Gila Benmayor

Ateşin yuttuğu ressam anne ile ressam oğlunu buluşturan sergi

21 Mayıs 2006
Gerçekten Zeid’in resimleri çok güçlü, çok "Ben buradayım" diyen resimler. Peki ya oğlu Nejad Devrim? Anne ile oğulun son dönemlerinde pek geçinemedikleri rivayet ediliyor. Sanatçı kıskançlığı mı? Bilinmez. Nejad Devrim’in kızı Veronika Devrim’in sergi için hazırlamış olduğu notlardan okuduğum kadarıyla, ressam Paris’te ününün doruğundayken Polonya’da sakin bir kasabada yaşamını sürdürmeye karar veriyor. Orada annesinden dört yıl sonra ölüyor.

FAHRELNİSSA Zeid’in resimleriyle tanışmadan önce galiba hayatıyla tanıştım.

Geldiği Şakir Paşa Ailesi hakkındaki kitaplar o kadar çok ki..

Kızı Şirin Devrim’in "Şirin", yeğeni Nermidil Erner Binark’ın "Şakir Paşa Köşkü", Ayşe Kulin’in "Füreya"sı./images/100/0x0/55eac19df018fbb8f894b3b2

Bunlar elimin altında olanlar.

Kimbilir benim okumadığım daha kaç kitap vardır aileyle ilgili.

Aile de ne aile ama?

Fahrelnissa Zeid mesela, yazar Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) ve ressam Aliye Berger’in kardeşi, ressam Nejad Devrim ile tiyatro sanatçısı-yazar Şirin Devrim’in annesi, seramik sanatçısı Füreya Koral’ın teyzesi.

Nereden bakarsanız bakın ailenin tüm fertleri birbirinden renkli.

Hepsinin hayatı romandan farksız.

Aralarında Osmanlı İmparatorluğu’na da, Cumhuriyet dönemine de damgasını vurmuş birçok isim var.

AİLENİN ADADAKİ SIĞINAĞI KÖŞK

Büyükada’daki Şakir Paşa Köşkü, ailenin sığınağı.

Sadrazam Cevat Paşa’nın kardeşi olan diplomat, fotoğrafçı ve tarihçi Şakir Paşa, Giritli karısı Sare İsmet "ada özlemini gidersin" diye almış Büyükada’daki köşkü.

Fahrelnissa Zeid, bu köşkte doğmuş kardeşleri gibi.

Adada doğmuş olmasının, başıbuyrukluğunda, fantezilerinde, sanatçı kişiliğinde mutlaka payı vardır.

Ne diyordu Zeid Paris’te 1969 yılında açmış olduğu serginin kataloğunda?

"Yaşam bana serenat yapıyordu ve ben de bir Çingene gibi dans ettim etrafta. Yılları devirdim, hepsini parçalayarak, çilenin marazi inşalarını yeniden gözden geçirdim. Susamış, çıldırmış, yarıya yarıya kör, kovalanan ve yakalanan bir kadın olarak ateş ocağına koştum ve ateş beni yuttu ve işte bu yüzden mutluyum."

DANIŞTAY’IN VURULDUĞU GÜN AÇILIYOR


Yaşamın etrafında dans eden ve ateşin kendisini yutmasından mutlu olan işte bu kadının resimleri, henüz 22 yaşındayken doğurduğu oğlu Nejad Devrim’in resimleriyle ilk kez bir arada.

İlk kez İstanbul Modern anne ile oğlunun resimlerini buluşturmuş.

Haldun Dostoğlu’nun küratörlüğünü üstlendiği sergi, "Gökkuşağında iki kuşak" tam da Danıştay’ın basıldığı gün açılıyor.

Saldırı nedeniyle ruhları altüst olmuş insanlar, sanatın dingin kucağına atıyorlar o gün kendilerini.

Serginin açılışı bu yüzden de inanılmaz kalabalık.

Kaderin garip cilvesi işte...

Bir oğulun babasını öldürmesi gibi bir dram yaşamış olan Şakir Paşa Ailesi’nin iki ferdi, yine Cumhuriyet tarihinin en önemli dramlarından birinin yaşandığı gün, ilk kez sanatlarını buluşturuyorlar.

Fahrelnissa Zeid’in New York’ta yaşayan kızı Şirin Devrim, tekerlekli sandalyesinde serginin baş köşesinde.

Bir yanında kocası Bob Trainer, diğer yanında Oya Eczacıbaşı.

Annesinin yaptığı kendi portresini, New York’taki evinden İstanbul Modern’e nasıl yolladığını anlatıyor.

Sarı fon üzerinde, başında beyaz çiçekli portresi Şirin Devrim’in gözbebeğiymiş.

ANNEYLE OĞUL PEK GEÇİNEMİYOR MUYDU

Aynı portre, "Şirin" kitabının kapağında.

"Ama" diyor "Hiç gözümü kırpmadan onu İstanbul’a gönderdim."

Oya Eczacıbaşı alıyor sözü: "Feshane’de müze projesi oluşmaya başladığında Şirin Devrim annesinin en büyük tablosu olan "Cehennemim"i bize yolladı. Feshane suya düştü ama o tabloyu geri almadı."

Devrim’
in İstanbul Modern’e armağan ettiği annesinin bir-iki tablosu daha varmış.

Sergiyi birlikte gezdiğim bir yakın dostum, Fahrelhissa Zeid’in 1964 yılında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde açtığı sergiden nasıl etkilendiklerini anlatıyor.

"Akademinin girişindeki dev tabloları gördüğümüzde nefesimiz tutulmuştu" diyor.

Gerçekten Zeid’in resimleri çok güçlü, çok "Ben buradayım" diyen resimler.

Peki ya oğlu Nejad Devrim?

Anne ile oğlun son dönemlerinde pek geçinemedikleri rivayet ediliyor.

Sanatçı kıskançlığı mı?

Bilinmez.

Nejad Devrim’in kızı Veronika Devrim’in sergi için hazırlamış olduğu notlardan okuduğum kadarıyla, ressam Paris’te ününün doruğundayken Polonya’da sakin bir kasabada yaşamını sürdürmeye karar veriyor.

Orada annesinden dört yıl sonra ölüyor.

Sergiyi gezerken "Boynuz kulağı geçmiş" gibi sözler çalınıyor kulağıma.

Neyin ne olduğuna karar vermek için en iyisi siz sergiyi gezin, kendiniz karar verin.
Yazının Devamını Oku

Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu hem var, hem yok

19 Mayıs 2006
KADIN milletvekilleri şiddete başvuran milletvekillerine ceza verilmesi için ortak bir hareket başlatmış. AKP’li Zeynep Tekin Börü ile CHP’li Canan Arıtman bir hareketin öncülerinden.

Meclis çatısı altında "Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu" olsaydı işleri daha kolay olacaktı.

Ama yok.

Daha doğrusu, AB’nin İlerleme Raporu’nda mecliste böyle bir komisyonun oluşturulduğu yer alıyor.

Raportör aldığı bilgiler doğrultusunda böyle yazmış.

Ancak dediğim gibi mecliste böyle bir komisyon yok.

Kadından sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu, meclisteki "Aile Komisyonu"nun kadın-erkek eşitliğiyle ilgili çalışmalar yapabileceğini söylemiş.

AKP Hükümeti’nin gündeminde henüz bu iş için ayrı bir komisyon niyeti yok gibi.

Bunları önceki gün KAGİDER (Kadın Girişimciler Derneği) üyeleriyle sabah toplantısında öğreniyoruz.

"Kadın Fonu"yla önemli bir deneyim kazanmış olan KAGİDER, Avrupa Birliği’nden 50 bin euroluk bir bütçe sağlamış.

Bu bütçeyle "AB Yolunda Kadın" diye 18 aylık bir proje başlatmış.

Hükümet, STK ve AB’yi biraraya getiren proje çerçevesinde ilk konferans önümüzdeki hafta İstanbul’da.

Konferansın katılımcılarına bakınca, Babacan ve Çubukçu gibi bakanların yanısıra, Türkiye’deki kadın hareketinin önemli isimlerinden Selma Acuner, Feride Acar, Şemsa Özar, İpek İlkkaracan gibi isimler de dikkat çekiyor.

Çubukçu’nun toplantıya katılacak olması, anlaşmazlığa düştüğü kadın dernekleriyle "barışma" işareti olarak görülüyor.

Konuşmacılar arasında, "Türkiye’de Kadın Hakları" raporunu kaleme almış olan Avrupalı parlamenter Emine Bozkurt da var.

Bozkurt, aynı kapsamda ikinci bir raporun hazırlığı içersindeymiş bu arada.

KAGİDER, İstanbul’daki toplantıya ayrıca Bulgaristan, Romanya ve İspanya’dan kadın-erkek eşitliğinde kendi deneyimlerini aktaracak isimler davet etmiş.

Biliyoruz ki, AB’nin kadın-erkek eşitliği konusunda bizden beklentileri var.

Bu yüzden KAGİDER’in başlatmış olduğu bu proje, AB uyum sürecinde "kadın-erkek eşitliği"nde bir yol haritası anlamında.

Avrupa’daki 64 bin 600 Türk girişimciden yüzde 24’ü kadın

ALMANYA’daki Türkiye Araştırmalar Merkezi (TAM) Direktörü Profesör Faruk Şen önceki gün gazetedeydi.

Sohbette TAM’ın yeni araştırmasından söz etti.

Araştırma, Avrupa’daki Türk kadınının imajıyla ilgili.

Şen’e göre, araştırmanın çıkış noktası "namus cinayetleri" nedeniyle Avrupa basının gündemine oturmuş olan Avrupa’daki Türk kadının imajı.

Şen,
"Almanya’da erkek kardeşi tarafından öldürülen Hatun Sürücü olayı medyasının Avrupa’daki Türk kadının baskı altında yaşadığı yorumlarına yolaçtı. Biz Türk kadınının, imajından daha iyi konumda olduğunu göstermeye çalıştık" diyor.

Peki araştırmanın sonuçları neler?

Almanya’da öğrenim görmekte olan 36 bin Türk öğrenciden yüzde 42’si kadın.

30 yaş altı kadınlar arasında Almanya’da öğrenim görenlerin oranı yüzde 77.

En önemlisi, Avrupa’daki 64 bin 600 Türk girişimcinin yüzde 24’ü kadın.

Faruk Şen, "Avrupa’daki Türk kadın girişimcilerimiz zehir gibi. Ezilen, baskı gören Türk kadını imajına tamamıyla zıt bir tablo oluştuyorlar" diyor.

Ferit Şahenk bayrağı devraldı

DANIŞTAY’a saldırı nedeniyle Dışişleri Bakanı Abdullah Gül İstanbul ziyaretini iptal etmemiş olsaydı dün Türk-Amerikan İş Konseyi’nin Genel Kurulu’ndan sonra onu dinleyecektik.

Gül’ün konuşması iptal edildi ama TAİK’in Genel Kurul’u yapıldı.

TAİK Başkanlığı Yılmaz Argüden’den Doğuş Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk’e geçti.

Şahenk’ın başkanlığını en fazla anlamlı kılan, Türkiye ile ABD arasındaki en büyük ortak yatırımlardan birisinin Garanti/General Electric başında olması.

ABD ile Türkiye arasında en sancılı bir dönemde TAİK Başkanlığını yürüten Yılmaz Argüden ise yeniden Türk-Kanada İş Konseyi’ne seçildi.
Yazının Devamını Oku

İlişkiler büyük zarar görür

16 Mayıs 2006
TÜRK-Fransız Ticaret Derneği İstanbul’da 1885 yılında kurulmuş.<br><br>Bugün bünyesinde 430 üyesi var. Bunlardan 250’si 45 bin kişi çalıştıran Fransız şirketleri.

Dernek 2001 yılında, o dönemde yine gündemi karıştıran bir Ermeni yasa tasarısı için Cumhurbaşkanı Chirac’a mektup yazmıştı.

Önümüzdeki perşembe günü parlamentoda oylanacak "soykırım olmamıştır" tasarısı için dernek yeniden Chirac’a mektup gönderdi.

Mektubun içeriğini ve Fransa’daki son gelişmeleri konuşmak üzere dün sabah, dernek başkanı Yves Marie Laouenan ve derneğin iletişimini yürüten Yönetim Kurulu üyesi Zeynep Necipoğlu ile biraraya geldik.

Laouenan 19 yıldan beri Türkiye’de.

Fransız siyasileriyle de yakın ilişki içersinde.

Nitekim, tasarının oylanacağı 18 Mayıs günü de parlamentoda hazır bulunacak.

Dolayısıyla gelişmeleri neredeyse dakika dakika takip ediyor.

"Korkum 2001 yılında olduğu gibi sabaha karşı bir oylama yapılmasından. Hatırlayın tasarı 28 milletvekilinin oyuyla yangından mal kaçırır gibi oylanmıştı" diyor.

18 Mayıs günü tasarının kaçta oylanacağı henüz bilinmiyor.

Son dakika sürprizi gündeme hiç de gelmeyebilir.

Gelmeme şansı yüzde 50 oranında.

9 MİLYAR EUROLUK TİCARET

Hem Yves Marie Laouenan, hem Neciopoğlu, böyle bir yasa tasarısının Fransa ile Türkiye arasında 9 milyar euroluk ticareti rehin almış olmasından son derece rahatsızlar.

Derneğin Chirac’a gönderdiği mektup ayrıca, parlamentodaki grup liderlerine, parti liderlerine de postalanmış.

Fransız şirketlerinin merkezlerine "alarm" sinyalleri gönderilmiş.

Yves Marie Laouenan, Fransa’nın seçim dönemine girdiğini, "Clearsteam" skandalı nedeniyle etrafın toz duman olduğunu söylüyor.

"Sokaktaki adama sorsanız, Sosyalistlerin geçirmeye çalıştıkları bu yasadan haberleri bile yok" diyor.

Üç, dört ay önce Fransa’nın sömürgecilik tarihinin sorgulanmasına "geçmişte kalanlar yargılanamaz" diye karşı çıkan Sosyalistlerin I.Dünya Savaşı’nda yaşanan olayları seçim malzemesi yapmak istemeleri parlamentoyu da bölmüş.

Geçen hafta Türkiye’den bir grup milletvekili ağırlayan Meclis Başkanı Jean-Louis Debre yasa tasarısına açıkça karşı çıkanlardan.

Mehmet Dülger’e "Siyasiler tarihi yazamaz. Hele başka bir ülkenin tarihini asla yazamaz" diyor.

Yves Marie Laouenan, yasa tasarısının gündeme gelmemesi için uğraşan birkaç isim sayıyor.

Senatör Robert del Picchia, senatör Paulette Brisepierre, Chirac’ın danışmanlığını yapmış olan milletvekili Pierre Lellouche, önümüzdeki haziran ayında Tüzmen’ın davetlisi olarak Türkiye’ye gelecek olan Dış Ekonomi’den sorumlu Bakan Christine Lagarde.

Eski Kültür Bakanlarından Luc Ferry ise 12 Mayıs tarihli Le Monde Gazetesi’ne yasa tasarısını eleştiren müthiş bir yazı yazmış.

Türk-Fransız Ticaret Derneği işte bu sağduyulu isimlerle sürekli temas halinde.

Laouenan "Özellikle senatörlerle temasımız yoğun. Çünkü tasarı onaylandığı takdirde senatoya gidecek. Senatoda yasayı bloke etmemiz mümkün" diyor.

Ve ekliyor:

"Türkiye’yi Fransa’da daha iyi tanıtmak için Türk dostlarımızın yardımlarını bekliyoruz. Çünkü her şeyin başı tanıtım, lobicilik"...

Umarım Ankara’dan bu sese bir kulak veren çıkar.
Yazının Devamını Oku

MoMA’da bir Türk sanatçı

14 Mayıs 2006
MoMA’nın renovasyon için açtığı bağış kampanyası, duyduğuma göre 800 milyon doları aşmış. Karşılığında, müze çeşitli galerilerine bağışçı ailelerin adlarını vermiş. İşte bu galerilerden birinde karşımıza hoş bir sürpriz çıkıyor. 26 Şubat’ta başlayan ve 22 Mayıs’a kadar sürecek olan "Sınır Tanımadan Bakmanın 17 Yolu" sergisinde bir Türk sanatçının da eseri var. Yönetmen Kutluğ Ataman.

NEW York’taki Modern Sanat Müzesi MoMA’nın son halini nicedir merak ediyorum.

Japon mimar Yoshio Taniguchi’nin onca konuşulan renovasyon çalışması nasıl olmuş?

2004 yılı, kasım ayında müzenin yeniden kapılarını açıldığı gün yaşanan izdiham hafızamda yer etmiş çünkü.

İyi hatırlıyorum o gün tüm New York sanki 53. Sokak’a yığılmıştı.

MoMA’yı ziyaret fırsatı, Eczacıbaşı Holding’in Birleşmiş Milletler’den aldığı bir ödül için New York’a yaptığımız gezide karşıma çıkıyor.

Müzeyi, İstanbul Modern’i kazandıran Bülent Eczacıbaşı’yla birlikte gezmek ise bambaşka bir deneyim.

MoMA’yı da örnek alarak yola çıkan İstanbul Modern daha çok yolun başında ama yine de kısa bir sürede MoMA’nın New York şehrine kattığı anlamı İstanbul’a katmayı başarmış.

Yabancı dergilerde Türkiye’nin adının geçtiği zaman illa İstanbul Modern’e de rastlamamız bu yüzden.

Müzeyi gezerken Bülent Eczacıbaşı şöyle bir anekdot anlatıyor:

"Japon mimar Taniguchi müze yetkililerine: ’Renovasyon için iyi para toplarsanız iyi bir mimari yapıt ortaya çıkar. Daha çok para toplarsanız mimari yapıtın kaybolmasını, görünmemesini sağlarsınız’ demiş."

NEW YORK’TA OLDUĞUNU BİLMELİ

Neticede iyi bir para toplanmış çünkü MoMA dışardan kendini belli etmese de içeride bambaşka bir dünya.

Eskisine oranla mekan çok daha fazla büyümüş, daha aydınlık olmuş.

"Burayı gezen New York’ta olduğunu bilmeli" diyen mimar Taniguchi amacına ulaşmış.

MoMA’nın ışıklı pencerelerinden baktığınızda gökdelenler karşınızda.

Müzeye giriş ücreti 20 dolar gibi bir para olmasına rağmen tıklım tıklım.

Yaşlılar, gençler, grup halinde küçük çocuklar.

Van Gogh tablosunun önünde bir çember halinde yere oturarak öğretmenlerinden ressamın sanatını dinleyen küçüklere imrenmedim değil.

Bülent Eczacıbaşı da, 700 parçalık koleksiyonunu MoMA’ya sunarak "Gelin beğendiğiniz parçaları alın, müzeye götürün" diyen Edward Broida adındaki koleksiyonere imrenmiştir mutlaka.

MoMA’nın Broida koleksiyonundan seçtiği 165 parça şimdi müzenin malı olmuş.

Darısı İstanbul Modern’in başına.

MoMA’nın renovasyon için açtığı bağış kampanyası, duyduğuma göre 800 milyon doları aşmış.

Karşılığında, müze çeşitli galerilerine bağışçı ailelerin adlarını vermiş.

İşte bu galerilerden birinde karşımıza hoş bir sürpriz çıkıyor.

26 Şubat’ta başlayan ve 22 Mayıs’a kadar sürecek olan "Sınır Tanımadan Bakmanın 17 Yolu" sergisinde bir Türk sanatçının da eseri var.

Yönetmen Kutluğ Ataman.

İSLAM DÜNYASINDAN 17 SANATÇI

Carnegie Ödülü’nün de sahibi olan Kutluğ Ataman’ın sergideki eserine gelmeden önce serginin konseptine değinmek istiyorum.

Sergi, tümü İslam Dünyası’ndan gelen ama sanatsal yaşamlarını çoğunlukla Avrupa ve ABD’de geçiren 17 sanatçıyı bir araya getirmiş.

Filistinli, İranlı, Pakistanlı, Mısırlı, Cezayirli, Hindistanlı, Iraklı ve Türk sanatçılar beslendikleri kültürleri referans alarak birbirinden ilginç eserler yaratmışlar.

Kutluğ Ataman, hat sanatına video instalasyonuyla hareketlilik kazandırmış.

Üç değişik videoyu izlediğinizde hat sanatıyla yazılmış sözcükler çeşitli şekillere bürünüyor.

Kelebek oluyor, ne bileyim bambaşka şeyler oluyor.

Ben Kutluğ Ataman’ın eserini izlediğimde önümdeki iki küçük çocuk neye benzediğini tartışıyorlardı mesela.

Serginin kataloğunu da karıştırırken Orhan Pamuk’un adına rastladım.

Pamuk’un "Benim Adım Kırmızı" romanında, hat sanatını insan gibi konuşturduğu bölüm kataloğa alınmıştı.

MoMA’da karşıma çıktıkları için hem Kutluğ Ataman’a, hem Orhan Pamuk’a teşekkürler.
Yazının Devamını Oku

UNDP’nin milenyum hedeflerine bir katkı da Eczacıbaşı’ndan

12 Mayıs 2006
NEW York’ta, Grand Hyatt Oteli’nin balo salonundayız. Yanımda BM Daimi Temsilcimiz Büyükelçi Baki İlgin oturuyor.

Önümdeki sandalyelerde ise Bülent Eczacıbaşı ve Eczacıbaşı Holding’e bağlı İpek Kağıt Genel Müdürü Baki Gökçümen var.

Birazdan her ikisi kalkacak ve sahnede "Uluslararası Özel Sektör Ödülünü" alacaklar.

Ödül, Kemal Derviş’in Başkanı olduğu BM Kalkınma Programı UNDP’nin "milenyum hedeflerine" bir katkı anlamında./images/100/0x0/55ea0d73f018fbb8f867a9cc

Milenyum hedeflerinin bazılarının ne olduğunu hatırlayalım dilerseniz.

2015 yılına kadar dünyada yoksulluğun yarı yarıya azaltılması, salgın hastalık oranının düşürülmesi, ilköğretimin yaygınlaştırılması, kadın erkek eşitsizliğinin giderilmesi.

BM önüne bu hedefleri koyarken en büyük destekçisi özel sektör.

Özel sektörün gerçekleştirdiği sosyal sorumluluk projelerinin her biri, milenyum hedeflerine giden zor yolda birer kilometre taşı.

Bu yüzden BM Kalkınma Programı UNDP, Uluslararası Ticaret Odası ve Galler Prensi Uluslararası İş Liderleri Forumu dört yıldan beri, projeler arasında dünya çapındaki en iyilerini seçiyor.

Bu yıl seçilen 10 şirket arasında İpek Kağıt da var.

Başkanlığını İrlanda eski Cumhurbaşkanı Mary Robinson’ın yürüttüğü seçici kurulun ödüle layık gördüğü şirketlerden bir tanesi hariç, o da Tetra Pak- diğerleri gelişmekte olan ülkelerden.

Meksika, Brezilya, Mısır gibi.

Solo markasıyla kağıt üreten İpek Kağıt’ın ödülü kazanma nedenine gelince...

Meğer İpek Kağıt sessiz sedasız 2002 yılından beri ilköğretim okullarında kişisel hijyen projesi yürütüyormuş.

2,5 yılda 3 bin 841 okula ve 3 milyonun üzerinde öğrenciye ulaşmış.

İpek Kağıt’ın önüne koyduğu hedef şu:

2010 yılına kadar altı milyon öğrenciye ulaşarak, Türkiye’nin en kapsamlı ve uzun soluklu eğitim projesi olmak.

Ödül kazanan projenin ne kadar önemli olduğunu anlamak için bazı rakamlar vermekte fayda var sanırım.

Türkiye’de kişi başına düşen "Temizlik Kağıdı" tüketimi Batı Avrupa ortalamasının binde biri.

Önümdeki tabloda, bu tüketim kaleminde diğer Müslüman ülkelerle bir karşılaştırma yapılmış.

Türkiye, Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan, Malezya gibi ülkelerin çok gerisinde.

"Tuvalet Kağıdı" tüketiminde ise durum daha iç karartıcı.

Türkiye’de kişi başına "Tuvalet Kağıdı" tüketimi yaklaşık 580 gram.

Avrupa ortalaması 12 katı yani yaklaşık 7 kg.

Durum böyle olunca tifo, dizanteri, sarılık gibi hastalıkların oranı hayli yüksek.

Peki İpek Kağıt’ın projesinde uzmanlar okul okul dolaşıp hijyen eğitimi vermesi nasıl işe yaradı?

Yanlış hijyen bilgisini değiştiren çocukların oranı yüzde 61’e ulaşmış.

Yabana atılmayacak bir oran bu.

Kemal Derviş, Türkiye, Arjantin ve Brezilya’nın kitabını yazacak/images/100/0x0/55ea0d73f018fbb8f867a9ce

KEMAL Derviş UNDP’nin başkanı olarak her gün başka bir ülkede.

Nitekim, ödül törenine de Paris’teki bir toplantı nedeniyle katılamıyor.

Katılamayacağı için Bülent Eczacıbaşı ve bir grup gazeteciyle bir gece önce buluşuyor.

Derviş sohbette, Türkiye’nin politikası ve ekonomisiyle ilgili fazla konuşmak istemediğinin işaretlerini veriyor.

Çünkü daha geçenlerde başına gelmiş, kurla ilgili sözleri manşetlere çıkmış.

Oysa söylediği şeyler yeni değil.

Bu yüzden temkinli Derviş.

Sadece, yabancı sermayenin gelmesinden duyduğu memnuniyeti belirtiyor "Dört yıl önce düşünemediğimiz şeyler gerçekleşiyor" diyor.

"Ama"
diyor "sıcak paradan korkuyorum".

Türkiye’de manşetlere çıkmasıyla ilgili hoş bir anekdot anlatıyor:

"Geçenlerde Brezilya’daydım. Baktım bir gazetenin manşetinde Türkiye geçiyor. Portekizce bilmediğimden yanımdakilere sordum. Brezilya’da bakanlar, ekonomistler bir toplantı yapmışlar. Toplantıda Türkiye’deki faiz oranları tartışılmış. Bakanlardan biri ’madem Türkiye’de faiz daha düşük ben oraya giderim’ demiş. Gazetenin manşetine çıkmış".

Derviş’in gezdiği ülkeler arasında Brezilya, Arjantin, Hindistan en fazla ilgisini çekenler.

Vakit bulursa, Arjantin, Brezilya ve Türkiye ekonomilerini karşılaştıran bir kitap yazmak istiyor.

Hindistan’ın önüne koyduğu yüzde 7-8’lik kalkınma oranı onu heyecanlandırmış.

"Neden Brezilya yüzde 4’lük bir hedef koyarken, Hindistan yüz 8’lik bir hedefin peşinde" diye soruyor.

Derviş’in kişiliğinde, politik yönünden fazla akademik yönü, araştıran, sorgulayan yönünün daha ağır bastığı o kadar belli ki.

BM’de Türkiye’ye bakış değişti

GRAND Hyatt’daki ödül törenine, bir gece önce yemekte buluştuğumuz UNDP Başkanı Kemal Derviş katılamıyor zira aynı gün bir toplantı için Paris’e uçuyor.

Derviş’in yerine Hollandalı yardımcısı Ad Melkert katılıyor.

Milletlerarası Ticaret Odası Genel sekreteri Guy Sebban, Galler Prensliği Uluslar arası İş Dünyası Liderler Forumu CEO’su Robert Davies ve seçici kurul başkanı Mary Robinson törende hazır.

Adlarını saydığım bu kişilerin tümü kalkınmada özel sektörün önemine değiniyor.

Dünyada 3 milyar kişi günde 2 doların altında bir parayla yaşıyor.

1 milyar kişi ise 21. yüzyıla imzalarını atmaktan aciz bir durumda girmişler.

Dünya Bankası, BM Kalkınma Programı gibi kurumlar yoksullukla mücadele için yanlarına özel sektörü almak zorundalar.

BM Daimi Temsilcimiz Baki İlgin ile Kemal Derviş’in işinin ne kadar zor olduğunu konuşurken ilginç bir şey söylüyor:

"Biliyor musunuz" diyor. "Derviş’in UNDP Başkanlığı BM’de Türkiye’ye bakışı değiştirdi. Benim bile konumumu güçlendirdi. BM çatısındaki insanlar Türkiye’yi daha fazla merak eder, konuşur oldu. Türkiye’yle hiç ilgisi olmayanların dahi ülkemizle ilgilendiklerini duyuyorum."
Yazının Devamını Oku

TESEV’in ’AB kamuoyunu kazanma’ projesi beş yıl sürecek

9 Mayıs 2006
TESEV (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı) iddialı bir proje peşinde. Türkiye’nin AB üyeliğini "yokuşa sürmek" için fırsat kollayan Almanya, Fransa ve Avusturya’da kamuoyunu kazanmak için 5 yıllık bir yol haritası çizmiş.

Amaç, bu ülkelerdeki düşünce kuruluşlarıyla birlikte AB üyeliğini tartışmak.

Fransız, Alman ve Avusturya medyasıyla sağlam ilişkiler kurmak.

TESEV Başkanı Can Paker, bu uzun soluklu projenin hayata geçmesi için özel sektörün desteğini almak ve AB fonlarından yararlanmak umudunda.

"Beş yıl boyunca akademisyenlerimizle, uzmanlarımızla bu üç ülkeyi gezeceğiz. Konferanslar, paneller düzenleyeceğiz. Fransa’nın önde gelen düşünce kuruluşları IFRI, CERI ile anlaştık" diyor.

Yol haritasının ilk durağı Viyana.

TESEV’in burada işbirliği yaptığı düşünce kuruluşu "Avusturya Uluslararası İlişkiler Enstitüsü".

Bu arada, Avusturya’nın AB dönem başkanlığı nedeniyle Viyana’nın bugünlerde Türk politikacılarının uğrak yeri olduğunu da belirtmekte fayda var.

AGİT toplantısı için gelen ve TESEV panelinin de açılış konuşmasını yapan Devlet Bakanı Mehmet Aydın, AB İçişleri Bakanları toplantısına katılan İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu bunlardan bazıları.

TESEV
’in projesine dönersek, ilk durak olarak Viyana’nin seçilmesi yerinde bir karar.

Çünkü biliyoruz ki Avusturya üyeliğimize "gönülsüz".

Sıcak bakmıyor.

Anketlere göre halkının yüzde 70’i karşı.

GEREKÇELER HEP AYNI

Mehmet Aydın
ile birlikte panelin açılışını yapan eski Avusturya Savunma Bakanı Werner Fasslabend’nin sözlerinden de, panelde konuşan Avusturya Dışişleri Bakanlığı’ndan Elizabeth Kornfeind’den de bu "gönülsüzlüğü" anlamak mümkün.

"Avrupa’nın hazımsızlık" sorunundan, kültürel farklılıklardan, "tehlikeli" komşularımızdan söz ediyorlar.

Bildiğimiz gerekçeler.

Devlet Bakanı Mehmet Aydın Avrupalıların bu gerekçelerini teker teker çürütmekle kalmıyor "Avrupa’nın verdiği sözü tutması gerekir" diyor.

Viyana’da, Türkiye’nin üyeliği konusunda politikacılarla, entelektüel çevrenin ayrı telden çaldıkları bir kez daha ortaya çıkıyor.

AB’nın savunma konularındaki düşünce kuruluşu ISS’ten Walter Posch örneğin Avrupa’nın Türkiye’nin bölgesel bir güç olduğunu hesaplayamadığını söylüyor.

Hesaplamış olsa üyeliği yokuşa sürmeyecek.

Posch, bir adım ileri giderek, AB’nin üyelikten önce İran ve Irak için Türkiye ile ortak strateji belirlemesi gerektiğini söylüyor.

Neticede üyelik perspektifine Viyana’dan bakmak hayli ilginçti.

TESEV ince, uzun yolun çok başında.

Avusturyalı panelistlerden Peter Ulram’ın "Avusturyalılar çokkültürlü toplum istemiyor" yolundaki sözlerine bakarsak işi de zor.

Tuzla tersanesinden Viyana sarayına

AVUSTURYALILARIN "çokkültürlülüğe" karşı olmaları bir işe yaramıyor.

Gidişat böyle.

Viyana’nın göbeğindeki pazarı "Naschmarkt"ı gezdiğinizde Türkçe’den Çince’ye kulağınıza bir sürü lisan çalınıyor.

"Çokkültürlülüğün" göstergesi mallar tezgáhlarda.

Viyana’da yaşayan değişik milletten insanların her birinin zevkine göre yiyecek türleri var pazarda.

Sadece yiyecek olsa iyi...

Viyana’da sanat da "çokkültürlü"...

25 yıldan beri Viyana’da yaşayan Türk ressam Kemal Seyhan’ın eserleri örneğin Viyana Belediyesi’nde, resmi ofislerde.

İşçilik de "çokkültürlü"...

Kemal Seyhan
’ın rehberliğinde Viyana dışındaki Klosterneuburg’da 12. yüzyılda inşa edilmiş manastarı ve hemen yanıbaşındaki barok sarayı geziyoruz.

Saray 18. yüzyılda Avusturya Kralı IV. Karl için inşa edilmiş.

Ancak kral burada uyuduğu ilk geceden sonra ölünce kaderine terk edilmiş.

Avusturya Hükümeti, bir iki yıl önce bu muhteşem sarayı 33 milyon Euro harcayarak restore etmek kararı almış.

Bunun için Viyana’nın ünlü mimarlarından Georg Driendl ile anlaşmış.

Driendl, Kemal Seyhan ile birlikte, müzeye dönüştürülen sarayın girişine modern bir demir danışma masası tasarlamış.

Viyana’da bu masayı kimse yapamayınca Kemal Seyhan "Bu ancak İstanbul’da yapılır" diye Tuzla’nın yolunu tutmuş.

Tuzla’da bir tersanede üç aylık bir çalışma sonucu ortaya çıkan demir masa TIR’larla Viyana’ya getirilmiş.
Yazının Devamını Oku

Bakan Koç’un Fransız versiyonu Mister Bluff

7 Mayıs 2006
Modern sanat sergilerini nasıl gezdiğini şöyle anlatıyor o günlerde: "İlk üç tablonun önünden hızla geçersin. Dördüncüsüne gelince yavaşlarsın. Beşincinin önünde uzun uzun durup ’Ne müthiş derinliği varmış’ dersin." Tablonun derinliği, bakanın dayanılmaz yüzeyselliği. Le Monde Gazetesi’ne göre, Fransız Dışişleri Bakanı, hakkında söylenenleri asla umursamıyormuş. "Cahil cesaretini frenleyecek onurdan yoksun olması belki en büyük gücü" diyor gazete.

KÜLTÜR ve Turizm Bakanı Atilla Koç, en son "uzun laf aptala anlatılır" demiş.

Bodrum’da belediye başkanlarının, altyapı ve çevreyle ilgili verecekleri brifingin yarım saat süreceğini duyunca söylemiş bu sözleri Koç.

"Allah’a şükür aptal değilim. Sorunları 5 dakikada anlatamayan zaten belediye başkanı da olamaz"
diye de eklemiş.

Bakan Koç’a hatırlatmak istediğim bir şey var.

Gazetelere pek yansımadı.

İstanbul Film Festivali’nin açılış töreninde sahneye davet edilmişti.

Anlamsız bir şekilde Türkiye’nin arkeolojik zenginliklerini anlatmaya başlayınca konuşması uzadıkça uzamıştı.

Neticede izleyicilerin sabrı taşmış ve "artık yeter" anlamına gelen alkışlara başvurmuştu.

Sahnede, yanında duran Şakir Eczacıbaşı bakanın kulağına eğilip konuşmasını kısa kesmesini rica etmek zorunda kalmıştı.

Atilla Koç sahneden apar topar inmişti.

Demek ki biz salondakiler "aptalmışız"...

Gün geçmiyor ki, Koç bir gafıyla ya da bir argo sözüyle gazetelere geçmesin.

Ömrümde hiç duymadığım şeyleri de onun ağzından duyuyorum.

Meselá "dangoz".

AKP’nin Bolu’daki kongresinde AKP’lilere "dangozlar" diye hitap etmiş Koç.

Hangi birini söylesem...

İmara açılan güzelim koylar için "turşusunu mu kuracağız" demesini mi?

Yoksa turizm beklentilerini 5-6 milyon abartmasını mı?

Türkiye’nin geleceğini bağladığı turizmde daha ciddi bir bakan görmek hepimizin dileği mutlaka ama beterin beteri var.

TAYVAN İLE TAYLAND’I KARIŞTIRDI

Geçenlerde Le Monde Gazetesini karıştırıyordum.

Dışişleri Bakanı Philippe Douste-Blazy’ye tam iki sayfa ayırmış.

Başlık şöyle: "Dışişleri Bakanlığı’da Mister Bluff".

Yazı da, "Dışişleri Bakanı, Fransızca’dan başka lisan konuşmuyor. Diplomatik lisanı da yok. Dünya meselelerine girişti mi, hiçbir sözünü tartmıyor" diye başlıyor.

Sonra da Philippe Douste-Blazy’nin gafları peşpeşe sayılıyor.

Tayvan ile Tayland’ı, Hırvatistan ile Kosova’yı karıştırmış.

Fransa’nın denizaşırı sömürgelerinin hangilerinin olduğunu bilmiyormuş.

Sıkıldığında en önemli toplantının ortasında cep telefonunu çıkartıp SMS’lerini kontrol ediyormuş.

Bir keresinde ABD Dışişleri Bakanı Rice aramış.

İngilizce bilmediği ve yanında danışmanları olmadığı için konuşamamış.

Ortadoğu gezilerinde, New York’ta BM toplantılarında kırdığı potlar Fransız diplomasisine ter döktürtmüş.

Tesadüf bu ya...

Philippe Douste-Blazy, 1995-1997 yılları arasında Kültür Bakanı.

Modern sanat sergilerini nasıl gezdiğini şöyle anlatıyor o günlerde:

"İlk üç tablonun önünden hızla geçersin. Dördüncüsüne gelince yavaşlarsın. Beşincinin önünde uzun uzun durup ’Ne müthiş derinliği varmış’ dersin."

Tablonun derinliği, bakanın dayanılmaz yüzeyselliği.

Le Monde Gazetesi’ne göre, Fransız Dışişleri Bakanı, hakkında söylenenleri asla umursamıyormuş.

"Cahil cesaretini frenleyecek onurdan yoksun olması belki en büyük gücü" diyor gazete.

Dışişleri Bakanlığı nereden bakarsanız bakın en önemli bakanlıklardan biri.

Gelin de şimdi Fransızlara acımayın.
Yazının Devamını Oku

Helikopter ihalesinde Güney Afrika alternatifi

5 Mayıs 2006
GEÇENLERDE Güney Afrika dönüşü Likom Savunma ortaklarından Nejat Sağtekin ile yanyana düştük. Yol uzun olunca sohbet koyulaştı. Nejat Sağtekin nicedir her ayın birkaç gününü Güney Afrika’da geçiriyormuş.

Nedeni gelince, önümüzdeki haziran ayında sonuçlanması beklenen Türkiye’nin "saldırı helikopteri" ihalesi.

Likom Savunma’nın temsil ettiği Denel Şirketi, helikopter ihalesine katılacak dört şirketten biri. Diğer şirketlerin hangileri olduğuna daha sonra geleceğim.

Helikopter ihalesine ilgi gösterince Sağtekin önceki gün İstanbul’da olan Denel’in CEO’su Shaun Liebenberg ile birlikte gazeteye geldi. Liebenberg’e ilk sorum Güney Afrika’nın savunma sanayinde nasıl bu kadar güçlü bir konuma geldiği yolunda.

Bunun birkaç nedeni varmış.

Birincisi, ırkçı yönetim nedeniyle yaklaşık 30 yıl süren ambargo.

İkincisi, Soğuk Savaş döneminde Güney Afrika’nın Angola, Mozambik gibi komşularıyla giriştiği çatışmalar.

Dönem, Sovyetler Birliği’nin "kral" olduğu ve bölgeye gelişmiş silahlar yığdığı bir dönem.

Güney Afrika savunma sanayini, özellikle de teknolojisini geliştirmek zorunda. Bütçesinin yüzde 80’i neredeyse savunmaya gidiyor. Kurşundan füzeye herşeyi kendisini imal ediyor.

Neticede nükleer teknoloji dahil bugün savunma sanayide devlerle boy ölçüşecek duruma geliyor.

Şimdilerde savunma harcamalarını da yüzde 10’lara kadar düşürmüş olsa da Güney Afrika’nın teknolojik üstünlüğü devam ediyor.

BİRLİKTE GELİŞTİRELİM

Denel
’in CEO’su Shaun Liebenberg’e dönersek açık konuşuyor.

"20 yıldan beri teknolojiye büyük yatırım yaptık. Bunu şimdi paylaşmak istiyoruz" diyor.

Güney Afrika’nın teknolojisini paylaştığı partnerlerden biri de Brezilya.

Bu ülkeyle ortak havadan havaya füze sistemi geliştiriyor.

ABD, Batı Avrupa yerine Brezilya gibi gelişmekte olan ülkelerle ortaklığı tercih eden Güney Afrika Türkiye ile de benzer bir işbirliği istiyor.

Bu yüzden de 2005 yılının, şubat ayında Savunma Bakanlığı’nın açmış olduğu "saldırı helikopteri" ihalesine katılıyor.

Güney Afrika’nın ihaledeki helikopteri "Rooivalk".

Savunma Bakanlığı’nın talep ettiği teknik koşulları fazlasıyla karşılıyormuş.

Shaun Liebenberg "Biz teknolojimizi alın, kullanın hatta geliştirip başka ülkere tranfer edin diyoruz. ABD dahil diğer rakiplerimiz teknoloji tranferine bildiğiniz gibi sınırlama getiriyorlar. Oysa Denel Şirketi Türk sanayine bir kısıtlama getirmediğimiz gibi, Türkiye’ye gelin modeli siz seçin ve birlikte geliştirelim diyoruz" şeklinde konuşuyor.

"Rooivalk" helikopteriyle ilgili bir püf noktası da şu: Helikopterin makinesi Fransız üretimi.

Denel’
in bu konuda söyledikleri ilginç: "Makinenin Fransız üretimi olması sizin çıkarınıza. Zira Fransa ihaleyi kaybetse dahi onları küstürmezsiniz. Çünkü yine Fransa kazanmış olur..."

Savunma konularına fazla haşır neşir olmamakla birlikte Liebenberg’in söylediklerine aklım şu nedenden ötürü yatıyor:

Teknoloji kullanımına sınırlama getiren Fransa, Almanya, İtalya gibi ülkelere Güney Afrika alternatifi Türkiye’nin elini güçlendirir.

Burunlarından kıl aldırtmayan bu ülkelere "sizlere ihtiyacımız yok, daha iyi olanaklar sunan ülkelerle yolumuza devam ederiz" mesajı hiç kötü fikir değil...

Hele önümüzdeki günlerde oylanacak Ermeni yasa tasarısı nedeniyle iplerin iyice gerildiği Fransa’ya karşı Güney Afrika şahane bir koz.

İhaleye hangi ülkeler, hangi helikopterlerle katılıyor

ABD’nin teknik ve idari şartları ağır olduğu gerekçesiyle katılmadığı "saldırı helikopteri" ihalesine katılanlar şöyle:

Fransa-Almanya konsorsiyumu Eurocopter Şirketi "Tiger"

İtalya, Augusta Firması "Augusta 129 NTL"

Rusya Kamov 52

Güney Afrika, Denel Şirketi "Rooivalk".
Yazının Devamını Oku