6 Haziran 2006
İYİ ki İstanbul-Paris seferini yapan uçakta CHP milletvekili Abdülkadir Ateş’e rastlamışım. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Siyasi İşler Komitesi Başkanı olan Ateş, Paris’te yapılan önemli bir toplantıyı haber verdi.
Avrupa Konseyi, "Radikalizm Karşısında Avrupalı Müslümanlar" diye bir rapor hazırlıyormuş.
Paris’teki toplantıda, Fransız raportör Daniel Goulet’nin hazırlamakta olan rapor çerçevesinde bazı kişilerin görüşlerine de başvurulacaktı.
Abdülkadir Ateş, kimlerin konuşacağını söyleyince toplantıya ilgim arttı.
Böylelikle, Fransa İslam Konseyi Başkanı Dalil Boubakeur, eski Marsilya müftüsü ve Marsilya’daki İslami Bilimler Enstitüsü Başkanı Sohaib Bencheikh, İngiltere’den İslam Konseyi Başkanı Abdül Bari, Avrupa’nın en karizmatik ve tartışmalı din bilimcisi Tarık Ramadan’ı ve diğerlerini dinlemek fırsatını buldum.
Toplantıda neler konuşuldu?
Dalil Boubakeur’e göre, İslam Avrupa’ya yerleştiğinden beri ilk kez önemli bir "yol ayırımına" gelmiş durumda.
İçinde bulunduğu kriz daha fazla sosyal ağırlıklı.
Çünkü eğitimsiz ve işsiz Müslüman gençler "İslam olmadığı takdirde hiçbir şey değiliz" düşüncesine kapılıyor.
Boubakeur, imam eğitiminin önemli olduğu görüşünde.
"Dinle ilgili her önüne gelen her şeyi söylememeli" diyor.
CEZAEVLERİNDEKİ TEHLİKE
Cezaevlerinin radikalizme ortam sağladığını söylüyor.
Avrupalı siyasilerin Müslüman gençleri entegre etmek için daha fazla gayret sarfetmeleri gerektiğini söylüyor.
Sohaib Bencheikh, ismine dikkat.
Bencheikh, bir süre önce, 2007’de Fransız Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyduğunu açıklamış.
Yani Fransa’nın bir Müslüman Cumhurbaşkanı adayı var.
Bencheikh, liberal, modernliğini savunan bir din bilimcisi.
Mesela "karikatür krizinde" ifade özgürlüğünden yana olduğunu beyan etmiş.
"Sorun İslam’da değil, yorumunda" diyor.
Batı’nın "İslam Batı değerleriyle uyuşur mu, uyuşmaz" gibi tartışmalar yerine İslam’ın modernleşmesine katkıda bulunması gerektiğini söylüyor.
Öte yandan "Müslümanlar da Batı’nın değerlerini benimsemek zorunda çünkü tarihin bir döneminde bu değerlerin oluşmasına katkıları olmuştur" diyor.
Bencheikh konuşmasında, tam karşısında oturan Tarık Ramadan ile "Batı değerleri" konusunda aynı fikirde olmadığını söylüyor.
Ne olduğunu bilmiyorum ama belli ki, iki adamın arasında bir çekişme söz konusu.
Tarık Ramadan dediğim gibi Avrupa’daki aydın çevreler arasında tartışmalı bir isim.
Takıyye yaptığına inananlar çoğunlukta.
Bir keresinde, Fransız televizyonunda Sarkozy ile bir tartışmasına tanık olmuştum.
O tartışmada, Tarık Ramadan, Sarkozy’nin "recmi reddediyor musunuz" sorusuna kesin bir yanıt vermemişti.
Daha sonra "recm konusunda moratoryum" gibi bir açıklama yaptığını duydum.
Fransa’daki dindar Müslüman gençlerin idolü olan Ramadan, Paris’teki konuşmasına "İslam adına radikalizme kayıldığını kabul etmek gerekir" diye başlıyor.
Avrupalı Müslümanlara "azınlık" muamelesi yapılmaması gerektiğini söylüyor.
İmamların rolü üzerinde duruyor.
"İmamlar entegrasyon lisanıyla konuşmalı" diyor.
Paris’teki toplantının ana hatları böyle.
Avrupa’da 5 milyon kadar Türk’ün yaşadığını, AB üyeliği çerçevesinde "Türkiye’nin Müslüman kimliğinin" sürekli önümüze sürüldüğü göz önüne alındığında bu tür tartışmalar yakından izlenmesi gereken tartışmalar.
Türkiye’nin AB üyeliğini en çok Hollanda tartışıyor
AVRUPA İstikrar Girişi yani ESİ yeni bir çalışma yayınlamış.
"Hollanda’daki Türkiye tartışması."
Geçen akşam bu çalışmanın tartışıldığı yemekte öğrendik ki, Avrupalı ülkeler arasında medya da olsun, siyasiler düzeyinde olsun Türkiye’nin üyeliğini en fazla konuşan ülke Hollanda.
Eurobarometer’in verilerine Hollanda nüfusunun yüzde 55’i Türkiye’nin üyeliğine karşı.
Hollanda’daki tartışmaların başını genellikle siyasi partiler çekiyor.
Tartışmalar şu konular etrafında oluyor genellikle:
Türkiye’nin İslam kimliği.
Türk göçmenlerin entegrasyon durumu.
Türkiye’deki kırsal kalkınma ve tarım.
Türkiye üyeliğinin Hollanda bütçesine nasıl yansıyacağı.
Hollanda’daki çalışmasını altı ayda tamamlayan ESİ, Avusturya, Fransa, Danimarka, Almanya gibi ülkelerde de benzer çalışmalar yapacak.
ESİ’nin bu çalışmaları, AB üyeliğinde izlenecek stratejiler konusunda yol gösterici olabilir.
Yazının Devamını Oku 
4 Haziran 2006
Monaco’da "Grand Prix" süresince etrafa saçılanlar yalnız pırlantalar değil. Euro’lar da öyle... Yarışı seyretmek için iki günlüğüne tuttuğunuz küçük bir dairenin fiyatı 2 bin Euro. Teraslı bir lokantada öğle yemeği 400 Euro. Nice Havaalanı’ndan Monaco’ya beş dakikalık helikopter seferi 700 Euro. Hotel de Paris’te gecelemek 7 bin 500 Euro. Bir de ünlü pilotlarla yemek yemek istediğinizde bunun da fiyatı olabiliyor.
"ŞAŞAA" yanlış sözcük olmasa gerek.
"Monaco Grand Prix"sinde gördüklerim gösterişliydi, tantanalıydı, ışıltıydı çünkü.
Prenses Grace ile başlayan bir Monaco efsanesi var ya...
İşte bu efsane Formula 1 yarışına da bulaşmış.
Yarışma, üç gün boyunca büyük bir parti havasında geçiyor.
Kraliyet ailesinin fertlerini, beyazperde yıldızlarını, mankenleri, yeni ve eski zenginleri buluşturan bir parti.
Araba yarışlarına gerçekten meraklı olanları da unutmayalım elbet.
Parti nerede derseniz her yerde.
Gece kulüplerinde, lüks teknelerde, otellerde.
Monaco’daki ilk gece mesela Eva Herzigova’nın tasarımlarını yaptığı bir mayo defilesindeyiz.
Ünlü mankenin tasarımları öyle havalı filan değil.
Ama defile kimin umurunda?
Herkesin gözü ünlülerde.
"Amber Lounge" adındaki gece kulübünde neredeyse ayakta duracak yer yok.
Defile pek tabii Prens Albert ve yakınları tarafından da izleniyor.
Aynı mekandaki yemekte ünlü İtalyan araba yarışcısı Giancarlo Fisichella da aramızda.
Fisichella, Monaco’da Türkiye adına yarışan genç pilot Jason Tahincioğlu’nun patronu aynı zamanda.
Formula 1 böyle karışık bir şey işte.
Hele benim gibi araba dahi kullanmayan biri için tam bir bilmece.
ARABANIN BURNUNA PIRLANTA TAKTI
Her neyse; Fisichella’nın karısı, az önce Eva Herzigova’nın defilesinde mankenlik yapmış.
Heyecanla defileyi anlatıyor.
Yüzü, kolları, üstü başı parlak pullar içersinde.
Dedim ya "şaşaa" burası için en uygun sözcük.
Buna daha "somut" bir kanıt isterseniz McLaren-Mercedes’in sponsorlarından kuyumcu Steinmetz’i gösterebilirim size.
Steinmetz bu yıl sponsoru olduğu pilotların direksiyonlarını pırlantalarla donatmış.
Geçen yıl ise kasklarına pırlantalar koymuş.
Steinmetz’in etrafa "pırlanta" saçmasıyla ilgili şöyle bir anekdot da var.
2004 yılında Avusturyalı pilot Christian Klien’in kullandığı Jaguar’ın burnuna 200 bin Euro değerinde bir taş yerleştirmiş.
Yarışta Klien başka bir arabayla çarpışmış.
Arabanın burnu ezilmiş.
200 bin Euro’luk pırlanta da bir daha bulunamamış.
Ne gam...
ALONSO İLE BARDAK TOKUŞTURMAK
Monaco’da "Grand Prix" süresince etrafa saçılanlar yalnız pırlantalar değil.
Euro’lar da öyle...
Yarışı seyretmek için iki günlüğüne tuttuğunuz küçük bir dairenin fiyatı 2 bin Euro.
Teraslı bir lokantada öğle yemeği 400 Euro.
Nice Havaalanı’ndan Monaco’ya beş dakikalık helikopter seferi 700 Euro.
Hotel de Paris’te gecelemek 7 bin 500 Euro.
Bir de ünlü pilotlarla yemek yemek istediğinizde bunun da fiyatı olabiliyor.
Monaco "Grand Prix"sinin şampiyonu Fernando Alonso ile bardak tokuşturacağınız sekiz kişilik bir masanın fiyatı 4 bin Euro ile 7 bin 750 Euro arasında değişiyormuş.
Şükür ki biz şanslıydık.
Fisichella ne de olsa "aile"dendi.
Yazının Devamını Oku 
2 Haziran 2006
CUMHURBAŞKANLIĞI seçimi kadar olmasa bile bugünlerde konuşulan başka bir seçim var. TİM yani Türkiye İhracatçılar Meclisi başkan seçimi.
5 Temmuz günü yapılması planlanan seçimlerde adaylığını duyurmuş olan Metin Altuğ ile buluştuk geçen gün.
Altuğ, İstanbul İhracatçı Birlikleri Hububat, Bakliyat, Yağlı Tohumlar ve Mamulleri İhracatçılar Birliği Yönetim Kurulu Başkanı.
Bu kadar uzun isimli bir birliğin başında olması tarımı yakından bilmesini, izlemesini sağlıyor haliyle.
Tarımı bu kadar iyi bilmesi Metin Altuğ için artı bir puan.
Çünkü TİM Başkanı Oğuz Satıcı’nın sürekli tekstili öne çıkartması tarım başta diğer sektörleri kızdırmış.
Bu satırların yazıldığı saatlerde baktım, Oğuz Satıcı’nın zeytin ve zeytinyağı üreticilerine destek mesajı e-postama düşmüş.
Demek ki, TİM seçimi yaklaşınca Satıcı’nın aklına nihayet tarım sektörü de gelmiş.
Peki hani Satıcı, TİM’e "iki dönem başkanlık" vaadiyle gelmişti?
Metin Altuğ da hatırlatıyor bunu konuşmamızda.
"Satıcı’nın iki dönem vaadi nedeniyle geçen seçimlere adaylığımı koymadım" diyor.
Şimdi koymuş ve iddialı.
Satıcı’nın karşısında güçlü bir rakip.
ODTÜ matematik bölümü mezunu Altuğ, Şişecam, Alarko, Trans Teknik gibi büyük gruplarda uzun yıllar çalışmış.
Sonra mühendislikten gıda sektörüne geçiş yapmış.
Çikolatacılığa soyunmuş.
Bella markasıyla ABD’den Japonya’ya geniş bir yelpazede çikolata ihraç ediyor.
TİM’DE NELER DEĞİŞECEK
Peki Metin Altuğ TİM’in başına gelirse neler değişecek?
Altuğ’un öncelikleri arasında tarıma yeni bir vizyon, yeni bir strateji getirmek var.
Tarımda 2005 yılında 7,5 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirilmiş.
Türkiye fındık, kuru incir, kuru kayısıda dünyada ilk sırada.
Ekolojik ve iklim şartları nedeniyle şimdilerde dünyada fırtına gibi esen organik tarıma elverişli.
Tarımda potensiyel büyük ama diğer taraftan TÜİK’ın son rakamlarına göre tarım sektöründe işgücü 1 milyon 39 bin azalmış.
Tarım işgücünde daha büyük bir azalmanın sosyo-ekonomik dengeleri sarsması mümkün.
Dolayısıyla Metin Altuğ’un dediği gibi yeni bir vizyon şart.
Altuğ bu noktada ODTÜ’de öğrencilik yılından bir anekdot aktarıyor:
"1975’lerde Amerikalı uzman ülkenin nasıl bir tarım politikası izlediğini anlatmıştı. Rusya’ya buğday satan ABD, uydularla Rusya’nın ne kadar buğday ektiğini hesaplıyor. Buna göre ne kadar buğday ekeceğini ve fiyatını saptıyor. Çiftçisine yol gösteriyor."
Her şey bir strateji, bir hesap işi.
Metin Altuğ, TİM’in tarım başta diğer sektörler de strateji belirleyeceğini ve ilgili tüm kurumlarla, bakanlıklarla diyalog içersinde olacağını söylüyor.
"Mühendis gibi çalışacağım. Adım adım tüm kurumlar iyi bir diyalog kuracağım ki stratejiler belirlensin, işler yürüsün."
Yani Altuğ’un başkanlığında TİM bir nevi koordinasyon görevi üstlenecek.
İhracatı Geliştirme Merkezi, yurt dışındaki ticaret müşavirlikleri, DEİK ile diyaloğu düzenlemek azımsanmayacak kadar gerekli ve önemli.
"İhracatı Geliştirme Merkezi’nde Türkiye’nin sayılı uzmanları var. Bunların çalışmalarından yararlanmamak yazık değil mi?"
Yazık elbet.
Bu yüzden benim oyum Metin Altuğ’a.
Urfa’nın ceylanları, Torosların orkidesi koruma altına alınıyor
İLK kez TEMA Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Gökyiğit’ten duymuştum Türkiye’nin doğal zenginliklerini.
Bu zenginliğin nedeni üç ayrı iklim kuşağına sahip olmamızda.
Avrupa’da doğal ormanların oranı yüzde 1 iken, Gökyiğit’e göre bizde yüzde 93 oranında.
Tüm Avrupa’daki toplam 560 kuş türü varken, sadece Türkiye’de 456 kuş türü var.
"Uluslararası Koruma" Derneği’nin tespitlerine göre, yeryüzünde doğa açısından korunması gereken 34 alandan 3 tanesi bizde.
Peki bu doğal zenginliklere sahip çıkıyor muyuz derseniz işte sorun burada.
Doğal zenginliklerimiz "yok olma" tehdidiyle karşı karşıya.
198 hayvan ve 2746 bitki türü böyle bir tehditle yüz yüze.
"Urfa’nın ceylanları", "Telli turnalar", "Batı Torosların orkidesi" özenle korumamız gereken şeylerden bir kaçı sadece.
Acilen korunması gereken bitki örtüsü ve hayvanlar için Doğa Derneği, Çevre ve Orman Bakanlığı ve BM Kalkınma Programı (UNDP) "Türkiye’nin Doğa Fonu"nu oluşturmuş.
"Türkiye’nin Doğa Fonu"nu tanıtmak için "Hedef: Sıfır Yok Oluş" kampanyasına da en büyük destek CNN Türk’ten geldi.
Kampanyaya destek verenler cumartesi gece ve pazar günü gün boyunca CNN Türk’te.
Yazının Devamını Oku 
30 Mayıs 2006
İSTANBUL Formula 1 yarışı, tanıtımın dışında bize neler kazandıracak? En prestijli Formula 1’in yapıldığı Monaco’da, Petrol Ofisi Genel Müdürü Jan Nahum ile birlikte bu sorunun cevabını arıyoruz.
İstanbul’daki yarışın adının artık "Petrol Ofisi Turkish Grand Prix" olduğundan beri Nahum’un heyecanı fena halde artmış.
Bize de bulaşmış.
Monaco Grand Prix’sinde "Petrol Ofisi" amblemi, GP2 kategorisinde yarışan Türk pilot Jason Tahincioğlu’nun arabasında karşımıza çıktıkça heyecan doruklarda.
Türkiye Otomobil Sporları Federasyonu Mümtaz Tahincioğlu’nun oğlu olan genç pilot kendisini sıkıştıran araba nedeniyle yarışı bırakmak zorunda kalıyor. Ama Monaco Grand Prix’sine katılması, Türkiye’yi temsil etmesi büyük başarı.
Nahum ile tartıştığımız sorunun cevabına dönersek Petrol Ofisi’nin Genel Müdürü, Formula 1’in İstanbul’a gelmesiyle otomotiv sanayiinin gelişmesi arasında direkt bir bağ olduğu görüşünde.
"Formula 1’in İstanbul’da yapılması demek burada bir otomotiv bilincinin olduğunun göstergesi" diyor Nahum.
"Tabii Formula 1’e yer seçilirken başka kriterler de var ama otomotiv sanayiinin gelişmişliği ön planda. Çin, Malezya seçilirken de bu kritere bakılmış" diye ekliyor.
OTOMOTİVLE İLGİLİ KİŞİLER
Formula 1, hem Avrupalı araba üreticisinin, hem tüketicisinin ikna edilmesi için uygun bir platform.
Öncelikle gelenlerin sayısına bakalım.
İstanbul’a geçen yıl yaklaşık 120 bin kişi gelmiş.
Geçenlerde yapılan Barcelona Grand Prix’si ise 330 bin kişiyle tam bir rekor kırmış.
Nahum’un da işaret ettiği gibi nereden bakarsanız bakın yarışları izleyenlerin pek çoğu otomotivle ilgili kişiler.
İstanbul’a gelenlerin alacağı mesaj şu: "Türkiye otomotiv kültürünün yerleşmiş olduğu bir ülke. Dolayısıyla üretimde iddialı."
Peki bu mesaj ne sağlayacak?
Avrupa Birliği’ndeki hafif ticari araç üretiminin zamanla Türkiye’ye kaydırılmasını.
Petrol Ofisi Genel Müdürü Nahum, İstanbul’daki Formula 1’in, Türkiye’nin tanıtımına yapacağı katkıya ilaveten esas buna büyük kazanım sağlayacağını düşünüyor.
"Wolkswagen’in, Renault’nun Kangoo modelini, Peugeot’nun üretimlerini buraya taşımaları pekala mümkün" diyor.
Fransa, İtalya, Almanya, İngiltere gibi ülkelerin üretimlerini Türkiye’ye kaydırmaları burada 2.5 milyona yakın hafif ticari arabanın üretilmesi anlamında.
Dolayısıyla yan sanayi ve en önemlisi tasarım da gelişecek.
Nahum, "Önümüzdeki 10 yılda tasarımda da iddialı bir yere gelirsek hafif ticari araçların hem üretiminde hem tasarımında AB’nin tercih edeceği birinci ülke konumuna gelebiliriz" diyor.
Otomotivin böyle bir noktaya gelmesi, yakıt sektörünü de gelişmesini de tetikleyecek bir şey.
Zaten Petrol Ofisi sektörde "yenilikçi" rüzgarlar estirmek için kolları sıvamış.
"İleri yakıtlar"la ilgili araştırma için İngiltere’de Oxford Üniversitesi’yle anlaşma yolda.
Formula 1’in İstanbul’a ve Türkiye’ye kazanımlarından söz ederken bakın nerelere kadar geldik.
Doğudan, THY’nin ihalesini kazanamadı
MONACO Grand Prix’sinde Atilla Doğudan ile karşılaştık.
Doğudan’ı hatırlayacaksınız.
Geçen yıl İstanbul Grand Prix’si sırasında adı sık sık basında yer almıştı.
Avusturya’nın en başarılı işadamı seçilen Doğudan, Avustralya ve Brezilya dışındaki tüm Formula yarışlarına "catering" hizmeti veriyor.
Doğudan’ın aşçıları beş yıldızlı lokanta mönüleri hazırlıyor.
Başkanı olduğu Do&Co şirketi havayollarına, Formula yarışları gibi uluslararası olaylara catering hizmeti verdiği geniş bar ve lokanta zincirine de sahip.
Viyana’nın halen en gözde mekanları Do&Co’ya ait.
Budapeşte’de yapılan 1992 yılı Formula 1 sırasında, catering hizmeti veren şirketin aniden ayrılması nedeniyle "başına devlet" kuşu konan Atilla Doğudan her an işinin başında.
Monaco Grand Prix’sinin önemi nedeniyle soluğu Monte Carlo’da alan Doğudan’ı sorduğumda zaten "mutfakta yemekleri denetliyor" cevabını aldım.
Şirketinin merkezi Viyana’da olan ama kendisi "İstanbul’a çok benzediği" için Barcelona’da oturan Atilla Doğudan "Formula 1 sayesinde dünyada büyüdük" diyor.
Şirketinin "yıllık raporuna" bakınca şaşırmamak elde değil.
Do&Co Grubu 2005 yılında 134 milyon dolarlık satış gerçekleştirmiş.
New York, Miami, Frankfurt, Londra Heathrow havaalanlarında "gurme mutfakları" var.
2 bine yakın kişi çalıştırıyor ve hepsini Viyana ve Londra’da özel eğitimden geçiriyor.
"Tüm dünyada aynı performansı göstermek zorundayız" diyor Doğudan.
Gerçekten Monaco Grand Prix’de hizmet edenler sanki "centilmenlik" eğitimi almış.
Öylesine kibar ve dikkatliler.
En iyi hizmet ve en iyi ürün.
Atilla Doğudan’ı başarıya götüren formül bu.
"Bir hafta, on gün içerisinde İspanya Kralı benim catering hizmeti verdiğim üç büyük olaya katıldı. Valencia’daki Yat Yarışları, Barcelona’daki Grand Prix ve Futbol Şampiyonası."
İngiliz Havayolları’na, Lutfhansa’ya, Emirates’e "catering" hizmeti veren Atilla Doğudan geçenlerde THY’nin ihalesine girmiş.
Tahmin edin ne olmuş?
İhaleyi kazanamamış elbet.
THY’nin vizyonu Do&Co’ya kadar ulaşamamış ne yazık ki?
Ne ki, THY ihalesini kaybetmek Atilla Doğudan’ı İstanbul’a yönelik projelerinden vazgeçirmemiş.
Aynı zamanda turistik Kervansaray’ın da sahibi olan Doğudan sürpriz projeleriyle İstanbul’u renklendirmeye hazırlanıyor.
Yazının Devamını Oku 
28 Mayıs 2006
Tzipi Livni’ye kulak verince, uzun zaman önce Ortadoğu sorununun çözümüyle ilgili yitirmiş olduğum umutlar bir nebze canlandı. "Belki" dedim kendi kendime "belki bir kadın bazı şeyleri değiştirebilir." Kraliçe Raina, Arap Dünyası’nın reformlarından söz etti. "Artık doğru yola girdik. Dönüş yok" dedi. Gerçekten birbirinden parlaktı Ortadoğu’nun kadınları. Seslerini yıllar önce daha fazla duyurabilselerdi eğer, Ortadoğu çok daha iyi bir noktada olurdu.
ŞARM El Şeyh’te Dünya Ekonomik Forumu’nun yapıldığı Kongre Sarayı’na ayrı bir renk kattılar.
Çoğunlukla şıktı giyimleri.
Takıp takıştıranı da vardı, mütevazı bir zarafet sergileyeni de.
Bazıları neşeliydi, bazıları ağırbaşlı.
Ortadoğu’nun kadınları.
Kimler vardı aralarında?
Lübnan’ın Sosyal İşler Bakanı Nayla Moavad.
Ürdün’ün Planlama ve Uluslararası İşbirliği Bakanı Suhair Al Ali.
Mısır Cumhurbaşkanı Mübarek’in eşi Suzan Mübarek.
Mısır Dışişleri Konseyi Yönetim Kurulu üyesi Anissa Hassouna.
Bahreyn Emiri’nin ailesinden Şeyha Hessa Al Khalifa.
İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni.
Forumun son günü bir yıldız gibi parlayan güzeller güzeli Ürdün Kraliçesi Raina.
Üç gün boyunca Kongre Sarayı’nın koridorlarında, ne Başbakan Erdoğan’a refakat eden eşi Emine Erdoğan’ı, ne de Ali Babacan’ın eşi Zeynep Babacan’ı görmek nasip oldu.
LÜBNAN BAŞKANI OLACAĞIM
Oysa yukarıda adları geçen kadınlara kulak vermek ilginçti.
Dünyanın en sancılı bölgesi Ortadoğu’da, eğitim adına, kadınlar adına, kalkınma adına yaptıklarını öğrenmek, heyecanlarını paylaşmak güzeldi.
Bazıları hırslıydı.
Nayla Moavad gibi.
"Önümüzdeki başkanlık seçimlerinde Lübnan’ın başkanı benim" diyerek fırtına gibi esti Şarm El Şeyh’te.
"Suriye yanlısı Emil Lahud’u devireceğiz" dedi.
Beni de ikna etti.
"Oyum size" deyince kocaman kahkahasını patlattı.
Ürdün’ün genç bakanı Suhair Al Ali, Ürdün’de kadın-erkek eşitliği için önemli yasalar çıktığını ama çoğunlukla uygulanmadığını söyledi.
Böylelikle Ürdün ile benzerliklerimiz çıktı ortaya.
Bizden daha ilerde oldukları nokta ise şu:
Ürdün’de parlamentoda "kadın kotası uygulanıyor.
Bizde AKP Hükümeti’nin hiç yanaşmadığı işi, Ürdün gerçekleştirmiş.
"Namus cinayetleri"nde ise dert aynı.
Ürdün, "namus cinayetleriyle" başa çıkamıyor.
Mısırlı Anissa Hassouna, şeriata değindi.
Dediğine göre, şeriatta kadın-erkek eşitliği varmış ama tamamıyla yanlış yorumlanıyormuş.
SÖZÜMÜ SAKINMAYACAĞIM
Şeyha Hessa Al Khalifa ile ayaküstü sohbette AÇEV yani Anne-Çocuk Eğitim Vakfı ile görüştüğünü anlattı.
Bahreyn’in AÇEV’in programını uygulamakta olduğunu söyledi.
AÇEV’in ününün ülke sınırlarını aştığını biliyordum ama Şarm El Şeyh’te bunu kendi kulaklarımla duymak pek güzeldi.
İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni’ye gelince...
Şarm El Şeyh’te, dört erkeğin arasında tek kadın olarak bir panelde ortaya çıktı.
"Burada bazılarının kulağına hoş gelmeyecek şeyler söyleyeceğimi biliyorum ama sözümü sakınmayacağım" dedi.
Sakınmadı da.
Tzipi Livni’ye kulak verince, uzun zaman önce Ortadoğu sorununun çözümüyle ilgili yitirmiş olduğum umutlar bir nebze canlandı.
"Belki" dedim kendi kendime "belki bir kadın bazı şeyleri değiştirebilir."
Kraliçe Raina, Arap Dünyası’nın reformlarından söz etti.
"Artık doğru yola girdik. Dönüş yok" dedi.
Gerçekten birbirinden parlaktı Ortadoğu’nun kadınları.
Seslerini yıllar önce daha fazla duyurabilselerdi eğer, Ortadoğu çok daha iyi bir noktada olurdu.
Bundan eminim.
Yazının Devamını Oku 
26 Mayıs 2006
ÜMİT ve Cem Boyner ile dün öğle saatlerinde Nişantaşı Beymen’de buluştuk.<br><br>Nişantaşı Beymen, bir anlamda Beymen’in kaderini değiştiren mekan. Bir "atlama taşı".
Çünkü Abdi İpekçi Caddesi’nin tam köşesindeki mağazadan sonra Beymen, yurtdışına açılmaya başlamış.
Önce Kahire mağazası, ardından Amman, Doha, Cezayir teklifleri gelmiş.
Yurtdışına açılma "yabancı ortaklara" da açılmayı getirmiş.
Boynerler’le yeni ortaklığı, Beymen’in büyüme planlarını konuşuyoruz.
Cem Boyner, dünyanın önde gelen özkaynak şirketlerinden Amerikalı Kohlberg Kravis Robert&Co kısaca KKR ortaklığı için "Gelip bizi buldular" diyor.
KKR, Türkiye’yi keşfeden en son yabancı.
Beymen’in ve Boyner’in yüzde 50’sinin satışı için görüşmelerin sürdüğü KKR, ilk kez ABD ve AB dışında böyle bir ortaklığa gidiyormuş.
Ümit Boyner’e göre, KKR uzun vadeli bir yatırımcı.
Peki KKR’nin Beymen’e dolayısıyla Türkiye’ye ilgisi nereden?
"Para nerede büyürüm diye bakıyor. Türkiye, AB perspektifi, dinamizmi, nüfusuyla, yaşam biçimiyle cazip bir yer" diyor Cem Boyner.
"Dünyada şimdi bulunulacak bir yer varsa o da Türkiye. Maliyetler makul, iş yaşamı esnek" diye ilave ediyor.
İlgiye bir örnek.
Beymen’e son iki ayda gelen marka temsilcilerinin toplamı 10 yılda gelenlere eşitmiş.
Ayrıca gelenler Türk şirketlerindeki yönetim kalitesinden çok etkileniyormuş.
Cem Boyner diyor ki:
"Yabancı markalar da inanılmaz kiralar ödeyerek buraya geliyorlar. Son dönemde yabancılar arasında müthiş bir İstanbulmania başladı"...
Yabancılar buraya, Beymen Kahire’ye...
Belki Amman’a, Doha’ya, Cezayir’e ve hatta Cidde ile Şam’a.
Türkiye globalleşmenin tam göbeğinde.
Emine Bozkurt ikinci kadın raporunu hazırlıyor
KAGİDER’in "AB Yolunda Kadın" konferansının ilki dündü.
Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun katıldığı konferansta Avrupa Parlamentosu üyesi Emine Bozkurt ile karşılaştık.
Geçen yıl Türkiye’de kadının durumuyla ilgili bir rapor hazırlayıp parlamentoya sunan Bozkurt yeniden kolları sıvamış.
Yakında ikinci bir rapor geliyor.
"Neden gerek duydunuz" diye sorduk.
"Çünkü birinci rapordan sonra önce nelerin olup bittiğini yakından izlemek gerekiyor".
Bozkurt, Avrupa Parlamentosu Kadın Hakları ve Kadın-Erkek Eşitliği Komitesi üyesi.
Konuya son derece hakim.
Hem kendi hazırladığı ilk raporun devamını getirecek, hem açılış konuşmasında önemle üzerinde durduğu "bazı kaygılarının" kaynağına inecek.
Nedir bu "kaygılar"?
Emine Bozkurt sayıyor:
"Sosyal güvenlik yasasında aile reisi erkektir denecek şeklinde duyumlar aldım. Kadın-erkek eşitliğine büyük bir darbe indirir bu."
"Şiddetle ilgili yeni düzenlemede 3. kişilerin şikayeti olmayacakmış."
"Sığınma evlerinin işlevselliği hakkında kuşkular var".
"Kadın istihdamında azalma söz konusu..."
İkinci raporun kaleme alınması için bunlar haklı nedenler elbette. Bozkurt’un açılış konuşmasında önemle vurguladığı bir şey de şu:
"Kadın-erkek eşitliği yalnız izlenecek bir yol değil. AB’nin yol göstericiliğine ihtiyaç var."
AB, "kadın-erkek eşitliğinde" mükemmeli yakalamış mı? Elbette ki hayır.
Ama AB Komisyonu’nda bu meseleden sorumlu Fay Devonic’in belirttiği gibi, 2006-2010 yılları için önüne bir yol haritası koymuş.
Bu yol haritası Türkiye için de bir fırsat aynı zamanda.
Topbaş, Caddebostan Plajı’nı Öztürk’e bırakmadı
GEÇENLERDE Fenerbahçe Caddebostan sahil yolunda yürüyordum.
Bir ara, miyop gözlerimle heykel gördüğümü sandım.
Heykel sandığım nesnenin yanına yaklaşınca iş anlaşıldı.
Bu İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin diktiği dev bir panoydu.
Üzerinde "İBB Caddebostan Plajı - Yürüyüş Yolu" yazıyordu.
Fenerbahçe-Caddebostan yürüyüş parkurunda bu dev panolardan tam üç tanesine rastladım.
Ertesi gün Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk’ü arayıp, bunun ne anlama geldiğini sordum.
Öztürk anlattı.
Geçen yıl epey gürültü kopartan Caddebostan Plajı’nın bu yıl devreye girmesi için Kadıköy Belediyesi hazırlıklara başlamış.
Plajlara, kabin vesaire gibi şeyler için bir şirketle anlaşma yapılmış.
Geçen yıl alınmış olan 100 bin YTL’lik kum temizleme makinesi depodan çıkmış.
Ancak çalışmaların başlayacağı sırada İstanbul Büyükşehir Belediyesi duruma el koymuş.
Yani bu yaz Caddebostan Plajı, Topbaş’ın sorumluluğunda.
Öztürk’e, "Neden plaj elinizden alındı" diye sordum.
Nedenini bilmiyormuş.
Galiba ben biliyorum.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, CHP’nin kalesi diye bilinen Kadıköy’de illa "ben varım, ben buradayım" demek istiyor.
3-4 kilometrelik yürüyüş parkurunda tam üç tane dev pano dikmesi bunu gösteriyor.
Yazının Devamını Oku 
23 Mayıs 2006
<b>ŞARM EL ŞEYH<br></b>DÜNYA Ekonomik Forumu’nun dört, beş yıldan beri dünyanın bu bölgesinde "Ortadoğu toplantıları" düzenlemesinin bir yararı var. Ortadoğu projektörü kendisine çeviriyor.
Terörü, eğitim düzeyini, kadın-erkek eşitsizliğini, genç nüfusu bekleyen işsizlik sorunu ve bunun gibi şeyleri sorguluyor.
Geçen yıl "Ölü Deniz" ve bu yıl "Şarm El Şeyh" toplantısından benim çıkardığım sonuç şu:
Arap dünyası değişimin kapılarını zorluyor.
Bunu yeni yeni parlayan özel sektörüyle, çok iyi eğitim almış kadrolarıyla yapıyor.
Mısır örneğini vereceğim.
20 ay önce uygulamaya konmuş olan ekonomik reform paketini uygulamaya koyan kabinedeki bakanların hemen hemen hepsi iş dünyasından.
Şarm El Şeyh’te toplantılara katılan Yatırım, Ticaret, Teknoloji, Turizm, Finans bakanlarının tümü bende "dünya vatandaşı" etkisi bıraktı.
Bakanların tümü birkaç yabancı lisana hakim.
Batı dünyasıyla diyalogları çok iyi.
Mısır’da 20 ay gibi bir sürede yabancı yatırım artmış, özelleştirme hızlandırılmış, 2004 yılında yüzde 12 oranında olan enflasyon 2005’te yüzde 3.1 oranına düşmüş.
Ekonomideki bu rahatlama, Mısır’a doğal gaz potansiyelinden daha iyi yararlanma olanağı sunmuş.
Türkiye’nin 2007 yılı sonu ile 2008 yılı itibariyle Mısır’dan alacağı doğal gazın boru hattı Ürdün’e kadar uzanmış.
Daha sonra Suriye üzerinden Türkiye’ye gelecek.
KÖRFEZDE DURUM
Mısır örneğinden Körfez ülkelerine doğru kayarsak, burada da "agresif" bir şekilde diğer ülkelerde yatırımı zorlayan şirketler var.
Örneğin Türkiye’ye de "Starbucks"ları getirmiş olan Kuveyt’in Alsahaya Grubu.
Ya da ABD’de liman işletme izni çıkmayan ama dünyada Çin, Hindistan, Avustralya, Kore dahil 50 kadar noktada liman işleten DubaiPort.
Bir noktayı hatırlatmakta yarar var.
Şarm El Şeyh’teki toplantının açılışında konuşan Citibank’ın CEO’su Willam Rhodes önemle vurguladı.
Şöyle ki: İlk petrol şokundan farklı bir şekilde petrol fiyatlarının yeniden tavan yaptığı bu dönemde petrol parası bölgede kalıyor.
Tabii bunda hem 11 Eylül’ün etkisi, hem de petrol parasının rahatlıkla yöneleceği büyük projelerin varlığının etkisi var.
Özetle Ortadoğu "geri kalmış, terörü besleyen bölge" imajından ekonomik reformlar ve bunlardan yararlanacak özel sektörün atılımıyla kurtulmak peşinde.
Başbakan The Economist’e neden kızdı
CEZAYİR yolunda kalabalık bir heyetle Şarm El Şeyh’e uğrayan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın programı yoğundu.
"Diyalog" oturumundan sonra Türkiye’nin tartışıldığı öğle yemeğine katılan Erdoğan, öğleden sonra ise medya mensuplarının sorularını yanıtladı.
Danıştay saldırısıyla ilgili tek soru El Pais Gazetesi’nin muhabirinden gelirken, The Economist’in Hamas görüşmesiyle ilgili sorusu Erdoğan’ın tepkisini çekti.
The Economist’in bir sayısında AKP Hükümeti’nden "İslamcı Hükümet" diye söz ettiğini hatırlatan Erdoğan "Biz din eksenli bir parti değiliz. Bu programımızda da açık. Biz laik, demokratik bir devletin partisiyiz. Beni sorarsanız, bireysel olarak dindar olmaya çalışan bir Müslüman’ım" dedi.
Erdoğan’ın muhatap olduğu sorular arasında "Türkiye bölgede ne yapabilir?", "İran’ı tehdit olarak görüyor musunuz", "İslam ve demokrasi bağdaşabilir mi" türünden sorular vardı.
Türkiye televizyonda dünyada 2’nci üniversite eğitiminde ise 64’üncü
GEÇEN yıl "Ölü Deniz"de "Cinsiyet eşitsizliği" raporunu hazırlayan Dünya Ekonomik Forumu’nun baş ekonomisti Augusto Lopez-Claros ile Türkiye’de tartışmaya yol açan raporunu konuşmuştum.
Bu yıl Şarm El Şeyh’te karşıma çıkan Lopez-Claros’a bu kez "Bilişim Teknolojilerinde Global Rekabet" raporunu sordum.
Türkiye bu raporda 115 ülke arasında 48. sırada.
Geçen yıl 52. sıradaymış.
Lopez-Carlos’tan Türkiye’nin skorunu incelemesini rica ettim.
Raporda en yüksek skor televizyonda.
Dünya sıralamasında Danimarka’nın hemen arkasındayız.
Lopez-Carlos "Galiba televizyon izlemesini çok seviyorsunuz" diyor.
Cep telefonlarında 49. sıradayız.
Bilgisayarda 68. sırada.
Nüfusa göre üniversitede öğretim görenler şıkkında ise 64. sırada yer alıyoruz.
"Türkiye’de yüksek öğrenim yeterince yaygın olmadığı için birçok şeyi etkiliyor" diyor Lopez-Carlos.
Bilgisayar kullanımı örneğin bunlardan biri.
Patent de öyle.
AB çerçevesinde karşılaştırmak gerekirse, AB’nin yeni üyesi Polonya patent almakta 21. sırada, Türkiye ise 66. sırada.
Eğitim sisteminin kalitesinde 70. sırada, hükümetin teknolojiyi kullanmasında ise 72. sıradayız.
Öyle görünüyor ki, bizi yukarı doğru çekenler televizyon, cep telefonu gibi şeyler.
Yazının Devamını Oku 
22 Mayıs 2006
<b>ŞARM EL ŞEYH</b><br><br>KADERİN garip cilvesi bu olsa gerek? Genelkurmay Başkanı Özkök’e sert tepki göstermesinin hemen ardından Başbakan Erdoğan’ın "diyaloğun önemine" ilişkin bir oturuma katılmasından söz ediyorum.
Şarm El Şeyh’te, Dünya Ekonomik Forumu’nun Ortadoğu Konferansı’nın ikinci günü Başbakan Erdoğan, Malezya Başkanı Badawi, Mısır Başbakanı Nazif, Lübnan Başbakanı Siniora ile aynı oturumdaydı.
CNN’den El Cezire Televizyonuna transfer olan sunucu Riz Khan panelistlere şu soruyu yöneltiyor:
"Çatışma, uzlaşmazlık dönemlerinde diyalog ve işbirliği için ne yapmak gerekir?"
Türkiye’de etrafın toz, duman olduğu, kılıçların çekildiği bir dönemde kritik bir soru.
Başbakan Erdoğan, içerdeki diyalogdan ziyade Türkiye’nin komşularıyla girdiği diyaloğu anlatıyor.
"Komşularımızla irtibatlarımız çok iyi. Çünkü amacımız düşman üretmek değil, dost kazanmak. Neticelerini başarılı bir şekilde alıyoruz."
"İçerdeki diyalog" anlaşılan sadece bizim sorunumuz değil.
Çünkü, globalleşen dünyada diyalog için mekanizmaların gerektiğini uzun uzun anlatan Mısır Başbakanı Ahmet Mahmut Nazif’e Mısırlı bir kadın gazeteci şu soruyu yöneltiyor:
"Uluslararası diyalog iyi ama içerdeki diyalog ne olacak?"
Gazetecinin ima ettiği Mübarek Hükümeti’nin son seçimlerde büyük bir sıçrama yapan Müslüman Kardeşler’le diyaloğu.
Türkiye’deki gerilimden habersiz başka bir Mısırlı gazeteci Başbakan Erdoğan’a "Mısır için ne önersiniz" diye soruyor.
Günlerdir yaşananları bilse sormayacak.
"İran ile diyaloğunuz nasıl" sorusuna ise Erdoğan’ın verdiği cevap şöyle:
"İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad ile iki kez görüştüm, nükleer meselesini konuştum. Nükleer barışcıl amaçlarla kullanılacaksa diyecek bir şey yok. Ama kitlesel imha silahlarına yönelikse kabul edilemez. Uluslararası kurumlar bize İran ile arabuluculuk görevi verirse memnuniyetle yerine getiririz."
Başbakan bu arada Türkiye’nin de sanayide rekabet için nükleer santrala karar verdiğini söylüyor.
"Bu konuda Kanada, İngiltere, Fransa, ABD ile görüşüyoruz" diyor.
Riz Khan’ın yönettiği oturumdan, Başbakan Erdoğan’a sorulan sorulardan benim çıkarttığım sonuç şu:
Türkiye, Ortadoğu’da ağırlığı olan bir ülke. İzleniyor ve model olarak görülüyor.
Bu yüzden, komşularla diyalog iyi de içerdeki diyalog ne olacak?
Ortadoğu’da yeni neslin vaadi
DÜNYA Ekonomik Forumu’nun her yıl Ürdün, Ölü Deniz’de düzenlediği "Ortadoğu" toplantısı bu yıl Mısır’da, Şarm El Şeyh’te.
Geçtiğimiz yıl bombalı bir saldırıyla sarsılan bu tatil cennetindeki "mini Davos"un teması "Yeni Neslin Vaadi".
Ortadoğu ülkelerinde işbaşında olan genç bakanların, CEO’ların bölgeye daha güvenli, daha zengin, daha adil günleri getirme vaadlerinden söz ediyorum.
Dün bu "yeni nesil"in bazı temsilcilerine kulak verdik.
Kimler vardı bunların arasında?
Mısır’ın Yatırım Bakanı Mahmut Saffet Mohieldin, Dubailand’ın CEO’su Salem Bin Damsal, Alshaya Grubu CEO’su Muhammed Alshaya.
Beymen mağazasının Kahire’deki açılışı sırasında tanışmış olduğum Mısır Yatırım Bakanı Mohieldin, neredeyse bir yıl zarfında yabancı yatırımı 3.9 milyar dolardan 5 milyar dolara çıkartmayı başarmış.
Çoğunlukla işadamlığından gelen bakanların oluşturduğu Mısır Hükümetinin en gözde bakanlarından.
Dubailand’ın CEO’su Bin Damsal ile elinde çantası dünyayı dolaşıp Dubai’yi pazarlıyor.
Türkiye’ye de gelmiş bu arada.
Mohieldin ve Bin Damsal’ın katıldığı toplantıların birinde Ekonomi’den sorumlu Bakan Ali Babacan da Türkiye’nin yabancı yatırıma yönelik girişimlerini ve turizmini anlattı.
Turizm meselesi Şarm el Şeyh’te en fazla gündeme gelen konulardan biri.
Çünkü Mısır Cumhurbaşkanı Mübarek’in dediği gibi "Ortadoğu ekonomik ve sosyal reformlar yolunda kritik bir dönemeçte".
Turizm bir yandan, bölgenin yabancı kültürlerle kaynaşmasını, ufkunu genişlemesini sağlayabilir.
Diğer yanda, bölgedeki genç ve işsiz bir nüfusa iş olanakları sağlayacak en büyük sektör durumuna dönüşebilir.
Yazının Devamını Oku 