Gila Benmayor

Kurtulamadık şu zehirli varillerden

14 Nisan 2006
YIL 1988. Hürriyet’in o yıllarda Roma temsilciliğini yapan Mehmet Demirel bomba gibi bir haber geçiyor.

Bir İtalyan şirketi zehirli atık içeren yüzlerce varili Karadeniz’e bırakmıştı.

DDT dahil son derece toksik kimyasal atıklar içeren variller günlerce manşet oluyor.

Varillerden kimi Karadeniz sahillerine vuruyor.

Kimi depolara kaldırılıyor.

Kimi gömülüyor.

Sonra tümü unutuluyor.

2000 yılında Greenpeace Akdeniz Ofisi, Sinop ve Samsun’daki varilleri yeniden gündeme getiriyor.

Hem de toprağa gömülen varillerden sızan kimyasal atıkların yeraltı sularına karışmış olabileceği uyarısıyla.

Samsun ve Sinop’ta İtalya’nın zehirli varilleri geri alması için kampanyalar açılıyor.

Nafile.

Greenpeace Akdeniz tutuyor 2002 yılında varillerden ikisini depolardan çıkartarak İtalya’ya götürüyor.

Niyeti İtalyan kamuoyunu da harekete geçirmek.

Aradan 18 yıl geçti.

Kıyılarımıza vuran zehirli 367 varilden ikisi hariç diğerleri yerli yerinde.

İtalya bugüne kadar onları almadı.

Anladığım kadarıyla Ankara ve İtalya arasında hálá görüşmeler sürüyor.

Greenpeace Akdeniz Ofisi Toksik Maddeler sorumlusu Banu Dökmecibaşı dünkü konuşmamızda İtalya’nın sunulan kanıtları reddettiğini söylüyor.

KENDİ SANAYİCİMİZİN ÇÖPLÜĞÜ

Hem İtalyanlar yan çiziyor, hem bizim bakanlık yetkilileri konuya yeterince vakıf değil.

Tuzla’nın Orhanlı beldesinde ortaya çıkartılan zehirli varillere gelince...

Dökmecibaşı’na göre, bu tür vakalar ilk değil, sonuncu da olmayacak ne yazık ki.

"Çevre ve Orman Bakanlığı kendi politikasında ciddi bir değişiklik yapmadığı, bakanlıktan yerel yönetimlere kadar uzanan halkada kontrol mekanizmaları işlemediği takdirde bunlar tekrarlanacak" diyor.

Sonuçta Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe’nin "büyük bir sanayiciyi" suçlaması boşuna.

Kontrol mekanizmaları neden işlememiş?

Neredeyse 20 yıldan beri şu zehirli varil meselesini konuşuyoruz.

İşin kötü yanı şu:

Eskiden gelişmiş ülkelerin çöplüğüydük, şimdi kendi sanayicimizin.

Pırlantalı mücevhere 816 milyon dolar yatırdık

ALTINI da seviyoruz pırlantayı da.

Altın talebinde Hindistan ve ABD’den sonra üçüncü sıradayız.

Pırlantada hızla üst sıralara doğru tırmanıyoruz.

Türkiye’de pırlanta satışı 2005’te bir yıl öncesine göre yüzde 25 artmış. Pırlantalı mücevher satışı 816 milyon doları bulmuş.

De Beers’in Johannesburg’daki merkezindeki sunumda kulağımıza çalınan bilgiler bunlar.

Dünyadaki ham elmas pazarının yüzde 48’i Güney Afrika kökenli De Beers’in elinde.

Bu oran 10 yıl öncesi yüzde 70.

Ancak De Beers 1998 yılından itibaren politikasını değiştirmiş.

Ham elmas pazarını kontrol etmek yerine elmastan elde edilen pırlantada talep yaratma politikasına yönelmiş.

De Beers Grubu’nun pazarlama ve satış kolu olan DTC 1995 yılından beri Türkiye’de faaliyette.

DTC’nın ta 1947 yılında ortaya atmış olduğu "Pırlanta Sonsuza Kadar" sloganı bizde neredeyse 10 yıla yakın biliniyor.

Hem biliniyor, hem etkili oluyor ki araştırmalara göre Türkiye’de pırlantası olanların oranı yüzde 18.

Düşünün her dört kişiden birinin yoksulluk sınırında olduğu Türkiye’de pırlanta satışları patlama yapmış.

Hatta DTC’nin verilerine göre, 2005 yılında Çin ve Hindistan’ı geçmiş.

Ama bu durum sadece Türkiye’ye özgü değil.

GELİŞMEKTE OLANLARDA TALEP PATLADI

Aynen bizim gibi gelişmekte olan bir ülke olan Güney Afrika da benzer bir durum söz konusu.

5 yıl öncesi pırlanta satışının yüzde 75’i turistlere, yüzde 25’i iç tüketime yönelikmiş.

Bugün iç tüketim yüzde 40 oranında.

Demek ki, orta sınıf da giderek pırlantaya merak salıyor.

En önemlisi herkes kendi kesesine uygun bir pırlanta bulabiliyor.

Diğer yanda, pırlanta satışlarını körükleyen evlilik, nişan gibi olaylar daha genç nüfusa sahip bu ülkelerde daha yaygın.

De Beers’li yetkililer diyor ki "Türk kadını pırlantalı takılara bayılıyor".

İlginç bir ayrıntı daha.

Türk kadını pırlantanın parlaklığına, Amerikalı kadın ise büyüklüğüne bakıyormuş.

YATIRIM ARACI OLABİLİR Mİ

Peki altın gibi pırlanta da bir yatırım aracı olabilir mi?

Sorum Johannesburg’daki merkezde De Beers’li yetkililere.

Kullanılmış pırlantalı mücevherlerin yüzde 20 oranında bir kayıpla satılabileceği yanıtını alıyorum.

Ancak bunun istisnası var.

Şöyle ki, pırlantalı mücevher getirisi olan bir yatırım aracı olabilir ancak ünlü bir tasarım markası olması koşuluyla.

Örneğin, Le Figaro Magazine son sayısında okurlarına önerdiği 20 yatırım aracı arasında mücevherleri de saymış.

Ancak bunların Boucheron, Van Cleef&Arpels, Cartier gibi ünlü markaların ürünleri olması şartını koymuş.

Marka bir tasarım aldığınız takdirde bunun ilerde bir sanat eseri kadar prim yapma şansı mevcut.

Peki ham elmas, kuyumcu camekanındaki pırlantalı bir mücevhere dönüşünceye kadar hangi aşamalardan geçiyor?

Bu sorunun yanıtı pazar gün ilavedeki yazıda.
Yazının Devamını Oku

Gümüştekin: 1 milyar Euro kaçarsa 7 milyar Euro da tehlikeye girer

11 Nisan 2006
DÜNKÜ Hürriyet’in manşetinde Zeynel Lüle’nin haberini okudunuz.<br><br>Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye katılım öncesi yardım olarak vereceği 1 milyar Euro tehlikede. Yardımın Türkiye’ye ulaşmak yerine AB kasasına dönmesi ihtimali var.

Karar 26 Nisan tarihinde verilecek.

Merkezi Brüksel’de olan CPS danışmanlık şirketi Yönetim Kurulu Başkanı Tulû Gümüştekin’e neler olup bittiğini sordum.

Doğrusu pek iç açıcı şeyler söylemedi.

1 milyar Euro, 2004 ile 2006 yıllarını kapsayan bir meblağ.

350 milyon Euro 2005 bütçesinden, 500 milyon Euro 2006 bütçesinden, 40 milyon Euro sivil toplum diyaloğundan ve 107 milyon Euro teknik yardımdan gelmesi gereken bir para.

Ankara’nın bu paranın gelmesi için gerekli adımları atmamış olması, daha doğrusu AB ile mali işbirliğinde işi hafife alması 1 milyar Euro’yu tehlikeye atmış.

Ancak Tulû Gümüştekin’in önemle işaret ettiği başka bir şey var.

Halen görüşmeleri devam eden Avrupa Birliği’nin 2007-2013 bütçesi.

Gümüştekin’e göre, bu bütçeden Türkiye’nin 7 milyar Euro ila 8 milyar Euro tutarında bir pay alması söz konusu.

Ama ne yazık ki, 1 milyar Euro’nun kaçması 7 milyar Euro’yu da tehlikeye atabilirmiş.

Gümüştekin diyor ki:

"1 milyar Euro’nun uçması bumerang etkisi yapar. 7 milyar Euro da tehlikeye girer, çünkü Avrupa Birliği Türkiye’nin böyle bir parayı kullanma kapasitesi olmadığı fikrine kapılabilir"...

İstanbul’da bugün TÜSİAD’ın düzenlediği toplantıya Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan da katılıyor.

Babacan
’ın 1 milyar Euro’luk yardımın tehlikede olup olmadığı konusuna açıklık getirmesini bekliyorum.

Gastronominin kábesinde Türk mutfağını tanıttı

MUTFAK Dostları Derneği’nin Başkan Yardımcısı Sevim Gökyıldız yıllardan beri Fransa’da Türk mutfağını tanıtmaya çalışır.

Kendi olanaklarıyla Annecy’de iki haftalık "Türk Gastronomi ve Kültür Festivali" düzenler.

Yıllardır kimsenin sponsorluğu olmaksızın didinir durur.

Türk mutfağının dünyada hak ettiği yerde olmadığına yürekten inandığım için Sevim Gökyıldız’ı bu sütunlarda desteklemeyi vazife bilirim.

Geçenlerde Gökyıldız ile buluştuk.

Müjdeli haberleri verdi.

Dünyanın en önemli aşçılık okullarından Cordon Bleu tarafından, Paris’te Türk mutfağını tanıtmak davet edildiğini söyledi.

Cordon Bleu’nün ders veren şefleri genellikle Michelin yıldızlı lokantaların şefleridir bu arada.

Dün Paris’ten gelen e-postada Sevim Gökyıldız, Cordon Bleu’de "misafir şef" olarak öğrencilere Türk mutfağını nasıl tanıttığını anlatıyordu.

Cordon Bleu’nün salonu Paris’teki Turizm Ofisimizin Müdürü Serpil Varol’un da katkılarıyla bayrak ve afişlerle süslenmiş.

Cordon Bleu öğrencilerine önce Türk yemek kültürüyle ilgili bilgi veren Sevim Gökyıldız, Türk Mutfağı’nın inceliklerini, zeytinyağı kullanımını anlatmış.

Öğrencilerin önünde yemek yapmış.

Avrupa’da "bulgur"un tanıtımı için çalışan Gaziantep’teki ABİGEM’e (Avrupa Birliği İş Geliştirme Merkezi) destek amacıyla "bulgur"u da anlatmış.

Yıllardan beri sponsorsuz bu işleri başaran Sevim Gökyıldız, bu yıl iki önemli sponsorun yardımı almayı da başardı.

Bunlardan biri Cordon Bleu’deki tanıtıma zeytinyağı gönderen Tariş, diğeri de Sevim Gökyıldız ile yardımcısı Gülhan Kara’nın yol ve konaklama masrafını karşılayan İnoksan mutfak firması.

Gökyıldız e-postasında diyor ki "İlk kez cebimden para vermeden Türk mutfağını tanıtmak nasip oldu. Müteşekkirim".

Türk mutfağı, Türkiye’nın tanıtımı için elimizdeki en güçlü koz.

Dünyanın en zengin mutfağına sahip olduğumuz halde bunu tanıtmayı bugüne kadar başaramadık.

Avrupalı’ya "Türk mutfağı" dediğinizde hálá "kebap" diyor.

Yurtdışında Türk lokantaları, İtalyan, Yunan, Japon lokantaları kadar yaygın değil.

İşte bu yüzden Sevim Gökyıldız’ın arkasında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteği olmaksızın yapmaya çalıştığı çok ama çok önemli.
Yazının Devamını Oku

Şükran’lı, Emma’lı Angela’lı İtalyan seçimleri

9 Nisan 2006
Berlusconi’ye ta ABD’den destek çıkan bir kadın ise başka bir medya devi Ted Turner’ın gelini Angela della Costanza Turner. Bu arada bir parantez açıyorum. İtalya bu yıl ilk kez ilginç bir uygulama başlatmış. Yurtdışında yaşamakta olan vatandaşlarına parlamentoda sandalyeye sahip olma hakkı tanımış. Ted Turner’in gelini de "Forza Italia"dan milletvekilliğine talip.

Bugün ve yarın İtalya’da genel seçimler var.

Berlusconi gidecek mi?

Yoksa kalacak mı?

Berlusconi’nin "Forza Italia" partisinin karşısına "L’Unione" yani "Birlik" sol koalisyonu ile çıkan, eski Avrupa Komisyonu Başkanı Romano Prodi’nin şansı büyük.

Son kamuoyu araştırmaları Prodi’nin 3,5-5 puan önde olduğunu ortaya koymuş.

İşin garibi, "Forza Italia"nın gerçekleştirdiği kamuoyu araştırmaları ise Berlusconi’nin önde olduğu iddiasında.

Acaba hangisi doğru?

İtalyan seçimleri bizim açımızdan da ilginç.

Çünkü yıllardan beri İtalya’da yaşayan ünlü sanatçımız Şükran Moral senato seçimlerinde aday.

Moral, Prodi’nin ittifakında yer alan "Avrupalı Cumhuriyetçi Hareket" Partisi’nin listesinde.

Partinin kadın lideri Luciana Sbarbati, Şükran Moral’ı listenin en başına koymuş.

Seçimlerle ilgili son gelişmeleri konuşmak üzere aradığım Şükran Moral, son günlerde Berlusconi’nin televizyonu fazlasıyla işgal ettiğini anlatıyor.

Seçim kampanyasının başladığı 11 Şubat ile 25 Mart tarihleri arasında Berlusconi’nin Prodi’den hemen hemen iki kat fazla televizyonda göründüğü saptanmış.

Ne de olsa, Berlusconi İtalyan medyasının yüzde 60’ını elinde tutan bir medya kralı.

Moral, "İtalyanlar Berlusconi’nin etik dışı davranışlarından bıktı" diyor.

İtalya Başbakanı en son çıktığı televizyon programlarından birinde kendisine beğenmediği soru yönelten sunucuyu iyice paylamış.

Moral’a göre çevresindekilerin pek çoğunun oyu Prodi’ye gidecek.

Anlattıklarından anlıyorum ki, Şükran Moral kendisini bayağı seçim havasına kaptırmış.

SEÇMENLERE DANTE’DEN ALINTILAR

Seçim kampanyasını daha çok sanatsal performanslarıyla yürütüyormuş.

"Geçenlerde Roma’da yaptığım bir performansta Dante’nin İlahi Komedyası’ndan "Cehennem" pasajını okudum. Ama sözcükleri değiştirerek Berlusconi’nin İtalyanlara cehennemi yaşattığını ima ettim" diyor.

Düşünün?

İtalya’da yaşayan bir Türk sanatçı, bu ülkenin en ünlü yazarından esinlenerek siyasi taşlama yapıyor.

"İtalyanlara, İtalyan edebiyatını kendileri kadar iyi bildiğimi göstermek ayrı bir zevkti" diyor Moral.

Şükran Moral
, İtalyan seçimlerinin renkli simalarından sadece biri.

Bir diğeri, Türk basınının yakından tanıdığı Avrupa Parlamentosu üyesi ve İtalyan Radikal Partisi’nin iki liderinden biri olan Emma Bonino.

Bonino’
nun partisi Prodi’nin "L"Unione" koalisyonuyla seçimlere katılıyor.

Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinin ateşli bir savunucusu olan Emma Bonino’nun bu seçimlerde Berlusconi’yi devirmenin yanı sıra bir amacı daha var:

Meclis ve senatodaki kadın sayısını yükseltmek.

Sıkı bir feminist olan Bonino, İtalya’da kadının politikada varlık göstermemesinden rahatsız.

Haklı, zira İtalya’daki kadın politikacı oranı hayli düşük.

Mecliste koltukların sadece yüzde 11,5’i, senatoda ise yüzde 8’i kadınların elinde.

24 bakan arasında iki tanesi kadın.

Şili’de Michelle Bachelet, Almanya’da Angela Merkel, Liberya’da Ellen Johnson-Sirleaf’ın iktidara gelmeleri İtalyan feministleri kıskandırmış.

Özellikle de Emma Bonino’yu.

1999 yılında cumhurbaşkanlığına adaylığını koymuş olan Bonino görev süresi dolmakta olan Ciampi’nin yerine bir kez daha adaylığını koymaya hazırlanıyor.

TURNER’IN GELİNİ BERLUSCONI İLE

Şimdiye kadar sözünü ettiğim kadınlar seçimlerde Berlusconi’ye karşı olanlar.

Berlusconi’ye ta ABD’den destek çıkan bir kadın ise başka bir medya devi Ted Turner’ın gelini Angela della Costanza Turner.

Bu arada bir parantez açıyorum.

İtalya bu yıl ilk kez ilginç bir uygulama başlatmış.

Yurtdışında yaşamakta olan vatandaşlarına parlamentoda sandalyeye sahip olma hakkı tanımış.

Ted Turner’in gelini de "Forza Italia"dan milletvekilliğine talip.

Berlusconi seçimleri kazanırsa, Turner’ın gelini de parlamentoya girerse iki medya devi neredeyse akraba olmuş gibi yakınlaşacaklar.

Bu arada tam seçim öncesi gösterilmeye başlanan ünlü İtalyan yönetmen Nanni Moretti’nin "The Cayman" filmi tamamıyla Berlusconi’den esinlenmiş bir film.

Ancak Bush aleyhinde olan Michael Moore’un "Fahrenheit 9/11" filmi gibi İtalyan başbakanının aleyhinde bir film değil.

Öyle olmasına rağmen Prodi’nin yakın çevresine "Umarım film Berlusconi’nin daha fazla oy almasına yol açmaz" diye yakındığı iddia ediliyor.

Film olsun olmasın Berlusconi kuşkusuz Avrupalı liderler arasında kendisinden en fazla söz ettirmeyi başarmış olanı.

Kendisini daha geçenlerde Napolyon Bonapart ile karşılaştıran Berlusconi’nin yanında ne yazık ki Prodi pek sönük.
Yazının Devamını Oku

İstanbul’a her yıl bir HIP Otel kazandıracağız

8 Nisan 2006
Bir okurum geçen günkü yazımda geçen "destinasyon" sözcüğüne takılmış.<br><br>Gönderdiği e-postada "destinasyon Türkçe değil" diyor. Olmadığını biliyorum.

Ama söz konusu turizm olunca bildiğim kadarıyla "gidilecek yer" anlamında başka bir sözcük yok.

Şimdi yine okurlarımdan bazılarını öfkelendirmeyi göze alarak "HIP otel" diyeceğim. HIP, İngilizce "highly individual place" sözlerinin baş harflerinden oluşuyor ve "nev-i şahsına münhasır mekan" gibi bir anlamı var.

Son zamanlarda dünyanın önde gelen turizm merkezlerinde en gözde olanlar HIP oteller.

İstanbul’un ilk HIP oteli "The Sofa"yı geçtiğimiz günlerde Nişantaşı’nda hizmete açan eski TÜROB (Türkiye Otelciler Birliği) başkanı ve İkon Turizm Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli ile sohbet, HIP otelden şarap fiyatlarına kadar geniş bir yelpazede koyulaşıyor.

20 yıllık turizmci Ali Güreli’nin "The Sofa" gibi bir otele karar vermesi, otelcilikte nitelikli turizmin yani standart üstü turizmin yükseliş trendine geçmesi neden olmuş. Böyle bir otel için yer arayışı iki yıldan fazla sürmüş.

Nişantaşı’ndaki binada karar kılındıktan sonra düzenlenmesi de bir yıl sürmüş.

Four Seasons, Ritz-Carlton, Radisson SAS gibi otelleri de tasarlamış olan mimar Sinan Kafadar’a teslim edilmiş otel.

Peki "The Sofa" Oteli’nin özelliği sadece iç mekanın özel tasarımında, konforunda mı?

"İşletme modeline de yeni anlayış getirdik. Sunacağımız hizmeti kendi alanlarında başarılı olmuş insanlarla paylaşmak istedik" diyor Ali Güreli.

SANATLA İÇ İÇE

Kimler bunlar?

Otelin birinci katındaki "Tuus" lokantasını işleten Sahir Erozan örneğin.

Washington’da yıllar yılı demokrat politikacıların uğrak mekanı olan Cities’i işleten Sahir Erozan, Cities’ı kapattıktan sonra İstanbul’da.

ABD’deki seçimleri Hillary Clinton kazandığı takdirde soluğu yeniden Washington’da alabilir ama şimdilik burada.

Mimar Mustafa Toner’in tasarladığı Tuus sanırım İstanbul’un gözde lokantalarından biri olma yolunda.

Ali Güreli’nin sözünü ettiği diğer bir başarılı isim Taylan Kümeli.

The Sofa
’nın SPA’sı Kümeli’nin denetiminde hizmet veriyor.

Lokanta, SPA derken otel sanatseverleri de ihmal etmemiş.

Sekizinci katında "Art 8" adında bir sanat galerisi mevcut.

Ayrıca otelin girişinden her katın fuayesine kadar her yerde ünlü sanatçıların heykellerine ya da tablolarına rastlamak mümkün.

Otelin hedef kitlesi yukarıda değindiğim gibi standartların üzerinde, şehrin Nişantaşı gibi alışveriş merkezinde bir yer arayan turistler.

Ali Güreli, Nişantaşı’nda karar kılarken kongre turizmini hesaplayarak Lütfi Kırdar’a yakın bir yer tercih etmiş.

KONGRE ŞEHRİ

"İstanbul bir kongre şehri olma yolunda. Hem yurtiçi, hem yurtdışı iş dünyası başka bir hedefimiz"
diyor.

Türkiye’de 1954 ile 2002 yılları arasında yabancı şirket sayısı 6 bin iken, 2002 ile 2005 yılları arasında 11 bine fırlamış.

Dünyadaki trendleri iyi takip eden işadamları için "The Sofa" ilginç gelebilir.

Ali Güreli’nin hedefi yer yıl İstanbul’a bir HİP kazandırmak.

İlki Beyoğlu’nda.

İpucu vermek gerekirse Tünel Meydanı’nda.

Ardından Anadolu yakasında, Sultanahmet’te yeni oteller planlanıyor.

Güreli’ye bu arada bu yılın ilk aylarında düşüş göstermeye başlayan turizmi soruyorum.

"Turist sayısı 10 yıl önce 50 milyon olmalıydı. 10 yıl önce İspanya’da yaptığım araştırmalarda bu ülkenin 50 milyon turist geldiğini söylediler. Oysa biz hem kültürel zenginlik, hem doğa açısından çok daha iyiyiz".

Güreli
İspanya’dan döndüğünde, orada turizmden sorumlu bağımsız bir kurum olan "Tur Espagna" yöneticilerini TÜROB olarak davet etmiş.

İspanyollar kendi deneyimlerini anlatmışlar.

"Turizmde süreklilik önemli. Tur Espagna gibi siyasi otoriden bağımsız bir kurum turizme yön verdiği takdirde çok daha iyi bir noktada olabilirdik".

İşin püf noktası bu.

Şarap, San Francisco’dan beş kat pahalı

Ali Güreli ile sohbette laf içkiye yüzde 300 oranındaki vergiye geliyor.

Vergi en büyük darbeyi lokanta ve otellere vurmuş durumda.

"San Francisco’dan yeni dönen bir arkadaşım şarap fiyatlarını karşılaştırdı. İstanbul’da aynı şarap beş misli daha pahalı" diyor Güreli.

Viski örneğin Berlin’den üç kat pahalı.

Liste böyle gidiyor.

Ali Güreli, "İnsanların beş yıldızlı otelde asla içki içmem dediklerini duyuyorum" diyor.

İçkiye vergi turizmin her kesimini vurmuş.

Ancak bir dünya kenti olma iddiasındaki İstanbul’da şarabın beş kat pahalı olması da tuhaf kaçıyor.
Yazının Devamını Oku

Kadın Fonu, milyonlarca kadına ulaşma yolunu buldu

4 Nisan 2006
KAGİDER’in (Kadın Girişimciler Derneği) toplantılarını pek kaçırmam.<br><br>İlk kez derneğin bir toplantısında bu kadar çok sayıda magazin muhabiri var. Nedeni KAGİDER Yönetim Kurulu Başkanı Meltem Kurtsan ile Kadın Fonu Başkanı Ümit Boyner arasında oturan Gülben Ergen.

Gülben Ergen, "Sanatçı olarak ciddi bir misyonumun olduğunu düşünüyorum.Bu yüzden uzun soluklu bir işbirliği için Kadın Fonu’na destek vermeye karar verdim"
diyor.

Peki bu işbirliği nasıl oluştu?

KAGİDER’e başvuran bizzat Gülben Ergen’in kendisi olmuş.

Sanatçı bir süreden beri bir sosyal projeye destek için arayış içerisindeymiş.

Karşısına KAGİDER’in 2004 yılında oluşturduğu Kadın Fonu çıkınca hiç tereddüt etmemiş.

Boyner başkanlığındaki Kadın Fonu projelere para sağlıyor.

Geçen yıl 9 projeye 150 bin Euro aktarılmış.

Para aktarılan projeler, kadınların meslek eğitiminden, yerel radyolarda kadın programlarına kadar geniş bir yelpazede yer alıyor.

Bu yıl "Kadına Karşı Şiddeti Önleme" projelerine fon aktarılacak.

15 Mayıs tarihine kadar proje başvuruları yapılacak.

Aralarından bazıları seçilecek.

Bu yıl için projelere aktarılacak para 200 bin Euro.

Ancak devreye Gülben Ergen’in girmesi işe başka bir boyut kazandırıyor.

Çünkü Ergen, Ümit Boyner’in de işaret ettiği gibi KAGİDER’in ulaşamayacağı kitlelere, evlere, kadınlara kolaylıkla ulaşabilir.

KADINLAR SEVİYOR

Anladığım kadarıyla Gülben Ergen imajı konusunda hayli bilimsel çalışıyor.

"Procon GKF" şirketinin yapmış olduğu bir kamuoyu araştırmasından yola çıkmış.

Bu araştırmaya göre, Türk kadının en sevdiği sanatçı olarak Ergen birinci sırada.

Günde binlerce kadından e-posta alıyormuş.

Yani milyonlarca kadın için bir anlamda bir rol model.

Bu durumda elbette ki "kadına şiddeti önleme" kampanyasını daha geniş bir tabana yayabilir.

Farkındalık yaratabilir.

Hem "Kadın Fonu"na kaynak bulabilir.

Gülben Ergen misyonunun "hayat boyu" süreceğini söylüyor.

KAGİDER ile işbirliği meyvelerini verdiği takdirde "Kadın Fonu" büyük bir atağa geçebilir. Değişik projeleri için başka sanatçılarla anlaşabilir.

Zaten dünyada önemli kampanyaların başında hep sanatçılar görüyoruz.

Bono’nun Afrika için çalışması gibi, Nicole Kidman da bir süreden beri UNIFEM’in iyi niyet elçisi.

Birleşmiş Milletler’in kadınlar için fon yaratan bir örgütü olan UNIFEM’in son kampanyası da zaten kadına uygulanan şiddete karşı.

Gülben Ergen’in KAGİDER ile işbirliği toplumumuzda şiddetin giderek yayıldığı bir döneme rastgelmesi de madalyonun başka bir yüzü.

Popüler bir sanatçının şiddete karşı bir kampanyaya katılması mutlaka ses getirecektir.

Tehlikede olan sadece mavi yolculuk değil

GÜNLERDEN beri basında yeni bir kıyı yağmasına yol açacak bir yasa tasarıdan söz ediliyor.

Kıyılarımız zaten yeterince yağmalanmamış gibi yeni betonlaşmaya maruz kalacak.

Mavi yolculuk turlarının uğradığı ıssız koylar tarihe karışacak. Bu işin bir boyutu. Ancak bir yönü daha var.

Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu Türçek gönderdiği e-postada dikkat çekmiş.

Kıyıların yapılaşmaya açılması demek, biyolojik çeşitliliğimize darbe demek. Balık türleri, bitkiler her şey yapılaşmanın tehdidi altında.

Gelecek nesiller için bu "mavi yolculuk"tan da önemli.
Yazının Devamını Oku

Onların da İstanbul için söyleyecek bir çift lafı var

2 Nisan 2006
Galata, Roma, Bizans döneminden beri liman. Ama hiç bugünkü kadar yaşayan şehirden kopuk olmamıştı. Geceleyin şöyle bir dolanın Tophane ve çevresinde. Koyu bir karanlık karşılayacaktır sizi. Projeleri daha doğrusu İstanbul üzerine "senaryoları" hazırlayan gençlerin ortak paydası, Sirkeci, Eminönü, Haliç, Karaköy, Tophane, Haydarpaşa, Harem gibi değerli kıyıları şehirliye kazandırmak.

Yağmurlu bir gün Mimar Sinan Üniversitesi’nin denize açılan holündeyim.Niyetim İstanbul Serbest Mimarlar Derneği’nin açtığı yarışmada ödül almış projeleri görmek.

Yarışmada ödül almış altı proje duvarda.

Hepsinin öyküsü farklı.
/images/100/0x0/55eb204bf018fbb8f8acdb56
Projelerin yaratıcıları yirmili yaşlarında, mimarlık bölümü master öğrencileri.

İstanbul Serbest Mimarlar Derneği, Galataport, Haydarpaşa gibi kamuoyunda tartışılan projelere tepkili.

Bu yüzden, mimarlık öğrencilerine yönelik "Gelin, Galata, Tophane, Harem, Haydarpaşa gibi bölgeler için alternatif şeyler tasarlayın" diye bir yarışma düzenlenmiş.

Yarışmaya 26 proje katılmış.

Kazananlardan altısı karşımda.

Yanımda jüriden mimar Ersen Gürsel olduğu halde projeleri incelerken neler yapmaya çalıştıklarını anlatan gençlere kulak veriyorum.

Hepsi yarışmanın "İstanbul üzerine düşünmek için bir fırsat" olduğu görüşünde.

İstanbul üzerine hepimiz gece gündüz kafa patlatıyoruz.

Kendimize göre çözümler üretiyoruz ama onların bakışı farklı.

Hem mimar gözüyle bakıyorlar hem de geleceğin İstanbul’unu düşleyen gençler gözüyle.

HER TARAFI YIKMADAN KIYILARI KAZANDIRMAK

Galata, Roma, Bizans döneminden beri liman.

Ama hiç bugünkü kadar yaşayan şehirden kopuk olmamıştı.

Geceleyin şöyle bir dolanın Tophane ve çevresinde.

Koyu bir karanlık karşılayacaktır sizi.

Projeleri daha doğrusu İstanbul üzerine "senaryoları" hazırlayan gençlerin ortak paydası, Sirkeci, Eminönü, Haliç, Karaköy, Tophane, Haydarpaşa, Harem gibi değerli kıyıları şehirliye kazandırmak.

Buraları yaşayan alanlar haline dönüştürmek.

Üstelik yıkmadan dönüştürmek.

"Çünkü" diyorlar "şehrin bir belleği var. Ona saygı göstermek, onu korumak istiyoruz."

Baktım, projelerin çoğunda İstanbul Modern Müzesi yerli yerinde.

Bir-iki tanesinde yüzen bir adacığa dönüşmüş.

Projelerin tümünde "su" çok önemli.

Zira İstanbul, suyla ilişkisi çok özel bir şehir.

Genç mimarlar bu yüzden suya şimdiye kadar hiç akla gelmemiş işlevler kazandırmışlar.

İstanbul Modern’in karşısında birtakım adacıklar hayal etmişler:

"Kahveler Adası", "Sanat Adası" gibi...

MENDİREĞE RÜZGAR DEĞİRMENLERİ

Hemen hemen hepsi, Galata’ya yanaşan o dev gemileri Haydarpaşa’nın bir bölümüne taşımış.

Ama Haydarpaşa aynı zamanda müzelerin, konutların, sanat galerilerinin olduğu bir mekana dönüşmüş.

Projenin birinde Haydarpaşa mendireğinin üzerinde enerji sağlayacak rüzgar santralı var.

Bence müthiş yaratıcı bir fikir.

Mendireğin üzerinde rüzgar değirmenleri hem göze hoş geliyor hem işlevsel.

"İstanbul üzerine söyleyecek bir çift sözümüz var" diyen genç mimarlara keşke büyüklerimiz de kulak verse.

Şu günlerde, dünyanın önde gelen mimarlarını, Kartal ve Küçükçekmece’nin dönüşümü için ağırlamakta olan belediye başkanımız Kadir Topbaş keşke İstanbulluların taleplerini de dikkate alsa.
Yazının Devamını Oku

Kadınlarımızın yüzde 6’sı bilgisayar kullanıyor, yüzde 43’ü hiç dokunmamış

31 Mart 2006
TÜRK halkının bilgisayar ile arası nasıl? Önceki gece bu soruya cevabı Intel’in Ortadoğu, Türkiye ve Afrika Bölge Direktörü Ayşegül İldeniz ile çıktığımız kapsamlı ufuk turunda aradık.

Ufuk turumuz iki şeye denk geldi.

Biri, Intel’in Ka.Der ve Türkiye Bilişim Vakfı ile birlikte dün düzenlediği "Kadın ve Bilişim Günü" toplantısına.

Diğeri, Dünya Ekonomik Forumu’nun her yıl yayınladığı bilişim ve iletişim teknolojileri rekabet raporuna.

Yani ülkelerin "e-dönüşüm" karnelerine.

Bu karne, e-devlet altyapısı, internet erişim yüzdesi ve fiyatı, bilgisayar adedi gibi şeyleri kapsıyor.

Dünya Ekonomik Forumu’nun bu yılki raporunda Türkiye’nin yerine döneceğim.

Önce İldeniz ile konuştuklarımıza kısaca değinmek istiyorum.

İldeniz, cihazların elektronik beyinlerini üreten firmalar arasında ilk sıralarda yer alan Intel’de sekiz yılı aşkın bir süreden beri çalışıyor.

Dolayısıyla bu pazarı çok yakından biliyor.

İldeniz’e göre, 2001 krizinden önce Türkiye bilgisayar açısından hızlı bir büyüme trendine girmiş.

Kriz öncesi 750 bin civarında olan bilgisayar sayısı, krizi izleyen yıl 450 bine düşmüş.

Bugünkü sayısı ise 2.5 milyona ulaşmış durumda.

Diğer rakamlara gelirsek, bugün Türkiye’de kadınların sadece yüzde 6’sı bilgisayar kullanıyor.

Yüzde 43’ünün bilgisayarla hiçbir ilintisi olmamış.

Tozunu bile almamış.

Bu oran erkeklerde iki katına çıkıyor.

Ki, iki oranı toplarsanız yüzde 18’i buluyor.

Türkiye’de bilgisayar kullanımının ne kadar düşük olduğunu gösteriyor.

Intel, Türkiye’de kadınları bilişim dünyasıyla tanıştırmak, bilgisayara "ısınmalarını" sağlamak amacıyla geçtiğimiz yıldan itibaren "Kadın ve Bilişim Günü" düzenlemeye başlamış.

Şirketin Ortadoğu, Türkiye, Afrika Direktörü bir kadın olunca böyle bir girişim elbet doğal.

Geçen yıl 30 Mart’ta ilk kez düzenlenen "Kadın ve Bilişim Günü"ne ilgi hayli büyük olmuş.

O dönemde kadından sorumlu Devlet Bakanı Güldal Akşit’in yanı sıra, çok sayıda STK, üniversite katılmış.

Ayşegül İldeniz’in verdiği bilgiye göre, bu yıl toplantıya kadından sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu katılmayacak.

Onun yerine bilgisayarla hayatlarının akışını değiştiren kadınların başarı öyküleri var.

Ne diyeyim?

Teknolojiyle ilgilenen kadınların başarı öyküleri kadından sorumlu Devlet Bakanımızı heyecanlandırmıyor galiba.

TÜRKİYE 48. SIRADA

Dünya Ekonomik Forumu’
nun 2005 yılı "e-dönüşüm" karnesine dönersek, bu yıl Türkiye 115 ülke arasında 48. sıraya yükselmiş.

Geçen yıl yine bu sütunlarda yer verdiğim raporda Türkiye 52. sıradaydı.

Bir yıl önce ise 56. sırada.

Demek ki, her yıl dörder dörder sıra atlayıp, bilişim ve iletişim teknolojilerinde hızlı bir trend yakalamışız.

Bilgisayar ve internet kullanıcılarının sayısı fazla olmasa da bu iyi bir haber.

Dünya Ekonomik Forumu’nun "e-dönüşüm" karnesinde bu yıl birinci sıraya ABD yükselmiş.

Geçen yıl beşinci sırada olan ABD, bu yıl beşincisi yayınlanan raporda üç kez birinci sırayı kimseye kaptırmamış.

Raporun çarpıcı Kuzey Avrupa ülkelerinin performansı.

Danimarka, İzlanda, Finlandiya, İsveç ilk on sırada.

Hindistan ise Çin’in hayli önünde.

Raporu daha ayrıntılı bir şekilde incelemek isteyenler www.weforum.org adresinden bakabilirler.

Dünya döndükçe insanlar sigara içmeye devam edecek

NE İtalya’daki yeni yasa, ne Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün aldığı önlemler, ne de bizim gazetedeki "sigara içme hücreleri".

Hiçbir şey insanları sigara içmekten vazgeçiremeyecek. Sigara paketlerinin üzerindeki "içmek insan öldürür" şeklindeki uyarıcı yazılar da cabası.

Philsa murahhas üyesi ve Türkiye, Kıbrıs, İran direktörü Turhan Talu ile geçen günkü sohbette tüm önlemlere karşın ABD pazarının örneğin sadece yüzde 1 oranında daraldığı ortaya çıkıyor.

İnsanlar sigaradan asla vazgeçmiyor.

Türkiye dünyanın yedinci büyük pazarı.

Yılda 5.5 milyar paket satılıyormuş.

Dünyanın en büyük sigara pazarı yılda 900 milyar paket satışıyla Çin.

Ne ki, tekel olduğundan pazara girmek kolay değil.

Türkiye’de ocak ayından beri sigara paketleri üzerinde uyarılar var bildiğiniz gibi.

Sorduk.

Satışlarda pek etkisi olmamış.

Turhan Talu, Karadeniz pazarıyla ilgili ilginç bir anekdot anlatıyor.

Sigara alanlar "sperm öldüreninden değil adam öldüreninden ver" diyormuş.

Maçoluktan asla taviz yok.
Yazının Devamını Oku

Moskova Turizm Fuarı’ndaki Türkiye standında yetkili yok

28 Mart 2006
BERLİN ve Moskova’daki turizm fuarlarına katılmış olan turizmci bir dostum anlatıyor.<br><br>O anlattıkça ben üzülüyorum. Berlin Fuarı da, cumartesi günü sona ermiş olan Moskova Fuarı da Türkiye’nin tanıtımı açısından tam bir felaket.

Bakanlık yetkililerinin ilgisizliği de ayrı bir konu.

Berlin’deki Türkiye standı, ihalesi son ana bırakıldığı için son derece kötü.

İlk karşınıza çıkan bir turizm standı değil Antalyalı bir emlákçının standı.

"Neye uğradığımızı şaşırdık" diyor dostum.

Berlin Fuarı’na bu yıl 181 ülke katılmış.

Standında "kablosuz internet" bağlantısı olmayan tek ülke Türkiye.

Turizmciler, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Frankfurt’taki Tanıtım Ofisi yetkilisini stantta "kablosuz internet"in gerekli olduğu konusunda ikna edememişler bir türlü.

Yetkili "ne işinize yarayacak kablosuz internet" deyip duruyormuş.

"Geçen yıllarda böyle bir sorun yaşamamıştık. Topu topu 150 dolara halledilecek bir şey" diyor dostum.

"Türkiye bu kadar ilgisizliğe layık değil" diye de ekliyor.

Söylediğine göre, AKP’nın iktidara gelmesinden beri en fazla görev değişikliğinin, atamanın olduğu 3. bakanlık Kültür ve Turizm Bakanlığı.

Oysa turizm istikrar, strateji gerektiren bir alan.

Kadrolaşmanın turizme zararı büyük.

STANTTA YETKİLİ YOK

Moskova Fuarı’
nda ise üç gün boyunca Türkiye standında bir tek Türk yetkiliye rastlamak mümkün olmamış.

Zira Moskova’daki Tanıtım Ofisi yetkilileri üç gün boyunca Ankara’dan gelen bakan ve ekibiyle ilgilenmişler.

Dolayısıyla standa uğramaya vakitleri olmamış.

Rusya pazarında bu yıl yüzde 25’lik bir büyüme bekleniyor.

Yani Avrupa pazarı daralırken, Rusya pazarı büyüyor.

Bu durumda bizim bakanlık yetkililerinin Rusya’ya daha fazla önem vermeleri gerekmez miydi?

Tam aksine Moskova’daki Türk turizmciler Bakan Koç ile "belki görüşürüz" diye boşuna bekliyorlar.

Ama Atilla Koç yerine onlara Mısırlı ve Tunuslu turizm bakanlarının kapıları açık.

Rus turistlerin Türkiye’den sonra ikinci destinasyonları Mısır.

Bunların yüzde 90’ını Türk turizmciler götürüyor Firavunların ülkesine.

Dolayısıyla Mısırlı bakanın turizmcilerimizle görüşme talebi doğal.

Aynı şekilde Tunuslu bakanla görüşen Türk turizmciler, Tunus’a gidecek Rus turist sayısında yüzde 30’luk bir artış sözü veriyorlar.

Hem Mısırlar, hem Tunuslular Türk turizmcilerle çalışmaktan memnun.

Kültür
ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un iddiası bu yıl Türkiye’ye 26 milyon turist geleceği yolunda.

Geçen yılki rakam 21 milyon 200 bin.

Ancak ocak ve şubat aylarında turist sayısındaki düşüş 26 milyon rakamının gerçekleşmeyeceğini ortaya koyuyor.

Turizmci dostum, böyle sıkıntılı bir döneminde turizmin işinin ehli olmayan bir kadroya kalmış olmasından ötürü üzgün.

Sektörle ilgili herkes gibi.

Avrupa ’genişleme yorgunluğunu’ üzerinden atmazsa durum kötü

ARI Hareketi’nin önemli bir konuğunu dinledik geçenlerde: Eski İsveç Başbakanı Carl Bildt.

"Türkiye’nin AB Perspektifi Kararıyor mu" başlığı altındaki yuvarlak masa toplantısına katılan Bildt kesin konuştu:

"Avrupa’da süregelmekte olan genişleme tartışmalarını, genişlemeden yana olanlar kazanmazsa Türkiye’nin işi zor".

Mesaj basit ama durum karmaşık.

Zira, Avrupa’da genişlemeyi savunacak bir liderlik yok ortada.

Herkes kendi derdinde.

Fransa hem sosyal huzursuzluk, hem 2007 başkanlık seçimine odaklanmış.

İtalya iki hafta sonra yapılacak seçimlerin derdinde.

İngiltere Başbakanı Tony Blair, The Economist Dergisi’nin geçen hafta kapak konusu yaptığı gibi iktidardaki "son günlerini" yaşıyor.

Öte yandan, Avrupa Birliği Türkiye ile müzakerelerde işi yokuşa sürmeye kararlı gibi.

Müzakereye açılacak ilk dosyalara "siyasi kriterler" şartı koymaya kalkışıyor.

Bizde kamuoyunun AB hevesi azalıyor.

Bildt, kendi ülkesinin deneyiminden yola çıkarak "halkın desteğinin" giderek azalabileceği uyarısında da bulunuyor.

Her durumda karanlık bir tabloyla karşı karşıyayız.
Yazının Devamını Oku