Erdal Sağlam

Hesapları toplayan Gelir İdaresi bağımsız değil ki

25 Ağustos 2005
<B>GELİR</B> İdaresi’nin bağımsız bir kurum olması gerektiğini, ancak böyle adil olabileceğini, halbuki mevcut yapının siyasete ve belli bürokratik kurullara bağlı bir idare olarak planlandığını, bu duruma bürokratların karşı çıkmamasının tarihi hata olduğunu yazmıştık... İşte şimdi bağımsız bir gelir idaresinin önemi iyice ortaya çıkmaya başladı.

Maliye Bakanlığı, kamuoyuna yansıdığı gibi, bankalardaki 10 milyar liranın üzerindeki hesap hareketlerini incelemeye aldı. Merkez Bankası’ndan da yurtdışı havalelerin dökümünü istedi.

Bütün bunlar özü itibariyle yanlış işler değil. Bağımsız bir gelir idaresinin, belli bir sistematik içerisinde, amacı ve niyet konusunda kamuoyuna bilgi verilerek, gerekirse yasadaki boşluklar yerine yeni temel yasal düzenlemeler yapılarak ve herkese adil uygulanmak şartıyla, bu tür banka hareketlerinin incelenmesi, gerektiğinde usulsüz bulunan işlemler için harekete geçilip en ağır müeyyidelerin uygulanması çok normal, olması gereken şeyler.

Yıllardır ABD’deki IRS’den sözedip, neden bunun Türkiye’de kurulamadığına hayıflanıp dururuz. IRS’in bu tür yöntemlerle denetim yaptığı da bilinir...

ABD’de herkes IRS memurlarından korkar ama hiç kimsenin aklına ‘IRS bana farklı muamele yapar, başkasına farklı’ ya da ‘siyasi nedenlerle bazılarını kayırır’ gibi bir fikir gelmez. Herkes IRS’in incelemesine düşmemek için elinden geleni yapar, yani caydırıcıdır.

Çünkü IRS bağımsız bir kurumdur ve siyasi otorite ile bağı, ilgisi, etkisi yoktur..

Halbuki bizim yeni kurulan Gelir İdaresi baştan yanlış bir anlayışla kuruldu ve bir devlet kurumundan çok bir siyasi kurum imajı verdi. Böylesine önemli bir Kurumun başına atanacak kişi için Cumhurbaşkanlığı’nın onayının bile aranmaması, bu imajı iyice pekiştirdi.

Maliye Bakanlığı’nın AKP iktidarındaki faaliyetlerini piyasa çok iyi biliyor. Bakanlık sıkıştığı zaman mükelleflere, ‘gel şu matrahı şuraya kadar arttır yoksa ben yapacağımı bilirim’ diye sıkıştırdı. Bu yolla vergiyi artırmaya çalışırken, sıkıştığında akaryakıt, tütün, alkol gibi kolay vergi zamlarına yöneldi, bu nedenle kaçakçılığın, kayıtdışılığı arttırdığı eleştirilerini aldı.

Şimdi aynı Maliye’nin hesapları incelemeye alması, piyasada ister istemez tedirginlik yaratıyor. Piyasadakiler ‘Bunlar üzerime gelir’ diye açık açık konuşamıyorlar ama özel sohbetlerde en çok yakındıkları konu ‘Maliye Bakanlığı’nın siyasi tavrının öne çıkması ve adamına göre muamele yapılması’ oluyor. Yani insanlar Maliye’nin bu yönteminin siyasi niteliği nedeniyle Gelir İdaresi tarafından adil olarak uygulanacağına inanmıyorlar. Hatta daha ileri gidip, ‘Hep sermayenin el değiştirmesi diyoruz ya. Partililerin rakipleri bu tür yöntemlerle yıpratılıp, bazılarının önü açılmaya çalışılabilir’ diyenler var.

NEREDEN BULDUN YERİNE KEYFİLİK

Yani bu hesapları soran, havaleleri incelemeye çalışan İdare’ye güvenleri yok...

Gelir İdaresi mevcut yasalardaki bazı boşlukları kullanıp, bu tür yöntemlere başvuruyor. Ancak herkes biliyor ki bunun adı ‘nereden buldun’ uygulamasıdır.

O zaman bir zamanlar kamuoyuna yanlış sunulduğu için çok tepki çeken ‘nereden buldun’ uygulamasının adını koyup, bu uygulamayı yasal zemine oturtmak gerekir.

Yani şimdi yapılan devletin keyfiliği oluyor. Nasıl işadamlarının yasa boşluklarından faydalanıp, kendi çıkarlarına iş yaptıklarından yakınıyorsak, burada da devletin yasal boşlukları kullanması sözkonusu...

Halbuki nereden buldun yasası çıksa, bu hesap hareketlerinin incelenmesi yasal zemine oturtulsa, yöntemin herkes için aynı şekilde uygulanacağı, siyasi olarak ayrımcılık yapılmayacağı konusunda güven verilse, bu yöntem sağlıklı uygulanmış olmaz mı?

Tabi ki uygulamacı Gelir İdaresi’nin da yeni baştan ele alınıp, bağımsız olması gerekir...

Siz hamiline hisse senedi, hamiline ve vadeli çek uygulamasını değiştirmek yerine ucuz ve kolay yolu seçerseniz, bu şeffaf ve adil olmayan uygulamanın geri dönmesi kaçınılmazdır.

İşin kötüsü bu yanlış uygulamalarla, olması gereken bağımsız gelir idaresi, adil vergi sisteminin kurulması da zorlaşıyor. Bu yanlışı yapanlar ülkeye kötülük ediyorlar.
Yazının Devamını Oku

Tarımda 4 kanunluk yeni paket geliyor

23 Ağustos 2005
TARIM Bakanlığı, yeniden örgütlenmenin de yeralacağı, 4 ayrı kanunu bir ‘Tarım Paketi’ olarak eylülde TBMM gündemine taşımayı planlıyor.Bakan Mehdi Eker, çiftçi ile köylüyü birbirinden ayırıp, iki kesime farklı politika ve desteklerin gündeme getirilmesini hedeflediklerini kaydederken, Bakanlığın mevcut örgüt yapısında bu hedefe dönük düzenlemeler yapılacağını söylüyor.Orta ve uzun vadede, kesinlikle verimliliği esas alan bir anlayışı hakim kılmak zorunda olduklarını, kaliteyi, standartı ve verimliliği esas almak durumunda olduklarını kaydeden Eker, ‘Piyasa fiyatını etkileyecek veya rekabeti olumsuz etkileyecek destekleme mekanizmaları bitti, yok artık böyle bir şey’ diyor. Yüksek maliyetle irrasyonel üretim desenlerinden vazgeçmek gerektiğini kaydeden Bakan, bunun için köylüden ayıracakları çiftçi kesimini dünya pazarındaki gelişmeler, ürün deseni değişiklikleri konularında aydınlatmanın daha kolay olacağını söyledi. Fark ödemleri ve primleri hesaba katıp, belirlenen destekleme mekanizmalarını, daha ekim kararı verilmeden açıklayarak çiftçiyi yönlendirmek istediklerini kaydeden Eker, ’Bütün bunları yapmamız, altyapı ve kırsal kalkınma meselesini de hayata geçirmemiz lazım. Aksi taktirde köyden kente göçü engellememiz de mümkün değil’ diye konuşuyor.Bu hedeflere uygun olarak Bakanlığın yeniden örgütleneceğini belirten Eker, Türkiye gerçekleri açısından konu bazında örgütlenmeyi öne çıkaracaklarını söyledi. Hayvancılık, sebzecilik, su ürünleri gibi konu bazında örgütlenmelerin yanısıra, eski Toprak-Su Genel Müdürlüğünü anımsatan yeni bir örgüt kurarak, arazi toplulaştırma fonksiyonunu ve kırsal alana götürülecek eğitim altyapı sorunlarını bu kurum kanalıyla uygulayacaklarını söyledi. AB’nin yeni tarımsal destekleme konseptinde kırsal kalkınmanın başlı başına bir alan olduğunu ve tarım destekleri içinde önemli yer tuttuğunu hatırlatan Eker, ‘Biz eğer müzakere sürecinde AB fonlarından istifade etmek istiyorsak böyle bir kuruluşa sahip olmamız lazım. Eski Toprak-Su’nun işlevleri de Kırsal Kalkınma Genel Müdürlüğü bünyesine gelecek’ dedi. Bakan Eker, TMO’nun uzun vadede müdahale kuruluşu olacağını, sadece hububat değil, diğer stratejik ürünler ile ilgili müdahale fonksiyonunu yerine getireceğini, ayrıca bir Ödeme Ajansı kurulacağını ve bu kurumun destekleme ödemelerini hesaplayan, ödeyen bir yarı bağımsız kuruluş olacağını kaydetti.TARIM TÜBİTAK’I KURULACAKYeniden örgütlenmenin bir paket halinde geleceğini kaydeden Eker, Bakanlığın merkez teşkilatının kuruluşu ile ilgili, Kırsal Kalkınma teşkilatının kuruluşu ile ilgili, ödeme kuruluşu ile ilgili ve tarımsal araştırmaların TÜBİTAK benzeri bir yapılanmaya kavuşturulmasına ilişkin olarak, pakette 4 ayrı kanun bulunacağını söyledi. Türkiye’de tarımsal araştırma kuruluşlarının çoğunun, Fındık Araştırma Enstitüsü gibi, bir tek konuda çalıştığını hatırlatan Bakan, bunların çoğunun atıl olduğunu söyledi. Üniversite sistemindeki yanlışlığın bir boyutunun burada kendini gösterdiğini, bunun da ‘Araştırma talebinin nereden geldiği sorusu’ olduğunu belirten Eker, ‘Normalde araştırma talebi sahadan gelmeli. Bizde araştırmanın talebi araştırıcının kendisinden geliyor. Araştırmacı ‘ben bunu araştırayım’ diyor veya hocası asistanına dosyasındaki konu başlıklarından birini seç diyor. O konu araştırılıyor, sonra rafa kaldırılıyor’ diyor. Araştırma kuruluşlarının saha ile birlikte çalışıp, oradan gelen taleplere göre araştırma yapacağını, gerekirse talep edenin de maliyete katkıda bulunacağını kaydeden Eker, halen 60 tane araştırma enstitüsü bulunduğunu, yeni örgütlenme ile coğrafi bölgelere göre sayının 7’ye indirileceğini, gerekirse bunların altında istasyonların çalışacağını, araştırmacı kalitesinin de performansa dayalı artacağını kaydetti. Bunların TÜBİTAK gibi bir üst kurulu olmasını planlayan Bakan Eker, bunun yönetiminde çiftçi ve oda temsilcilerinin bulunup, sahanın taleplerini iletebileceğini söyledi.
Yazının Devamını Oku

Tarım Bakanı TMO alımına el attı

22 Ağustos 2005
<B>BÜTÇEDE</B> tarımsal desteklere verilen destek rakamlarının aşılması, <B>Toprak Mahsülleri Ofisi (TMO) </B>alımlarının artması, yeniden popülizme dönüş sinyalleri olarak algılanıyor. Uzun zamandır bu kadar alım yapmayan TMO’nun, bu yıl şimdiye kadar aldığı hububat miktarı, 4 milyon tonu epey aştı. Konuyla ilgili uzmanlar, en az 5 milyon tonluk alım rakamlarının kaçınılmaz olacağını, bu rakamın daha da büyüyebileceğini söylüyorlar.

Bu durum yeniden sübvansiyon tehlikesini de beraberinde getiriyor.

Konuyu geçen hafta yeni Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker ile konuşma fırsatı bulduk. Herşeyden önce söyleyelim ki; Tarım Bakanı Eker’i gelen tehlikelerin farkında gördük. Bu nedenle alımlar, TMO’nun aldığı hububatın nasıl satılacağı konusunda epey mesai harcıyor.

TMO’nun ekonomik program dışına çıkarak yüksek miktarda destekleme alımı yapmasını tüccarın piyasaya girmemesi ve ‘köylü’ kesimin risk almamak için ürününü hızla elden çıkarmak istemesine bağlayan Bakan Eker, Ofis’in de başta tavan fiyat açıklamak yerine taban fiyat açıklamasının da fiyatları yüksek tuttuğunu ve piyasada tek aktörün TMO olarak kaldığını söylüyor. Eker, bunu bir hata olarak görüyor.

Tüccarın, ‘Ofis nasıl olursa alır, daha sonra biz ondan alırız’ mantığıyla hareket ettiğini hatırlattığımızda ise Bakan Eker, ‘Büyük aktör Ofis olduğu için bunun regülasyonunda, geriye dönüşünde de büyük aktör Ofis olacak’ dedi. Eker böylece tüccara mesaj göndererek, bir anlamda şimdi girip almadıkları için pişman olacaklarını ima ediyor.

Bu konuda ne yapılacak önümüzdeki günlerde göreceğiz.

TMO’nun ileride bir müdahale kurumu olarak kalacağını belirten Eker, ‘Bu şekilde bizim bir siyasetimiz olacak. Piyasa fiyatını etkileyecek veya rekabeti olumsuz etkileyecek destekleme mekanizmaları bitti, yok öyle bir şey. Tabi uzunca süre yüksek popülist politikaların izlendiği bir toplumda keskin dönüşler çok netice de vermiyor. Ama muhakkak surette rasyonel, doğru olanın yapılması lazım’ dedi. Bizce bu bakış açısının korunduğunu yeni bakanda da görmek umut verici bir gelişme.

Desteklemenin bir stratejiye dayanması, bir hesaba dayalı yapılması gerektiğini kaydeden Eker, ‘Bundan sonra destekleme eskisi kadar da rahat olmayacak. Çünkü artık önümüzde Dünya Ticaret Örgütü var, bunun kuralları var. Eylül’de müzakereler başlayacak’ dedi.

MISIR DA SIRADA

Önümüzdeki dönem hububat sorununa eklenecek bir de mısır sorunu var. İlk kez bu yıl mısır üretimi, toplam talebi karşılayacak ölçüde. Yani ithalat yapılmayacak. Ancak bu mısırın alımı için de yine TMO görevlendirildi ve finansman sorunu kaçınılmaz.

Mısır hasadına ilişkin sürekli değerlendirme yaptıklarını kaydeden Bakan Eker, ‘Türkiye ilk kez kendi ihtiyacını karşılayacak bir rekolte beklentisi içinde. Yaklaşık 3 milyon 600 bin - 4 milyon ton civarında bir rekolte beklentimiz var’dedi.

Eker, mısır alımlarının finansmanının sorun olup olmayacağını sorduğumuzda ise, TMO’nun bir miktar kaynağı bulunduğunu belirterek, ‘Ofis şu andaki şartlara göre ne kadarını alır bilmiyoruz ama diyelim 600 - 700 bin ton civarında alsa ona uygun bir kredi buluruz’ dedi. Eker, bu miktarda nasıl kalınacağını sorduğumuzda ise hububat alımlarında yapılan hataların yapılmayacağını, mısırın daha çok tüccar tarafından alınmasını sağlayacak önlemleri alacaklarını söylüyor. Eker, şu anda bu önlemlerin detayına girmek istemiyor.

Eker, TMO’nun alımlarının nasıl finans edileceği, sübvansiyona dönülüp dönülmeyeceğini sorduğumuzda ise ‘Tabi tıkanırsa kredi olarak alacağız. Mümkün mertebe Hazine’ye yük yüklemeyeceğiz’ dedi.

Eker’in bu sözleri Hazine’ye, sıkışıldığında, yeniden başvurulacağının, bizce bir işareti.

Bu arada, planların tutabilmesi için hem hububatta hem de mısırda ithalat kapısının kapanması gerekiyor. Bu görüşmede Bakan Eker’den ‘Kitabına uygun’ ithalat kısıtlaması için de formüller hazırlandığının havasını alıyoruz. Bizce bu kaçınılmaz...
Yazının Devamını Oku

Faiz dışı harcamalardaki artış

20 Ağustos 2005
<B>AB</B> ile ilgili gelen haberler pek hoş değil. Dışişleri Bakanlığı’nın da bu gelişmelerden rahatsız olmaya başladığı, artık dillendiriliyor. Yani 3 Ekim’de tam üyelik müzakereleri başlasa bile, hemen ardından önemli sıkıntıların başlaması, artık kaçınılmaz görülüyor. Global anlamda likiditenin eskisi kadar rahat olmayacağının görülmesinin üzerine binen AB tedirginliği piyasaları ürkütmüşe benziyor. Piyasa uzmanları dövize olan talebin yurtdışından çok yurt içi kaynaklı olduğu görüşündeler. Kısacası; dışardan başlayan iyimserlik rüzgarı, yine dış kaynaklı kesildi ama içerisi dışarıya bakarak, daha fazla tedirgin oldu. Bizce herkesin bu kurları çok düşük bulması, bir hareket başladığında özellikle döviz borcu olanların ‘geç mi kalırız?’ korkusuna kapılıp, bir an önce döviz almak istemeleri, harekette önemli rol oynuyor.

Bu hareketle birlikte, piyasada iktisatçılara daha fazla kulak verilmeye de başlandı. Bu da, rakamlara ve gidişata ilişkin yorumlara önümüzdeki dönem daha fazla bakılacak demek.

Önümüzdeki dönem, ‘bozulan rakamlara karşı önlem alma dönemi’ olmalı. Aksi halde dış kaynaklı olumsuzluklar artarsa, fatura çok daha büyük olur. Herşeyden önce faiz dışı fazla hedefinde bir revizyonun konuşulmaya başlamış olması bile, tek başına mali disiplini tartışma konusu yapar hale getirdi.

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) belirlemelerine göre ocak-temmuz dönemi faiz dışı harcamalardaki artış dikkat çekici. Bu yıl mal ve hizmet alımlarında öngörülen artış oranı yüzde 14.95 iken, ocak-temmuz döneminde bu yılki artış yüzde 42’ye ulaştı. Aynı şekilde yüklü kalem olan sosyal güvenlik kurumlarına yapılan transferler ise bütçe hedeflerine göre yüzde 14 oranında artması gerekirken, artış yüzde 23’ü aştı. Tarımsal destekleme alımı ödemeleri de yine yüzde 12.3 oranında artması gerekirken, ilk 7 aydaki artış yüzde 40’ı buldu.

Bütün bunlar, son dönemde mali disiplinde bir gevşeme hissedilmesine neden oluyor.

Bu arada olaya daha köklü bakmaya çalışan TEPAV, 2000-2004 yılları arasında FDF hedefine ulaşmada ne tür önlemler alındığına baktığında ulaştığı sonuç ise ‘ağırlıklı olarak bir defalık tedbirlerin öne çıkması’ oluyor. Bununla birlikte beliren tablo, bu dönemde harcama tasarrufu sağlayan tedbirlerden çok gelir artırıcı tedbirlere ağırlık verilmesi.

RAKAMLARA DA BAKILACAK

Yani son yıllarda mali disiplinin sürekli yapılan vergi artışlarıyla sağlandığı, özellikle sigara, içki ve akaryakıtta fahiş vergi artışları nedeniyle kaçakçılığını hortladığı, bunun kayıtdışı ekonomiyi daha da büyüttüğü artık tüm çıplaklığıyla ortada.

Dolayısıyla mali disiplini sağlamanın bir adım ötesine geçilerek, mali disiplinin kalitesine bakma gereği her geçen gün daha fazla kendini hissettirmeye başladı.

Bu kaliteyi sağlamak için gereken yapısal tedbirlerde savsaklama olduğu da ortada. Bu nedenle IMF’yle henüz 1. gözden geçirmesi tamamlanmamış bir yeni program olduğu arık algılanmaya başlıyor. Piyasalar programın akıbeti hakkında daha fazla tedirginlik duymaya başlıyorlar.

Genel bir gidişat olarak da, popülizmin yeniden başgösterdiği yönünde sinyallerin artması, piyasaları tedirgin eden başka bir unsur oluyor. Bütün bunlar şimdiye kadar görülmüyor muydu?

Tabi ki görülüyor, bu gidişat için uyarılar yapılıyordu ama son günlerde bu rakamlar piyasalar tarafından daha sıkı takip edilir oldu. Sıkı takibin nedeni ise yine dış kaynaklı başlayan ve bahar havasının bitmekte olduğunu gösteren haberlerin artmış olması.

Türkiye ekonomisi bir süredir global likiditenin itmesiyle, ama asıl olarak dayandığı AB ve IMF çapaları nedeniyle, olumlu bir hava yakaladı ve bu havayı epeyce sürdürdü.

Yani AKP Hükümeti bu dönemi iyi götürdü ama temel olarak önünde bulduğu ekonomik gündemle gitti. Şimdi, Hükümet ve ekonomi yönetiminin asıl sınavı başlıyor.
Yazının Devamını Oku

Piyasada faiz dışı fazla tedirginliği de başladı

18 Ağustos 2005
<B>SON</B> günlerde piyasalarda bütçe rakamlarına ilişkin tedirginlik de başladı. Şimdiye kadar Maliye’nin bütçeyi iyi göstermek için bazı kalem oyunlarına gittiğinden şüphe ediliyordu ama ses çıkarılmıyordu. Nakit dengesi ile bütçe dengesi arasında farklılıklar giderek artmaya başladığında, bazı gizlemeye, ertelemeye dönük kalem oyunları yapıldığında, piyasadaki özellikle iktisatçılar bunları görüyor ama ses çıkarmıyorlardı. Hatta bu kalem oyunlarını yazdığımızda piyasa oyuncuları ve sözcülerinden tepki de alıyorduk.

Ancak temmuz ayı bütçe verileriyle birlikte piyasadaki oyunculardan da ‘acaba’ sorusu gelmeye başladı. Yine de piyasa oyuncuları ‘iyimser havaya halel gelmesin’ diye gördükleri olaya, ‘faiz dışı harcamalar artıyor ama nasılsa Hükümet gelirleri artırır, olayı dengeler’ diyor.

Aslında piyasaların bu zaafını iyi kullanan ve bunun üzerine oynayan Devlet Bakanı Ali Babacan’ın ‘Aradaki rakamları bırakın yıl sonuna bakın’ sözünün arkasında yatan gerçek de buydu.

Piyasadaki yorumlarda IMF tanımlı bütçe verilerine bakılarak, gelirlerin yıl sonu hedefinin temmuz sonunda yüzde 57 olduğu, yine program tanımlı harcamaların ise yıl sonu hedefinin yüzde 56’sında olduğunun altı çiziliyor. Yine IMF tanımlı faiz dışı fazlanın temmuz sonunda ulaştığı rakamın da hedefin yüzde 61’ine ulaştığı belirtiliyor. Dolayısıyla bu rakamlara bakılarak yıl sonu hedeflerinin tutturulması açısından bir sıkıntı görülmüyor.

Ancak yine temmuz ayı bütçe rakamlarına dönülüp, haziran ayındaki 7.5 milyar YTL olan faiz dışı harcamaların temmuzda 9.6 milyar YTL’ye çıktığı gerçeği gözlere takılıyor. Bunun korkulacak bir şey olmadığını söylemek için, Maliye Bakanı’nın argümanı kullanılarak, 2 milyar YTL’lik artışın 1.1 milyar YTL’lik bölümünün daha önce yıl içinde nakit dengesi verilerinin ‘avanslar’ kalemine yazılan ‘emekliye vergi iadesi’nden oluştuğu kaydediliyor. Kimse, zamanında yazılması gerektiğine bakmıyor...

Yine de bu tür savunmalara rağmen bu rakam piyasaları tedirgin etmiş durumda. Her zaman yılın ikinci yarısında harcamaların arttığı, örneğin geçen yıl harcamaların yılın ilk yarısına göre ikinci yarıda yüzde 40 arttığının altı çizilerek, bu gerçeği gözönüne alarak yapılan yeni tahminlere göre bu yıl IMF’ye verilen harcama limitinin üzerin çıkılacağı söyleniyor.

RAKAMLARA BAKILACAK

Bunun yanısıra yine dönülüp ‘gelirlerin de yüksek seyretmesi ve ikinci yarı yılda artmasının beklenmesi sebebiyle program tanımlı faiz dışı fazla hedefi hala ulaşılabilir gözüküyor’ deniliyor. Yani, yine de bütçe için umutların bitmediğinin altı çizilmek zorunda kalınıyor.

Şu kesin ki; eğer bu yıl sonu itibariyle kalem oyunlarına gidilmez, ertesi yıla yüklü kaydırmalar yapılmazsa, harcamaların tutması mümkün değil. Hatta faiz dışı fazlanın tutmasının artık çok zorlaştığı da açıkca söylenmeli.

Aslında piyasa iktisatçılarının bir bölümü, henüz raporlarına koymasalar bile, bu yılki faiz dışı fazlanın programdaki gibi yüzde 6.5 olamayacağını, yüzde 5.5-6 arasında gerçekleşebileceğini kendi aralarında konuşmaya başladılar. Bunları raporlarda bir-iki ay içinde görmeye başlayacağız.

Kısacası; daha önceden kendini gösteren, ama piyasadakilerin takılmadığı cari açıktaki büyüme, sosyal güvenlik açıklarındaki büyüme ve son olarak da bütçe hedefleri konusunda ortaya çıkan tedirginlik artık görülmeye başladı.

Bütün bunların IMF’yle ilişkileri bozacağı konusunda ise şimdilik bir panik yok. Peki, ileride bu konuda da sesler çıkmaya başlar mı derseniz; bizce kaçınılmaz...

Şimdi görülmeye başlamasının bir nedeni, ‘mızrakların artık çuvala sığamayacağının açıkca görülmeye başlaması’ysa bir nedeni de piyasada değişmeye başlayan hava...

Yani AB ile ilişkiler konusunda ciddi endişeler beliriyor, bu konudaki spekülasyonlar başladı. Bu nedenle piyasalar rakamlara ve IMF’yle ilişkilere de artık bakmaya başlıyor...
Yazının Devamını Oku

Piyasadaki düzeltme ise iyi bile olur ama

16 Ağustos 2005
<B>GEÇEN</B> hafta Perşembe günü başlayan piyasadaki yabancı çıkışı dün de devam etti. Bankacılar oldukça yüklü satışlar olduğunu ancak ‘müşterinin kuvvetli olduğu bir döneme denk geldiği’için, bu satışların etkisinin çok büyük olmadığını söylüyorlar. Yani, bankacılar piyasadaki hareketi daha çok ‘bir düzeltme hareketi’ olarak görme eğilimindeler.

Eğer bu bir düzeltme hareketi ise, bizce iyi bile olur. ‘Piyasalar, Merkez Bankası’nın yüklü alımlarına rağmen, yapamadığını yaptı ve kurda düzeltme başladı’ deniyor ya... İşte zaten olması gereken de, dalgalı kurun anlamı da bu değil mi? Piyasalar gerekli tepkiyi veriyor.

Merkez Bankası’nın müdahalelerinin bu düzeltmede rol oynamadığını söylemek ise, elbette ki yanlış olur. Merkez Bankası, yüklü döviz alımlarıyla dövizdeki fazlalığı emdiği için, yabancılar döviz almaya başladığı zaman etkisi görülüyor. Hiç almamış olsaydı etki bu kadar olmazdı. Ama, konjonktür olarak başka döviz girişinin olmadığı, diğer unsurların da iyi olmadığı bir döneme denk gelip de, yabancılar bu yüklü alımları yapsaydı yani akım tek yönlü olsaydı, o zaman da kurlardaki oynama daha fazla olurdu.

Tek yönlü hareket büyüseydi, o zaman da yine Merkez Bankası’nın aldığı o yüklü dövizlere iş düşer, yukarı doğru aşırı hareket de törpülenmeye, dengelenmeye çalışılırdı.

Özetle; eğer bir düzeltmeye neden olacaksa, yabancıların son dönemde başlattıkları hareket Türkiye ekonomisi açısından faydalı bile olacaktır.

Herkes biliyor ki; geçen haftaki döviz kuru, İMKB’de işlem gören hisse senetlerinin fiyatları, ekonomideki mevcut parametrelerin doğal bir sonucunu göstermiyordu. Yani ekonomik göstergeler ve konjonktür, bu kadar ‘iyi sonuç ’verecek kadar toz pembe değildi...

Şimdi parametrelerin gösterdiği gerçek değerlere doğru bir hareket başladı. İşte bu anlamda bir düzeltmeden sözediyoruz. Ancak bu değerlerin ne olması gerektiği konusunda tahminlerin çok değişik olduğunu ve bir mutabakat bulunmadığını da söylememiz gerekiyor.

Sürekli olarak, bu düzeltme hareketinden ‘eğer’ diye söz etmemizin nedeni ise, bu hareketin devam edebileceği konusunda şüphelerin bulunmasından kaynaklanıyor.

Bankacılar da, boyutları fazla büyümediği takdirde, bu hareketi olumlu bile buluyorlar. Aslında bankacıların bir süredir böyle bir hareket beklediğini bile söyleyebiliriz.

AB’DEN KÖTÜ

HABERLER GELİRSE

Bankacıların korkusu bu düzeltme hareketinin, başka kötü haberlerle birleşmesi . O zaman hareketin düzeltme olmaktan çıkıp, ‘bozulma’ya dönüşmesinden endişe ediyorlar.

Çünkü onlar da, şimdiye kadar tepki vermeseler de biliyorlar ki; IMF’le hala mutabakata varılamaması, daha doğrusu 1. gözden geçirmenin ertelenip ne zaman gerçekleşeceğinin belli olmaması, ekonominin geleceği açısından bir soru işareti. Bunun da ötesinde mali disiplinde gevşeme olduğunu, popülizm kokularının her geçen daha fazla geldiğini onlar da görüyor. Ancak şimdiye kadar bu kötüleşen göstergeleri, ‘karları azalmasın’ diye, görüp, duyup kulak ardı etmeyi tercih etmişlerdi.

Bizim söylediğimiz de oydu ki; piyasanın kötü haberi algılamaması demek, hiç algılamayacağı demek değildir. Zamanı gelince, bu haberler satın alınmaya başlar...

İşte şimdi öyle bir döneme giriliyor. Daha doğrusu düzeltme hareketini kötü haberler takip ederse, eski kötü haberler de bunların üstüne satın alınmaya başlanabilir.

Örneğin yabancıların çıkışında da önemli rol oynadığı gözlenen Türkiye’nin AB ile tam üyelik müzakerelerinin engellenebileceği korkusu. Bu nedenle piyasa şimdi gözünü 1-2 Eylül’de yapılacak AB Dışişleri Bakanları toplantısı ve onun öncesi hazırlık yapılması amacıyla 25 Ağustos’ta yapılacak büyükelçiler toplantısı (Coreper) na çevirmiş durumda.

Buradan gelecek kötü haberler, bu düzeltme hareketinin boyutunu çok artırabilir.

Bizce Hükümet buradan kötü haber gelme ihtimaline karşılık, Eylül’de TBMM’yi çalıştırıp IMF için gereken yasaları biran önce çıkarma zorunluluğunda bile kalabilir...

Kısacası; bu bir düzeltme ise eskisinden iyi, eğer değilse işimiz o zaman zor...
Yazının Devamını Oku

Hükümet ekonomide eskisi kadar disiplinli değil

15 Ağustos 2005
<B>SON </B>günlerde piyasalarda bir satış furyası yaşanıyor. Yabancı kaynaklı girişlerle fırlayan piyasalar, giren yabancıların bir bölümünün satışlarıyla geriye düşüşü yaşamaya başladı. Bu geriye düşüş ne kadar sürecek, önümüzdeki günlerde göreceğiz. Bankacılara göre, yabancıların satışında, bildiğimiz ‘Fransa başta olmak üzere bazı ülkelerin Türkiye’nin AB ile müzakerelere başlamasına engel olma girişimleri’ var. Bu konuda bankacılar, ‘çıkan yabancıların bildiğinin bizim bildiğimizden fazla olmadığı’ görüşündeler, yani fazla önem vermiyorlar. Diğer bir faktör petrol fiyatlarındaki artış yani uluslar arası konjonktürün getirdiği bir faktör. Bunun yanısıra faktörlerden birinin de Türkiye’nin cari açığındaki yüksek büyüme olduğu söyleniyor.

Dün Devlet Bakanı Ali Babacan bir basın toplantısı yapmış ve ekonomide ne kadar iyi olduğumuzu anlatmış. Bu açıklamanın, piyasadaki düşüş trendine denk gelmesi ve bugün açılacak hafta için piyasaları düzeltme isteği bu toplantıda önemli yer tutmuşa benziyor.AKP’nin 4. yıldönümüne denk gelmiş olması da, tabi bu toplantının Babacan açısından önemini artırıyor.

Babacan, diğer AB’ye üye olan ülkelerin geçiş dönemlerinde benzer cari açıkları vermesini örnek göstermiş ve finansmanın önemli olduğunun altını çizmiş.Yani cari açıkta sorun yok demiş.

Bu konu tartışmalı ama bizce, cari açık da tek başına bir faktör değil. AKP iktidarının artık ekonomide eskisi kadar disiplinli olmadığı kesin ve bunu hem içerdeki piyasa oyuncuları, hem de dışarıdakiler iyi görüyor. Bu disiplinin gevşemesi, şimdilik korkutucu boyutlarda algılanmamasına rağmen, uluslar arası konjonktür bozulduğu takdirde, başımıza gelecek belayı çok daha büyüteceği de aşikar ve piyasalar bunu görmeye başladı.

Babacan, aylık rakamlar değil, yıl sonu rakamlarına bakılması gerektiğini ima etmiş ama bütçe dengesinden gelen haberler iyi değil. Bütçede bir gevşeme olduğunu herkes görüyor.

Piyasa oyuncuları özellikle de piyasa iktisatçıları, bütçe rakamlarına bakarak artık faiz dışı fazla konusunda da o kadar umutlu konuşmuyorlar. Bu yıl sonunda yüzde 6.5’lik faiz dışı fazla (FDF) rakamına ulaşmamız artık çok zor görünüyor. Piyasa iktisatçıları yıl sonu FDF hedefinin ancak 5.8-6.0 arasında gerçekleşebileceğini dillendirmeye başladılar.

SOSYAL GÜVENLİKTE TARIMDA GERİYE DÖNÜŞ

AKP Hükümetinin mali disiplini bozmasında, eski popülist politikalara geri dönüş niyeti çok önemli yer tutuyor. İşte bu nedenle de tam unuttuğumuz sırada, yeniden ‘acaba erken seçim mi var?’ sorusunu kendimize sordurtan, çok sayıda geri dönüş sinyalleri alıyoruz.

Bunların başında sosyal güvenlik açığındaki büyüme, reform yasası için Hükümetin ne kadar ‘yapacağız’ dese de ayak sürüdüğünün görülmesi, sosyal güvenlik primi toplanmasındaki zaaflar önemli yer tutuyor Çalışma Bakanı ile iki gün önce görüştüğümüzde hala SSK ve Bağ-kur prim affını gündemde tuttuklarını öğrendik. Hatta Bakanın dediğine göre; Hazine şu sıralar IMF ile bu prim aflarının yeniden pazarlığını yapıyor. Bakan Başeskioğlu, Ekim’den önce yeni yasanın konuşulmaya başlamasını beklemiyor. Yani piyasaların ‘erken görüşülür’ umudu suya düşüyor.

Bunun ötesinde yeşil kart uygulamasında tam bir geriye dönüş yaşanıyor. AKP iktidarı ilk geldiğinde yeşil kart sayısı dörtte bir oranında azalmıştı ama son dönemde öyle bir gaza basıldı ki; her gelene yeşil kart veriliyor ve kart sayısı iktidara geldiklerinde indirdikleri sayının bile üstüne çıkıyor. Yeşil kart ödemeleri, bütçede belirlenenin 4 katı büyüklüğünde gerçekleşiyor...

Tarımda da tam bir geri dönüş yaşanıyor. TMO’nun alımları şimdiden 4 milyon tona çıktı. Sezon sonunda en az 5 milyon ton olacak. Bunun ardından yüklü mısır alımı gelecek. Yani TMO’nun finansmanı yine büyük sorun olmaya başlayacak. Genel Müdür, planladıkları kaynak ve dış borçlanmanın üstüne çıkılırsa üstünü Hazine’den alacaklarını söylüyor.

TMO’nun alım miktarları Bakan değişikliğinde 50 tona çıkarıldı ve alımlar bu hale geldi.

Yani disiplin bozulup popülizm hortluyor, buna bağlı açıklar da yeniden artmaya başlıyor.
Yazının Devamını Oku