemedi.

Yaşlılar özellikle şaşkınlığın çaresizliğine boyun eğip tekrar sandalyelelerine çöktüler.

Gençler fırsatı kaçırmadılar.

Tam Boğaz Köprüsü’nün altından geçerken birbirlerine sarılıp deklanşöre bastılar.

"Çengelköy’ün salatalığı, Kanlıca’nın yoğurdu. Peki Beykoz’un nesi meşhurdu?" tartışmaları arasında gökyüzünde incecik hilal belirdi.

Bu kez şaşırma sırası bana geldi.

Aileleri Tekirdağ ve İstanbul’dan Selanik’e göçmüş olan iki genç kız hilale bakarak dilek tutmaya kalkışınca kulağıma çalınan Rumca-Türkçe karışımı tuhaf bir lisandı.

"Dileksu" yani "senin dileğin" gibi Türkçe sözcüğe eklenmiş Rumca bir takı duyunca kim şaşırmaz?

Selanikli genç kızlar anlattılar.

Bir süreden beri Türkçe kursuna gidiyorlarmış.

Türkçelerini bayağı ilerletmişler.

Büyükada’dan çocukluk arkadaşım TV yapımcısı Hristo Elmacıoğlu’nun yanına oturduğumda ondan da çocukluğumuzda hiç konuşmadığımız hikayeler dinledim.

Kayserili olan büyük teyzelerinden biri mübadele yıllarında Atina’ya gitmiş.

50 yıl sonra yalnızca Türkçe konuştuğu gibi, Kayseri özlemi yüreğinde hep canlı kalmış.

Yunanistan’ın yemeklerine de asla alışamamış.

"Yabancı Damat" dizisini Yunanistan’a ithal eden Hristo Elmacıoğlu bugünlerde Yunan dizilerini Türkiye’ye getirmenin tatlı telaşı içerisinde.

Hristo Elmacıoğlu, Lüfer 6 teknesindeki İstanbullu Rumların aksine iş nedeniyle bir süredir belirli aralıklarla İstanbul’a gidip geliyor.

Ne kadar sıklıkla gelirse gelsin aklı ve yüreği hep burada.

İnsan zeytinyağlı ayşekadın fasulyesini özler mi?

"Bu fasulye Yunanistan’da yok" diye servis tabağının yarısını götüren Hristo’ya bakınca anladım ki özlermiş.
Yazının Devamını Oku

Megatrendler nereye, Siemens oraya

30 Haziran 2006
SİEMENS’in medya zirvesi bu yıl ilk kez Berlin’de. Futbol Şampiyonası nedeniyle "tek yürek, tek ekran" haline dönüşmüş Berlin’de Siemens’in CEO’su Dr. Klaus Kleinfeld’in "21. Yüzyıl Megatrendleri için Yenilikler" konuşmasını dinledik.

Siemens önce "megatrendleri" tespit etmiş.

Şirket politikasını ona göre şekillendirmiş.

Nedir bu "megatrendler"?

Bunlara geçmeden önce yerküremizin gelecekteki durumuna bakalım.

2050 yılından itibaren yeryüzü 9.3 milyar kişi barındıracak.

Birleşmiş Milletler verilerine göre, 2007 yılı bir dönüm noktası.

İlk kez şehirlerde yaşayanların sayısı kırsal kesimlerde yaşayanlardan fazla olacak.

Dolayısıyla nüfusu 10 milyonun üzerinde "megakent"lerin sayısı hızla artacak.

Bugün "megakentlerin" sayısı yirmiye yakın.

Bunlardan çoğu da gelişmekte olan ülkelerde.

(İstanbul 15. sırada)

"Megakent" demek iş hayatının yoğunlaşması,

Alt yapı, trafik, güvenlik, daha çok enerji gereksinimi,

Çevre sorunlarının artması demek.

Özetle Siemens’in 21. yüzyılda odaklanacağı "megatrendlerin" biri "kentleşme".

NÜFUS HEM ARTIYOR HEM YAŞLANIYOR

Diğeri ise "demografik dönüşüm".

Bir yanda dünyanın nüfusu artıyor.

Diğer yanda yaşlı insanların sayısı.

İnsanlık tarihinde ilk kez birkaç yıl içersinde 60 yaş üstüyle 15 yaşın altı eşitlenecek.

2050 yılına gelince 80’li yaşlarda olanlar dünya nüfusunun yüzde 4.1’ini oluşturacak.

Bu oran bugün sadece yüzde 1.2 oranında.

Yaşlanan ve giderek daha uzun yaşayan nüfusu ne ilgilendirir?

Elbette ki sağlık...

Dolayısıyla Siemens’in CEO’su Dr. Klaus Kleinfeld "megatrendleri" anlatırken sağlık meselesinin üzerinde önemle duruyor.

Alman Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre, AB, ABD ve Japonya’da 2002 yılında 2.9 trilyon euro olan sağlık harcamaları 2010 yılında 3.8 trilyon euroya ulaşacak.

Sağlık harcamaları başdöndürücü bir hızla tırmanıyor.

Kleinfeld’in söylediğine göre, Siemens sağlık harcamalarını azaltmak ve sağlık hizmetinin kalitesini iyileştirmek için büyük bir atılım içersinde.

AVRUPA BİRLİĞİ BÜTÇESİNDEN BÜYÜK

Peki bu "megatrendlere" çözüm sunmanın yolu ne?

Ar-Ge’ye yani araştırma/geliştirmeye yatırım.

Kleinfeld’in bununla ilgili verdiği rakam müthiş.

Siemens’in geçtiğimiz yıl Ar-GE’ye ayırdığı miktar 5.2 milyar euro.

Yine Kleinfeld’in belirttiğine göre bu miktar AB’nin araştırma bütçesinin üzerinde.

Şirketin 75 milyar euroluk cirosunun yüzde 6.8’i Ar-Ge’ye gidiyor.

Siemens’in 47 bine Ar-Ge çalışanı sadece geçen yıl 8 bin 800 patent başvurusu yapmış.

Şirketin elindeki patent sayısı 53 bin.

"Megatrendlere" çözüm üretmesinin yolu bunlardan geçiyor.

Londra’daki ’trafik yönetim sistemi’ neden İstanbul’a uygulanmasın?

KLAUS Kleinfeld’in sunumundan sonra, Siemens’in Enerji, Su, Trafik, Sağlık ve Futbol Şampiyonası için neler yaptığına kulak verdik.

Her konuda 30-40 dakikalık sunumlara rağbet hayli fazlaydı.

Enerji ve su konularına bir başka yazıda değineceğim.

Bugün esas değinmek istediğim konu trafik.

Bilmem farkında mısınız İstanbul’da trafik okulların tatil olmasını filan dinlemedi.

Her zamankinden de kötü.

İkitelli’den Anadolu yakasına geçmek artık iki saat.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yol, kavşak yapımı 2009’a kadar devam edecekmiş.

Bittiğinde rahat edecek miyiz?

Pek sanmam.

Trafik artık pek çok ülkede yol, kavşak yapımıyla değil teknolojik çözümlerle rahatlıyor.

Verilere göre, Batı Avrupa’da nüfus yaşlansa da araba sayısı azalmıyor.

Aksine artıyor.

2010 yılında trafik yoğunluğunun Batı Avrupa’da yüzde 188 oranında artacağı hesaplanıyor.

Siemens’in "Akıllı Trafik Sistemleri" Bölümü’nün Pekin’den, Johannesburg’a, Los Angeles’tan Londra’ya çeşitli büyük şehirlere getirdiği çözümler var.

Mesela Londra’da kameralarla ve uydularla devrede olan "trafik yönetim" sistemi var.

Benim merak ettiğim şu:

İstanbul’un altyapısını tamamlamak iyi, güzel de teknolojiden yararlanmak neden yöneticilerimizin aklına gelmiyor?

Acaba yöneticilerimiz, Siemens ya da aynı çizgide başka bir şirketin trafik için ne tür sistemler geliştirdiklerini biliyorlar mı?
Yazının Devamını Oku

Çin’den sonra, Hindistan’dan önce

27 Haziran 2006
YÖNETMEN Ali Özgentürk "Mamma Li Turchi" (Anne, Türkler geliyor) diye bir projenin peşinde. Avrupalı ünlü yönetmenlere mektup yazmış.

Türkler hakkında kısa filmler çevirmelerini öneriyor.

Bunları, Türk yönetmenlerin çevirecekleri kısa filmlerle birleştirmek istiyor.

Yapımcı olarak projesine "Anne, Türkler Geliyor" adını vermesi oldukça anlamlı.

Osmanlı döneminde Türklerden korkan, şimdi AB üyeliği nedeniyle eski korkuları öne süren Avrupa’ya "Bakın işte korktuğunuz Türkler bu insanlar" demenin en güzel yolu bu olsa gerek.

Ali Özgentürk projesini gerçekleştirmek için birçok yere başvurmuş.

Şimdi cevap bekliyor.

Projesi gerçekleştiği takdirde bunun Türkiye’nin tanıtımına hayli olumlu bir etkisi olacağına inanıyorum.

İtalyanlar yüzyıllar önce ortaya "Mamma Li Turchi" diye bir şey atmış ama bugün pek çoğu buna gülüp geçer.

AB üyeliğimize en sıcak bakan ülkelerin başında İtalya var.

Ekonomik ilişkiler de zaten iyiydi ama son bir yıldır neredeyse zirvede.

Hatırlayacaksınız geçtiğimiz 24-25 Kasım tarihlerinde dönemin Cumhurbaşkanı Ciampi ile birlikte 600 kadar işadamını ağırlamıştık.

Çırağan’daki "Türkiye-İtalya İş Forumu" kapsamında 6 bine yakın buluşma gerçekleşmişti.

İstanbul’daki İtalya Ticaret Merkezi’nin Direktörü Dr. Roberto Luongo’ya bakarsanız bu forumdan sonra ticari ilişkilerde büyük patlama yaşanmış.

70’e yakın İtalyan firması burada ya temsilcilik açmış ya da yatırımda bulunmuş.

Luongo "Geleneksel sektörlerin dışında havacılık, software, elektronik gibi sektörlerde işbirlikleri bizi sevindirdi" diyor.

İtalyanların Gaziantep, Konya, Kayseri, İzmir, Manisa gibi şehirlere ziyaretleri artmış.

Forum öncesi 12,5 milyar dolar olan ticaret hacmi bugün 14 milyar dolar.

"Forumdan sonra böyle bir dalga bekliyorduk" diyor Luongo.

Öyle bir dalga ki altı-yedi ayda şimdi ikinci bir İtalyan çıkarmasına tanık olacağız.

Bugün başlayan "Uluslararası Tekstil Makineleri" Fuarı’na 100’den fazla İtalyan şirketi katılıyor.

Arkasından İtalyan "metal işleme tezgahları" sektörünün gövde gösterisi geliyor.

Temmuz ayı ortalarında ise "İtalyan Mobilya Dekorasyon Yapı Malzemeleri" ikili görüşmeleri var.

Dr. Luongo, en fazla tekstil makineleri fuarının önemi üzerinde duruyor.

İtalya Türkiye’nin tekstil makineleri satın aldığı ikinci ülke durumda.

Birinci sırada Almanya var.

Luongo’nun verdiği evraklar arasında İtalya’nın tekstil makinelerini ihraç ettiği ülkelere şöyle bir göz attım.

Birinci sırada 316 milyon Euro ile Çin geliyor.

İkinci sırada 232 milyon Euro ile Türkiye.

Üçüncü sırada ise 129 milyon Euro ile Hindistan var.

Türkiye tekstil makinelerinin alımından Çin’den sonra, Hindistan’dan önce.

Sadece bu konum tekstil sektörünün geçirmekte olduğu krize rağmen asla gözden çıkartılmayacak bir sektör olduğu göstermeye yeterli.

Rotschild, Avrupa’da Schröder’i Türkiye’de Argüden’i seçti

ROTHSCHİLD adını bankacılık, şarapçılık gibi sektörlerden tanıyoruz.

En son bir de Fransa’nın saygın gazetelerinden Liberation’a 30 milyon Euro vererek ortak olduğunu, dolayısıyla medyaya el attığını duymuştuk.

Geçenlerde aldığım davetiyelerden birinde, Rothschild ailesinden bir ismi, ARGE Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Yılmaz Argüden ile eski Almanya Şansölyesi Gerhard Schröder ile birlikte görünce merak ettim.

Yılmaz Argüden’i aradım.

Rothschild Yatırım Bankası’nın Türkiye’de bir temsilcilik açmaya karar verdiğini söyledi.

Argüden, 2005 yılından bu yana Rothschild’ın danışmanlığını yürütüyormuş.

Şimdi ise bankanın Türkiye temsilciliğini üstlenecek.

Schröder ile Eric de Rothschild’i İstanbul’da İstanbul’da bir araya getiren davet bu temsilciliği kutlama daveti.

Argüden bu vesileyle bilgi verdi.

Meğer Rothschild Yatırım Bankası Türkiye’de son dönemlerde en aktif bankalardan biri imiş.

Aycell ile Aria’nın birleşmesinde, Türk Telekom için özelleştirme alternatifleri geliştirilmesinde, Telsim’in satışında Türk Hükümeti’ne danışmanlık hizmeti vermiş.

TEB hisselerinin bir bölümünün PNB Parisbas’ya satışında Çolakoğlu ailesine, Garanti Bankası için General Electric Şirketine, Denizbank’ın satışı için Dexia’ya da danışmanlık yapmış.

Yani hem alıcılara, hem hisselerini satanlara, hem Türk Hükümeti’ne sunduğu hizmet yelpazesi söz konusu.

Her şey bir yana eski Almanya Şansölyesi Schröder giderek beni daha fazla şaşırtıyor.

250 bin Euro aylıkla enerji devi Gazprom denetleme kurulunda görev alması yetmiyormuş gibi Rothschild Yatırım Bankası’nın da Avrupa temsilcisi olduğu ortaya çıktı.

Ticari becerisi siyasi becerilerini fersah fersah geçmiş gibi geliyor.
Yazının Devamını Oku