Erdal Sağlam

İşadamları ile Filistin İsrail Barışı Projesi

9 Haziran 2005
<B>TÜRKİYE</B> Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) önderliğinde Türk, İsrail ve Filistinli işadamları arasında başlayan diyalog süreci gelişiyor. Ankara Forumu adı verilen, geçen ay ilk toplantısını Ankara’da yapan bu girişim, Kudüs’teki ikinci toplantısına dün başladı.

Bu toplantıların organizasyonundaki güçlük her aşamada kendini gösteriyor. Kudüs’teki toplantıya da bazı Filistinli işadamları sınır geçişindeki problemler nedeniyle gelemediler. Yani bırakın sonuçlarını, toplantının kendisini yapmak bile tek başına bir iş. Ancak toplantıya katılanlar bu zorluklara rağmen, her toplantıda biraz daha mesafe alındığını, işadamlarının birbirlerine yaklaşmaya başladıklarını söylüyor.

Toplantının açış konuşmasını yapan TOBB Başkanı aynı zamanda Ankara Forumu Başkanı olan Rifat Hisarcıklıoğlu, bu zorluklara da değinerek ‘Siyasetçilerin zor kararlar verme arifesinde olduğu bir dönemde, toplumların kanaat önderlerinin birbirleri ile konuşmaya başlaması verilecek kararları kolaylaştırır. Toplumları birbirlerine yaklaştırır’ dedi.

YENİ İLETİŞİM KANALLARI

Siyasetçiler arasında iletişim kopukluğu olduğu durumlarda kanaat önderlerinin toplumlar arasında yeni iletişim kanalları açabileceğini ve toplumlara önderlik edebileceğini kaydeden Hisarcıkoğlu, Ankara Forumu’nun Türkiye-Filistin-İsrail toplumları arasında diyaloğa ve doğrudan iletişime katkıda bulunan bir işlevi olduğunu düşündüğünü kaydederek, bu nedenle bu kanalı önemsediğini söyledi.

İşadamı olarak somut meseleri ele alıp çıkan sorunları temizlemeleri gerektiğini kaydeden Hisarcıkoğlu, toplantıda artık somut işbirliği konularının ortaya çıkması gerektiğini belirtti. Ele alacakları projenin hem Filistin ekonomisinin kurumsal altyapısının eksiklerini, hem de karşılaştığı kısıtlamaları gündeme getirmesi gerektiğini kaydeden Hisarcıklıoğlu, sanayi bölgesi veya yatırım promosyon ajansı gibi konuların amaca uygun olacağını kaydetti. Bu toplantılarda ne tür bir projenin ele alınacağını belirlemeleri gerektiğini söyleyen Hisarcıklıoğlu, bunun yanı sıra Ankara Forumu’nun nasıl kurumsallaşması gerektiğini ve iletişim mekanizması kurulmasını kararlaştırmalarını istedi.

Kudüs’te iki gün sürecek toplantılarda daha önce üzerinde mutabakata varılan bazı işbirliği konuları ele alındı. Bunlar arasında turizm alanında yapılacak işbirliği ile Erez Sanayi Bölgesi’nin işletilmesi öne çıkıyor. Türkiye’nin İsrail’in boşalttığı Erez Sanayi Bölgesi’nin işletmesini üstlenerek burada Filistinli işadamlarına iş vermesi, Filistinlilere istihdam sağlaması üzerinde duruluyor.

HERKES MEMNUN

TOBB’un başlattığı bu girişim bütün taraflarda memnuniyetle karşılanıyor. Siyasi olarak somut bir destek kamuoyuna açıklanmış değil, ama her iki tarafın işadamları örgütlerinin de hükümetlerine danışarak bu adımları attığı, işbirliğine girdiği de biliniyor. TOBB’un organize ettiği bu girişime Türk Dışişleri de resmi olarak açıklamasa da destek veriyor.

Bu girişimin İsrail ve Filistin arasındaki barışın sağlanması için önemi her iki taraf işadamları tarafından da kabul ediliyor. Filistin tarafı toplantıda daha çok insanların ve malların serbest dolaşımı önündeki engellerin kaldırılmasını, güvenlik gerekçesiyle yapılan sınırlama ve baskıların azaltılmasını istedi. İsrail işadamları ise başlayan barış sürecinin geliştirilmesi için işadamları arasında işbirliğinin güçlendirilmesinin gereğine değindiler. Her iki tarafında bu işbirliği için Türkiye’ye güvendikleri gözleniyor.

Başarıldığı takdirde; İsrail ve Filistinli işadamları arasındaki yakınlaşma somut işbirliklerine dönüşebilecek, Türk işadamları da bu işbirliğinden pay alacaklar.

Bundan daha önemlisi TOBB’un başlattığı bu işbirliğinin ileride yaratacağı siyasi sonuçlar olacak.
Yazının Devamını Oku

ABD’de verilecek fotoğraf

7 Haziran 2005
<B>BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’</B>ın ABD gezisi epeyce sorun oldu. Yaklaşık 3 ay önce konuşulmaya başladığını, bir-kaç aylık gecikmeyle ve ısrar üzerine bu randevunun verildiğini artık herkes biliyor. Başbakanın Yeni Şafak gazetesinde, ABD’de esprilere neden olan, Bush’la ilgili söylediklerine bakacak olursak, yarın yapılacak görüşmenin ardından da yine ‘güllük gülistanlık bir ilişki’ yönündeki haberlerin yayılacağını, şimdiden görüyoruz.

Peki aslında öyle mi?

Herşeyden önce bu ziyaret konusunda ABD’ye yakın kaynakların söylediğine bakalım: ‘Türkiye ABD için önemli bir ülke ve bu nedenle ısrarlı talepler kabul edildi. Ancak ziyaret Erdoğan’ın bu ilişkileri çok olumlu göstermesine de engel olabilecek biçimde ve uzunlukta dizayn edilmeye çalışıldı.’

Erdoğan’ın kamuoyuna bu ziyaretle birlikte ‘Bakın kötü diyorsunuz ama, bizim ABD ile ilişkimiz iyi’ deme imkanı kazanacağını, ABD de kabul ediyor ama sözkonusu olan Türkiye olduğu için, bu fotoğrafın verileceğini de, altını çizerek söylüyorlar.

Peki ABD, AKP’den ve Başbakan Erdoğan’dan neden şikayetçi?

Aslında yanıt açık : Nasıl Tansu Çiller Başbakanken verdiği sözleri tutmayınca ilişkiler bozulmaya başladıysa, Erdoğan’la da aynı şey yaşanıyor. Bunun da ötesinde, Suriye başta olmak üzere, ABD’nin en sorunlu iki ülkesiyle Türkiye’nin girdiği ilişkileri ‘inadına’ bir ilişki gibi görüyorlar.Genişletilmiş Ortadoğu ve Afrika projelerinde Türkiye’nin tavrının stratejik ortaklık ilkelerine uymadığını söylüyorlar.

Yakındıkları bir başka konu da ‘ne mesaj verirsek verelim, anlaşılmıyor’ oluyor. ABD’ye yakın kaynaklardan biri ‘Bu orkestradan farklı bir ses çıkmayacağı yavaş yavaş belli oluyor ve bu orkestra şimdiye kadar güzel bir şey çalmadı’ yorumunu yaptı. Biraz daha açmasını istediğimizde ise Başbakanın yakın çevresinin çağdaş bir vizyondan eksik kişiler olduğunu, yanlış politikalar uygulandığını ve bu çevrenin etkinliğinin devam ettiğini söyledi.

Türkiye’nin yeni bir vizyona sahip olması gerektiğini ve şu anda varolan ‘vizyonsuzluk’un , yeni bir vizyona dönüşmesinden umut kesilmekte olduğunu kaydeden aynı kaynak, Irak’ın sünni kesimiyle hatta terorist gruplarla Hükümete yakın kaynakların girdikleri ilişkilerin, bu ilişkilerin hala devam etmesinin, Felluce’deki olayların ardından öğrenilen ilişkilerin ABD tarafını çok rahatsız ettiğini söyledi.

TÜRKİYE’DE ANLAYIŞ AYNI

Bu arada geçen hafta KKTC’ye de giden ABD’li senatörlerin, dönüşte yönetime verdikleri raporlar,özet olarak ‘Türkiye’de, Hükümetin anlayışında bir değişiklik yok’ olmuş.

Erdoğan’ın Bush’la olan görüşmesinde bu konuların ön planda olmayacağını kaydeden ABD’li kaynaklar, Bush’un ABD’nin genel politikasını tekrarlayıp, stratejik ortaklıktan beklediklerini genel olarak anlatmasını beklediklerini kaydettiler. Türk tarafının klasik biçimde yakınmalara girip, PKK, Kıbrıs ve AB üyeliğine destek konusunu gündeme getireceğinin anlaşıldığını kaydeden aynı kaynaklar, ‘Umarız fazla sitem olmaz çünkü ABD’nin Kıbrıs konusunda yaptıkları ortada’ dediler. Bir kaynak, PKK’nın bölgeden çıkarılması konusunda ise, şaka yollu ‘Hadi, birlikte çıkaralım denirse ne denecek?’ dedi.

ABD’nin bu rahatsızlıklarının Erdoğan- Bush görüşmesinde dile getirilemeyeceğini kaydeden kaynaklar, buna karşılık Başkan Yardımcılığı ve Güvenlik ofisiyle yapılan görüşmelerde ise bu sorunlara daha fazla değinilmesini beklediklerini söylediler.Aynı kaynaklar Emine Erdoğan’a randevu verilmediğini hatırlatarak, ‘Kendilerine eğer Bayan Bush’la kahve içilmek isteniyorsa, Bayan Erdoğan Şam’a gitmeden Bayan Bush Amman’daydı denildi’ dediler.

Kısacası; Başbakan Erdoğan’ın Bush’la fotoğrafı ilişkilerdeki sıkıntının giderildiğini göstermeyecek. Bu arada Washington’da aynı mekanda ,7 Haziran’da Genelkurmay 2. Başkanı İlker Başbuğ, ertesi gün de Başbakan Erdoğan’ın konuşmaları, ABD ile ilişkilerimiz açısından ilginç fotoğraflar sunmaya da aday gözüküyor.
Yazının Devamını Oku

IMF’nin şikayeti çok ama...

6 Haziran 2005
<B>IMF</B> Heyeti İstanbul’daki temaslarını tamamlayarak, Ankara’ya geçti. Bugün bürokratlarla resmi görüşmeler başlayacak, bir çok konu masaya yatırılmaya başlayacak. İstanbul’daki temaslarından aldığımız izlenim o ki; IMF Heyetinin şikayetçi olduğu konu çok. Ama ‘şikayetçi olmasına rağmen sorun çıkarır mı?’ derseniz, bizce ‘Herşey iyi giderken çomak sokan ben olmayayım’ mantığıyla, IMF’in sorun çıkaracağını sanmıyoruz.

IMF Heyetinin dikkatini çeken konulardan biri tekstil sektörünün durumu olmaya başlamış. IMF’le görüşen yetkililer, son çıkan rakamlarla birlikte cari açığın, her ne kadar kamuoyuna söylemeseler de, Heyeti rahatsız etmeye başladığını gözlediklerini söylediler. Yanısıra, tekstil sektöründeki sorunların üzerinde de durdukları ve özellikle cari açığı artıracağı için Ankara’da bu konuda temaslar yapmalarının beklendiği kaydedildi.

Heyetin şikayet ettiği konulardan biri kadrolaşma konusu. Heyet üyelerinin yakınlarına, ‘her geldiğimizde başka bir kişiyi buluyoruz ve yetkinlik şüpheli’ diye şikayet ettiklerini öğreniyoruz. Yanısıra, aflarla ilgili Hükümetin tavrından şikayetçiler. Daha doğrusu bu konuda yakınmaları iyice artmış durumda. SSK ve Bağ-Kur affı, zaten bu konuda sürekli diken üstünde olan Heyeti, Hükümetin niyeti konusunda iyice tedirgin etmiş durumda.

Bilgi veren yetkililer, Ankara’daki temaslarda, bu afların masaya yatırılmasını beklerken, aynı şekilde daha önce ‘yapılmayacak’ diye söz verilen mazot sübvansiyonu konusuna da takıldıkları ve resmi görüşmelerde bu konunun da gündeme geleceğini belirtiyorlar.

Öğrendiğimiz kadarıyla IMF Heyetini İstanbul’daki temaslarında şaşırtan konulardan biri de görüştükleri akademisyenlerin bazılarından duydukları, bilimsel niteliği olmayan, Hükümetin her yaptığına kılıf bulmaya çalışan tavır olmuş. Görüş sorulan akademisyenlerden birinin, ‘Aslında cari açık bu kadar fazla değil, ben hep söylüyorum kayıtdışı ihracat var ve aslında cari açık daha az’ sözleri, diğer akademisyenleri olduğu gibi, IMF uzmanlarını da şaşırtmış. Uzmanlar ‘bu kadarını da, hem de bir akademisyenden beklemiyorduk’ yorumunu yapmışlar.

Ama dediğimiz gibi; IMFin şikayeti çok, herkesin pembe tablolar çizdiğini, riskleri görmek istemediğini de görüyor ama yapacakları fazla bir şey de görünmüyor.

IMF’le ilişkiler konusunda deneyimli bir yetkili ise, ‘Hep böyle oldu, işler iyiye giderken kimse çomak sokmak isteyen kişi olmak istemez ama işler tersine döndüğünde, herkes elindeki çomağı çarka sokmak için yarışır’ yorumunu yaptı.

TÜSİAD’IN ALKIŞLANACAK TAVRI

Geçtiğimiz hafta yapılan İstişare Kurulu Toplantısının açılışında konuşan TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı, bizce yaptığı bu konuşmayla, uzun zamandır göremediğimiz, ‘Etkin bir sivil toplum örgütü’ kimliğine yeniden dönüldüğünü gösterdi. Sabancı, yasadışı kuran kurslarına hoşgörü gösterilmesinin laiklik anlayışında geri adım tartışmaları yaratmasını eleştirirken, güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanımını, bu tutumun siyasi sorumluluğunun üstlenilmesinin gecikmesini, Anayasa Mahkemesi’nin lağvedilmesi imasında bulunulmasını, ‘ciddi olumsuzluklar’ olarak sıraladı. Bir yazarın kitaplarının imha edilmesi için verilen resmi talimatı ve Ermeni meselesinin tartışılacağı toplantı için Hükümet üyelerinin yaptıkları sert çıkışları da eleştiren Sabancı, Türk Ceza Kanunu’nun tartışılmadan çıkarılıp, ifade özgürlüğünü olumsuz etkileyecek maddelere sahip olduğunu da kaydetti.

Sabancı’nın bu sözleri bizce, AKP’ye destek versin veya vermesin, çağdaş kafaya sahip vatandaşlar, özellikle de aydınların altına imza atmaları gereken eleştirileri içeriyor. Bu eleştirilerin her şeyden önce de, en azından ‘sol’ olduğu için, ilerici olmayı hatırlamaları gereken, muhalefet partisi CHP tarafından dile getirilmesi gerekiyor, ama...

Bizce ‘Baş müzakereci’ kimliğini de alan, en azından bu nedenle demokrat ve özgürlükçü olması gereken Devlet Bakanı Ali Babacan’ın verdiği yanıtlar ise bizde büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Babacan, ileri sürdüğü ‘hassasiyetleri gözetmemiz lazım’ gerekçesini hayata geçirse, bu ülkede ne ekonomik program uygulanır, ne de AB hedefi kalır. Unutmasın...
Yazının Devamını Oku

Tarımda artık popülizm lüksü yok

4 Haziran 2005
<B>TARIM</B> ve Köyişleri Bakanı <B>Sami Güçlü</B>, bizce, bu kabinenin en başarılı bakanlarından biriydi. Başarısının altında yatan en önemli nedenler ise tarıma bilimsel yaklaşımı ve kadrolaşma dahil, verdiği kararlarda partizanca davranmayıp, gerekeni yapmaya çalışmasıydı.

Yıllardır tarımın ihmal edildiği konuşulur. Bakan Güçlü herşeyden önce tarımın yeniden tartışılmasını sağladı. Hem uluslar arası yükümlülükler hem de özel olarak Avrupa Birliği’nin uyum için sıkıştırmasının da etkisiyle, tarım yeniden gündemin ilk sıralarına oturdu. Bakan Güçlü ve ekibi şimdiye kadar hep politik karar ve uygulamalarla gündeme gelen tarıma ilişkin düzenlemelere, ‘tarımın ekonomik bir olgu’ olduğu gerçeğiyle yaklaşmaya başladılar. Bununla birlikte basında tarım haberleri de daha düzeyli olmaya başladı.

Bakan Güçlü, kendi deyimiyle, her gün mutlaka AB konusuyla ilgileniyor, Dünya Ticaret Örgütü çerçevesinde yapılacakları gözden geçiriyor, bu arada mümkün olduğunca dolaşıp, tarımın artık bilimsel bir olgu olarak algılanması için çiftçilerle biraraya geliyordu. Güçlü’nün uygulamaya soktuğu ‘tarım gönüllüleri’ sisteminin de, yeterince tanıtılamasa bile, oldukça büyük yararlar sağlayacağı da hissedilmeye başlamıştı.

Güçlü ekibini kurarken, kesinlikle AKP’li olup olmadığını bakmaksızın, görevleri işi bilenlere vermek yolunu seçti. Bu nedenle partiden tepki alsa bile, bildiği yolda gitmeye devam etti.

Peki, bu kadar başarılı bir bakansa, neden görevden alındı?

Bizce görevden alınmasındaki en önemli etken partiden gelen tepkiler oldu. Partiden gelen talepleri, belirledikleri ilkelere ters ise yerine getirmedi, milletvekillerinin ayrıcalık taleplerini geri çevirdi ve bakanlıkta kadrolaşmada’sadece partili diye’ kimseyi atamadı.

Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü’nün kırgın olduğu açıkca ortada ve bu tepkisi çok normal. Bu kadar yoğun mesai verip, tam birşeyleri değiştirmeye, düzeltmeye başlıyorsunuz ve telefonla görevden alındığınızı duyuyorsunuz, kim kırılmaz ki?

Bakan Güçlü yönetiminde ‘tarım stratejisi’ belgesi kabul edildi. Görevden alınma nedeniyle yıllardır beklenen tarım sigortası yasasının görüşülmesi yarım kaldı. Çok önemli olan tarım yasasına son şekli verilip TBMM’ye gönderildi. Bütün bunlar Güçlü’nün eserleri...

Yeni Bakan Mehdi Eker’i tanıyan Bakanlık mensupları, işini iyi bilen, yaklaşım olarak da ‘popülist olmayan bir kişi’ olduğunu söylüyorlar. Ama açıkcası, yeni Bakanı çok yakından takip etmek gerekiyor. Özellikle partiden gelen baskıları nasıl karşılayacağı, kadrolaşmada partizanlığa yer verip vermeyeceği, ayrıcalık yapıp yapmayacağı, eski Bakanın görevden alınması bunlara bağlı olduğu için; daha fazla odaklanacağımız konular olacak.

Çünkü artık tarımda popülizm lüksü yok ve geriye dönüşü kimse kabul etmemeli...

BAKAN DEĞİŞİMİ DEVAM EDER Mİ?

Siyasi kulislerde Bakan Güçlü’nün görevden alınmasında partiden gelen baskıların yanısıra, ‘bakanlık kadrolarına hakim olamaması’nın da yattığı, Rusya ile çıkan sinek krizinde bunun görüldüğü de söyleniyor. Ardından da bakanlık kadrosuna, bir komplo senaryosu olarak ‘Yeni bakan koruma kontrol genel müdürlüğü yapmış’ diye sitemli göndermeler yapılıyor.

Bunun da ötesinde yapılan kabine değişikliği ‘beklenen sayının epeyce altında’ görüldü. Bu nedenle Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bir kaç ay sonra yine 3-4 bakanı daha değiştirebileceği de söylenmeye başladı. Erdoğan’ın bu değişiklikle, mevcut bakanlara ‘gerekirse değiştiririm’ mesajı verdiği gibi, milletvekillerinde de beklenti yaratıp, grubu tutma çabası gösterdiğini söyleyenler de var. Değişiklik için 7-8 bakanın isminin geçtiği hatırlatılırken, bir-kaç ay sonra bir değişikliğe daha, isimler sayılıp, ‘büyük ihtimal’ olarak bakılıyor.

Bu arada kulislerde boş imza mektubu istendiğinde ‘kaç milletvekili ile vereyim’ dediği söylenen Bakana da, aynı ilden başka bir bakanın atanmasıyla bir mesaj verilmeye çalışıldığını söyleyenler de bulunuyor.

Başbakan Erdoğan, bu bakan atamalarıyla bir ölçüde yeni manevra alanı kazanırken, öte yandan da görevden alınan bakanların yaratacağı etki ve ne yapacakları da merak konusu...
Yazının Devamını Oku

Tarımda artık popülizm lüksü yok

4 Haziran 2005
TARIM ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü, bizce, bu kabinenin en başarılı bakanlarından biriydi.Başarısının altında yatan en önemli nedenler ise tarıma bilimsel yaklaşımı ve kadrolaşma dahil, verdiği kararlarda partizanca davranmayıp, gerekeni yapmaya çalışmasıydı. Yıllardır tarımın ihmal edildiği konuşulur. Bakan Güçlü herşeyden önce tarımın yeniden tartışılmasını sağladı. Hem uluslar arası yükümlülükler hem de özel olarak Avrupa Birliği’nin uyum için sıkıştırmasının da etkisiyle, tarım yeniden gündemin ilk sıralarına oturdu. Bakan Güçlü ve ekibi şimdiye kadar hep politik karar ve uygulamalarla gündeme gelen tarıma ilişkin düzenlemelere, ‘tarımın ekonomik bir olgu’ olduğu gerçeğiyle yaklaşmaya başladılar. Bununla birlikte basında tarım haberleri de daha düzeyli olmaya başladı.Bakan Güçlü, kendi deyimiyle, her gün mutlaka AB konusuyla ilgileniyor, Dünya Ticaret Örgütü çerçevesinde yapılacakları gözden geçiriyor, bu arada mümkün olduğunca dolaşıp, tarımın artık bilimsel bir olgu olarak algılanması için çiftçilerle biraraya geliyordu. Güçlü’nün uygulamaya soktuğu ‘tarım gönüllüleri’ sisteminin de, yeterince tanıtılamasa bile, oldukça büyük yararlar sağlayacağı da hissedilmeye başlamıştı.Güçlü ekibini kurarken, kesinlikle AKP’li olup olmadığını bakmaksızın, görevleri işi bilenlere vermek yolunu seçti. Bu nedenle partiden tepki alsa bile, bildiği yolda gitmeye devam etti.Peki, bu kadar başarılı bir bakansa, neden görevden alındı?Bizce görevden alınmasındaki en önemli etken partiden gelen tepkiler oldu. Partiden gelen talepleri, belirledikleri ilkelere ters ise yerine getirmedi, milletvekillerinin ayrıcalık taleplerini geri çevirdi ve bakanlıkta kadrolaşmada’sadece partili diye’ kimseyi atamadı.Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü’nün kırgın olduğu açıkca ortada ve bu tepkisi çok normal. Bu kadar yoğun mesai verip, tam birşeyleri değiştirmeye, düzeltmeye başlıyorsunuz ve telefonla görevden alındığınızı duyuyorsunuz, kim kırılmaz ki?Bakan Güçlü yönetiminde ‘tarım stratejisi’ belgesi kabul edildi. Görevden alınma nedeniyle yıllardır beklenen tarım sigortası yasasının görüşülmesi yarım kaldı. Çok önemli olan tarım yasasına son şekli verilip TBMM’ye gönderildi. Bütün bunlar Güçlü’nün eserleri...Yeni Bakan Mehdi Eker’i tanıyan Bakanlık mensupları, işini iyi bilen, yaklaşım olarak da ‘popülist olmayan bir kişi’ olduğunu söylüyorlar. Ama açıkcası, yeni Bakanı çok yakından takip etmek gerekiyor. Özellikle partiden gelen baskıları nasıl karşılayacağı, kadrolaşmada partizanlığa yer verip vermeyeceği, ayrıcalık yapıp yapmayacağı, eski Bakanın görevden alınması bunlara bağlı olduğu için; daha fazla odaklanacağımız konular olacak.Çünkü artık tarımda popülizm lüksü yok ve geriye dönüşü kimse kabul etmemeli...BAKAN DEĞİŞİMİ DEVAM EDER Mİ?Siyasi kulislerde Bakan Güçlü’nün görevden alınmasında partiden gelen baskıların yanısıra, ‘bakanlık kadrolarına hakim olamaması’nın da yattığı, Rusya ile çıkan sinek krizinde bunun görüldüğü de söyleniyor. Ardından da bakanlık kadrosuna, bir komplo senaryosu olarak ‘Yeni bakan koruma kontrol genel müdürlüğü yapmış’ diye sitemli göndermeler yapılıyor.Bunun da ötesinde yapılan kabine değişikliği ‘beklenen sayının epeyce altında’ görüldü. Bu nedenle Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bir kaç ay sonra yine 3-4 bakanı daha değiştirebileceği de söylenmeye başladı. Erdoğan’ın bu değişiklikle, mevcut bakanlara ‘gerekirse değiştiririm’ mesajı verdiği gibi, milletvekillerinde de beklenti yaratıp, grubu tutma çabası gösterdiğini söyleyenler de var. Değişiklik için 7-8 bakanın isminin geçtiği hatırlatılırken, bir-kaç ay sonra bir değişikliğe daha, isimler sayılıp, ‘büyük ihtimal’ olarak bakılıyor.Bu arada kulislerde boş imza mektubu istendiğinde ‘kaç milletvekili ile vereyim’ dediği söylenen Bakana da, aynı ilden başka bir bakanın atanmasıyla bir mesaj verilmeye çalışıldığını söyleyenler de bulunuyor.Başbakan Erdoğan, bu bakan atamalarıyla bir ölçüde yeni manevra alanı kazanırken, öte yandan da görevden alınan bakanların yaratacağı etki ve ne yapacakları da merak konusu...
Yazının Devamını Oku

Piyasa referandum dinlemiyor

2 Haziran 2005
<B>Piyasalar ‘Referandum bağışıklığı’</B> kazandı. Sonunda bu referandumlar başımıza ne iş açacak şimdilik belli değil ama, kısa dönemli olarak piyasaların referandumları takmadığını rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Fransa referandumundan, hem de kamuoyu yoklamalarının gösterdiğinin çok üzerinde ‘hayır’ oyu çıkmasına rağmen, piyasalar umursamadı. Aksine, sanki inadına yaparmış gibi; hem faiz hem de döviz fiyatları hiç olmadığı kadar olumlu bir seyir izledi.

Şunu söylemek istiyoruz ki; dün yapılan Hollanda referandumundan Fransa’dakinin de çok üzerinde hayır oyu çıkması bekleniyor ama piyasalar buna bakmıyor bile. Yani bugün piyasalar yeni referandum sonuçlarından etkilenmeyeceğe benziyor.

Pazartesi günü piyasalar açıldığında, ‘Fransa referandum sonuçları çoktan satın alındı’ denmesine rağmen, yine de ‘bir şeyler olur m?’ korkusu vardı. Ama piyasalar öyle bir coştu ki; bu sonuçların neredeyse fazlasıyla satın alındığı anlaşıldı.

Pazartesi inadına coşan piyasalar, Salı günü ABD piyasaları açılınca olumlu seyrine devam etti. Referandum Türk lirasını değil euro’yu vurdu, euro’nun değeri düşmeye başladı. Ancak içerde çapraz kur etkileri görülmesine rağmen, Türk lirası hem euroya, hem dolara karşı değer kazanmaya devam etti.

Bu olumlu hava Hazine’nin borçlanması ve açıkladığı programa da yansıdı. Piyasadaki olumlu hava nedeniyle, hafta başında beklenenin ötesinde başarıyla ilk ihalesini yapan ve değişken faizle 1.9 katrilyonluk tahvil satan Hazine, Haziran ayı borçlanma programını da bunun yarattığı güvenle açıkladı. Daha fazla beklenen borç çevirme oranının yüzde 80 olarak belirlendiği gözükürken, geri ödemelerin 6 katrilyonluk bölümünün döviz ve dövize endeksli olmasına rağmen, bu gidişle Hazine, stoklardaki döviz cinsi borçlanmaları TL ile değiştirme planına büyük ölçüde bu ay içinde de devam edeceğe benziyor. Piyasa uzmanları önümüzdeki haftalarda açılacak ihalelerde döviz ve döviz endeksli borçlanmalara yer verilse bile bunun 6 katrilyon kadar olmayacağını düşünüyorlar. Tabi ki bu haftaki olumlu seyrin devam etmesi halinde bu geçerli, ‘kaza’ olursa, yine başka seçenekler aranabilir...

Hazine’nin bu kadar rahat olmasında, elbette, dışborç geri ödemelerinin 800 trilyon TL gibi düşük bir rakamda kalmasının etkisi var. Buna ek olarak Hazine, Haziran ayı faiz dışı fazlasını 700 trilyon lira ile, daha önceki ayların altında bir rakam olarak tahmin ediyor.

Hazine’nin bu ay bir dış borçlanmaya çıkabileceği konuşuluyor. Yani dışborç geri ödemesi çok az olmasına rağmen dışborçlanma yapılırsa, bu kaynak içerde kullanılacak.

Buna karşılık Hazine’nin bu ay içinde IMF’le yeni yapılan anlaşmanın ilk getirisi olan, 820 milyon dolarlık birinci dilim krediyi de kullanabileceği belirtiliyor.

Ancak bunun için Hükümetin biran önce IMF 1. Gözden Geçirme şartlarını tamamlaması gerekiyor. IMF Heyeti bugün İstanbul’a geliyor, 6 Haziran’da da Ankara’da temaslarına başlayacak. 1’inci özden geçirmenin performans kriterleri, başta bankacılık yasası ve sosyal güvenlik düzenlemeleri olmak üzere, henüz yerine getirilmiş değil. Bu nedenle zorlu bu yasaların biran önce çıkarılmaları gerekiyor.

Bunun da ötesinde Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) ve Bağ-kur prim borçlarına yeniden af getirilmek istenmesi, son olarak da Hükümetin mazot sübvansiyonu vermesi, IMF’in daha önce karşı çıktığı kararlar olduğu için, Heyetle müzakerelerde tartışma yaratması bekleniyor.

Yani IMF görüşmeleri beklendiği kadar kolay geçmeyecek. TBMM’nin çok hızlı çalıştırılıp, yasaların çıkarılması ve Hükümetin bu ‘popülist’ düzenlemelerinin IMF Heyetine kabul ettirilmesi sorun olacağa benziyor.

Buna rağmen piyasalardaki hava iyi. Eğer enflasyon düşük çıkar, Merkez Bankası da faiz indirirse, bu hava önümüzdeki haftalarda da devam edebilir.
Yazının Devamını Oku

AB haberlerine ABD verileri eklenecek

31 Mayıs 2005
PİYASALAR uzun zamandır, pazar günü yapılan Fransa’daki referandum oylamasına kilitlenmişti.Yerli-yabancı finans uzmanlarının Ankara’daki temaslarında yönelttikleri soruların arasında, ‘Fransa’daki referandumdan hayır çıkarsa piyasalarda ne olur?’ sorusu mutlaka yer alıyordu. Aslında bundan 2-3 hafta önce bu soruyu daha yoğun gündeme getiriyorlardı ama son günlerde artık bu sorunun önceliği azalmıştı. Çünkü referandumdan çıkacak sonucun hayır olacağına artık kesin gözüyle bakılıyordu. Yani piyasalar hayır oyunu hemen hemen tümüyle satın almıştı ve bu nedenle fazla sürpriz sayılmadı. Dün piyasalarda bu nedenle sakin bir seyir vardı.Çarşamba günü de benzer bir referandum Hollanda’da yapılacak ve bu ülkede zaten yüksek olan hayır oylarını, Fransa’dan gelen sonuçların iyice artırması bekleniyor.Piyasaların asıl bakacağı unsur, Hükümetin bu sorunu nasıl yönettiği olacak. Hükümetin ittifakta olduğu kesimlerin Avrupa’da güç kaybediyor olması, tabi ki ileriye dönük AKP’yi tedirgin ediyor. AKP’nin, AB hedefi nedeniyle içeride sağladığı geniş desteği tehdit etmesi de çok doğal. Ancak Hükümetin bu telaşını kamuoyuna yansıtacağını tahmin etmiyoruz. Şimdiye kadar bu sürecin çok iyi yönetildiği söylenemez ama herkes, özellikle piyasalar da aynı tarafa baktığı için, ‘Fransa’daki hayır sonuçları bizi doğrudan etkilemez’ türü demeçler, hem resmi kesimde, hem de piyasada hayli artacaktır. Bu noktada aslolan; Hükümetin AB yolunda kararlı imaj vermesi ve Brüksel’den gelecek ‘Bu sonuçların 3 Ekim’de müzakerelerin başlamasına engel olmayacağı’na ilişkin açıklamaların yoğunluğu...Piyasalar referandum sonuçlarından pek etkilenmedi ama Fransa ve ardından gelecek benzer sonuçların ileriye dönük olarak belirsizliği ve dolayısıyla tedirginliği artıracak potansiyel kararlar olduğu unutulmamalı.Aslında piyasalar açısından sadece siyasi gelişmeler değil, yurt dışından gelecek ekonomik verilerin de haftası olacak. Bu nedenle dün başlayan haftanın, piyasalarda dalgalı haftalardan biri olma ihtimali var. Bankaların ve aracı kurumların fon yöneticileri aslında bir süredir bu haftaya hazırlanıyorlardı. Bir yandan siyasi gelişmeleri izlerken öte yandan özellikle ABD’den gelecek verileri tahmin etmeye çalışıyorlar. Çünkü dalgalı geçecek haftanın aynı zamanda iyi para kazanılabilecek haftalardan biri olduğunu biliyorlar.İÇ BORÇLANMA NE OLACAK?ABD’den gelecek en önemli veri cuma günkü tarım dışı istihdam verisi olacak. Dün kapalı olan ABD piyasalarında perşembe günü açıklanacak işgücü maliyetleri ve verimlilik verileri enflasyonun seyri için ipuçlarını verecek. Büyüme konusunda ise bir önceki gün açıklanacak imalat sanayi ISM endeksi açıklaması etkili olacak.Dolayısıyla bu veriler ışığında ABD’de alınacak kararlar, Türkiye’deki kısa vadeli fon hareketlerini belirleyeceği için, içerde çok dikkatle izlenecek. Piyasalardaki hava Hazine’nin borçlanma politikasını da yakından ilgilendiriyor.Bu ay önemli dışborç geri ödemesi yok ama yaklaşık 14 katrilyonluk iç borç geri ödemesi yapılacak. Toplam rakam büyük değil ama bunun 6 katrilyonu aşkın kısmı döviz cinsi geri ödemelerden oluşuyor. Hazine, sorun olan döviz cinsi içborç yükümlülüklerini uzun vadede TL’ye çevirmeye çalışıyor ama bu ay bu konuda adım atabileceği şüpheli.Bu kadarlık geri ödemeye karşılık bütçe faiz dışı fazlasından önemli bir katkı beklenmiyor yani yeniden borçlanma oranı bu ay yüksek olacak.Döviz cinsinden geri ödemelerin yerine ne yapılacağına gelince... Piyasa oyuncuları Hazine’nin niyetini biliyor ama bu haftanın sıkışık olmasının Hazine’nin bu planını önemli ölçüde sekteye uğratacağını söylüyorlar. Hem vergi ödemeleri nedeniyle TL sıkışıklığı yaşanıyor olması ve hem de AB konusundaki siyasi gelişmelerin yaratacağı kargaşanın Hazine’nin iç borç stokundaki döviz yükümlülüklerin payını azaltma programını olumsuz etkileyeceği tahmin ediliyor. Bu akşam yapılacak Hazine açıklamasıyla, bu konular netlik kazanacak.
Yazının Devamını Oku

AB standartları ve kayıtdışı

28 Mayıs 2005
<B>DÜN</B> Ankara’da, önemli iki toplantı aynı zamanda gerçekleştirildi. Devlet Bakanı <B>Ali Babacan,</B> Türkiye İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası (İNTES)nın davetlisi olarak konuşma yaparken, Hesap Uzmanları Kurulu’nun düzenlediği kapsamlı bir kayıtdışı toplantısı başlıyordu. Başmüzakereciliğe yeni atanan Babacan’ın yaptığı konuşma önemliydi ve AB hedefi konusunda önemli mesajlar verdi. Yeni ekonomik programın artık AB ekseninde yürüyeceğini kaydeden Babacan, hedefin sadece AB etiketi almak olmadığını, halkın yaşam kalitesinin yükseltilmesinin önemli olduğunu, atılacak her adımın Türkiye’nin standartlarını yükseltip, AB standartlarına gittikçe yaklaştıracağını söylemiş.

Biz de aynen Babacan gibi düşünüyoruz. Önemli olan AB üyeliği değil, ülke halkının AB standartlarına ulaşmasıdır. Bu nedenle AB hedefinin bir havuç, ya da sopa olarak görülmesi gerektiğini, bu motivasyonun değişim ve dönüşüm için şart olduğunu düşünüyoruz.

Politikacıların görevi, hem ekonomik hem özgürlükler olarak halkın standartlarını yükseltmek, doğru tercihlerle her bir bireye adil ve daha fazla refah vermek olmalı. Bunun için politikacıların popülist olmayan doğru ve akılcı tercihler yapmaları gerekiyor.

İşte kayıtdışı ile ilgili toplantıya da bu noktadan yaklaşmak gerektiğini düşünüyoruz. Hesap uzmanları kayıtdışının boyutunu yüzde 30 olarak açıklamış ama bizce bu rakamın çok daha üzerinde bir büyüklüğe sahip. Artık herkesin kendi özel konumunu bir yana bırakıp, bu gerçeği görmesi, kayıt dışının üzerine gidilmediği takdirde Türkiye’nin kalkınamayacağını itiraf etmesi ve bütün çabanın bu noktaya yoğunlaştırılması gerekir.

Herkes farkında da neden Hükümetler kayıt dışının üzerine gitmiyor.

Çünkü, politikacılar kayıtdışı ile mücadeleyi ‘laf olsun’ diye konuşuyor, iş icraata gelince ‘Aman oy kaybederiz’ deyip işi savsaklıyor. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan bu toplantıda kayıtdışı ile ilgili herkesin altına imza atacağı sert sözler söyledi. Ama, konuşmasının kayıtdışı ile ilgili bölümlerini önündeki metinden okudu, sonra arada kafasını kaldırıp metin dışına çıkıp, asıl bildik, kendi sözlerini söyledi...

TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı ise sözlerine, kesin yargıyla, ‘kayıtdışı ekonomi Türkiye’nin bir numaralı sorunudur. Türkiye’nin bu sorunu halletmeden herhangi bir alandaki vizyonunu hayata geçirebilmesi mümkün değildir’ diye başladı.

VERGİLER BU NEDENLE YÜKSEK

Demek istenen şu ki; Türkiye artık kayıtdışı ile kararlı mücadeleye girmezse, ne AB hedefi gerçekleşebilir, ne istikrarlı büyüme yakalanabilir, ne de halkın standartları yükselebilir.

Sabancı, aynen daha önceki enflasyon-büyüme ilişkisinde olduğu gibi, kayıtdışı ile mücadelenin büyümeyi zayıflatmayacak, tam tersine Türkiye’nin global ekonomideki yerini pekiştirecek bir unsur olduğunun altını çizdi. Bu kayıtdışı oranlarıyla (OECD rakamları Hesap uzmanlarının söylediğinin çok üzerinde ) Türkiye’nin, OECD ülkesi olmasına rağmen, Afrika ve Latin Amerika ülkeleri arasında yer aldığını hatırlatan Sabancı, Türkiye’nin geçmişte bu sorunları hep günlük, geçici önlemlerle çözmeyi seçtiğini ve vergi tabanını genişleterek, kapsamlı bir vergi reformu, etkin bir vergi idaresi ile aynı düzeyde vergiyi toplamak yerine vergi oranlarını ve sosyal güvenlik kesintileri artırmayı tercih ettiğini hatırlattı. Sabancı, ‘AB ülkeleri vergi politikalarını daha düşük oranlar ekseninde uyumlaştırma ve sadeleştirme yolunu seçmiş olmasına rağmen, 3 Ekim’de müzakerelere başlayacak olan Türkiye’deki yüksek vergi ve sosyal güvenlik yükleri kayıtdışı ekonomiye geçişi teşvik etmektedir’ dedi.

Sabancı ‘Türkiye’nin ayıbı’ dediği kayıtdışı ile ‘milli bir mesele’ olarak mücadele edilmesi gerektiğini belirtip, kayıtdışının ekonomi içindeki payının azalmasıyla haksız rekabet ortamının ortadan kalkacağını, yerli ve yabancı sermayenin geleceğini ve işsizliğin azaltılacağını hatırlattı. Hazine’nin gelirinin artıp halkın refahının yükseleceğini söyledi.

Yani; Babacan’ın söylediği, halkın AB standartlarına kavuşabilmesi için ilk yapılacak işlerin başında kayıtdışı ile mücadele geliyor. IMF ilgilenmedi, umarız AB bu konuyla ilgilenir...
Yazının Devamını Oku