Erdal Sağlam

Telekom ihalesi tüm özelleştirmeleri etkiler

7 Temmuz 2005
<B>TELEKOM</B> ihalesi konusunda hafta başından bu yana çıkarılan patırtıyı anlamak mümkün değil. Bir yandan ihalede, herkesin gözü önünde havlu atan şirket çıkıp, <B>‘Aslında benim iş planım daha iyi’</B> ya da <B>‘Ben bu parayı peşin veririm, ona göre teklif verdim’</B> diyebiliyor. Ardından bir Bakan çıkıp, ihalenin ikinci olana verilebileceğini ima eden açıklamalar yapıyor. Bundan cesaret bulup, ikinci şirketin sahibi tekrar sahneye çıkıp, aslında ihalenin kendilerine verilmesi gerektiğini çağrıştıran açıklamalar yapmaya devam ediyor.

İnanılacak gibi değil...

İhale şartları belli, ihalenin en yüksek teklif sahibine verileceği açıkca yazıyor, iş planlarına bakılıp belli oranı tutturduktan sonra zaten talipler ihalenin son aşamasına çağrılıyor, yani ihaleye çağrılan 4 kuruluşun hepsinin iş planı zaten uygun bulunmuş ama bu unsurlar açıkca ortada iken, sanki bunlar belirsiz unsurlarmış gibi spekülasyon yapılabiliyor.

Bizce son günlerde çıkarılan bu tür spekülasyonlar çok gereksizdi. Herşeyden önce de gerçekten başarılı bir ihale süreci işleten Özelleştirme İdaresi çalışanlarına yapılmış çok büyük bir haksızlıktı. Eğer altında başka ‘hinoğlu hin’ yoksa, büyük bir cahillikdi de...

Şu kadarını söyleyelim ki; eğer Telekom, öyle ya da böyle, bir oyuna getirilip ikinci olan Çalık Grubu’na verilirse, bundan sonra kimse özelleştirme yapılmasını beklemesin.

Evet, bu kadar iddialı konuşuyoruz. Bundan sonra hiçbir yabancı veya yerli yatırımcı, böyle bir fiyasko yaşanması halinde, hiçbir şekilde yapılacak ihalelere güven duyamaz. Bu nedenle de hiçbir ciddi alıcı özelleştirme ihalelerine girmez. Giren olursa şüphe duymak gerekir.

Bildiğimiz kadarıyla, Özelleştirme İdaresi de bu tür dibi olmayan iddialara şaşırmış durumda. İdare yetkilileri daha çok çalışanlardan ve hukuki olarak eleştiriler gelmesini bekliyorlardı. Bütün bu ciddiye alınabilecek iddialara ise daha sonra yanıt vermeyi planlıyorlardı. Ama hem tartışma ummadıkları bir noktaya geldi, hem de zamanlama öne çekildi.

Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci’nin dün yaptığı açıklama bizce yerinde bir davranıştı. Bu tür spekülasyonlara son verilmesi gerekiyordu. Sadece Telekom için değil, bundan sonraki özelleştirmeler için de bu tartışmaların zamanında kesilmesi gerekiyordu.

ENDİŞELER VARDI...

Kilci ihale şartnamesinde açıkca da yazıldığı gibi, tüm fiyat tekliflerinin toplam fiyat tutarı üzerinden değerlendirileceğini, satış bedelinin tamamının devir tarihinde peşin ödenmesi halinde yapılacak indirim ile vadeli ödemede uygulanacak faizin, tekliflerin değerlendirilmesinde ‘hiçbir surette’ dikkate alınmayacağını söyledi.

İhale komisyonunun ihalede birinci sırada yeralan Oger Telecom Ortak Girişim Grubu ile ikinci sıradaki Etisalat-Çalık Ortak Girişim Grubu’nun tekliflerinin Rekabet Kurulu’na bildirilmesine karar verdiğini kaydeden Kilci, ‘Komisyon ancak bu teklif sahibi ile sözleşme imzalanmasının mümkün olmaması halinde, ikinci sırada yeralan teklif sahibi ile sözleşme imzalanabileceğine karar vermiş bu kararı da Rekabet Kurulu’na bildirmiştir’ dedi. Kilci, bu kararın Rekabet Kurulu’nun onayından sonra Bakanlar Kurulu’na sunulacağını söyledi.

Yani Oger ile anlaşma olamaması halinde Çalık Grubu’na verilebileceğine ilişkin karar, son onayı verecek Bakanlar Kurulu’na gönderilmiş. Böylece, Bakanlar Kurulu’nun ihalede birinci sırada yer alan şirket varken, bununla bir sorun bulunmazken, ikinci sırada yeralan şirkete Telekom’u vermesinin önü de kesilmiş durumda.

İhale bitti ama satış aşaması bitmedi. Bu nedenle hálá, ‘Acaba birinci sıradaki şirket by-pas edilip de siyasi otorite satışı ikinci sıradakine mi yapacak?’ endişeleri vardı. Kilci’nin açıklaması bize sanki bu endişeleri de gidermeye dönük bir açıklama gibi geldi...

Bir Bakan çıkıp da böyle açıklama yaparsa, bu endişelerin olması doğal değil mi?

Umarız; başarılı geçen ihale sürecinin yanısıra satış aşaması da, Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarına uygun biçimde, şaibesiz olarak tamamlanır.
Yazının Devamını Oku

Piyasalar seçimden korkmaya başladı

5 Temmuz 2005
<B>DÜNKÜ</B>,<B> ‘AKP Hükümetinin erken seçim düşündüğü’</B> yolundaki yazımız üzerine çok sayıda mesaj ve yorum aldık. Şu kadarını söyleyelim ki; piyasalar da artık erken seçimi konuşmaya, bunun getireceği sonuçları tartışmaya başladılar. Piyasanın tavrına girmeden, aldığımız siyasi nitelikli bazı, şimdilik ‘söylenti’ diyeceğimiz, bilgileri de aktarmak istiyoruz.

Herşeyden önce ağustos ayı başında Meclis’in toplanıp kasım ortasına bir erken genel seçim kararı alınması için gereken yaklaşık 90 günlük süreye, aslında gerek olmadığı belirtiliyor.

Yaklaşık iki hafta önce AKP’nin Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) bu konuda görüş sorduğu, YSK’den ‘Seçim için 90 günlük hazırlık süresi gerektiği’ bilgisinin geldiği söyleniyor. Bunun üzerine yasal olarak gereken sürenin konuyla ilgili bakanlar tarafından inceletildiği ve ‘gereken sürenin 57 gün olduğu’nun ortaya çıktığı da kaydedilenler arasında.

Dolayısıyla siyasi kulislerde yapılan tartışmalarda AKP’nin seçim için kasım ayını bile beklemesine gerek olmadığı da konuşulmaya başladı. Ağustos başında toplanacak olan Meclis’in ekimde erken genel seçim için karar alabilmesi mümkün görülüyor.

Ekim ayının Ramazana denk gelmesi ise ‘AKP için bir şans’ olarak görülüyor. AKP’nin Ramazan ayında kendi misyonuna da uygun biçimde yoğun kampanya yapabileceği ve AKP oylarının ramazan ayında artmasının mümkün olduğu da konuşuluyor.

Bu arada siyasi kulislerde konuşulan başka bir gelişmede de ‘milletvekillerinden imzalı boş kağıt alındığı’na ilişkin haberler. Kimileri 3, kimileri 4’er imzalı boş kağıt alındığını söylerken, bu kağıtların Meclis’in erken genel seçim için olağanüstü toplantıya çağrılmasında kullanılmak üzere alındığı kaydediliyor.

Kısacası; piyasalar, iç ve dış gelişmeler nedeniyle, AKP’nin bir daha çoğunluk iktidarı olamayacağı için, bir erken genel seçim kararına sıcak bakmaya başladığını düşünmeye başladı. Başbakanın, erken seçim istemenin vatan hainliği ile ilişki kuran demeçler vermesine rağmen, bu sözünden cayabileceği konuşulmaya başladı.

Bu noktada bir başka tartışma da ‘milletvekillerinin bu karara ne diyeceği’ne ilişkin. Şu anda milletvekili olan kişilerin en az 150’sinin yeni seçimde AKP listelerine giremeyeceği hemen hemen kesin. Ancak siyasi yorumcular, ‘Böyle bir ortamda hiç kimse listeye giremeyecekler içinde adının olacağını kabul etmez, bu nedenle ‘lideri küstürmeyelim listeye giremeyiz’ deyip imza atabilirler’ yorumunu yapıyorlar.

IMF VE CARİ AÇIK

Piyasalar Sosyal Güvenlik Yasasının çıkmaması, buna bağlı IMF’le 1. gözden geçirmenin tamamlanmasının uzaması konusunda çok fazla tedirgin olmadılar.

Ancak IMF’deki gecikme ile olası bir erken seçimin birleşmesi fikri piyasaları asıl tedirgin eden unsur oldu.

Bir bankacı, cari açıkta zaten tehlikeli bir eğilim olduğunu, finans kesiminde bu yılki cari açığın 20 milyar dolar olarak yeniden revize edilmeye başladığını kaydederek, ‘cari açıktaki büyüme iyice su yüzüne çıkarken, IMF’in patırtı çıkarması ve buna erken genel seçim ve bunun getireceği aşırı harcamaların eklenmesi, piyasaları bayağı korkutmaya başladı’ dedi.

Bunun yanısıra uluslar arası fon akımında değişim beklentisi olduğunu yani Türkiye’ye kısa vadeli sermaye akımının durma tehlikesinin bulunduğunu kaydeden aynı bankacı, ‘erken seçim bu akımın durması hatta tersine dönmesine neden olursa, bu sanıldığından büyük aksiliklere yolaçabilir’ yorumunu yaptı.

Tam işler yolundayken istikrar sağlanmışken erken genel seçim kararı alınmasının bu istikrara sekte vuracağına kesin gözüyle bakan bir başka bankacı ise ‘Şu anda ekonomi için istenecek son şeyin erken genel seçim olduğu’ yorumunu yaptı.

Kısacası; piyasalar ne kadar erken seçim istemeseler de, bu fikri tartışmaya başladılar. Korkulan olursa yaz ayları piyasa oyuncuları açısından bir hayli sıcak geçecek.
Yazının Devamını Oku

Erken seçim tehlikesi

4 Temmuz 2005
<B>TELEKOM</B> ihalesi, enflasyon derken yaz aylarına sakin, olumlu bir havada girilmesi beklenirdi. Halbuki Ankara kulislerinde durum hiç de öyle sakin değil. Artık yaz tatilinin arefesindeyiz. Normal dönemlerde bu sıralar piyasalarda önce bir hareket olur, tatil öncesi ne kar yazılacaksa yazılmaya çalışılır, ardından bir ‘kar realizasyonu’ denilen kısa bir dönem gelir ve bir-iki ay piyasalar sakin bir seyre girer.

Bu haftaya piyasaların hem Telekom ihalesindeki rakamın beklentilerin üzerinde olması, hem de enflasyon nedeniyle olumlu bir havada başlayacağı tahmin ediliyor. İngiltere’nin dönem başkanlığı nedeniyle AB’den gelen ‘3 Ekim’de iş tamam’ mesajları da, cabası...

Bu hafta, her ne kadar iyice temkinli bir havaya girse de, ‘Merkez Bankası’ndan önümüzdeki hafta başında faiz indirimi gelebilir’ beklentisinin hakim olması da, sürpriz sayılmamalı.

Olumlu havayı bozacak tek unsur, IMF’in istediği Sosyal Güvenlik Yasasının TBMM’den çıkarılamaması, bu nedenle 1. gözden geçirmenin Eylül-Ekim’e kalması olabilir.

Bizce IMF’deki gecikme, bugün tahmin edilenlerin çok ötesinde tehlikeli bir hal alabilir.

Çünkü piyasadaki olumlu havaya karşılık, Ankara’da siyasi hareketlenmeler göze çarpıyor.

Herşeyin ötesinde, Ankara’da yeniden ‘erken genel seçim’ yoğun olarak konuşulmaya başladı. Hatta bu kez seçim tarihleri bile konuşuluyor. Bir iddiaya göre AKP yönetimi, şimdilik gizli tutsa da, Ağustos ayının başında TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırıp, Kasım ayı için seçim tarihi belirleyecek. Ramazan ayından çıkılmasının ardından, bu seçim tarihinin ayın ikinci pazarı olan 13 Kasım olarak belirleneceği de söyleniyor.

Peki, Başbakan Erdoğan’ın erken seçim istemeyi vatan hainliği ile eş tuttuğu ve açıklama yaptığını bile bile, bu karar nasıl alınır? Daha önce AKP yönetiminin ‘Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce bir genel seçim yapmak gerekir yoksa parti dağılır’ korkusuyla Başbakandan erken genel seçim istediği,buna karşılık Başbakanın Cumhurbaşkanlığı seçimini garantiye almak için bu riski göze almayacağı söyleniyordu da, şimdi ne oldu?

Geçtiğimiz Cumartesi günü CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Hürriyet’te yeralan açıklamalarına, dönüp bir daha bakmak gerekiyor. Çünkü Baykal, bir süredir Ankara kulislerinde konuşulanları kamuoyuna, biraz sansürlü de olsa, özetlemiş durumda.

Ankara’da son Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonuç çıkmaması hakkında çok çeşitli spekülasyonlar yapılıyor. Başbakanlık bürokratlarının hazırladığı yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi taslağını, askerlerin ‘tartışılabilir bile değil’diyerek, tümüyle reddettiği, gerginliğin Başbakanın hafta sonunda askerlerle yaptığı toplantıda gündeme geldiği, söylentiler arasında.

EKONOMİ İÇİN FELAKET

Bu arada bir süredir konuşulan başka bir gelişme de 2006 Ağustos ayındaki görev değişimine ilişkin. AKP’nin istemedikleri insanları diskalifiye edebilme planını, ancak ‘yeni seçimden çıkmış güçlü bir iktidar olarak’ uygulamaya koyabileceği söylentisi, hayli yaygınlaştı.

Bunun yanısıra AB ile 3 Ekim’de müzakerelere başlanmasının ardından görüşmelerin kesileceği yolunda yoğun bir beklenti var. Yani AKP’nin müzakerelere başlamanın getirdiği olumlu havayı kullanıp, sıkıntılı döneme yeni seçimden sonra girmek istediği konuşuluyor.

Bu arada ciddi ciddi konuşulan bir başka potansiyel tehlike de ‘İran’a karşı yapılacak, ABD’den gelmeyecek bir askeri hareket’. Ekim’de bu işin olacağı, ABD Başkanı Bush’un Başbakanla son görüşmesinde, mümkün olduğunca açık biçimde, buna değindiği söyleniyor.

Kısacası; Başbakan istemese de, yeniden bir erken seçim havası doğmaya başladı.

Buna karşılık TÜSİAD da, TOBB da yani işaleminin tümü erken genel seçime karşı.

Yani AKP’nin kendi lehine görerek, alternatiflerin yaratılmasına da izin vermeden gideceği bir erken genel seçimle, bu kadar olmasa da yine çoğunluğu alma planları yaptığı çok yoğun konuşuluyor. Bu belki AKP’nin lehine olacak ama ülke için, istikrar için büyük darbe olur. Hele hele IMF’le 1. gözden geçirmede gecikme olursa bu tehlike çok daha büyük demektir.

AKP dahil, bir erken genel seçimin getireceği felaketi görüp, kimse böyle bir şey istememeli.
Yazının Devamını Oku

AKP, TBMM’yi çalıştırıp bu yasaları çıkarabilirdi

2 Temmuz 2005
<B>HERŞEYDEN </B>önce şunu söylemek gerekir ki; AKP iktidarının TBMM’de yaptığı içtüzük değişikliği, çok açıkca TBMM’nin yasa yapma fonksiyonunu zedeleyen bir tasarruf... Böyle bir değişiklik TBMM’yi gerdiği gibi, türban, YÖK, kuran kursları gibi başka tartışmalı tasarruflarla da birleşerek, toplumsal barıştaki bozulmayı da hızlandırdı.

Piyasa oyuncuları genellikle yasaların biran önce çıkarılmasını, hele hele IMF’nin istediği yasaların hızla çıkarılmasını ister ve yasa yapma biçimine fazla bakmaz. Ancak piyasanın bu ‘çok kısa’ bakış açısının artık ötesine geçip, bu tür demokrasiyi tartışmalı kılan yasalar ve toplumsal barışının bozulmasının piyasalara ileride yapabileceği yıkıcı etkileri, gözardı etmemesi gerekiyor.

Piyasa oyuncuları dahil, herkesin bu tür tasarruflara karşı çıkması gerekiyor ki, sağlanan ekonomik istikrar korunabilsin, ekonomik dengelerde sağlanan gelişme korunup geriye dönüşü olmayan noktalara gelinebilsin.

Üstüne üstlük, bu yasaların zamanında çıkarılma imkanı varken, bu imkanı kullanmayıp, bekleyip bekleyip sonuçta sıkışınca, bir sürü tartışma pahasına içtüzük değişikliğine gitmenin, hiçbir anlamlı açıklaması da yok.

Bilindiği gibi; IMF’yle, sosyal güvenlik ve bankacılık yasa tasarılarının bu dönemde yasalaşacağına ilişkin olarak, çok önceden mutabakata varılmıştı. Ancak AKP iktidarı yine son dakikaya kadar bekledi. Yine ‘küçük esnaf’mantığı geçerli oldu. Çünkü son günlere kadar, daha doğrusu IMF Türkiye Temsilcisi Hugh Bredenkamp, ajanslara ‘sosyal güvenlik yasasının da çıkması gerekiyor’ diyene kadar beklendi. Öyle ikircikli bir tutum vardı ki, ekonomiyle ilgili bakanlar bile net bir şey söyleyemiyor, gazetecilerin iki yasanın akıbeti hakkında yönelttikleri sorulara muğlak ifadelerle yanıt veriyorlardı.

Ne zaman ki IMF Temsilcisi birinci gözden geçirme için iki yasanın da TBMM’den geçmesinin şart olduğunu söyledi. TBMM’de danışma kurulları toplandı, sonunda içtüzük değişikliğine zorunlu kalındığı için, karar verildi.

Yani IMF’le ilişkiler yine koyun pazarlığına çevrildiği için, bilerek gecikildi. Sonuçta da demokratik gelenekler ve barışın bozulması pahasına, içtüzük değişikliğine gidildi.

BABACAN’IN İŞİ ÇOK ZOR

Bazı AKP milletvekilleri, hem tatile çıkmakta geciktikleri için, hem de ‘AKP, IMF istedi diye zorla yasa çıkarıyor’ imajının yaygınlaşması nedeniyle, hayli tedirgin. Bunlardan bazıları Hükümeti suçlarken, bazıları ise suçu Devlet Bakanı Ali Babacan’a yıkma eğilimindeler.

‘Babacan IMF’yi ikna etseydi bütün bunlara gerek kalmazdı’ diyen bu AKP’liler, işi Babacan’ın AB ile ilgilenmeye başlayınca IMF’yle ilişkileri aksattığına kadar getiriyorlar. Bile bile bu gerilime neden olunmasında, Babacan’ın değil tümüyle Hükümetin suçu var. İşi her zamanki gibi ‘koyun pazarlığına’ getirmeyip, zamanında bu yasaları çıkarsalardı, şimdi bu gerilim yaşanmayacaktı.

Bu arada Babacan’ın tek hatası, daha önce de zaman zaman yaptığı gibi, ‘Bu yasaların çıkması gerektiği konusunda Hükümeti yönetenlere çok açık ve net ifadelerle konuyu aktarmakta çekinmesi’ olabilir.

Bu arada ekonomi bürokrasisinde Babacan’ın işinin, bundan sonra çok zor olacağı da yoğun olarak tartışılmaya başladı. Bir bürokrat, ‘Babacan şimdiye kadar IMF’le pazarlık ediyordu. IMF Babacan döneminde siyasi nedenlerle çok yumuşak olduğu için, onlarla al gülüm-ver gülüm oynayabiliyordu. Ama bu yöntem AB’ye karşı kesinlikle geçerli değil’ yorumunu yaptı. Aynı bürokrat, zaten Brüksel’deki ilk ziyaretten çok olumlu yankılar alınmadığının altını çizerek, AB ile koyun pazarlığı yapılamayacağının ilk baştan anlaşılması gerektiğini, aksi takdirde işlerin sarpa saracağını kaydetti.

Son dönemde olanlar, karar alma mekanizmasındaki aksaklıklar, sanki AKP’nin tek başına iktidarı geçerli değil de, koalisyon hükümeti varmış izlenimini veriyor.
Yazının Devamını Oku

TMSF çalışanlarının motivasyonu

30 Haziran 2005
<B>TASARRUF</B> Mevduatı Sigorta Fonu’nun (TMSF) operasyonları yürüten biriminden dün bir telefon aldık. Dünkü Referans Gazetesi’nde yeralan haberimizdeki <B>‘operasyon ağır oldu’</B> cümlesine takılmışlar. Yetkili, bir operasyonun ağır olup olmadığının değil, başarılı olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, ‘Operasyon çok başarılı’ dedi.

Kendilerine, kastımızın ‘operasyonun ağır olup olmadığının tartışılabileceği ama haklılığının tartışılamayacağı’ olduğunu belirtmemize rağmen, özellikle operasyonda çalışan memurların, bu tanımlamadan alındıklarını söyledi.

Operasyonu yapan kişilerin ‘devlet memuru’ olduğunun altını çizen yetkili, sınırlı imkanlara rağmen bunca fedakarlığa katlanan kişilerin motivasyonlarını bozmamak gerektiğini kaydetti. Operasyona katılanların 72 saat uykusuz kalıp, 12-13 saat otobüsle yol gittiklerini kaydeden yetkili, bu şartlarda çalışanların motive edilmeleri gerektiğinin altını çizdi.

Başarılı bir operasyon olduğunu, bir yıldır bu konu üzerinde çalıştıklarını ve operasyona gerek görüldüğü için başlandığını kaydeden yetkili, operasyonun genişleyip büyüdüğünü ve çok sayıda belge elde edildiğini, bunun da operasyonunun başarılı olduğunu gösterdiğini ifade etti. Aynı yetkili, ‘Operasyon ağır olmadı, ağır olan kamuya bu kadar borç takmaktır, ağır olan kamuya takılan borcu almamaktır’ diye konuştu.

Görüldüğü gibi TMSF’nin tahsilatla ilgili elemanları çok hassas bir durumda. Aslında şartlar düşünüldüğünde, bu hassasiyeti de doğal karşılamak gerekiyor. Diğer operasyonları da yapmak cesaret istiyordu ama Egebank’la ilgili bu operasyonu yapmak çok daha büyük bir cesaret istiyor. Egebank’ın Fona alınmasının nasıl geciktiğini, ‘iyi sıhhatte olsunlar’ın nasıl devreye girdiğini, o dönemi yaşayanlar iyi bilir. Kamuya yükün bu kadar büyük olmasının önüne erken davranılıp geçilebilir miydi, bu hep tartışıldı. O dönem çok kişi zor durumda kaldı ve geriye dönüp baktığımızda çok da cesaretli davranıldığını söyleyemiyoruz.

Kısacası; geçmişte yaşananlar bile TMSF’nin son yaptığı operasyonun ne kadar kritik olduğunu tek başına ortaya koyabiliyor.

Daha öncekileri kıyasla bu operasyon için kamuoyundan çok daha büyük tepkiler gelmesi de cabası. İnsanlar bu kez ‘ayrıcalık’ tanımadan, kamu alacaklarını tahsil etmeye çalışıyorlar ve kamuoyundan tepkilerle karşılaşabiliyorlar. Yaptıkları iş ise kamu alacaklarını tahsil etmek. Yani toplum adına batıkları mümkün olduğunca kurtarmaya çalışmak...

İşte bu nedenle, TMSF çalışanlarının motivasyona ihtiyaç duyduğu görüşüne katılıyoruz.

Sandıklar bankalar için önemli

DEVLET
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, önceki gece TBMM’de ‘sosyal güvenlik yasa tasarısında yeralan banka sandıklarıyla ilgili düzenlemenin, önergeyle Bankacılık Yasası’na ekleneceğini’ söylemiş. Böylece özellikle Yapı ve Kredi Bankası’nın Koç-Unicredito ortaklığına satışının önünün açılmış olacağı belirtilmiş.

Banka sandıklarıyla ilgili yasa maddesi, sadece Yapı ve Kredi Bankası’nın satışı için değil, en azından 5-6 banka için çok önemli bir madde. Sandığı olan banka sayısı daha fazla ama açığı olan banka sayısı 5-6 tane. Bildiğimiz kadarıyla sadece Yapı ve Kredi Bankası’nın satışı değil, Şekerbank’ın satışı için de bu sandık işine açıklık getirilmesi hayati önem taşıyor.

Bankalar, açığı olan çalışanlarına ait sandıkların SSK’ya devri öngörülürken, açığın daha uzun sürede kapatılması ve uygulanacak faizin düşük olmasını istiyorlar. Bu vade ve uygulanacak teknik faiz oranı, özellikle 5-6 bankanın bilançosu için hayati önem taşıyor. Satıştaki bazı bankaların fiyatlarını da yakından etkileyecek.

Bu arada Bankacılık Yasası’nın, bu hafta sonuna kadar TBMM’den geçmesi hemen hemen kesinleşirken, Sosyal Güvenlik Yasası’nın TBMM’den çıkıp çıkmayacağı konusunda, IMF’nin şart koşup koşmadığı konusunda rivayet muhtelif. Banka sandıklarıyla ilgili maddenin bankacılık kapsamına alınması, Hükümetin sosyal güvenlik yasasından bu dönem için umut kestiğini gösteriyor, olabilir. Umarız bu IMF için de sorun olmaz...
Yazının Devamını Oku

Toplu sözleşme ve özelleştirme tepkisi

28 Haziran 2005
BÜYÜK kuruluşların özelleştirilmeleri hızlanırken, buna paralel olarak kamu çalışanlarından gelen tepkiler de büyümeye başladı.Daha şimdiden havayolu uçuşlarında adı konmamış iş yavaşlatmaların etkisi görülürken, iş barışının önümüzdeki dönemde Hükümeti zorlayacağının ipuçlarını da veriyor.İşçi konfederasyonlarının yönetimleri, son günlerde yoğun baskı altındalar. Özellikle özelleştirilecek KİT’lerdeki çalışanlar, sendika liderlerinin fazla ses çıkarmamasından yakınıyorlar. Tabandan gelen ‘eylem’ talepleri de buna paralel olarak hızla büyüyor.Özelleştirmeye ilişkin tepkilerin, toplu sözleşme dönemine denk gelmesinin önümüzdeki döneme ilişkin zorlukları artırdığı görülüyor. Yaklaşık 371 bin kişiyi kapsayan kamu toplu iş sözleşmelerinde Hükümet ile Türk-İş bugün yeniden bir araya gelecekler. Böylece Türk-İş yönetimi, Hükümet adına toplu görüşmeleri yürüten Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin ile 3. kez toplanmış olacak. Türk-İş toplu sözleşmelerde, ilk altı ay için reel kayıp, enflasyon ve büyüme payı olarak yüzde 13 oranında zam, ikinci, üçüncü ve dördüncü 6 aylar için ise yüzde 5’er oranında zam istedi ve enflasyonun bu oranların üzerinde gerçekleşmesi durumunda enflasyonun yüzde 100’ünün bu artışa yansıtılmasını talep etti. Hükümet ise buna karşılık, birinci ve ikinci altışar aylar için yüzde 4’er, üçüncü ve dördüncü altışar aylar için de toplam yüzde 5 zam önermişti. Bu arada görüşmelerde işçi kesiminin karşı çıktığı ‘esnek çalışma’ konusunun da Hükümetle ayrı bir tartışma konusu olması bekleniyor. Öte yandan toplu iş sözleşmesi uyuşmazlıklarında, yasal süreci tamamlayan işyerlerinde grev kararları alınmaya başlandı. Yol-İş Sendikası, Karayolları Genel Müdürlüğü’nde grev kararı aldığını açıklamıştı. Hava-İş Sendikası da önümüzdeki 10 işgünü içinde de THY’de grev kararı asacak. Bu nedenle toplu sözleşmelerin bir an önce hükümetle bağıtlanması gerekiyor. İşte özelleştirme tepkisi nedeniyle, toplu iş sözleşmelerinde Hükümetin nereye kadar direnebileceği merak konusu. Enflasyon hedefinin üzerinde verilecek zamların gelirler politikası açısından büyük sakıncalar yaratacağını, enflasyonla mücadele açısından da bu konu hakkında Merkez Bankası’ndan sürekli uyarılar geldiğini biliyoruz.REEL ÜCRETLER İZLENİYORHem enflasyonla mücadele için, hem uygulanan ekonomik programın sağlığı için kamu ve özel sektör tarafından, reel ücretler yakından izleniyor. Bugün Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) tarafından mart ayına ilişkin reel ücret endeksleri açıklanacak. Dün açıklanan işsizlik oranlarına bakıldığında mevsimlik gelişmelerin etkisiyle işsizlik oranının Şubat ayına kıyasla mart ayında 0.8 puan gerileyerek yüzde 10.9’a düştüğü görüldü.Bu nedenle bugün açıklanacak reel ücret endeksleri daha da önem kazandı.Daha önceki yıllarda, yatırımlar artmasına rağmen bunun işsizliği olumlu etkilemediğinden yakınılıyordu. Bu aynı zamanda verimlilik artışı ve kapasite artırımlarına dönük yatırımları işaret ediyordu. İşsizlik oranındaki düşme bir yandan çok olumlu karşılanırken, öte yandan reel ücretler açısından da temkinli bakılan bir oran oldu. Reel ücretlerin istihdamın artmasına paralel olarak, yüksek oranlı artışlara girmesinin, hem enflasyonla mücadele açısından hem de Türkiye’nin uluslar arası rekabet gücünün zayıflaması açısından tedirginlik yaratacağı kesin. Bu nedenle istihdamda dengeli artış ve buna paralel olarak reel ücretlerde dengeli artırımların ortaya çıkması umut ediliyor.İşte toplu sözleşmelerde verilecek zamlar, bu nedenle daha da önemli. Kamuda verilecek zamlar özel sektör zamlarına da baz olacak. Yanısıra, özelleştirme konusunda Hükümetin tepkileri yönetememesi ve işin radikal tepkilere kayması, tedirginliği artıracak başka bir unsur olabilir.Bu nedenle şu anda ekonominin gündeminde yokmuş gibi gözüken, büyümesi muhtemel bu tepkileri, şimdiden iyi yönetmeye başlamak gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

Meclis’te IMF yasalarının işi zor

27 Haziran 2005
TBMM durdu durdu son günlerde hummalı bir çalışma temposuna girdi. Sebebi açık; IMF’nin istediği iki önemli yasanın Meclis tatile girmeden önce çıkarılması gerekiyor ki; 1. gözden geçirme çalışmaları zamanında tamamlanabilsin.Her şeyden önce şunu söylemek gerekiyor ki; TBMM, daha doğrusu milletvekilleri artık gönülsüz çalışıyorlar. Bu iki önemli yasa için hükümetin ısrarıyla fazla mesai yapıyorlar ama bir AKP yöneticisinin şu sözleri, nasıl çalışıldığını da ortaya koyuyor:‘Artık en küçük oylamada dahi bütün milletvekillerinin cep telefonlarına ‘Meclis’e gelin’ çağrısı yapmak zorunda kalıyoruz. Aksi takdirde çoğunluğu bulmak çok zor oluyor’Böyle bir ortamda Bankacılık Yasası ile Sosyal Güvenlik Yasası’nın, 1 Temmuz’da Meclis tatile girmeden önce çıkarılması gerekiyor. Bankacılık Yasası için Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kurulan Alt Komisyo’nda kapsamlı, teknik çalışmalar yapıldı, AKP ile CHP’lilerin anlaşarak gittikleri görüldü. Yani Plan ve Bütçe Komisyonu’na geldiğinde, tasarının hızla çıkması bekleniyordu ama öyle olmadı. Komisyonun hafta sonunda, tasarı bitene kadar çalışması kararlaştırılmıştı ama cumartesi çalışan Komisyon daha tasarının üçte birini bile tamamlamadan, işleri pazartesi gününe bıraktı. Yani normal şartlarda iki-üç gün daha Komisyonda görüşülmesi bekleniyor. Daha sonra yani hafta sonuna doğru Genel Kurul’a gelebilir. Halbuki, Meclis’in normal şartlarda, 1 Temmuz’da yani cuma günü tatile girmesi gerekiyor. Sosyal Güvenlik Yasası’nda ise daha da geriden geliniyor. Henüz bu yasa tasarısı Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülmeye bile başlanamadı. Daha alt komisyonda görüşülecek sonra komisyona gelecek, daha sonra da Genel Kurul’a...Bazı Hazine yetkililerinin ‘Bankacılığı geçirmek gerekiyor ama Sosyal Güvenlik Yasası’nın komisyonlardan geçip genel kurula gelmesi de yeterli olur’ dediği söyleniyor. Bizim bildiğimiz, bunun da yasalaşması gerekiyor ama...Üstüne üstlük sadece IMF için değil, büyük banka özelleştirmeleri için de bu yasanın geçmesi gerekiyor. Yapı ve Kredi Bankası’nın Koç-Uni Credito ortaklığına satışı için Sosyal Güvenlik Yasası’nda yer alan banka sandıklarıyla ilgili maddenin yasalaşması gerekiyor ki, bu satış işlemi tamamlanabilsin. Aynı şekilde Şekerbank’ın satışı için de bu maddenin yasalaşıp ona göre hesap yapılması gerekiyor.PİYASALAR YAKINDAN İZLİYORYani IMF yeni döneme kalmasına razı olsa bile, banka özelleştirmeleri için, daha doğrusu bankacılık sisteminin sağlığı için, bu yasanın daha fazla gecikmeden çıkması gerekiyor.Piyasalar bu hafta TBMM’deki çalışmaları yakından takip edecek. Bankacılık Yasası’nda da hálá bazı itirazları var ama CHP’nin Sosyal Güvenlik Yasası’na ilişkin ciddi itirazları bulunması, işleri iyice zorlaştırıyor. Piyasaların, hükümetten ve Meclis yönetiminden beklediği ‘Yasalar çıkmadan Meclis tatile girmez’ açıklaması, hálá net olarak gelmedi. Bu açıklamanın CHP üzerinde de, ‘Bir an önce tatile çıkmak için’baskı oluşturması bekleniyor. Piyasalar asıl olarak AB ile sorunlar başlamışken, bir de IMF’le sorun çıkmaması gerektiğini düşünüp, bu nedenle konuyla yakından ilgileniyor. Yani 1. gözden geçirmenin kazasız belasız tamamlanması en önce baktıkları konu. Ama bununla birlikte 830 milyon dolarlık ilk dilim kredinin serbest bırakılacak olması da, artı bir unsur olacak.Piyasaların gözü bu hafta aynı zamanda Telekom’un özelleştirilmesi için verilen fiyat tekliflerinde olacak. 10-11 milyar dolarlık toplam değere tekabül eden teklifler geldiği takdirde, bunun piyasada olumlu karşılanacağı söyleniyor. Haziran ayı enflasyonu için beklentilerin olumlu olduğu gözlenirken, piyasaların gözü bir yandan da, AB komisyonundan çıkacak, ‘AB-Türkiye müzakerenin çerçeve taslağı’ için basına sızacak olan haberlerde olacak.
Yazının Devamını Oku

AB yolu değişmedi, sapma olmaması gerek

25 Haziran 2005
<B>TÜRKİYE</B> Sanayici ve İşadamları Derneği, (TÜSİAD) Brüksel temsilcisi <B>Bahadır Kaleağası</B>, dün bir toplantıda şu güzel benzetmeyi yaptı: <B>‘Hep söyleniyor, AB yolu uzun ince bir yoldur diye. Aralık’ta bu yol kısaldı ama inceliği hala devam ediyor.’</b> Kaleağası, bunalımdaki AB’nin önündeki seçenekleri sıraladığı konuşmasında, Türkiye’nin bu süreçte takınacağı tutumun önemine değinerek, bu yoldan sapılmaması gerektiğini, bunun da ötesinde sapma olmadığının herkese gösterilmesi gerektiğini kaydetti.

Türkiye-Avrupa Birliği Derneği ve Ege Sanayicileri ve İşadamları Derneği (ESİAD) işbirliğinde düzenlenen ‘Türkiye’nin AB’ye Üyelik Süreci’ toplantısında konuşan Kaleağası bu yolda yapılacakların zaten Türkiye için yapılması gerekenler olduğunu hatırlatarak, AB’de ne olursa olsun içeride sapma olmaması gerektiğini, Hükümetlerin hem içeriye, hem de yurt dışına bu kararlılığı kesin bir tavırla göstermesi gerektiğini söyledi.

Toplantıya katılan, AB konusundaki en deneyimli haberci olan Zeynel Lüle de, ‘Yapılması gerekenleri AB istedi de yaptık diye kompleks duymanın bir anlamı olmadığını, bunların zaten yapılması gerekenler olduğunu’ kaydetti.

Lüle de bu yoldan sapma olmaması gerektiğini, Brüksel’de yaygın hale gelen, ‘Bu yolun ışıkları bazen sönecek, bazen karanlıkta yürünmesi gerekecektir ama yol hep devam edecektir’ söylemiyle dile getirdi Lüle, ışıkların yanıp sönmesinin, AB’nin kendi içindeki tartışmalar kastedilerek dile getirildiğini söyledi.

Toplantıdaki diğer konuşmacılar Türkiye-AB Derneği Başkanı Haluk Günuğur ve AB Genel Sekreter Yardımcısı Mustafa Dönmez idi.

Toplantıda, AB’nin içinde bulunduğu durum da irdelendi. Kaleağası AB’nin önünde iki yol bulunduğunu, bunlardan en kötüsünün AB’nin uzun dönemli bir bunalım içine düşmesi olduğunu, bu seçenekte hem AB’nin hem de Türkiye’nin işinin çok zorlaşacağını söyledi. Buna ihtimal vermeyen Kaleağası, AB’nin kısa sürede yeniden kendine yön çizerek, siyasi bütünleşmeyi de sağlayacak biçimde yoluna devam edeceğini tahmin ettiğini ifade etti.

Türkiye’yi yurt dışında en çok zorlayan konunun insan hakları ve demokrasi konusundaki hataları olduğunu, koalisyon hükümetiyle birlikte bu yolda atılmaya başlanan adımların bu Hükümet döneminde devam ettiğini ve epeyce yol alındığını belirterek, bundan sonra kesinlikle bu tür hatalara izin verilmemesi gerektiğini söyledi.

KAYITDIŞI VE EĞİTİM

Kayıt dışıyla mücadelenin bu süreçteki önemine değinen Kaleağası, ‘Türkiye’nin vergi vermeyenlerin ülkesi olamayacağını’ söyledi. Tarımda yapılacak çok iş oluğunu, ancak AB içindeki tarım nedeniyle çıkan tartışmalar daha uzun süreceği için, bu konuda biraz süremiz olduğunu ama hareket geçilmesi gerektiğini kaydetti. Fransa ile İngiltere arasında çıkan son tartışmaların da tarımdan kaynaklandığını hatırlatan Kaleağası, Fransa’nın genel tavrı için ise ‘Fransa ya karar verip dünya devi olmaya devam edecek, ya da küçük bir ülke olacak’ dedi.

Önümüzdeki dönem Türkiye’nin öncelik vermesi gereken alanların başında eğitimin gelmesi gerektiğini kaydeden Kaleağası, Avrupa’da işgücü eksikliği olacağını,bunun Türkiye tarafından karşılanabileceğini ama gereken nitelikli işgücünü oluşturmak için şimdiden kapsamlı bir eğitim hareketine başlamadığı takdirde, Türk insanının bu açığı kapatma şansının da kaybolacağını kaydetti. Önümüzdeki 15 20 yıl içinde doğacak bu açık için, acil olarak harekete geçilmesini istedi.

Zeynel Lüle’nin de dediği gibi, AB’nin Türkiye’den, Türkiye’nin AB’den vazgeçemeyeceği, ancak şimdiye kadar duygusal travmalara neden olan bu ilişkinin artık soğukkanlı bir platforma oturtulması gerekiyor. Kısacası; dünkü toplantıda da ortaya çıkan özet şuydu ki; AB’deki ya da içerideki moral bozukluklarının, AB yolundan sapmalara neden olmaması gerekiyor. Çünkü iki tarafın da başka seçenekleri hemen hemen yok.
Yazının Devamını Oku