Ziraat’in katılım bankası kurma yönünde resmi kararı bulunuyordu.
ANKARA kulisleri son günlerde “Ziraat Bankası’nın Bank Asya katılım bankasını satın alacağı” yönündeki kulislerle çalkalanıyor. Görüştüğümüz Banka yöneticileri böyle bir girişim ‘resmen’ olmadığını söylediler ama böyle bir ihtimali de yalanlamadılar. Yani; Ziraat Bankası Bank Asya ile ilgileniyor.
Bu konu üzerinde çok fazla konuşulmak istenmiyor. Çünkü Bank Asya’nın siyasi bir özelliği de var; bu katılım bankası “Gülen Cemaati’nin bankası” olarak biliniyor. Dolayısıyla paralel devlet tartışmaları içinde bazen isim verilerek bazen isim verilmeden hedef yapılan bir banka.
Bank Asya’nın Ortadoğu sermayesini ortak olarak almak istediği ama bunun Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) tarafından onay görmediği de, geçen ay konuşulmuştu.
Ziraat Bankası yetkilileri, konuyla ilgili konuşmaktan çekiniyorlar ama ‘kamu bankalarının birer katılım bankası kurması yönünde bir resmi karar olduğunu’ da hatırlatıyorlar. Dolayısıyla yeni bir katılım bankası kurulmasının maliyeti ile mevcut bir katılım bankasını satın alma opsiyonlarını araştırdıkları da biliniyor. Diğer katılım bankalarının hükümetin siyasi görüşleriyle aykırı düşen bir yönü bulunmuyor. Yani yeni bir katılım bankası mı, mevcut katılım bankalarından birini satın alma mı tartışmalarında ister istemez gözler Bank Asya’ya çevriliyor.
Ankara kulislerinde dolaşan diğer söylentilerle birlikte değerlendiğinde ortaya çıkan sonuç şu:
Bank Asya’nın mevcut sermaye yapısının değişmesini hükümet, özellikle de Başbakan Erdoğan mutlaka istiyor. Bu amaç doğrultusunda Bank Asya’nın Ziraat Bankası tarafından satın alınmasını sağlama yönünde çalışmalar var.
Elbette zaten alınması gereken, çalışma esaslarına dönük tedbirler var ama konuşulan önlemlere baktığınızda, hiçbiri böylesine büyük faciaların tekrar yaşanmasına engel değil.
Çalışma Bakanı’nın uzun zamandır üzerinde çalıştığı taşeronluk sistemi, Soma faciasının ardından hızla ele alındı, yeni bir taslak ortaya çıktı. Bazı düzeltmeler var ama örneğin Soma faciasında öne çıkan taşeron kullanımının önüne geçmiyor. Yani taşeronluk sistemi bazı makyajlarla devam edecek. Ancak; faciadan etkilenen işçi ve yakınlarına SGK’nın yapacağı ödemelerin işverenin yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığı, taşeron için önceden izin alınması, yeraltında çalışanlara zorunlu haller dışında mesai yaptırılmaması düzenleniyor. Bunun yanında en önemli değişiklik madencilerin çalışma saatleri ve emeklilikleri ile ilgili. İki ayda bir çift maaş ödenecek madencilerin emeklilik yaşı da 55’den 50’ye indirilecek. Tüm bunlar işçilerin çalışma koşullarını iyileştiren, yıpranmalarını artık hesaba alan düzenlemeler. Ancak alınan önlemler arasında madencilerin can güvenliği ve emniyetini daha güvenceye alacak önlemleri şimdiye kadar pek görmedik.
Örneğin maden ocaklarının fiziki koşullarının iyileştirilmesi adına bazı düzenlemeler konuşuldu ama bunların hiç biri için somut adım atılmadı. Yaşam odalarının şart koşulması, emniyet tedbirlerinin çağdaş madenler seviyelerine çıkarılması gibi tedbirler, ilk birkaç gün konuşulduktan sonra unutuldu gitti.
Aslında köklü iyileştirme niyeti olsa uluslararası anlaşmalar kabul edilirdi…
Yani emeklilik yaşı azaltılsa da, 8 yerine 6 saat çalışacak olsa da maden işçileri yine aynı koşullardaki madenlere çaresizlikten girip, görev yapmaya devam edecekler. Yine fiziki koşullar benzer olacak, yine denetim sistemi değişmeyecek, yani SGK’nın müfettişleri bir haftalık denetimi bir günde göstermelik yapıp, akrabalık ilişkileri içinde “denetimlerde sorun görülmedi ” raporları yazacak. Sendikacılar değişecek ama sistemi belli ki aynen sürecek...
ASIL SORUMLU RÖDOVANS SİSTEMİNİ KURANLAR AMA…Bence Soma faciasının nedenlerinin başında rödovans sistemi geliyor. Alınacak önlemlere baktığımızda rödovans sisteminden hiç söz edilmiyor, daha doğrusu sistemin aynen devamı öngörülüyor. Yani Enerji Bakanlığı, daha doğrusu Kömür işletmeleri Kurumu(TKİ) mevcut uygulamada olduğu gibi, aslında taşeronluk olan, kendine ait ocakları başkasına işletmeye vermeye devam edecek. Faciaya yol açan, fiziki koşulları aynı kalmak kaydıyla, bir birim kömür üretilecek yerden 3 birim kömür üretiminin zorlanması sürecek. Belli ki TKİ ve işveren karlarını maksimize etmek için aşırı üretime devam edecekler.
Merkez Bankası yönetiminin bu tarihte gerçekten bağımsız ve teknik gerekçelerle mi karar aldığı, yoksa Başbakanın isteğiyle mi karar aldığı belli olacak. Alınacak karar aynı zamanda Merkez Bankası’nın itibarı, dolayısıyla ekonomideki istikrar için de bir oylama niteliği kazandı.
Durup dururken Merkez Bankası’nı böyle hayati bir noktaya iten ise Başbakan Tayyip Erdoğan oldu. Geçen hafta Almanya seyahati dönüşü, faiz indirimleri konusunda çok ağır konuşan Başbakan, Salı günkü Grup toplantısında Merkez Bankası yönetimi için eleştirinin dozunu, neredeyse gelebilecek en üst seviyeye kadar yükseltip, böylesine bir beklentiyi yarattı.
Merkez Bankası son PPK toplantısında yarım puanlık faiz indirim kararı verdi. İçinde benim de bulunduğum bazı iktisatçı, bankacı ve gazeteciler yüksek enflasyona rağmen faiz indirdiği için eleştirdik. Merkez yönetiminin Başbakanı öfkelendirmemek için böyle bir karar verdiğini, Başbakan ve yanındakileri bu indirimin kesmeyeceğini söylemiştik, öyle oldu.
Aslında Başbakan bunu hep yapıyor. 2003 yılında ilk Başbakan olduğunda dönemin Merkez Bankası Başkanına kızmış, işadamlarına “gidin kapısına baskı yapın” bile demişti. Daha sonra kendi atadığı Başkanlarla çalıştı ama sık sık faiz ve kurlar konusunda Merkez Bankası yönetimleriyle karşı karşıya geldi. Ancak bu son yaşananlar, artık görüş ayrılığının doruk noktasına ulaştığını gösteriyor. Daha önce de olduğu gibi; bu tür eleştiriler üzerine Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, mümkün olduğunca dolaylı bir üslupla, Başbakana karşı Merkez Bankası yönetiminin yanında yer aldı. Babacan bu kez “Kurumların kendi görev alanlarında tanımlanan şekilde, asla taviz vermeden, uygulamalarına devam etmeleri gerekiyor. Bu yapıldığı sürece önümüz açık” diyerek destek verdi. Bu kez Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de Babacan’ın söylediklerine katıldığını belirterek Merkez’e destek verdi.
Bir önceki Bakan Zafer Çağlayan gibi, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi ise “faiz nedendir, enflasyon sonuç” diyerek Başbakanın söylediklerine katıldı.
BU KEZ ARTIK KOPABİLİR
Merkez Bankası ne kadar faiz indirse de, tahmin ettiğimiz gibi, Başbakan ve yakınlarını kesmiyor. O hep daha fazlasını istiyor.
Başbakan Erdoğan Almanya’dan dönerken, 0.5 puanlık faiz indirimine rağmen, Merkez Bankası yönetimine kötü çatmış. Arttırırken 5 puan, indirirken yarım puan indirdiğini hatırlatıp, “Sen dalga mı geçiyorsun?” diye sormuş.
Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın bu son çıkışa yanıt vereceğini sanmıyorum. Herkes biliyor ki; Merkez Bankası’nın bu enflasyon oranıyla zaten faizi indirmemesi lazımdı ama buna rağmen Başbakanın öfkesini azaltmak için indirim yaptı. Bu indirimi yapıp, arkasından bankaların fon yöneticileri ve iktisatçılarına “Bu indirimin başlangıcıdır, devam edecek diye beklenmesin” demesinin ardında da, aslında uygun olmayan bir indirimi yaptığı bilinci vardı.
Başbakan belli ki Merkez Bankası’na, özellikle faiz indirimi konusunda çatarak, oy oranlarını artırdığını düşünüyor. Gerçekten bu çıkışların oyla ilgisi var mıdır bilmiyorum ama bu çatışmanın artık herkesi bıktırdığı da açık.
Yani bu sadece bir oyunsa artık bitse iyi olur. Başbakan eğer samimi ise; Merkez’in her kararına çatmayı bırakıp, sözüne uymadığı için Merkez Bankası yönetimini görevden alması lazım. “Merkez Bankası Başkan ve yardımcıları görevden alınamaz” demeyin, kamuda bu işler istenirse hemen olur; bir haber gönderirsiniz, “istifa et” dersiniz, olur biter. Hele ki aynı kültürden gelirken.
Yok, eğer Başçı ile çalışacaksa artık karizmasını daha fazla çizmese iyi olur. Başçı’yı düşünmeyebilir ama karizması çizilen aynı zamanda ülke ekonomisi..
Gelelim Erdem Başçı’nın tavrına... Başçı’nın, artık Ali Babacan’ı da dinlemeyip ya da onunla birlikte, istifa etmesi artık doğal karşılanabilir. Çünkü gelinen nokta artık dayanılamaz, hem kendisine hem ekonomiye zarar veren bir nokta. Bence Başçı Başbakanla konuşup, “kişisel olarak zarar gördüğüm nokta aşıldı, artık ekonomi zarar görüyor” diyerek bu tür demeçlerin verilmemesini istemeli ya da olmuyorsa ayrılmalı. Birikimi ve kariyerini düşünen akademisyen bürokrat bunu yapabilmeli. Yok, “inanmadığı işleri yaparak görevde kalayım derdinde” ise o zaman da Başbakanın dediği gibi 5 puanlık faiz indirimini hemen yapmalı.
MERKEZ SÖZ DİNLEYİP 5 PUAN İNDİRSE
Soma faciasından yola çıkarak, mevcut kapasiteleri zorlamanın sonunda kazaya yol açacağının görüldüğünü, faiz için de bunun geçerli olduğunu kaydetmiş, buna rağmen indirimin piyasada tepki görmeyeceğini söylemiştik.
Piyasalar Merkez Bankası’nın faiz indirimine olumlu yanıt verdi. Bankacılarla konuştuğumda ellerindeki kağıtlar nedeniyle faiz indirimiyle birlikte daha fazla kâr yazacaklarını, bunun da olumlu tepkiye neden olduğunu söylüyorlar.
Özetle piyasaların işine gelen bir adım oldu. Bu adımdan en çok hoşlanan ise hiç tartışmasız siyasi iktidardı. Aslında Başbakan ve yakınlarına kalsa, çok daha hızlı ve yüksek oranlı indirimlerin yapılması gerekiyor. Ancak “faiz indirim havası” verilmiş olması da, Başbakan ve yakınlarını bir ölçüde rahatlatıyor.
Siyasilerin kaygısı “daha fazla oy” dur ve bunu sağlayacak her şeyi isterler.
Ancak çağdaş ekonomilerde Merkez Bankalarının görevi, siyasilerin hırslarına gem vurup, iktisadi gerçekler doğrultusunda, ülke ekonomisinin istikrarını ve orta-uzun vadeli çıkarlarını savunmaktır. Bunun için siyasi iktidarları frenleyip, onlara rağmen gereken adımları atmaktan çekinmemeleri ile bilinirler.
İşte aynı maden kazasında olduğu gibi; Merkez Bankası’nın kâr maksimizasyonu isteyen özel sektör ve oy maksimizasyonu isteyen Hükümetin çıkarları birleşse bile, fren mekanizması uygulayarak olası kazaları önleme görevi vardır. TKİ , Enerji Bakanlığı ve Çalışma Bakanlığı nasıl görevlerini yerine getirmeyip faciaya yol açtılarsa, bence Merkez Bankası da görevini savsaklayarak aynı pozisyona düşmüş oldu. Kaza riskini gördüğü halde Hükümete uyarak görevini tam anlamıyla yerine getirmemiş oldu.
Soma’daki maden kazasında nedenler ortaya çıktıkça, zaten sakat kurulan sistemi ve sistemi zorlamanın yol açtığı sonuçları açıkça görüyoruz.
Soma faciasının nedeni çok açık; madendeki üretim koşulları insan yaşamını gözetmeyen, bu konudaki önlemler için çıkacak maliyetten kaçan bir anlayışla oluşturulmuş ve madeni işleten özel sektöre “ne yaparsan yap; fazla üretim yap,çok kazan” anlamına gelen mantık sunulmuş. Yani çalışanın hayatını, sağlığını gözetmeden, karın maksimizasyonu için bir mekanizma oluşturulmuş ve bu sakat mekanizma, göz göre göre zorlanmış.
Bunun sorumluluğu elbette bu sistemi getiren devlete ve devleti yönetenlere aittir. Şu kadarını söyleyeyim; bundan önceki Hükümetler de gerekli özeni göstermediler ama son yıllarda oluşturulan bu sistemin içinde insan hiç yok. Yani bunun adı çok açık; vahşi kapitalizm koşulları. Yani Başbakanın kazayı 1860’ların İngiltere’sindeki maden kazalarıyla kıyaslaması rastlantı değil.
Bu sakat madencilik sistemini oluşturan siyasi tercihler. Yani Hükümet fak-fuk-fon kanalıyla oy için herkese kömür dağıtırken, bu sübvansiyonun zararını azaltmak için, kömür işletmelerine “ne yapıp edip üretimi artırarak zararını azalt” görevi vermiş. Bunu yaparken madencinin sağlığı, iş güvenliği koşulları sözde kurallara bağlanmış ama kurallara baktığınızda, sosyal güvenlik uzmanının patrona bağlı olması gibi, istismar yollarını da açık bırakmış. Yani sözde kalacak kurallar koymuş, özel sektör de bunu istismar etmiş ...
Bir yandan Soma kazasının nedenlerini tartışırken öte yandan bugün yapılacak Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında faiz indirimi kararı alınıp alınmayacağını tartışıyoruz. İkisini bir arada düşününce de, mevcut mekanizmaların zorlanmasının kazalara yol açma riskinin ortak olduğunu görüyorsunuz.
Merkez Bankası’nın Hükümetin baskısı altında karar vermekte zorlandığı, çok açık bir gerçek. Faiz artırınca Başbakan başta olmak üzere, bazı bakanlar ve Başbakana yakın medya açıkça Merkez Bankası yönetimini suçluyor. Faiz indirince de hep birlikte alkışlıyorlar. Ancak dikkat edin; Merkez Bankası ne kadar faiz indirirse indirsin, doymuyorlar; hala çok fazla indirim yapılabileceğini söylüyorlar.
LİMİTLERE GELİNDİĞİ ANLAŞILMALI
Çünkü ekonomi mantığı; milli görüşten kalma. Başbakanın “faizi indir enflasyon da iner” sözü, literatüre ters olmasına rağmen, yakınları tarafından şiar edinildi. Şartlar ne olursa olsun faiz indirimi isteniyor. Enflasyon yeniden çift haneye çıkacakmış, eksi faizmiş, ne gam.
Günlük hayat kaygısı içinde zaman zaman yaşanan karamsarlıklar, artık genel bir iklim halini alıyor.
Soma faciasının hissettiğimiz bu genel karamsarlık havasını iyice ağırlaştırdığı çok açık. Sabahları işe ağlamaktan şişmiş gözlerle gelen çok sayıda insanla, özellikle gençlerle siz de karşılaşmış olmalısınız. Böyle bir kazaya uğrama ihtimali olmasa da herkesin bu acıyı damarlarında hissettiğini gördük. Bu çağda bize bunları yaşatanlara hep birlikte kızdık.Bunun sadece mevcut iktidarla ilgisi olmadığını herkes biliyor. Yılların ihmali olduğunu, kültür yapısındaki kaderciliğin tüm yöneticiler tarafından istismar edilip, iktidarlarını koruma yöntemi haline getirildiğini de herkes biliyor.
Bundan önceki maden kazalarına kıyasla umutsuzluk ve kızgınlığın bu kez bu kadar fazla olmasının bir nedeni elbette kazanın büyüklüğü idi.Ancak yaşanan büyük kızgınlığın tek nedeni sadece bu değil. İnsanlar yaşadıkları, hissettikleri büyük acıya rağmen, bence yöneticilerinin buna katılamayışına, vatandaşına hala saygı gösteremeyişine çok kızdılar.
Bu kazalar karşısında hala insanların çaresiz olduğunun söylenmesine, dışarıdaki örneklere rağmen bu kazanın sanki kaçınılmazmış gibi gösterilmesine, en doğal hakları olan itirazlarını belirtmelerine karşı takınılan tavra öfkelendiler.Faciada canı yananların bu kadar hassas bir durumda yaptığı itirazlara, acının getirdiği öfkenin dile getirilişine kızılıp, büyük tepkiler verilmesine içerlediler.
Tabi ki öfkesini dile getiren en geniş kesim gençler oluyor. Doğaları gereği hemen parlıyor, öfkelerini dizginlemeden dile getirmeye çalışıyor, kızgınlıklarını göstermek istiyorlar. Bundan doğal bir şey olabilir mi?
Hem unutmayın ki; yaşananlardan, oluşan karamsarlık havasından en çok etkilenen onlar. Çünkü önlerinde daha çok uzun bir yaşam süresi var ve kendilerine sunulan böylesine bir iklimde, bu koşullarda yaşamak istemiyorlar.
Soma faciası en çok gençlerin umutlarını kararttı.
Norveç Milli günü ve Norveç Anayasasının 200. Yıldönümü için Ankara’da yapılacak kutlama Soma’da yaşanan maden faciası nedeniyle iptal edildi. Norveç Krallığı ve Hükümeti üzüntülerini bildiren ilk ülkelerden biri oldu.
Kendi deneyimleri ile ilgili sohbet ettiğimiz Büyükelçi Kanavin, 1962 yılında yaşadıkları kazanın hem kendi hayatında hem ülke geçmişinde çok büyük bir yer tuttuğunu söyledi. Norveç’in yüzyıllar boyunca küçük işletmeler kanalıyla maden üretimi yaptığını, böyle bir geleneği bulunduğunu kaydeden Büyükelci, anakara dışında kuzeydeki adada 1962 yılında yaşanan Kings Bay maden kazasının ülke hafızasında büyük yeri olduğunu söyledi. Anakara dışında yerel halkı derinden etkileyen bu kazanın tüm Norveç halkında büyük acı yarattığını belirten Büyükelçi Kanavin, Norveç kültüründe büyük yer tutan, uluslararası alanda da iyi bilinen, sağlık, güvenlik, emniyetli üretim ve çevre duyarlıklarının oluşmasında bu kaza sonrası yapılan tartışmaların çok önemli bir yeri olduğunu söyledi. Bu kazadan sonra toplumda büyük tepki çeken kazanın raporunun yazıldığını, 1963’de bu raporun parlamentoda görüşülmesi sırasında hükümete destek veren küçük partinin bu desteği çekmesi üzerine Hükümetin düştüğünü söyledi. Hükümetin aynı şekilde kısa süre sonra tekrar kurulduğunu belirten Büyükelçi, “Burada önemli olan Hükümetin gidişi değil, bu olaya gösterilen tepki ve bundan çıkarılan derslerdi” şeklinde konuştu.
Şimdi Norveç’te ekonomik faaliyette bulunulurken insan yaşamı güvenliği ve çevre koşullarının vazgeçilmez ilkeler haline geldiğini, maliyeti ne kadar artırırsa artırsın bu ilkelerden vazgeçilmesinin mümkün olmadığını kaydeden Büyükelçi, işte bu kültürün oluşmasında 50 yıl önce yaşadıkları bu maden kazasının payına dikkat çekti. Büyükelçi, Türkiye’de faaliyette bulunan Norveç şirketlerinin de aynı ilkeleri gözeterek çalıştığının altını çizdi.
GÜNAH KEÇİSİ ARANMASIN
Soma kazasının çok büyük bir kaza olduğunu, gördüğü kadarıyla kendi örneklerinde olduğu gibi toplumun tüm kesimlerinde bu acının hissedildiğini kaydeden Büyükelçi Karavin, bu kazadan dersler çıkarmanın önemine değindi. Kurumların güvenirliliğinin çok önemli olduğunu, halkın kurumlara güveninin oluşturulması gerektiğini kaydeder Karavin, “Bir günah keçisi yaratıp suçu onun üstüne atarak kurtulmanın bir yararı olmadığını” söyledi. Bu kazadan çıkarılacak derslerden yola çıkarak yeni kuralların konulabileceğini hatırlatan Büyükelçi Karavin, “Kurallar kadar onların uygulanmasının da çok önemli olduğunu” ifade etti. Uluslararası alanda bu tür iş kolları için getirilen standartların ve yapılan sözleşmelerin önemine de değinen Büyükelçi, bu sözleşmelerin bir tür rehberlik hizmeti verdiğini kaydetti. Bu sözleşmelerin dışında BM’nin de destekliği bu tür işkollarının sosyal sorumluluk projelerinin de önemli olduğuna dikkat çeken Büyükelçi Karavin, Türkiye’nin bu uluslararası metinler ve kurallara dikkat ederek, bu kazadan dersler çıkaracağına inandığını ifade etti.
Büyükelçi sohbetimiz sırasında, bu kazadan da yola çıkarak, sık sık kurumsallaşma, halkın kurumlara olan güveni üzerinde durdu.