22 Ekim 2006
İSTANBUL ve Paris sokaklarında şu sıralar benzer sözcükler taşıyan afişler var. "Venedik-İstanbul" ve "Venedik-Doğu".
Birincisi, hafta başında İstanbul Modern’de açılışı yapılan Venedik Bienali Sergisi.
İkincisi ise Paris’te, Arap Dünyası Enstitüsü’nde, Venedik ile Doğu arasındaki ilişkiyi ele alan sergi.
Serginin adı, her ne kadar "Venedik-Doğu" ise de Figaro Magazine’in sergiden "Venedik-İstanbul" diye söz etmesi Doğu’yla ilişkide Osmanlı’nın ağırlığının kanıtı.
Ağırlık zaten sergiyi gezince de hemen fark ediliyor.
Fransız Meclisi’nin Ermeni soykırımını inkar yasasını görüştüğü günlerde Paris sokaklarını, Venedik Dükası Giovanni Mocenigo ile karşı karşıya gelmiş Bellini’nin Fatih Sultan Mehmed portresi kaderin garip cilvesi değilse ne?
Öyle bir cilve ki, AB üyeliğine karşı çıkanların ısrarla "Siz batılı değilsiniz" demesine rağmen Osmanlı’nın yaşam gustosuyla ne kadar Batılı olduğunu neredeyse gözünüzün içine sokuyor.
9. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar uzun bir dönemi kapsayan "Venedik-Doğu" Sergisi için dünyada 60 müzeden ve çeşitli Venedik koleksiyonlarından nadide 200 parça biraraya getirilmiş.
Venedik, kurulduğu 828 yılından Napolyon’un askerlerine teslim olduğu 1797’ye kadar doğu ile batı arasında bir kavşak noktası.
"Batılı şehirlerin en doğulusu" olarak tanımlanıyor.
Doğu’yla başta ticaret olmak üzere çok yönlü bir alışveriş içerisinde.
Memluklular, İranlılar ve Osmanlılar.
Venedik hepsiyle temasta.
Gerçi zaman zaman çatışmalara bulaştığı da oluyor.
Ama Venedik dükalarının "pragmatizmi" ağır bastığından hemen diplomasi devreye giriyor.
Ticaret devam ediyor.
SOKULLU PAŞA’NIN SİPARİŞİ
Venedik doğuya yünler, ipekler, kürkler, cam eşyalar gönderiyor.
Doğudan baharatlar, değerli taşlar, halılar, boyalar alıyor.
Tabii bu alışveriş sadece "al-ver" türünde değil.
Sanat işin içine giriyor, karşılıklı etkilenmeler oluyor.
Şurası kesin ki, Venedik, İslam Sanatı’nı beğeniyor.
Venedikli tacirler kendilerine doğu tarzı süslemelere sahip saraylar yaptırıyor.
Dükaların Sarayı’ndaki halılarda, kumaşlarda doğu esintileri var.
En fazla da Venedikli sanatçılar doğunun ve özellikle Osmanlı’nın etkisi altında.
Bursa’nın brokar kumaşları, İznik çinileri, Anadolu’nun halıları Venedik sanatının her dalında.
Venedikli ressam Lorenzo Lotto, bir ailenin resmini çizmiş.
Ortadaki masanın üzerinde bir Uşak halısı görüyorsunuz.
Demek ki bazı halılar yere konmayacak kadar kıymetli.
Venedik’te dokunmuş kumaşlarda dahi Osmanlı motifleri çok moda.
Peki Osmanlı’da durum ne?
Arap Dünyası Enstitüsü’nün bastırdığı kitapçıkta ilginç ayrıntılar var.
Siparişlerine bakılırsa, Osmanlılar Venedik sanatından iyi anlıyor.
Modayı, yenilikleri iyi izliyorlar.
Siparişlerinde ayrıntılara özen gösteriyorlar.
Sokullu Mehmed Paşa’nın Murano’daki cam atölyelerine sipariş ettiği 900 lambanın modelleri, renkleri tek tek belirtilmiş.
KİM BU JOLİ KANSİL?
Venedik-Doğu Sergisi’nin küratörü, Metropolitan Müzesi’nin İslam Sanatı bölümünden Venedikli Stefano Carboni.
Carboni, benim bir daha bir arada zor görebileceğim objeleri toplamış.
Şimdiye kadar hiç görmediğim padişah portreleri, Kanuni Sultan Süleyman’ın Venedik ile anlaşma fermanı, Piri Reis haritaları, 1670 tarihli tarihi yarımadanın gravürü benzersiz objeler.
Ancak bu sanat eserlerinin yanında bir tanesi var ki beni fazlasıyla düşündürdü.
Venedikli bir ressam tarafından (adı yok muhtemelen Bellini ekolünden) 1510’da tahta üzerine yapılmış bir Fatih Sultan Mehmed portresi.
Küçücük portre inanılmaz etkileyici.
Şu anki sahibi de öyle.
İnanmayacaksınız ama Fatih Sultan Mehmed portresi Singapur’da Joli Quentin Kansil adında birinin koleksiyonunda.
Kim bu koleksiyoner diye merak edip "google"a girdim.
Karşıma, briçten başlayarak, "scrabble" dahil 60’a yakın sofistike oyunun kuramcısı bir yazar çıktı.
Kendisine "Prens Joli Kansil" adı takılmış.
Dünyanın en iyi oyun ustasıymış.
Fatih Sultan Mehmed’imiz Singapur’da işte bu adamın koleksiyonunda.
Acaba globalleşmeyi Osmanlılar mı keşfetmişti dersiniz?
Mutlu bayramlar...
Yazının Devamını Oku 
20 Ekim 2006
BİLMEM dikkat ettiniz mi? Hem Denizbank’ın, hem bu bankanın yüzde 75 hissesini 2.43 milyar dolara satın alan Dexia Grup genç insanların yönetiminde.
Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş’in tam yaşını bilmiyorum ama Dexia Grubu’nun CEO’su Axel Miller yazılanlara bakılırsa 41 yaşındaymış.
Dünyanın en genç CEO’larından biriymiş.
Önceki gece, Dexia’dan kredi alınarak yapılan Les Ottomans Oteli’ndeki davette Axel Miller ile yan yana düşünce bu alışverişte başka gençlerin de önemli rolü olduğunu öğrendim.
Nasıl bir rol olduğunu birazdan izah edeceğim.
Yemeğe başlar başlamaz hemen yanı başımdaki Axel Miller’e "Neden Denizbank" diye soruyorum.
"Özellikle iki nedenden ötürü" diyor.
Birincisi bankanın ürünlerini pazarlamadaki becerisi.
Miller’e göre, Denizbank’ın müşterilerine ulaşma şekli son derece teknik ve orijinal.
"Bankanın reklamdan daha ucuz yollarla müşteriye ulaşma becerisi beni şaşırttı" diyor.
İkinci neden ise bankanın sahip olduğu son derece sofistike "enformasyon teknolojisi" imiş.
Denizbank’ın verimliliği önemli ölçüde artıran "enformasyon teknolojisi" Axel Miller’i öylesine etkilemiş ki, genç CEO bankanın uyguladığı sistemi Dexia Grubu’nun diğer kurumlarına yaymak niyetinde.
"Peki Denizbank’ın bu alandaki başarılı performansının arkasında kim var?"
Soruyu direkt Hakan Ateş’e yönelttim.
Ateş, masasının kenarında oturan genç bir kadını işaret ederek "Dilek Duman" dedi.
Dilek Duman, Zorlu Grubu’nun bünyesinde yer alan Intertech adındaki şirketin genç Genel Müdürü.
Şirket Denizbank’a da hizmet veriyor.
"Axel Miller’i bu kadar etkileyen nedir" sorum üzerine Dilek Duman anlatıyor.
Tabii anlattığı son derece teknik bir konu olduğu için özetlemeye çalışacağım.
Duman ve ekibinin geliştirdikleri yazılım programları, müşteri ilişkileri yönetiminden (CRM), iş süreçlerine yönetimine (BPM) kadar her türlü sistemde otomasyonu sağlamış.
Diyelim ki, Denizbank’a kredi kartı başvurusunda bulundunuz.
Müşteri bilgileri bilgisayara aktarıldıktan sonra herşey otomatik yapılıyor.
Kredi kartı 20 dakika sonra elinizde.
Dilek Duman "Bu sistem henüz ne ABD’de, ne de Avrupa’da mevcut" diyor.
Genç kadın geçtiğimiz eylül ayında Forbes Dergisi’nin bir toplantısına konuşmacı olarak davet edilmiş.
Toplantıda kurdukları sistemi anlatmış.
"Salondaki CEO’lar sistemin verimliliği nasıl arttırdığı duyunca aynen Miller gibi etkilendiler. Bir Türk olarak gerçekten büyük gurur duydum" diyor.
Dilek Duman, Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun elektronik mühendisi.
Denizbank-Dexia alışverişinin gizli kahramanlarından biri.
Kim bilir, Denizbank’a katma değer sağlamış daha nice genç vardır.
Paul Doany’den ADSL müjdesi
İSTANBUL Modern yine önemli bir sanat olayı gerçekleştirdi.
51. Uluslararası Venedik Bienali’nden seçilmiş bazı yapıtları İstanbulluların ayağına getirdi.
110 yıllık tarihinde ilk kez İtalya’nın dışına çıkan Venedik Bienali’nin kadın gazetecilere yönelik özel turunu kaçırdım ama açılış gecesinde oradaydım.
İstanbul Modern’deki serginin ana sponsoru Türk Telekom’un Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Paul Doany de elbet oradaydı.
Daha çok eğitim alanında sponsorluk üstlenen kurum ilk kez böylesine geniş çaplı bir sanat olayında varlık gösteriyor.
Doany ile sohbette hayli yüksek olan telefon ve ADSL ücretlerini gündeme getirdim.
İnternet bağımlıları iyi bilir.
İnternet bağlantısını sağlayan ADSL fiyatının ucuzlaması için "ADSL için elele kampanyası" aylardan beri devam ediyor.
E-postama düşen kampanya mesajlarının haddi hesabı yok.
Paul Doany de kuşkusuz kampanyadan haberdar.Çünkü konuyu açar açmaz "ADSL fiyatı yakında yarı yarıya düşecek" diyor.
Bekliyoruz.
Yazının Devamını Oku 
17 Ekim 2006
GEÇEN hafta Benetton’un 40. yıldönümü nedeniyle Paris’te patron Luciano Benetton ile buluştuk. Benetton’un dizginlerini oğlu Alexandro’ya bırakan Luciano Benetton’un ilk sözü "Global bir şirket olacağımızı 40 yıl önce tahmin edemezdik" oluyor.
Luciano Benetton gençliğinde bitpazarından giyinirmiş.
Parka düşkünüymüş.
Parkasıyla öylesine özdeşleşmiş ki yemek yediği lokantalarda "yine asker geldi" diye şaka yapılırmış.
Giyimine bu kadar özensiz birinin moda dünyasındaki başarısını merak ettik haliyle.
"Yeni teknolojilere açık olmak, gençleri yakından izlemek, dünyadaki gelişmeleri iyi yorumlamak" gibi cevaplar aldık.
"Benetton şimdi ekonomik büyüme potansiyelin olduğu her yerde" diyor Luciano Benetton.
Ekonomik kriz sırasında Rusya’da olduklarını ve bugün bunun meyvesini aldıklarını sözlerine ekliyor.
Hindistan, Çin ve İran.
İran, Benetton Grubu’nun en çok yakından izlediği pazar.
2006 yılında Tahran’da iki mağaza açılmış.
Hatta Benetton Tahran’da eski bir binayı alıp oraya yerleşmiş.
Grubun gayrimenkule nasıl yatırım yaptığını Benetton Türkiye Genel Müdürü Zeynep Selgur’dan da dinlemek fırsatı bulduk.
Girdiği ülkede gayrimenkul sahibi olmak Luciano Benetton’un merakı.
Daha doğrusu bir yatırım aracı.
Örneğin, Paris Opera Meydanı’ndaki ünlü Cafe de la Paix’nin binası Benetton’a ait.
Benetton’un dünyanın en önemli merkezlerinde binaları var.
İstanbul’da yok.
Zeynep Selgur, bir süreden beri Benetton’a bina aradıklarını ancak henüz istedikleri gibi bir yer bulamadıklarını söylüyor.
Güzelim tarihi binalarımızı yerle bir ettiğimizden geriye kalanlar olağanüstü pahalı.
Bu arada Selgur’dan bir şey daha öğrendik.
Benetton Grubu’nun cirosunun sadece yüzde 35’i giyim sektöründen.
İtalya’da otoyolların üzerindeki "Auto Grill" lokanta zincirlerinin de sahibi olan Benetton ulaşımdan enerjiye çok geniş bir yelpazede faaliyet gösteriyor.
Halen İtalya’nın en zengin ikinci ailesi.
Gerçekten Luciano Benetton parkayla dolaştığı günlerde bugünü tahmin edemezdi.
OECD’nin İstanbul raporu yolda
EKONOMİK Kalkınma ve İşbirliği Örgütü OECD’nin Genel Sekreteri Jose Angel Gurria bugün ve yarın Türkiye’de.
Gurria’nın bugün hem SPK’da, hem İstanbul Belediyesi’nde Başkanı Kadir Topbaş ile randevusu var.
Yarın ise Ankara’da Türkiye raporunu açıklayacak.
OECD’nin İstanbul ile ilgili çalışması 2005 yılının şubat ayında başlamış.
İstanbul Belediyesi, TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) ve TÜSİAD tarafından da desteklenen "İstanbul Raporu" 2007 yılın ilk aylarında yayınlanacak.
OECD, daha önce Helsinki, Atina, Melbourne, Kopenhag, Viyana, Montreal, Mexico City, Seul, Stockholm gibi şehirler için rapor hazırlamış.
Mesela Atina’ya Olimpiyat öncesi hazırlanan raporun şehrin alt yapısını tamamlamasına yardımcı olmuş.
Peki OECD’nin İstanbul raporunda neler olacak?
Kayıtdışı ekonomi, sağlıksız altyapı ve gecekondulaşma, deprem tehlikesi, ulaşım.
Kısaca İstanbul’un yakasını kurtaramadığı tüm sorunlar ve çözüm önerileri OECD’nin raporunda yer alacak.
BM ve OECD standartlarına göre "mega şehir" olan İstanbul’un hali elbette ki hepimizi üzüyor.
İçinden çıkılmaz trafiğiyle, işsiz ordusuyla, yüzde 70’ı gecekonduda yaşayan halkıyla, çarpık yapılaşmasıyla güzelim İstanbul’umuz hak ettiği yerde değil.
OECD’nin raporu sorunlarımıza çare bulmasını umut ediyorum.
Yazının Devamını Oku 
15 Ekim 2006
Pompidou’daki "Açık Gözler" Sergisi, Fabrica’daki genç sanatçıların dünya olaylarına, insani ilişkilere bakışlarını yansıtıyor. PARİS’teki Pompidou Kültür Merkezi, kültür merkezi olalı böylesine renkli bir gün yaşamamıştır.
Her bir katında ayrı bir olay var.
Önce sergi, ardından defile ve protest müziğinin önde gelen isimlerinden Patti Smith’li bir akşam yemeği.
Modada en olmadık renkleri bağdaştırarak çığır açan Benetton’un 40. yıldönümünü kutlamak için seçtiği yer Pompidou Merkezi.
Çağdaş sanatın kabesi.
İtalyan Benetton ailesi, 40 yıl önce evde örülmüş yün kazaklarla moda dünyasına adım atmış.
Yün kazaklar birbirine eklenmiş, dünyayı çepeçevre sarmış.
Tıpkı Benetton’un Pompidou Merkezi’ndeki defilesinde gördüğümüz zincir şeklindeki atkılar gibi.
Benetton bugün bir dünya markası.
İlk yurtdışı mağazası Paris’te.
Şimdi dünyanın en ücra köşelerinde.
Ve hatta siyah çarşaflı kadınların diyarı İran’da.
Pompidou Merkezi’ndeki büyük davetten önce biraraya geldiğimiz Luciano Benetton’a sorduk:
"İran’da Benetton ürünleri nasıl satılıyor?"
"O kara çarşafların altında rengarenk Benetton ürünleri giyenlerin sayısı hayli fazla" yanıtını aldık.
Olmasa zaten Tahran’da ikinci mağazasını açmaya hazırlanır mıydı?
Pompidou Merkezi’ndeki serginin adı "Fabrica: Açık Gözler."
Fabrica, Luciano Benetton ve "haşarı" fotografçısı Oliviero Toscani tarafından 1994’te kurulmuş bir sanat/kültür merkezi.
Tasarımdan sinemaya, edebiyata birçok alanda proje üreten bir nevi atölye.
AÇIK GÖZLER SERGİSİ
Toscani ile yollar ayrılmış ama Fabrica genç sanatçıları da destekleyerek yoluna devam etmiş.
Pompidou’daki "Açık Gözler" Sergisi, Fabrica’daki genç sanatçıların dünya olaylarına, insani ilişkilere bakışlarını yansıtıyor.
Sezaryenle dünyaya gelen bir bebeğin fotoğrafı,
Marilyn Monroe’nun yaşlı yüzü,
Fabrica’nın desteklediği film afişleri -ki bunların arasında Türk yönetmen Derviş Zaim’in Çamur filmi de var- çılgın tasarımlar, düşündürücü oyunlar.
Sergiyi gezdikten sonra sıra defilede.
Bu arada sergi alanından defileye geçmek için tırmandığınız merdivenlerde tatlı bir melodi çalıyor.
Tabii bu da Fabrica tasarımcılarının marifeti.
Defile ise tam anlamıyla bir renk cümbüşü.
Kadın mankenlerin bazıları yüzlerini Benetton renkleriyle boyamışlar.
Luciano Benetton tam karşımda oturuyor.
Podyumda yünlü giysilerle boy gösteren mankenlerini olağanüstü bir merak ve ilgiyle izliyor.
Sanki giysiler kendi üretimi değilmiş gibi.
Ona bakarken 40. yılını doldurmuş bir başarı öyküsünün sırrını çözüyorum.
Benetton, "Açık Gözler"le globalleşen dünyayı izliyor.
Gençler neyi sever?
Yarının trendleri neler?
Ve en önemlisi hangi ekonomiler büyüme eğiliminde?
Hangi ülkeye yatırım yapılacak?
Pompidou Merkezi’ndeki sıra dışı kutlama "Açık Gözler"in hak ettiği bir kutlama.
Yazının Devamını Oku 
13 Ekim 2006
ERMENİ soykırımını inkar yasasında top şimdi senatoda.<br><br>Meclisteki oylamadan hemen önce görüşme fırsatını bulduğumuz Fransız senatörleri gelişmeler karşısında tepkili. Oylama için "absürd bir oylama, meclisin onurunu hiçe sayan yüz karası, aptalca" sözcüklerini kullanıyorlar.
Görkemli senato binasında ilk görüştüğümüz Pierre Fauchon, UDF Partisi senatörü.
Ancak UDF lideri François Bayrou, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olmasına rağmen Fauchon üyeliği destekliyor.
Soykırımı inkar yasasıyla ilgili olarak şunları söylüyor:
"Ermenilere ve Ermenistan’a asla karşı değilim. Ancak bu yasa tamamıyla saçma bir yasa. Fransız meclisin onurunu hiçe sayan bir yüz karası. Bize ait olmayan bir tarihi yargılamak bizim işimiz olmamalı. O zaman Fransız meclisi neden daha yakın tarihlerde olup bitenlere kayıtsız kalıyor?" .
Fauchon’a bakılırsa, Cumhurbaşkanı Chirac ve UMP yöneticileri yasadan ötürü rahatsız.
"Yasa başta Chirac, UMP partisi yöneticilerini güç durumda bıraktı" diyor.
Peki Chirac’ın Ermenistan’daki çıkışına ne demeli o halde?
"Chirac’ın tek amacı, o sırada Ermeni halkına hoş görünmekti".
Fauchon’un Chirac ve UMP partisiyle ilgili tespitine rağmen, UMP lideri ve İçişleri Bakanı Nicholas Sarkozy’nin yakın danışmanı Deveciyan nedeniyle yasayı desteklediği sır değil.
FRANSIZ MECLİSİNİN İŞİ DEĞİL
Fransız Senatosu’nda görüştüğümüz ikinci senatör Jacques Blanc.
UMP partisinden olan Blanc aynı zamanda aynı zamanda Fransız Senatosu Fransa-Türkiye Dostluk Grubu Başkanı.
Bürosunda, yasayla ilgili hummalı bir çalışmanın ortasında bulduğum Blanc’ın ilk sözleri "Tarihi sorgulamak Fransız Meclisi’nin işi değil. Kaldı ki, yasa Fransız Anayasası’na da aykırı" oluyor.
Blanc, soykırım iddialarına tarihçilerin karar vermesi gerektiğini söylüyor.
Ayrıca işin hukuki yanıyla da ilgili.
Blanc’a göre, Fransız Meclisi, uluslararası yargı organlarının işlevini üstlenemez.
Senatörün umudu yasanın senatoda bloke edilmesi.
"Aksi takdirde 60 senatörün imzasıyla Anayasa Mahkemesi’ne götürülür" diyor.
AHMAKÇA BİR OYLAMA
Şimdiye kadar senato için iki tane Türkiye raporu kaleme almış olan, önümüzdeki yıl ise bir üçüncüsünü hazırlayacak olan UMP senatörü Robert del Picchia, oylamayı "ahmakça" olarak tanımlıyor.
Del Picchia, Türkiye’nin önerisi doğrultusunda acilen, tarihçilerden oluşan uluslararası bir komisyonun oluşturulmasını talep ediyor.
"Ancak" diyor "komisyon tarafsız bir ülkede toplanmalı. Türkiye ya da Ermenistan’da değil. Cenevre olabilir, Washington olabilir".
Fauchon, Blanc ve Del Picchia görüşmelerinden çıkarttığım sonuçlar şunlar:
Fransız Senatosu, ülkedeki Ermeni lobisinin Türkiye-Fransız ilişkilerini "rehin" almasından son derece sıkıntılı.
Tarihçilerden oluşan uluslararası bir komisyonun oluşması en fazla Fransa’yı rahatlatacak.
Fransızlar Türkiye’nin alacağı ekonomik yaptırımlar konusunda en fazla zaten zor günler geçiren otomotiv sektörünün darbe yemesinden endişeli.
Chirac ile hangi işadamı görüştü?
FRANSIZ Meclisi’ndeki oylamadan önce hem Ermeni, hem Türk tarafı yoğun lobi faaliyetlerini sürdürüldü.
18 Mayıs tarihindeki meclis oturumunda yasa teklifinin gündeme gelmemesini "Türk lobisinin" başarısı olarak tanımlayan Deveciyan’ın bu kez işi sıkı tuttuğuna bizzat tanık oldum.
Senatörlerle görüşmeyi beklerken Ermenistan’ın Paris elçisiyle yollarımız kesişti.
Türk tarafının kapalı kapılar ardında sürdürdüğü lobi faaliyetlerine ise işadamı Jak Kamhi’nin de katıldığını duydum.
Kamhi, meclis oylamasından kısa bir süre önce Elysee Sarayı’nda Chirac ile görüşmüş.
Yazının Devamını Oku 
10 Ekim 2006
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan geçen cumartesi günü Cidde’ye uçmadan kısa bir süre önce İstanbul’da Fransız şirketlerinin 15 temsilcisiyle bir araya geliyor. Konu, Fransız Meclisi’nde bu perşembe günü oylanacak olan Ermeni soykırımını inkar sayan yasa tasarısı.
Başbakan yalnız değil.
TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan var.
15 Fransız şirketi ise Renault, Peugeot, Carrefour, Societe General, Danone, Sodexho, Danone, Lafarge, Alcatel, BNP gibi Türkiye’de ciddi yatırımları olan şirketler.
Fransız şirketlerinin iki sözcüsü, Sodexho’nun Genel Müdürü Eşref Hamamcıoğlu ile Peugeot’nun Genel Müdürü Yann Carnoy.
Başbakan, Fransız şirketlerinin temsilcilerine "301’in iptali için uğraşırken, Fransa’nın ifade özgürlüğünü kısıtlayan benzer bir yasayı çıkartmaya çalışması çelişki yaratıyor. Bu yasanın Fransız Meclisi’nden geçmesi Türkiye’deki Fransız yatırımlarını riske atabilir" diyor.
Türkiye’de 250’ye yakın Fransız şirketi var.
İki ülke arasındaki ticaret hacmi 10 milyar Euro civarında.
Başbakan, Türk kamuoyunun söz konusu yasayla ilgili hassas olduğuna dikkat çekiyor ve Fransız şirketlerinden "işin vahametini" Fransa’da ulaşabildikleri herkese anlatmalarını talep ediyor.
ERDOĞAN SARKOZY İLE KONUŞMUŞ
Kendisinin bir süre önce İçişleri Bakanı ve UMP Partisi’nin başkanı Nicholas Sarkozy ile konuştuğunu belirtiyor.
Bu hafta içersinde de Cumhurbaşkanı Chirac’ı arayacağını söylüyor.
Belli ki "yumurta kapıya dayanınca" Ankara alarmda.
430 üyesinin 250’si Fransız şirketleri olan Türk-Fransız Ticaret Derneği ise işin vahametinin çoktan farkında.
Geçtiğimiz 29 Eylül tarihinde, Fransız şirketlerin Fransa’daki merkezlerine bir uyarı mektubu göndermesini sağlamış.
Mektupta, ilgili şirketlerin kendi bölgelerindeki milletvekilleriyle temas kurmaları talep edilmiş.
Uyarı mektubunun bir kopyası cumartesi günkü toplantıda Başbakan Erdoğan’a veriliyor.
Bu arada Türk-Fransız Ticaret Derneği, 12 Ekim günü Meclis’te oylanacak tasarıya karşı bir imza kampanyası başlatıyor.
İmzaya açılan bildiride, Fransız parlamento üyelerine tasarıya karşı çıkmaları çağrısında bulunuluyor.
www.auxelusdelanationfrançaise.com sitesindeki kampanyaya katılanların sayısı iki günde 6 bini geçmiş.
CHIRAC OPERASYONU
Hatırlayacaksınız, aynı tasarı 18 Mayıs tarihinde Fransız Ulusal Meclisi’nde gündeme gelecekti.
Ancak tasarıya karşı çıkan Meclis Başkanı Jean Louis Debre’nin başarılı bir manevrasıyla, Dışişleri Bakanı Philippe Douste-Blazy beklenmedik bir konuşma yapmıştı.
Dolayısıyla tasarının görüşülmesine vakit kalmamıştı.
Tabii Cumhurbaşkanı Chirac’ın bu başarılı operasyonun arkasında olduğu iddia edilmişti.
Bugüne gelirsek, Ermenistan’daki çıkışı Chirac’ın bu kez sürpriz bir "operasyon" yapmayacağını ortaya koyuyor.
Peki yasa onaylanacak mı?
Türk dostu Fransız parlamenterle sıcak ilişkiler içerisinde olan Türk-Fransız Ticaret Derneği Başkanı Yves-Marie Laouenan’a göre, tasarı bu kez Meclis’ten geçecek gibi görünüyor.
"Mayısta tasarının gündeme gelmemesi Ermeniler tarafından Türk lobisinin başarısı olarak tanımlanmıştı" diyor Laouenan.
Geçerse bundan sonra ne olacak?
Senato’nun önüne gelecek ki bunun da bir ila bir buçuk yıl alacağı söyleniyor.
Bu aşamadan sonra Türkiye’nin yapacağı şey yasanın Senato’da engellenmesi.
Fransa’daki seçimler nedeniyle tüm hesapların altüst olması ihtimali var.
Ancak bu arada Başbakan Erdoğan’ın Fransız şirketlerinin temsilcilerine söylediği gibi yasa başımızın üzerinde "Demokles’in Kılıcı" gibi sallanacak.
Hasankeyf için Merkel’e mektup
ILISU Barajı’yla sular altında kalacak Hasankeyf’i kurtarmak için çabalar sürüyor.
"Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi" yaz aylarında Almanya ve Avusturya’da Ilısu Barajı’nı inşa edecek konsorsuyumun üyelerini ikna turuna çıkmıştı.
Sadece konsorsiyum üyeleri değil, kredi sağlayacak kuruluşları da barajın yapılmaması için ikna etmeye çalışan "Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi" en son Almanya Şansölyesi Merkel ile Avusturya Başbakanı Schüssel’e mektup yazmış.
Bir kopyası da bana ulaşan mektup 10 sayfa.
Ilısu Barajı’nın neden finanse edilmemesi gerektiği özetleniyor.
Merkel’in Türkiye ziyaretini fırsat bilen "Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi", TOBB’daki iki üyesi sayesinde mektubu şansölyenin danışmanına ulaştırmayı başarmış.
Almanya’nın konsorsiyum üyelerinden Zubling’i finanse etmeye hazırlandığı sırada Hasankeyflilerin bu çığlığına Merkel’in tepkisini göreceğiz.
Yazının Devamını Oku 
8 Ekim 2006
Sylvia Kristel şimdi Amsterdam’da iki odalı kiralık çatı katında yalnız yaşıyor. Artık alkolik ve kokainman değil, çünkü hayatının son on üç yılını geçirdiği ve iki yıl önce kaybettiği şair Freddy De Vree onu vazgeçirmeyi başarmış. Sylvia Kristel’in yüzü yıllar sonra karşımda. Geçenlerde yabancı bir derginin sayfalarını karıştırırken gördüm onu. Alnında ve gözlerinin etrafında kırışıklarıyla, hafif sarkmış yanaklarıyla Sylvia Kristel.
1970’li yılların ortasında dünyayı sarsan Emmanuelle filminin yıldızı.
O yıllarda 100 milyon kişinin izlediği filmi görmedim.
Ama Emmanuelle’in posteri aklımda.
Uzakdoğu’ya has tahtvari hasır koltuğunda, yarı çıplak oturan uzun inci kolyeli, dantel etekli çizmeli genç bir kız.
Duru güzelliğiyle olağanüstü çarpıcı.
Çıplaklığı asla bayağı değil.
Sylvia Kristel Emmanuelle filmini çevirdiğinde 20 yaşında, bugün ise 53.
Dergilere tekrar konu olmasının nedeni Fransa’da eylül başlarında piyasaya çıkan biyografik kitabı Çıplak.
Sinema tarihinin kült filmlerinden birini çevirmiş Hollandalı bu eski sinema oyuncusunun hayatını, şimdi nerede olduğunu merak edip aldım kitabı.
Çıplak bir çırpıda okunan, sürükleyici bir kitap.
DOLUNAY GECELERİ DANS EDEN ÇOCUK
Sylvia Kristel kitabına çocukluğundan başlıyor.
Utrecht’te anne ve babasının işlettiği otelde çocukluğu pek de mutlu geçmemiş.
İşi başından aşkın alkolik bir anne ve ilgisiz bir babanın üç çocuğundan büyüğü Sylvia.
Dansa meraklı.
Aynalara aşık.
Dolunay gecelerinde evin çatısında tek başına dans eden hayalperest bir çocuk.
Eğitimini bir manastırda, rahibelerin gözetiminde tamamlıyor.
Annesinin teşvikiyle katıldığı Avrupa Televizyon Güzeli yarışmasını kazanıyor.
Güzel yüzü, Emmanuelle Arsan’ın erotik kitabını beyaz perdeye aktarmak isteyen yönetmen Just Jaeckin’in dikkatini çekiyor.
Emmanuelle hiçbir oyunculuk deneyimi olmayan Kristel’in ilk filmi.
Ona şöhretin kapılarını ardına kadar açıyor.
Satır aralarından anlıyoruz ki, Emmanuelle’de şaşırtıcı bir doğallıkla soyunan Sylvia Kristel esasında utangaç.
Rahibe eğitiminin tortusu.
Ekranda fütursuz bir çıplakla seyircinin karşısına çıkan genç kız esasında beğenilmeme, başaramama gibi korkuların pençesinde.
Slyvia Kristel korkularını boğmak için sette şampanyaya sarılıyor.
Daha sonra kokaine alışıyor.
ERKEKLER BEDENİMİ SEVDİ, YÜREKLERİNİ ASLA GÖRMEDİM
Emmanuelle gişe rekorları kırmasına kırıyor ama Sylvia Kristel’e oyunculuk yeteneğini kanıtlayacağı senaryolar asla gelmiyor.
Gerçi kendisi dahi oyunculuk yeteneğinin olup olmadığını bilmiyor.
Hiç de bilmeyecek.
Yakasını bırakmayanözgüven eksikliği nedeniyle.
Avrupa’dan umudunu kesip Hollywood’a doğru yelken açtığı, orada yaşamaya başladığı yıllarda burnunun kemiğini eritecek kadar kokainman.
Arada kendisinden yirmi yaş büyük Belçikalı romancı Hugo Claus’tan Arthur adında bir oğlu olmuş.
Vadim’den Warren Beatty’ye sayısız erkekle yatıp kalkmış.
"Erkekler bedenimi sevdi, onların hayallerindeydim ama yüreklerini asla görmedim" diyor.
Birkaç kez evlenmiş.
Kocalarından biri tüm servetini batırmış.
Kristel, bir star gibi gittiği Paris’ten ve Hollywood’dan günün birinde beş parasız, işsiz Hollanda’ya dönüyor.
Paris, Los Angeles, Saint Tropez ve Hollanda’daki evleri uçup gitmiş.
Peki ya bugün?
Sylvia Kristel nerede? Ne yapıyor?
Amsterdam’da iki odalı kiralık çatı katında yalnız yaşıyor.
Artık alkolik ve kokainman değil, çünkü hayatının son on üç yılını geçirdiği ve iki yıl önce kaybettiği şair Freddy De Vree onu vazgeçirmeyi başarmış.
Birkaç yıl arayla iki kanser atlatmış.
Minik çatı katında Los Angeles’ta iken başladığı resme devam ediyor.
Arada sırada çıktığı şovlardan altı aylık kirasını çıkarttığı zaman mutlu.
Oğlum Arthur yeryüzündeki en kıymetli varlığım. Hayattan bana kalan tek şey diyor.
Kitabın son sayfalarını çevirdiğimde anlıyorum ki, Sylvia Kristel yaşadığı hayattan belki pişman, belki değil.
Ama bir tek şeyden emin:
Emmanuelle’in koltuğunda oturan kız olmak istediği şey değildi.
Yazının Devamını Oku 
7 Ekim 2006
ALMANYA Şansölyesi Angela Merkel’i, tarihin sayfalarına adını "açık sözlü ve yapıcı bir lider" olarak geçirecek konuşmalarından birini dün İstanbul’da dinledik. TÜSİAD ve TOBB’un düzenlediği Türk-Alman Ekonomik Forumu çerçevesinde, Çırağan Sarayı’nda Başbakan Erdoğan’dan sonra konuşan Merkel’in özellikle AB konusundaki mesajlarının altını çizmek gerek.
Alman ve Türk işadamlarından oluşan kalabalık topluluğa Merkel’in verdiği mesajlar hangileri?
Kanımca en önemlisi şu sözleri:
"Ben bir Hıristiyan Demokrat olarak Türkiye’ye "ayrıcalıklı üye" statüsü verilmesinden yanayım. Ama "ahde vefa"ya saygılıyız. Türkiye’ye verilen söz yerine getirilecektir".
Açıkçası Merkel diyor ki "Tam üyeliğe karşı olsam da Türkiye’nin buna hakkı var ve buna saygı duyuyorum".
Alman Şansölyesi tabii reformlara da değiniyor.
"Türkiye reformları Avrupa’ya kendini beğendirmek için değil, kendisi için yapmalı. Bundan hem kendisi, hem Avrupa kazançlı çıkacak. Win win durumunun hepimize faydası var".
Son zamanlarda Avrupalı liderlerin sık sık dile getirdikleri "reformlarda yavaşlama" uyarısı yerine Merkel’in daha yumuşak bir üslup benimsediği dikkat çekiyor.
DİL KİLİT FAKTÖR
Buna karşın Almanya’daki 2.5 milyon Türk hakkındaki sözleri biraz daha sivri.
Angela Merkel, Almanya’daki Türklerin "entegrasyonu"nun çok önemli olduğunu vurguladıktan sonra "Burada dil kilit faktör" diyor.
"Türkler Aalmanca’yı iyi konuştukları zaman önlerine yeni fırsatlar çıkacak. Dil iyi eğitimin de önündeki engel. Oysa Almanya’nın yaşlanan nüfusu nedeniyle iyi eğitim görmüş gençlere gereksinimi var" diye ekliyor.
Merkel dil konusunda Türk Hükümeti’nden yardım istiyor.
"Almanca’nın iyi öğrenilmesi için Türkiye’nin de katkısına ihtiyacımız var" diyor.
Şansölyenin bir diğer önemli mesajı da İslam ile ilgili olanı.
Almanya İçişleri Bakanlığı’nın girişimiyle hükümetinin Almanya’daki İslami liderlerle görüşmelere başladığını söylüyor.
"Din adına şiddetin kınanması gerek ama birbirimizi anlamak, diyalog kanallarını da açık tutmak zorundayız" diyor.
"Kesin kararlıyız. Dinler arasındaki engelleri ortadan kaldırmak istiyoruz" diye ilave ediyor.
Merkel’in bu konudaki kararlılığı altının çizilmesi gereken başka önemli bir mesaj.
Avrupa’nın, son dönemlerde kuşkuyla baktığı İslam ile barışmasına katkıda bulunmaya hazır olması Merkel’in artı hanesine yazılacak kuşkusuz.
Yazının Devamını Oku 