Erdal Sağlam

Merkez, Başbakan’a değil piyasaya uydu

25 Nisan 2014
MERKEZ Bankası bu kez Başbakan Tayyip Erdoğan’a değil piyasaların ihtiyaçlarına uygun davrandı ve gösterge faiz oranı ile faiz koridoru oranlarını değiştirmedi.

Buna karşılık gösterge olmayan, bankaların ancak gün sonu kapanamadıklarında başvurdukları son kaynak olan, geç likidite penceresi faiz oranını yüzde 15’den yüzde 13.5’e indirdi.
Dün yapılan Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında piyasalar faiz indirimi beklemiyordu ama “Acaba Merkez Bankası Başbakanın ısrarları karşısında faiz indirimi yapmak zorunda kalır mı?” endişesi de vardı. Merkez bu kez sürpriz yapmayarak piyasaların beklentisine uydu ama “teknik” olarak nitelediği geç likidite penceresi faiz oranını indirerek, ileriye dönük olarak biraz daha iyimser olduğunun mesajını da verdi. Bunun, “Başbakanın ısrarlı taleplerine karşılık yapılan bir jest” olarak algılandığını görüyoruz.
Bu teknik faiz indirimi aynı zamanda piyasalar için önümüzdeki toplantılarda faiz indirme mesajı olarak algılanabilir mi derseniz, bu konudaki yorumlar değişik. Enflasyonla ilgili bu kez Merkez Bankası’nın söylemini yumuşattığı görülüyor ama yine de Haziran ayı verileriyle tepe noktasına ulaşması beklenen enflasyon oranlarını görmeden bir faiz indirimi yapılması pek beklenmiyor. Piyasa oyuncularının büyük bölümü, işler iyi giderse, faiz indiriminin yılın son çeyreğinde yapılmasını bekliyor. Buna karşılık Mayıs ayındaki PPK toplantısında da faiz indirimi yapılamayacağı görüşüne katılan bazı piyasa uzmanları Haziran ayındaki PPK’da bir indirimin gelebileceğini söylüyorlar.

İNDİRİM OLMAYINCA TL DEĞERLENDİ

Piyasalar PPK toplantısı sonrası yapılan ve faiz indirimi öngörülmeyen açıklamayı olumlu karşıladı. Toplantı öncesi Başbakana yakın bir gazetenin “Merkez tarafını seç” başlığıyla faiz indirimini sert biçimde istemesi, sabah saatlerinde piyasayı tedirgin etmişti. Yapılan açıklama ile rahatlayan piyasalarda kurlarda ciddi sayılabilecek düşüşler kaydedildi. Yani Merkez Bankası faizi indirmeyerek, TL’nin değer kazanmasın sağladı.

Yazının Devamını Oku

Hazine garantisi, faize müdahale, sonra...

22 Nisan 2014
Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krizlerin çeşitli nedenleri vardı.

Hep birbirini besleyen kamu finansmanının zorlaşıp ödemeler dengesinde baş gösteren sıkıntılar krizlerin başlıca nedenleri idi.
Kamunun zora girmesinin en önemli nedenleri Hazine’nin özel sektöre garanti vermesi, çeşitli sübvansiyonlarla görev zararı oluşturması ve sonunda mali dengenin bozulması oldu. Yani mali disiplin sadece yıllık bütçelerin fazla açık vermemesi ya da faiz dışı fazlanın yüksek olması değil, aynı zamanda ileriye dönük yüklerin fazla olmamasından geçer.
Hükümet 2000-2001’de yapılan reformları, harcamalarını sınırladığı için, hiç sevmedi.
Şimdiye kadar disiplin için getirilen kamu mali kontrol yasasını fırsat buldukça deldi ama temel unsurlara dokunamamıştı, şimdi bunları değiştiriyor.
Yerel seçim sonuçlarının da etkisiyle Başbakan, uzun zamandır düşündüğü özel sektör projelerine “Hazine garantisi” uygulamasını, bu hafta yeniden oluşturdu.
Görüldüğü gibi Türkiye’nin ekonomik krizlerinin nedenlerinden olan, mali disiplini bozan uygulamalar tek tek yeniden oluşturuluyor.
Bu uygulamanın o kadar çok zararı var ki. Her şeyden önce çok daha rahat kredi imkanı yarattığı için, “krediyi verdiğim müteahhit ödemezse nasıl olsa devlet ödeyecek” diye, hesapsız harcamalar ve bankaların kredi

Yazının Devamını Oku

Cari açığı düşüren babayiğit

21 Nisan 2014
SON günlerde yaşadığımız gelişmeler bence seçim öncesi dinlediğimiz, o halkın önem vermediği söylenen, dinleme kayıtlarının gerçek olduğunu teyit eder nitelikte.

Bakanlarla ilgili hazırlanan fezlekelerin TBMM’de engellenmesi sürerken, fezlekelerin hukuka uygun hazırlanmadığı dolayısıyla kadük bırakılması için çabalar devam ediyor. Başbakan “saygı duymuyorum” dediği Anayasa Mahkemesi’ne, kayıtların yer aldığı sitelerin kapatılması için çıkardığı mahkeme kararlarının uygulanması için, başvuru yapıyor, suçlanan bakanlar ve aile üyeleriyle balkona çıkıp, bu eski bakanlarla sık sık samimi pozlar vererek sahip çıktığını gösteriyor. Son olarak olayların odağında yeralan İran’lı işadamı Reza Zarrab, Başbakan’a en yakın olan gazete ve TV’ye röportajlar verip nasıl aslında ülkeye hizmet eden bir işadamı olduğu imajını vermeye çalışılıyor. İnsan de ister istemez, “Bir İran asıllı işadamına bu kadar açık ve büyük destek verilmesinin altında acaba ne var?” diye sormaktan kendini alamıyor. Öyle ya; dava arkadaşı Abdullah Gül’ü bile “Ben bu koşullarda siyasete dönmüyorum” dedirtecek bir noktaya getirten iklimde, bu işadamı ve olaya adı karışmış banka yöneticileri ve eski bakanlar, neden bu kadar açıkça kollanıyor?
Reza Zarrab’ın söyleşilerinden anladık ki; meğer Zarrab, dinleme kayıtlarında bazı bakanların cari açık gerekçesiyle altın ihracatının hemen yapılmasını isteyen sözlerini hatırlatır biçimde, meğerse bu işi Türkiye’nin cari açığını azaltmak için yapmış. Diyor ki; “Cari açığın yüzde 15’ini ben kapattım...” Hatırlar mısınız; Başbakan ve bazı bakanlar yerli otomobil üretimi için büyük işadamlarını nasıl zorlamışlar, cari açığın ancak böyle kapatılacağını söyleyerek “babayiğit arandığını” açıklamışlardı. Tabi ki küresel şartlar ve istedikleri kişiye kamu imtiyazı sağlayabilmek için uğraştıkları için, yerli otomobil üretimi şimdiye kadar olamadı. Yani yerli otomobille cari açığın azaltılması olamadı. Ancak üzülmeyelim; çünkü Reza Zarrab cari açığın kapatılması için kimsenin yapamadığını yapmış, cari açığı yüzde 15 daraltmayı başarmış. Yani aranan babayiğit altın ticareti yapan, kaçakçılık ile suçlanan Zarrab ile bulunmuş.

ZARRAB’IN YOL AÇTIĞI SORULAR

Reza Zarrab’ın, aynı zamanda gazetecilik tarihi için ders niteliğinde olan, röportajlarındaki cari açığa ilişkin sözleri, gerçekten şaka gibi. Ama “halk tepki vermez, sever” diye olsa gerek, algı operasyonunda bunları söylemesi istenmiş.
Bu sözler İran’la yapılan altın ihracatının miktarı, bu kadar ticaretin vergisinin ne olduğu, niye ödenmediği gibi yönleriyle işleniyor. Şu kadarını söyleyelim ki; Türkiye ciddi altın üreten bir ülke değil, yani altın ihracatını yapmak için ithalat yapmak zorunda ve cari açık dediğiniz şey ancak ülkede üretilen, katma değeri olan bir malın döviz karşılığı satış ile azaltılabilir. Türkiye’de altın üretimi 2001’de başlamış ve yıllık olarak en fazla 25-30 ton üretilebiliyor. Zarrab’ın sözünü ettiği rakamlar yanında devede kulak.
Otomobil ihracatı son yıllarda epeyce arttı ama ithal girdi oranı yüksek olduğu için bu büyük başarıdan bile “cari açığı azaltıyor” diye söz edilemiyor...
Zarrab’ın sözleriyle birlikte aslında şu soruların gündeme gelmesi gerekiyor:

Yazının Devamını Oku

Ekonomik istikrar için AB çıpasının önemi

15 Nisan 2014
17 Aralık süreciyle birlikte Hükümetin özellikle yargı ve iletişim alanındaki kararları, zaten sıkıntılı olan AB ile ilişkileri iyice zora sokmuş görünüyor.

Artık AB’den Türkiye’ye karşı sesler iyice yükselmeye başladı. AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri, Türkiye’nin entegrasyondan yana Stefan Füle bile, Hükümetin yaptıklarının kabul edilemez olduğunu açıkça söylemeye başladı.
Gün geçmiyor ki; AB’den “Türkiye’deki ifade özgürlüğünü sınırlayan kararlar”a “yolsuzlukla mücadele yapılmadığına” ilişkin eleştiri gelmesin.
“Türkiye’de büro kurup vergi versinler” ve “Başka ülkelerin mahkeme kararını uyguluyorlar bizimkini uygulamıyorlar” bahanesiyle yasaklanan Twitter’a karşı, tüm Bakanlar ve bakanlıkta gözü olanların mücadelesi dikkat çekiyor. Twitter yetkilileri dün Ankara’ya geldi ve ilgililerle görüştü. Bu görüşmeleri “aslında biz yasaklayıcı değiliz” anlamına gelecek sözlerle kamuoyuna yansıtacaklar ve önce sessiz kalacak Twitter yetkilileri, yanlış açıklamalar yapılırsa işin gerçeğini kendi açısından anlatma yolunu seçecek. Ama şimdiye kadar ki örnekler nedeniyle, mahkeme kararlarına karşı bir güvensizlik olduğu ortada iken kimse Twitter’ın Hükümetin tüm isteklerini yerine getirmesini beklememeli.
Hükümetin Twitter ve Youtube’a koyduğu yasakların nedeni konusunda AB’nin çok net olduğu görülüyor. AB’nin temel prensiplerinden olan ifade özgürlüğüne karşı olduğu kabul edilen bu yasaklar sürerse AB ile iyi ilişki sürdürülemez.
Tüm bunları sadece siyasi bir gelişme ya da ifade özgürlüğü gibi görmek bence çok yanlış olur. Bu durumun ekonomiye olumsuz etkisi sanılandan büyük olacaktır. En azından uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları Türkiye’nin AB ile ilişkileri koparsa bunu hemen not indirimine de yansıtacaklardır.
Özetle; zaten demokrasi konusunda eksikler varken, varolanın bile geriye götürülmesi, Türkiye’nin Batı ile ilişkileri açısından çok büyük handikap. Şu gerçeği yine gözardı ediyoruz; Türkiye büyümesi için dış kaynağa ihtiyaç duyan bir ülke. Büyüme ve işsizliğin azaltılması için batı’dan gelen sermayeye ihtiyaç var. Sadece Batı değil, karar için Batı’ya bakan Ortadoğu sermayesi için de aynı şey geçerli. İşte bu gerçek ortada iken AB ile ilişkileri koparma lüksümüz yok.

Yazının Devamını Oku

Tehlikeli söylenti!

14 Nisan 2014
ANKARA’da piyasaları çok yakından ilgilendiren bir söylenti dolaşıyor.

Son dönemde her alanda yaşanan görevden almaların ekonominin önemli kurumlarının üst düzey yöneticilerine de sıçrayacağı dillendiriliyor. Bunun söylentisi bile piyasalara çok ciddi zarar verir nitelikte...
17 Aralık sürecinin ardından Başbakan Erdoğan’ın cemaatçi kesime karşı bürokraside giriştiği tasfiye operasyonu bugün halen devam ediyor. Yargının ardından bazı bakanlıklardaki kapsamlı değişikliklerin ardından sıra Merkez Bankası, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) ve Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) gibi ekonomi yönetiminin kilit kurumlarına gelmiş gözüküyor.
Bu arada “paralelci bürokrat tasfiyesi” kapsamına, Hükümetin göreve getirdiği ama “politikacının her dediğini yapmayan bürokratlar”ın da alındığı, parti içindeki grupların etkinlik mücadelelerini bu alana da taşıdıkları gözleniyor. Fırsattan istifade bazı dini gruplar bürokraside etkinlik atağı başlatmış gibi…
Başbakan Erdoğan’ın son yerel seçimlerin ardından “mutlak gücü”nü tüm kamu üzerinde daha fazla hissettirmeye başladığı da gözlemler arasında. Bir başka deyişle bürokrasinin yapılacak işler konusunda zaten az olan söz hakkı kalmadı, verilen talimatların mutlaka yapılması gerektiği konusunda bir algı iyice nüfuz etti. Bu iklim işini iyi yaptığı, siyasetle fazla işi olmadığı bilinen cemaatçi olmayan bürokratların da görevden alınacağı spekülasyonlarına neden oluyor.
Bunun son örneğini Merkez Bankası’nda görmeye başladık. Geçtiğimiz hafta içerisinde, “Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın bu hafta yapılacak genel kurul öncesinde istifaya zorlandığı” söylentileri kulislerde dolaşmaya başladı. Bankacılara sorduğumuzda böyle bir şeye ihtimal vermediklerini ama Merkez Bankası’nda değişim söylentilerinin kulislerde dolaştığını söylediler. Başkanın görev süresinin devam ettiğini görevden alınamayacağını herkes biliyor ama “istifaya zorlanıp yerine genel kurulda madde eklenip yeni atama yapılacağı”, ya da genel kurul sonrası bu değişimin yaşanabileceği ihtimallerine, “Artık her şey olabilir” diyerek açık kapı bırakıyorlar.
Başbakanın piyasalardaki istikrarı bozmamak için böyle bir tasarrufa girmesi pek beklenmiyor ama bankacılık kesiminde “paralelci diye iki başkan yardımcısı alınacak” söylentisi iyice yayılmış durumda. Başkan yardımcılarının da görev süresi devam ediyor ama istifaya zorlanma olabileceği konuşuluyor.

Yazının Devamını Oku

Moody’s negatif

12 Nisan 2014
Türkiye’de artan siyasi gerginliğin hükümetin oylarına olumlu yansıdığı yorumu yapılsa da ekonomiyi olumsuz etkilemeye başladı.

İlk hamle Moody’s’ten geldi. Rating şirketi notumuzu korudu ama görünümü ‘siyasi’ nedenlerle negatife çevirdi.

GİDEREK artan siyasi gerginlik ve kutuplaşmanın hükümetin oylarına olumlu yansıdığı yorumları yapılırken, bu gerginliğin ve çatışma havasının artık ekonomiyi olumsuz etkilemeye başladı. Bir süredir Türkiye için iyi puan veren rating kuruluşlarının bu tavrı değişti ve tedirginliklerini açıklamaya başladılar.
Dün Türkiye’nin kredi notu görünümünü negatife çeviren Moody’s’in gerekçeleri arasında , “siyasi çalkantılarla birlikte belirsizliğin artması ve bunun büyümeyi güçlendirici reform beklentisini azaltması” da sayıldı. Bunun da azalan küresel likidite ile birlikte Türkiye ekonomisinin orta vadeli büyüme görünümünü olumsuz etkilediğinin altı çizildi.
Moody’s’in dün sabah açıkladığı bu karar, piyasaları olumsuz etkiledi ancak piyasa oyuncularının bir bölümü böyle bir kararı bekliyordu. Moody’s’in Türkiye’deki bankalarla ilgili geçen ay yaptığı uyarının ardından beklenen bu kararın piyasaları bir süre etkilemesi ama uzun süreli etki yaratmayacağı söylenebilir. Ancak bu kararla birlikte piyasaların bundan sonra çok daha hassas olacağı, görünüm indiriminin not düşüşüne yol açma tehlikesinin sürekli gözleneceği de açık.
Önümüzdeki dönem küresel ekonomiden gelebilecek olumsuz bir dalganın Türkiye’deki etkisi artık çok daha fazla olacak. Bununla birlikte risk olarak görülen siyasi çatışma havasının da ekonomiyi daha fazla etkileyeceğinin görülmesi gerekiyor. Not indirimi beklentisi yükseldiği takdirde bunun ekonomide ciddi olumsuz bozulmalara yol açması ise kaçınılmaz olacaktır.
HÜKÜMET YENİDEN KIZMAYA BAŞLADI

Yazının Devamını Oku

Başbakan 2.3’lük büyümeye razı olmaz

10 Nisan 2014
Bütün politikacılar gibi Başbakan Tayyip Erdoğan da, ekonomide genel tanımıyla “büyümeci” politikalardan yana.

Sadece bizde değil tüm ülkelerde politikacılar daha fazla oy alabilmek için büyümeci politikaları tercih ederler. Politikacıların büyüme hırslarını gemlemek, bozulacak ekonomik dengeleri korumak için de, Merkez Bankası gibi bağımsız kurumlar oluşturulmuştur. Bağımsız kurumların işlevi, her açıdan politikacıların hırslarını dengelemektir.
Diğer ülke yönetimlerinden farklı olarak Başbakan Erdoğan, açıkça bağımsız kurumlara karşı çıkıyor. Bunun yanında “faizler enflasyonu belirler” diyecek kadar, kendine özgü bir ekonomi anlayışına sahip olduğunu da unutmayalım.
Erdoğan’ın geçen hafta “Merkez Bankası nasıl olağanüstü toplantı yapıp faizi artırdıysa yine olağanüstü toplantı yapıp bu kez indirir herhalde” demesinin nedeni de bu anlayıştan kaynaklanıyor. Yani “Merkez Bankası faizleri indirsin o zaman hem yatırımlar artar büyüme yükselir hem de enflasyon düşer” demek istiyor. Tüm bunları 30 Mart seçimlerini tek başına kazanmış bir politikacı ruh hali ve Cumhurbaşkanlığına çıkıp bu makamı fiilen yarı başkanlık yapmayı arzu eden bir lider anlayışı ile birleştirin. Bundan sonraki ekonomik kararlara ve gelişmelere artık bu açıdan bakmakta da fayda görüyorum.
Böyle bir iklimde Başbakanın IMF’in tahmininde olduğu gibi yüzde 2.3’lük bir büyümeye razı olacağını tahmin ediyor musunuz?
Bence devam eden seçim sürecinde Başbakanın bu kadar düşük büyümeye razı olması düşünülemez. Dünya Bankası Türkiye için bu yılki büyüme tahminini yüzde 2.4’e indirirken, önceki gün IMF de 2014 büyümesini yüzde 2.3 olarak tahmin etti. Bu kadar düşük oranlar, Başbakan Erdoğan’ın, hele ki böylesine bir dönemde kabul edebileceği oranlar değil.
Çünkü Başbakan Erdoğan, her ne kadar başka unsurlara daha fazla ağırlık verse de, seçim kazanmasında en önemli unsurun nispeten yüksek büyüme oranları ve dar gelirlilere yapılan yardımların sürekli hale gelmesi olduğunu görüyor. Büyümenin düşük, buna bağlı işsizliğin yüksek olacağı bir süreç istemeyecektir.

Yazının Devamını Oku

Faize biz karar veririz

8 Nisan 2014
Merkez Bankası Başkanı Başçı, Başbakan’ın ‘Faiz indirimi yapın’ çağrısına rağmen geçen hafta Londra’da yabancılara verdiği ‘Kısa sürede faiz indirmeyeceğim’ mesajını dün teyit etti. Başçı, “Faiz indirimlerinin zamanlamasına PPK karar verir. İleride indirim için ölçülü adım atılabilir” dedi.

BAŞBAKAN’ın ‘Olağanüstü toplanıp, faiz indirimine karar vermeli’ sözlerinin muhatabı olan Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, “Faiz indirimlerinin zamanlamasına Para Politikası Kurulu (PPK) karar verir” yanıtını verdi. Başkan Başçı, “İleride faiz indirimleri için ölçülü adımlar atılabilir” diyerek, böyle bir kararın kısa zamanda verilmeyeceğini de ima etti. Merkez Bankası yönetimi böylece, geçen hafta yabancılarla yaptığı toplantıda verdiği ‘kısa sürede faiz indirmeyeceğim’ mesajını içeride de teyit etti.

İSTİKRAR İÇİN OLUMLU

Bu arada Başçı dünkü konuşmasında ‘faiz indirimi yok’ mesajı verirken, yüzde 12 olan faiz koridorunun üst sınırının yüksek olduğunu bunun 10’a düşürülebileceğini söylemesi ise “Normal PPK toplantısında Başbakanla arayı bulmak adına, sadece yüzde 12’lik oranı indirebilir” diye yorumlandı. Piyasalar bu konuşmadan, Merkez Bankası’nın ekonomide ciddi yavaşlama olmadan, enflasyon hedeflerine yakınsamadan ciddi bir faiz indirimi düşünmediği, daha doğrusu yüzde 10 olan fonlama faizini düşürmeyi planlamadığı sonucu çıkardı. Bu kararlı tutumun piyasadaki istikrar için olumlu olduğu kesin. Başbakan Erdoğan’ın Başçı’nın bu sözlerine karşılık verip vermeyeceği, Merkez Bankası’nı faiz indirimine zorlamaya devam edip etmeyeceği ise piyasalardaki istikrarın geleceğini belirleyecek gibi gözüküyor.

94 KRİZİNİ HATIRLATTI

Dün Kayseri Sanayi Odası’nda konuşan Başkan Erdem Başçı, faiz indirimine PPK’nın karar vereceğini, yüksek montanlı bir indirim beklenmemesi gerektiğini, ileride ölçülü adımlar atılabileceğini belirtirken, zamanlamanın önemine dikkat çekti. Başçı’nın bu konuda verdiği örnek ise, 5 Nisan’da 20. Yılını dolduran 1994 ekonomik krizine ilişkindi. Başçı, faizleri ısrarla düşük tutma politikasının ardından kurun hızla yükselmesi nedeniyle Hazine’nin yüzde 400 faizle borçlanmak zorunda kaldığını hatırlattı. Bence bu mesaj çok açık ve çarpıcı bir mesajdı.

Enflasyon haziran sonrası düşer

BAŞÇI, sıkı para politikası duruşunun, alınan makro ihtiyati önlemlerin ve zayıf seyreden sermaye akımlarının etkisiyle tüketici kredilerinin büyüme hızlarının yavaşlamaya devam ettiğini belirtti. Parasal sıkılaştırmanın enflasyon üzerindeki olumlu etkisinin belirli bir gecikmeyle gözlenebileceğini, enflasyondaki düşüşün Haziran ayından sonra başlayacağının öngörüldüğünü belirten Başçı, ihracat büyümeyi desteklerken özel kesim nihai yurtiçi talebinin bir miktar ivme kaybetmesinin beklendiğini, 2014 yılında cari işlemler açığında belirgin bir iyileşme gözlenebileceğinin tahmin edildiğini vurguladı. Başçı, makro ihtiyati tarafta da ölçülü adımlarla ekonomiyi ve bankacılık sektörünü destekleyecek adımlar atılabileceğini belirterek, “Gerekirse bankaların MB`de tuttuğu döviz miktarında azaltma yönünde bir adım atabiliriz” dedi. Ana senaryolarına göre Mayıs ayından itibaren döviz rezervlerinde artış olacağını kaydeden Başçı, alınan tedbirlerin sonuç verdiğini, enflasyonda olumlu haberler geldiğini, büyüme tarafında da endişeli olmadıklarını söyledi.

BÜYÜME yüzde 2.5’i aşacak

Yazının Devamını Oku