Gila Benmayor

Eros’tan Lacoste’a uzanan yolda Bitlis unutulmadı

11 Ağustos 2006
TÜRKİYE’nin doğusuna yatırım yapan işadamı halkın gözünde her şeyin üzerinde.<br><br>Bakanın da, milletvekilinin de, yerel yöneticilerin de. Bitlis kökenli Eren Holding’in sahiplerinin hafta başında "İsmail Eren Kapalı Spor Tesisleri"nin açılış töreninde çılgınca alkışlanmalarını başka nasıl izah edersiniz?

İstanbul’da hava sıcaklığının 30 derecelerde olduğu, Doğu’da ise 40 derecelere vardığı günlerde Bitlis’teyiz.

Yaz sıcağında gidilecek yer değil belki ama 1970’lerin başında Eros iç çamaşırı markasıyla adından söz ettirmeye başlayan Eren Holding’i yakından tanımak için bir fırsat.

Hem de kaçırılmayacak bir fırsat.

1965 yılında Bitlis’ten ayrılan dört kardeş Yahya, Ziya, Ahmet ve İsmail Eren doğdukları şehri asla unutmamış.

Eren Ailesi, kişi başı milli gelirin en düşük olduğu şehirler arasında dördüncü sırada olan Bitlis’e özellikle eğitim alanında destek çıkıyor.

Eren Holding Yönetim Başkanı Ahmet Eren "İyi ki en fazla muhtaç olanı seçebilme lüksümüz var" diyor.

En muhtaç olan da şans eseri doğum yerleri.

En büyük kardeş Yahya Eren’in oğlu Nurullah Eren 2003 yılında bir uçak kazasında hayatını kaybetmiş.

Bitlis’te onun adına yapılan "Nurullah Eren Anadolu Öğretmen Lisesi" 7 trilyona mal olmuş.

Ardından bizim de açılışında bulunduğumuz "İsmail Eren Kapalı Spor Tesisleri" gelmiş.

İsmail Eren, "Çocukluğumuzda çaylarda öğrenirdik yüzmeyi. Şimdi Bitlisli, Tatvanlı çocuklar kapalı havuzlarda öğrenecek yüzmeyi" diyor.

Eren Ailesi’nin bir de Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ne bağlı bir Fen ve Edebiyat Fakültesi sözü var.

Fakülte Bitlislilerin 70 yıllık hayaliymiş.

Bitlis ve çevresindeki okullara 1071 bilgisayar dağıtımı da başka bir hizmet.

Ahmet Eren, spor tesislerinin açılışında açık konuşuyor.

"Bunlar Bitlis’e hizmetlerimizin ne ilki, ne de sonuncusu olacak."

İyi güzel de Bitlis’in refah seviyesini yükseltmek keşke sadece işadamlarının elinde olsa.

DOĞU’YA POZİTİF AYRIMCILIK

Törende hazır bulunan, anne tarafından Bitlisli Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in dediği gibi bölgeye "pozitif ayrımcılık" uygulamak şart.

Örneğin 49 ili kapsayan teşvik yasasında Bitlis diğer illerle aynı kefeye konmamalı.

Ahmet Eren, Bitlis’te tahsil edilen toplam verginin İstanbul’da orta ölçekli dört şirketten alınan vergiyle aynı olduğunu söylüyor.

Devlet Bitlis’e 7 yatırırken karşılığında 1 alıyormuş.

Bitlis yoksul.

Gençleri çoğunlukla eğitimsiz, işsiz.

"Pozitif ayrımcılık" uygulansa belki birkaç yılda toparlanabilir.

Doğu’nun diğer illeri Muş, Hakkari gibi...

Peki Eren Holding’in Bitlis’e bu kadar çok sahip çıkmasını sağlayan parayı nasıl kazanmış?

Holding nasıl bu noktalara gelmiş?

Dediğim gibi, Eros markası 37 yıl önce oluşturulmuş.

Tekstil deneyimi Lacoste gibi güçlü bir makanın distribütörlüğünü getiriyor.

Ardından Burberrys, Calvin Klein, Swatch gibi markaların distribütörlüğü geliyor.

Duyduğumuza göre bunlara eklenen en sonuncusu da Amerikalıların ünlü aksesuvar markası Coach.

Ancak bu arada şirketin değişik sektörlere yatırım da devam ediyor.

1975’te girdiği ambalaj káğıdında bugün Avrupa’nın üçüncüsü.

Çimento, enerji ilgili olduğu diğer alanlar.

İstanbul’da Güneşli’de otel ve alışveriş merkezi önümüzdeki yılın projesi.

Bu arada öğrendik ki, Eren Holding önüne sürekli yeni hedefler koyarken, yeni vizyon belirlerken arkadan gelen ikinci nesle güveniyor.

Moskova’da 50 Lacoste dükkánı

İKİNCİ nesilden söz ederken Eren ailesiyle sohbet sırasında yeğenlerden Mehmet Eren’in adı da geçiyor.

Mehmet Eren perakende bölümünü yönetiyor.

2005 yılında holdingin Lacoste’un Rusya distribütörlüğünü de almasında payı olsa gerek.

Aslında Fransız markası Lacoste’un son yıllarda imaj değişiklikliğiyle atağa geçmesiyle Eren Holding’in bu markaya ağırlık vermesi arasında direkt bir bağ var.

Lacoste bu atağını ABD’deki operasyonunun başındaki CEO’su Robert Siegel’e borçlu.

İmajını Siegel sayesinde gençleştirmiş.

İşte bu gençleşme Eren Holding’in öylesine işine yaramış ki, İstanbul’daki mağaza sayısını artırırken Moskova’da önüne 50 dükkan gibi bir hedef koymuş.

Lacoste yeni Rus zenginin sevdiği bir marka olmuş çünkü.
Yazının Devamını Oku

Almanca eğitime 12 milyon Euro’luk üniversite geliyor

8 Ağustos 2006
TÜRKİYE Araştırmalar Merkezi TAM Vakfı Direktörü Faruk Şen geçen akşam Büyükada’daki Anadolu Kulübü’nde bir akşam yemeği verdi. Vapur saatleri uymadığından olacak davetli pek çok meslektaşımız gelemedi.

Faruk Şen’in daima anlatacak ilginç bir şeyleri olduğundan Bostancı’dan 25 dakikalık yolculukla soluğu Büyükada’da aldım.

İyi ki de almışım.

Şen ile yeni döndüğü Çin’den Almanya’da son gelişmelere kadar uzanan bir ufuk turuna çıktık.

Uzun sohbetimizde iki tane de önemli haber verdi.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın önerisiyle Türkiye Araştırmalar Merkezi Türkiye’de Almanca eğitim veren bir üniversite kurma hazırlığında.

Faruk Şen’in aktardığına göre, "23 tane İngilizce, bir tane de Fransızca eğitim veren üniversite var. Neden Almanca eğitim veren de olmasın" diye yeşil ışığı yakan Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik olmuş.

2008 yılının sonbahar aylarında eğitime başlayacak olan üniversite için hem İzmir, hem İstanbul düşünülüyor.

İstanbul’a karar verildiği takdirde, Beykoz’daki bazı boş fabrikalar bu iş için uygun gibi görünüyor.

Peki 12 milyon Euro nasıl temin edilecek?

ALMAN ŞİRKETLERİNİN DESTEĞİ

Faruk Şen
, dört önemli Alman şirketinden 8 milyon Euro’luk kaynak bulmuş.

Şimdilik Alman şirketlerin adlarını vermiyor.

Bir bildiği vardır diye üstelemedik zaten.

Geri kalan 4 milyon Euro için Türkiye’de bazı şirketlerin kapısını çalmaya hazırlanıyor.

Almanya’daki Münster Üniversitesi’yle ortak program geliştirecek olan üniversitede ilk aşamada ekonomi, iletişim ve enformatik bölümleri açılacak.

Üniversitenin önemine gelince?

Şen, Türk öğrencilerin en fazla ABD’yi tercih ettiğini söylüyor.

ABD’de okuyan Türk öğrencilerin sayısı 40 bin.

Almanya’da ise 36 bin.

Türkiye’de kurulacak bir üniversite Almanya’da okumayı tercih eden Türk öğrenciler için bir seçenek olabilir.

Bu madalyonun bir yüzü?

Diğeri de Almanca’nın giderek önem kazanması meselesi.

Şen’e bakılırsa eski Doğu Bloku ülkelerinin Avrupa Birliği’ne katılmalarıyla Almanca daha da fazla kullanılır hale gelmiş.

"Slovenya’dan Bulgaristan’a kadar pek çok ülkede Almanca yaygınlaşıyor" diyor.

GÖÇ MÜZESİ

"İkinci önemli haber ne"
diye sorduk.

Biri Almanya’da, diğeri Türkiye’de olmak üzere bir "Göç Müzesi" kurulacakmış.

TAM’ın hesaplarına göre bugün Türkiye’den 6 milyon kişi göç etmiş ki, bunlardan 4 milyon 200 bini Almanya’da.

Geri kalanı ABD, Avustralya gibi ülkelerde.

Türkiye Araştırmalar Merkezi’nin "Göç Müzesi" fikri Bremen’deki bir müzeden esinlenmiş.

Bremen’deki müze Almanya’dan ABD’ye göç edenlerin anısına kurulan bir müze.

Bu arada Türkiye Araştırmalar Merkezi bu yıl 21. yılını kutluyormuş.

Şen’in konuşmalarından başka sürprizlerin de geleceğini çıkarttım.

Bakalım haklı çıkacak mıyım?

Ilısu Barajı töreninde, harç yoktu ama havaya balonlar uçtu

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan cumartesi günü Ilısu Barajı’nın temel atma törenindeydi.

Baraj tarihi Hasankeyf’in ölüm fermanı.

Dört medeniyeti barındırmış binlerce yıllık bir tarihin sular altında kalmasına kim, nasıl razı olur?

İşte bu yüzden temel atılan Ilısu Köyü’nün 80 km. ötesindeki Hasankeyf’te binlerce kişinin katıldığı gösteriler vardı.

Gösteriler festival havasındaydı.

"Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi"nin önayak olduğu festivale yedi bin ila on bin kişinin katıldığı söyleniyor.

Bergamalı köylülerden tutun da Doğa Derneği’ne kadar binlerce Hasankeyf gönüllüsü oradaymış.

Hasankeyf sular altında kalmasın diye eller kenetlemiş, şarkılar söylenmiş.

Ilısu Barajı’nı yapacak konsorsiyum ülkelerinden Avusturya, Almanya, İsviçre’den çok sayıda STK üyeleri de oradaymış.

Alman ZDF televizyonu, Avusturya televizyonu da festivale davet edilmiş.

"Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi"nden 7-8 kişilik bir heyet temel atma töreni sırasında Başbakan’la görüşmek istemiş.

Başbakan kendisine iletilen talebi reddetmiş.

Temel atma törenine katılanlarla konuştum.

"Gördüğümüz kadarıyla harç filan dökülmedi, temel atılmadı. Sadece havaya balonlar uçuruldu. Hayali bir tören oldu" dediler.

"Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi"nden aldığım bilgiye göre, konsorsiyum üyelerinden Avusturya VaTech şirketi yetkilileri ağustos ayı sonlarında incelemelerde bulunmak için bölgeye gidecekmiş.

VaTech şirketini geçen ay Siemens almış durumda.

VaTech’in bu kadar tepki çeken Ilısu Barajı’nın inşaatına başlayıp başlamayacağı merak konusu.
Yazının Devamını Oku

Körleşme

6 Ağustos 2006
İsrail’in Hizbullah’ın kökünü kazıyamayacağını, Lübnan’da yaşananların akıllara Bosna dramı gibi yer edeceğini, insanlık onurunun çiğnendiğini görmemek "Körleşme" değilse ne? ORTADOĞU’da yeniden kan dökülmeye başlamasından bu yana gazetelerdeki fotograflara bakamıyorum.

Televizyondaki görüntülere de katlanamıyorum.

Aklıma sürekli iki şey düşüyor.

Biri Elias Canetti’nin romanı Körleşme.

Diğeri, İkinci Dünya Savaşı sırasında, elbisesinin ceplerine taşlar doldurarak evinin yakınındaki nehirde kendisini ölüme terk eden yazar Virginia Woolf.

Gerçi, Woolf’un ruhsal sorunları vardı.

Sık sık depresyondaydı ama onu intiharın eşiğine sürükleyen savaştı kuşkusuz.

İnsanlığın içine düştüğü acınası durumu hasta ruhu ve yüreği daha fazla kaldıramamıştı.

Körleşme’yi 1930’lu yılların başında, savaş çıkmadan önce tamamlayan Canetti neyi anlatır?

İnsanoğlunun ne denli gerçeklikten kopabileceğini,

Gerçek karşısında nasıl körleşebileceğini.

Bilmem yaşasaydı Ortadoğu’daki durumu görüp Körleşme’nin ikinci cildini yazar mıydı?

Gelecek tepkileri umursamıyorum.

Benim için şu an İsrail toplumunun da, Arap toplumlarının da içine düştükleri durum tam bir "Körleşme".

Şiddetin şiddet doğuracağını,

Yakınlarını, sevdiklerini kaybedenlerin içlerinde yuvalanmış nefreti asla söküp atamayacaklarını,

Yaralananların, yollara düşenlerin, evleri yıkılanların, gecesini gündüzünü korkular içersinde geçirenlerin asla savaşı unutamayacaklarını görmemek "Körleşme" değilse ne?

Ortadoğu zaten yıllardır varolan nefretin kar topu gibi giderek daha da büyüyeceğini anlamamak "Körleşme" değilse ne?

İsrail’in Hizbullah’ın kökünü kazıyamayacağını,

Lübnan’da yaşananların akıllara Bosna dramı gibi yer edeceğini,

İnsanlık onurunun çiğnendiğini görmemek "Körleşme" değilse ne?

Fransa’nın önemli entelektüellerinden Yahudi asıllı Ester Benbassa’nın Le Monde Gazetesi’nin son sayısında bir yazısı var.

"Bu pis bir savaştır? Tüm dünya Yahudileri bunu söylemeli ve her türlü eleştirel bakışı yok eden bir nevi kutsal ittifakı reddetmeli" diyor özetle.

Ona tüm yüreğimle katılıyorum.

"Körleşme" yi reddettiğimden ve insanlık onurunu her şeyin üzerinde tuttuğumdan.
Yazının Devamını Oku

İstanbul turizmine projeler Gülhane’de üretiliyor

4 Ağustos 2006
BU haftaki Time Dergisi’nin kapağında Marco Polo var. Kapak konusu ise "Bugün Doğu Batı ile nasıl buluşuyor?"

Venedikli tacir 700 yıl önce Çin’e gidip Doğu ile Batı arasında bir bağ kurmuş.

Peki bu bağ bugün ne durumda?

Ya Doğu ile Batı arasındaki geçiş noktasındaki şehirler?

Mesela İstanbul?

Derginin, İstanbul’un karmaşık kimliğini anlatması için seçtiği yazar Elif Şafak. Yazısının bir yerinde Şafak, İstanbul’u bir sarkaca benzetiyor.

Kozmopolitlik ile milliyetçilik, hafıza kaybıyla anılar, yüklü bir geçmişle umut vaat eden bir gelecek arasında gidip gelen bir sarkaç. Gerçekten İstanbul biraz böyle.

Geçen gün Gülhane Parkı’ndaki tarihi binada "İstanbul Turizm Atölyesi"nin bazı üyeleriyle yemekte nedense Şafak’ın bu yazdıkları düştü aklıma. Önce "İstanbul Turizm Atölyesi"nin ne olduğunu, neler yaptığını anlatayım dilerseniz.

Atölye, İstanbul Büyükşehir Belediyesi danışmanlarından mimar Tülin Ersöz’ün başkanlığında iki yıl önce kurulmuş.

Merkezi ve yerel yönetim temsilcileri, turizmciler, akademisyenler, çeşitli STK temsilcileri var İstanbul Turizm Atölyesi’nin üyeleri arasında.

Belirli dönemlerde bir araya geliyorlar ve proje üretiyorlar.

Ürettikleri projeleri belediyenin ilgili birimlerine gönderiyorlar. İş burada bitmiyor elbet. Projeler hayata geçtiğinde takibini de yapıyorlar.

ŞİMDİYE KADAR NELER YAPILMIŞ

Tülin Ersöz
kısaca anlatıyor şimdiye kadar gerçekleştirdikleri projeleri.

Taksim’de Talimhane’nin yeniden düzenlenmesi, binaların boyanması.

Sultanahmet’te bazı sokakların altyapılarından binalarına kadar elden geçirilmesi.

Süleymaniye Külliyesi’nin projelendirilmesi.

Büyükada’daki at ahırlarının yenilenmesi.

Boğaziçi Köprüsü’nun aydınlatılması.

Turizm Atölyesi bunun için Bayındırlık Bakanlığı ile işbirliği yapmış. İhale 2005 yılında açılmış.

Çalışmalar geçtiğimiz mart ayında başlamış ve bir terslik olmazsa 29 Ekim’de çevre yollarıyla birlikte aydınlatılmış bir Boğaziçi Köprüsü’ne kavuşacakmışız.

TURİST SAYISINDA YÜZDE 8’LİK ARTIŞ

Peki İstanbul Turizm Atölyesi’nin yeni projeleri arasında neler var?

Bu yıl 12 ile 17 Eylül tarihleri arasında Galata Köprüsü’nde yapılacak Tasarım Haftası.

Yine Gülhane Parkı’nda şekillenmiş olan bir proje.

İstanbul’un kültür ve sanat merkezinin yanı sıra sağlık, eğlence ve alışveriş merkezi olarak da adından söz ettirmeye başlaması yine Turizm Atölyesi’ndeki beyin takımının işi.

İstanbul’un daha fazla nasıl turist ağırlayacağı da bu takımın tartıştığı konulardan.

Gülhane’deki yemeğe katılanlar arasında İstanbul Vali Yardımcısı Cumhur Güven Taşbaşı da var.

2005 yılında İstanbul’a yaklaşık 5 milyon turistin geldiğini söylüyor.

Bu yıl yüzde 8’lik bir artış bekleniyor.

Avrupa’nın en ucuz havayolu diye bilinen Easy Jet’in İstanbul’a ucuz uçuşlar başlatması önemli bir gelişme.

Ucuz uçuşlar İstanbul’u kolaylıkla bir week-end destinasyonu haline getirebilir.

İstanbul Turizm Atölyesi, şimdiye kadar sekiz uluslararası turizm fuarına katılmış. Bazı fuarlarda ödül da kazanmış.

Şimdi en önemli hedefi İstanbul turizmi için bir model, bir strateji geliştirmek.

Gülhane’deki toplantıda neden Elif Şafak’ın yazısı aklıma düştüye dönersek...

İstanbul Turizm Atölyesi, Büyükşehir Belediyesi’nin bünyesinde, İstanbul’un daha fazla dünyaya açılması, tanıtılmasına çalışıyor.

Ama diğer yanda bağlı olduğu kurumda Ayasofya’yı İstanbul’un tarihi mirası arasında saymayanlar var.

İstanbul’un tarihinin 1453 yılında başladığına inananlar var.

Şafak’ın sarkaç benzetmesine niye o kadar katıldığımı, bilmem anlatabildim mi.
Yazının Devamını Oku

Göcek’te bayrak Özal’dan sonra Turmepa’da

1 Ağustos 2006
GÖCEK koylarında 8’inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal hálá anılıyor. Çam ağaçlarının suyla kucaklaştığı koylarda demirlemiş teknelerdeki sohbetlerde söz dönüyor dolaşıyor mutlaka Özal’a geliyor.

Sarsala Koyu’
nun imara açılmasına nasıl karşı olduğu, koyda inşaata kalkışan işadamlarını nasıl ikna ettiği konuşuluyor.

Özal
Göcek için bir efsane.

Hem eşsiz koyları Türkiye’ye ve dünyaya tanıttığı, hem yapılaşmaya izin vermediği için.

Ama Göcek artık Özal’ın Göcek’i değil.

Kocaman yatların, Demi Moore gibi ünlülerin uğrak yeri.

Göcek koyları hem yapılaşmanın, hem deniz kirliliğinin tehdidi altında nicedir.

Yapılaşma için tehdit devam ediyor olabilir ama deniz kirliliğine Deniztemiz Derneği yani Turmepa ciddi bir şekilde el attı.

Göcek’te geçirdiğimiz iki gün boyunca derneğin nasıl bir faaliyet içersinde olduğunu, neler planladığını bizzat gördük, yaşadık.

Turmapa’nın Fethiye’deki Kıyı ve Deniz Merkezi ya da Gözlem İstasyonu’nun açılışı önceki gün Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe’nin, Denizcilik Müsteşarı İsmet Yılmaz’ın katılımıyla yapılıyor.

Turmepa
’nın Yönetim Kurulu Başkanı Eşref Cerrahoğlu, onursal başkanı Rahmi Koç derneğin diğer üyeleri törende hazır.

İstasyonun binası Ançelik AŞ tarafından yapılmış, iç donanımını ise işadamı Aldo Kaslowski’nın şirketi üstlenmiş.

YEREL YÖNETİM, STK VE ÜNİVERSİTE

Kıyı ve Deniz Merkezi
bir STK, yerel yönetim ve üniversite işbirliği modeli.

Deniz suyu ölçümleri gibi bilimsel çalışmalar Muğla Üniversitesi tarafından yapılacak.

Denizle ilgili her türlü eğitim verilecek.

Önümüzdeki aylarda bu merkezin bir benzeri Antalya ve İzmir’de faaliyete geçiyor.

Eşref Cerrahoğlu’nun dediği gibi deniz kirliliği belki ilk kez kontrol altına alınıyor.

Göcek’te hazır bulunduğumuz bir diğer tören Turmepa’nın "Atık Alım Teknesi"nin hizmete başlama töreni.

Atık alım teknelerini, Göcek koylarına yerleştirilmiş çöp konteynerlarını düşünen Turmepa çok önemli başka bir meseleye de el atmış.

O da şu: Koylardaki zavallı çam ağaçlarına tekne bağlanırken ağaçların kökleri zarar görüyor.

Ağaçların yerine "mapa" yana bir nevi iskele babaları gibi şeyler şart.

Dernek hem bunlar için, hem yatların şamandıra kullanmaları için harekete geçmiş.

Denizi kurtarmak için proje çok para yetersiz.

NAZENİN IV’ÜN FLAMASI

Derneğin 2006 yılı için projelerine ayırdığı para yaklaşık 10 milyon dolar.

Bu yüzden Turmepa son zamanlarda pek gözde olan bir açık arttırma yapıyor önceki gece.

Açık arttırmada, İsmail Acar’ın bir tablosu armatör Semih Sohtorik tarafından 15 bin YTL’ye alınıyor.

Müzayedenin diğer önemli bir parçası Nazenin IV teknesinin flaması.

Rahmi Koç’un satmaya hazırlandığı teknenin flamasını Hintli işadamı Gulu Lalvani tarafından 50 bin YTL’ye alınıyor.

Tanesi 3 bin YTL olan şamandıralara ise 360 alıcı çıkıyor.

Deniz kirliliğine açtığı savaşa Göcek’ten başlayan Turmepa, yeni gözlem istasyonlarıyla, yeni atık alım gemileriyle mücadelesine devam edecek.

Denizi kirleten otelleri denetleyerek, 28 kıyı ilindeki genç öğrencileri eğiterek sonuçta bizlere denizlerimize sahip çıkmayı öğretecek.

Göcek’in betonlaşma sorunu

TURMEPA’nın açık arttırma gecesinde Göcek Belediye Başkanı Recep Şatır ile sohbet imkanı buldum.

CHP’li başkana son günlerde Göcek’e yöneltilen "betonlaşıyor" iddialarını sordum.

Oyların yüzde 65’ini alarak başkan seçilen Şatır 1930’larda krom madeninin çıkartıldığı bu kasabanın madencilikten turizme nasıl geçtiğini anlatıyor.

"Madencilik bitti şimdi halkın tek geçim kaynağı turizm" diyor. "Betonlaşma iddialarına katılmıyorum. Turizm tek geçim kaynağımız. Kendi kendimizi baltalamak mantık dışı" diye de ekliyor.

Göcek’e uzun yıllardan beri ilk kez gelişim.

4 bin nüfuslu kasaba aslına bakarsanız öyle fazla değişmemiş.

Kıyıya parallel tek caddesindeki evler iki katlı, boyalı.

Bakımlı kısaca.

Zaten belediye kaçak yapıya, iki katın üzerinde binaya izin vermiyormuş.

Anladığım kadarıyla itirazlar daha fazla çarşının hemen bitiminde dört beş ay önce inşaatına başlanan meydana yönelik.

Henüz tamamlanmamış.Dükkanları boş.

Kasabanın betonlaşmasına yolaçtığı söylenen meydan ile ilgili benim görüşüm şöyle:

Göcek, bir yanda yat turizmi (sezonda yaklaşık bin yat geliyor), diğer yanda ormanlık araziye inşaat izni verilmesi nedeniyle ister istemez büyüme trendine girmiş.

Elbet ben de eskisi gibi küçücük, sevimli bir kasaba olarak kalmasını isterdim.

Tıpkı bu yaz gezdiğim Sisam Adası’nın köyleri gibi.

Ama olmamış.

1999 yılında Çevre Koruma Kurulu’nun izniyle içinde otelin, Port Göcek’in ve hatta konutların bulunduğu bir proje başlatılmış.

Bu projeyi de geçtiğimiz yıl Deniz Ticaret Odası Başkanı Metin Kalkavan’ın sahibi olduğu Turkon Holding Karamehmet’ten devralmış.

Neticede bu proje ormanlık araziye yapılacak konutlar hariç devam ediyor.

Yapılmasına devam edilen meydan, Göcek’in ana caddesiyle çarşısını kasabanın diğer ucundaki otel, marina kompleksine bağlıyor.

Ne yazık ki, Göcek’te artık eskisine dönüş olamaz bu büyüme trendi yüzünden.

Bekleyelim.

Meydan ve çevre düzenlemesi bitsin.

Belki sonuç o kadar gözümüze batmaz o zaman.
Yazının Devamını Oku

Cecilia karım benim bir parçam

30 Temmuz 2006
Bir siyasetçinin kitabında kariyerinden, görüşlerinden, geleceğinden söz etmesi normal de tam bir yıl önce kendisini başka bir erkek için bırakıp gitmiş karısını yazması, anlatması nasıl bir şey? Fransa İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy 281 sayfalık kitabında bundan bahsetmekten çekinmiyor.

İÇİŞLERİ Bakanı Nicolas Sarkozy Fransa’nın en güçlü adamlarından.

2007’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinin önde gelen adayı.

Öyle olsun olmasın adından en fazla söz ettirmeyi başaran politikacı.

Fransa’da siyasi hayata bir rehavetin çöktüğü yaz aylarında dahi Sarkozy yine gündemde.

Nedeni bu günlerde piyasaya çıkan kitabı "Tanıklık"./images/100/0x0/55eb4f7df018fbb8f8b90a45

Sarkozy, 281 sayfalık kitabında beş yıl süresince karıştığı polemiklere kendince açıklık getirmiş.

Göçmen politikasından tutun da, banliyölerdeki duruma, Avrupa Anayasası’ndan ABD ilişkilerine kadar her şeyi yazmış.

Kitabının birkaç sayfasında da karısı Cecilia var.

Bir siyasetçinin kitabında kariyerinden, görüşlerinden, geleceğinden söz etmesi normal de tam bir yıl önce kendisini başka bir erkek için bırakıp gitmiş karısını yazması, anlatması nasıl bir şey?

Öncelikle bizim bu coğrafyada pek rastlamayacağımız bir şeyher halde.

Nicolas Sarkozy’nin karısıyla ilgili satırlarına geçmeden önce dilerseniz tam bir yıl önce neler olup bittiğini hatırlayalım.

1984’te evlendiği kocasını iki yıl sonra Nicolas Sarkozy için terk eden Cecilia Sarkozy’yi yıllar boyunca hep kocasının yanında görüyoruz.

Siyasi yaşamında sağ kolu, randevularını ayarlayan asistanı, elbiselerini seçen sevgili eşi.

CECILIA’NIN HAYATINDA BAŞKA ERKEK

Derken Fransa’nın Avrupa Anayasası için referanduma gittiği 2005 yılı, mayıs ayında Cecilia ortada yok.

Fransız medyası çiftin arasına kara kedi girdiği iddiasında ama fazla bir detaya yer vermiyor.

Cecilia Sarkozy’nin Richard Attias adındaki bir yayıncıyla fırtınalı bir aşk yaşadığını ilk duyuranlar Belçika ve İsviçre gazeteleri.

Bomba ağustos ayında patlıyor.

Paris Match Dergisi, Cecilia Sarkozy ile Richard Attias’ın birlikte fotoğraflarını kapaktan basıyor.

Şimdiye kadar özgüveni hep zirvede olmuş Sarkozy hayatının darbesini yiyor.

Gazetelere dava açmayı, Paris Match’ın genel yayın yönetmenini görevden aldırmayı başarıyor ama duygusal yaşamının allak bullak olduğu her halinden belli.

Bir televizyon mülakatında da açıkça söylüyor bunu.

Her şey açıkça ortalığa dökülmüş olduğundan gizleyecek bir durum olmadığının iyi farkında Sarkozy.

Oyununu açık oynuyor.

AYRILMAYI BECEREMİYORUZ

Gazeteci Anne Fulda ile yeni bir ilişkiye yelken açsa da aklı hep New York’ta Attias’ın yanına taşınan Cecilia’da.

Onu geri kazanmak derdinde.

Nitekim 2006 yılının ilk günlerinde Cecilia’nın yuvaya döndüğü haberleri çıkıyor gazetelerde.

Dönüyor ama kısa bir süreliğine.

Tekrar New York’a Attias’ın yanına gidiyor.

Bu gelgitlerden sonra şimdi durum ne derseniz?

Cecilia yeniden Nicolas Sarkozy’nin yanında.

Geçenlerde Roma’da el ele fotoğrafları çekilmiş.

İçişleri Bakanı bu son kitabında "C’ye yeniden kavuştum. Sanırım sonsuza dek" demiş.

Karısıyla ilgili başka satırları ise şöyle:

"Bugün hálá C. diye yazıyorum. Çünkü ilk karşılaşmamızdan yirmi yıl sonra adını telaffuz etmek duygulandırıyor beni. C. Cecilia’dır. Cecilia benim karım. Benim bir parçam. Beraberliğimiz zor dönemlerden geçmiş olsa da konuşmadığımız bir tek gün bile olmadı. Kimseyi aldatmak istemedik. Birbirimizden kopmayı ne biliyoruz, ne de becerebiliyoruz"

Ne aşk ama?

Bir politikacı için fazlasıyla medyatik bir aşk.

Sarkozy’yi aldatılmış ünlü bir politikacı olarak medeni cesaretinden ötürü kutlamak gerek.

Cecilia’ya gelince, kocasına aşkından mı döndü, yoksa 2007’de Elysee Sarayı’nın hayalindeki ışıltısından mı zaman gösterecek.
Yazının Devamını Oku

Ekmeğe sürülen helva inovasyon sayılır mı

28 Temmuz 2006
GEÇEN günkü "Karadenizliler neden Anteplilerden daha fazla dizüstü meraklısı" başlığı üzerine Gaziantep Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Nejat Koçer aradı. Koçer’in haklı bir itirazı vardı.

Karadeniz ile Güneydoğu’yu karşılaştıracak yerde bir bölgenin karşısına bir şehri koymuştum.

Üstelik de Gaziantep gibi iddialı bir şehri.

Tabii Koçer fırsatı kaçırmadı.

Ben teknolojiden söz etmiştim.

O hem "teknoloji", hem "marka", hem de "inovasyon" dedi.

Anımsayacaksınız Gaziantep Sanayi Odası’nın 2003 yılı başında başlatmış olduğu "Marka Şehir Gaziantep" projesi vardı.

Proje yüzde yüz başarıya ulaşmış durumda.

Şöyle ki, yurt içinde ve dışında katıldığı birçok yarışmada ödül almış.

En son Güney Afrika’da Durban’da düzenlenen Dünya Odalar Kongresi’nden ödülle dönmüş.

Koçer’e göre, projenin başladığı günden bu yana Gaziantep sanayisi "markalaşma" meselesini sahiplenmiş ve marka, patent sayısında rekorlara imza atmış.

Gaziantep’te 1971 yılından 2003 yılına kadar 3500 marka ve patent telcil edilirken, son üç yılda bu sayı 9 bine fırlamış.

Özetle Antep 35 yılda katettiği yolu son üç yılda neredeyse üçe katlamış.

KURTLAR VADİSİ’NİN ANTİTEZİ

Bu başarıdan sonra Gaziantep Sanayi Odası’nın bir kaç ay önce el attığı ikinci bir proje var.

O da "İnovasyon Vadisi Gaziantep".

"Bu proje aslında Kurtlar Vadisi anlayışına tam ters istikamette bir bakıştır. Çünkü İnovasyon Vadisi’nde üretim, ihracat ve istihdam vardır"
diyor Koçer.

"İnovasyon" sözcüğü Türkiye’de daha yeni yeni tanınan, yerine oturan bir sözcük.

"İnovasyonu Gazianteplilere nasıl anlatıyorsunuz" diye sordum.

Bu arada küçük bir parantez açıyorum.

"İnovasyon" ile ilgili çalışmalar yapan Sabancı Üniversitesi Araştırma ve Lisansüstü Politikaları Direktörü Doç. Dr. Cemil Arıkan’a göre, bu sözcüğün tam Türkçe karşılığı yok.

Arıkan "inovasyon"un tarifini "bir fikrin satılabilir bir ürün, süreç, hizmete dönüştürülmesi" olarak yapıyor.

Buluş, yenilikçilik var ama önemli olan bunların satılabilir olması.

Yani ticarileşmesi.

HELVACININ SORUSU

Soruma dönersek Koçer "inovasyon" ile ilgili önce Sanayi Odası’nda bir "İnovasyon Destek Birimi" kurulduğunu söylüyor.

Gaziantepli firmalara bu konuda eğitim seminerleri verilmiş.

Aynı şekilde aydınlatıcı broşürler, kitaplar dağıtılmış.

Doç. Dr. Arıkan zaten Sanayi Odası’na gerekli desteği sağlayanlar arasında. Gaziantep Üniversitesi’nin de katkısı var.

Gaziantepli şirketler ayrıca Koçer’ın talebi üzerine birer "inovasyon" temsilcisi belirlemiş.

"İnovasyon" temsilcilerinin sayısı 340’ı bulmuş.

Koçer, "Sloganımız yenilenin, yenilmeyin" diyor.

"İnsanları mevcut klasik ürünlerine bir yenilik katması konusunda ikna etmeye çalışıyoruz" diye de ekliyor.

"İnovasyon" heyecanının Gazianteplilere bulaştığını da anlatırken şöyle bir anekdot aktarıyor:

"Geçenlerde bir helvacı geldi. Krem peynir gibi ekmeğe sürülen helva üretmiş. ’Başkanım bu inovasyon sayılır mı’ diye soruyor."

Koçer ve ekibini "inovasyon" projesinden ötürü kutluyorum.

Zira, Avrupa Birliği de bu çok önemli konunun üzerine eğilmiş.

2007 ile 2013 yılları arasında 7. Çerçeve Programına paralel olarak "Rekabet ve İnovasyon Çerçeve Programı" başlatıyor.

AB, "inovasyon fikrinin, kültürünün oluşması" için başlatacağı programa yaklaşık 5 milyar Euro’luk kaynak ayırmış.
Yazının Devamını Oku

Karadenizli neden Antepliden daha fazla dizüstü meraklısı

25 Temmuz 2006
İNDEX Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik ile dün bilişim dünyasında kısa bir ufuk turuna çıktık. Erol Bilecik son rakamları verdi.

Şöyle ki:

Türkiye’deki yaklaşık 68 bin ilkokuldan 48 bininde bilgisayar var.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın Microsoft, Intel gibi şirketlerle birlikte yürüttüğü kampanyalar sonucunda Anadolu’nun çoğu okullarında artık bilgisayar var.

Ama olması yetmiyor.

Eğitmenler yetersiz.

Ve tabii yüklenen programlar da öyle.

Yani iki büyük handikap eğitmen ve müfredat.

Türkiye’de internet kullanımı yüzde 10 ile 12 civarında.

Oysa en yakın komşularımızda örneğin Bulgaristan ya da Romanya’da bu oran yüzde 25’lerde.

Erol Bilecik diyor ki: "Bilişim teknolojilerinde gelişmekte olan ülkelerle yani Bulgaristan, Brezilya, Arjantin ile paralel bir yol almalıydık. Ama geriden gidiyoruz. Büyüdük büyümesine ama bu yetersiz..."

Neden?

Çünkü devlette bilişimde doğru stratejileri saptayacak bir adres yok.

Özel sektör son yıllarda bu konuda ne kadar büyük bir atak yapsa da da devlet düzeyinde birilerinin bu işe tam sahip çıkması gerek.

"E-Bakanlık" fazla büyük bir hayal belki ama yine de belli bir adres şart.

İki, üç yıl önce, yine bilişimle ilgili yazılar yazarken hatırlıyorum adres AKP milletvekili Reha Denemeç olarak gösteriliyordu.

Sanıyorum Reha Denemeç, şimdi daha fazla AKP’nin kendi bünyesinde bu işle ilgili.

Tekno-parkların çoğaltılması bilişim teknolojisinde işlerin hızlanması için bir çare.

Başbakan Erdoğan, Bill Gates’in iki yıl önceki ziyaretinde tekno-park sayısının artacağını söylemiş.

Daha çok üniversitelerin desteğindeki tekno-park sayısı 13 ile sınırlı.

İndex Grup, bilişim ürünleri dağıtım sektörünün önde gelen isimlerinden.

Geçen yıl cirosu 675 milyon dolar, bu yıl ise 800 milyon dolar olmuş.

Sektördeki tüm işlem hacmi 3 milyar dolara yakın.

Borsadaki bilişim teknoloji şirketlerinin sayısı 7.

Erol Bilecik’e göre, bu sayının en az 30 olması gerekiyormuş.

Peki bilişim teknolojisi pazarı Türkiye’nin bölgelerine göre ne gibi farklılıklar gösteriyor?

Pazarın yüzde 63’ü Marmara bölgesindeymiş.

Bunun da yüzde 56’sı İstanbul.

Daha sonra İzmir, Ankara geliyor.

Pazarın yüzde 11 ise Akdeniz, Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu arasında bölünmüş durumda.

Bilecik bu bağlamda ilginç bir şey söylüyor.

Karadenizlilerin dizüstü gibi "mobil teknoloji ürünlerine" Güneydoğu’ya oranla ilgileri çok daha fazla imiş.

"Acaba bu Karadenizlilerin yeniliklere daha açık olduklarını bir göstergesi mi" diye soruyor.

Bu bence önemli bir ipucu.

Çünkü belki bölgelerin teknolojik eğilimleri tam olarak saptanırsa, bir strateji saptamak kolaylaşabilir.

Trafik terörü ve tatil siteleri

YAZ ayları trafik kazalarının arttığı aylar.

Türkiye Fahri Trafik Müfettişleri, Trafik ve Yol Güvenliği Derneği dün e-posta göndermiş.

Trafik terörünün nedenleri ve alınacak önlemler bir rapor haline dönüştürülmüş.

Trafik terörünün nedenleri çoğumuz tarafından zaten biliniyor.

Raporda dikkatimi çeken unsur şu:

Türkiye’nin deniz kıyılarında mantar gibi çoğalan yazlık sitelerle trafik terörü arasında kurulan bağlantı.

Tatil sitelerinin sayısı 10 binin üzerinde.

Mayıs ayının sonundan, ağustos sonuna kadar tatil sitelerine gidenler ve Avrupa’dan yaz tatili içen gelenler araç yoğunluğunu dört kat artırıyormuş.
Yazının Devamını Oku