6 Eylül 2005
<B>‘TORBA Yasa’</B> dediğimiz yasanın ne kadar yanlış, mali disiplini bozacak bir düzenleme olduğunu, dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştıkca ekonomi yetkilileri <B>‘yok öyle bir şey’</B> demişlerdi. <B>‘Torba Yasa’</B>nın marifetlerini şimdi görmeye başlıyoruz. Hazine’nin, Toprak Mahsülleri Ofisi’de (TMO) verdiği 500 milyon dolarlık kredi, bu yasa çerçevesinde verilmiş bir kredi. ‘Torba Yasa’nın geçici 1. maddesinde ‘Bakanlar Kurulu kararları ile 1999 ve 2000 yıllarında tarım ürünlerinin destekleme alımlarının finansmanı amacıyla Hazine tarafından yurt dışından sağlanarak Toprak Mahsülleri Ofisi ve Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketine ikraz edilen kredilerin, 2005 Nisan ve Haziran aylarında Hazineye ödenmesi gereken anapara ve faiz borç tutarlarını, Hazine’den olan görev zararı alacaklarına ve/veya ödenmemiş sermayelerine mahsup etmeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu bakan, bu işlemleri anılan müsteşarlığın teklifi üzerine bütçenin gelir ve gider hesaplarıyla ilişkilendirmeksizin mahiyetlerine göre devlet hesaplarına kaydettirmeye Maliye Bakanı yetkilir’ deniliyor, TMO ve Şeker Fabrikaları’nın nominal sermayelerinin bu madde kapsamında, mahsuba konu olan miktar kadar artırılmış sayılacağı belirtiliyordu.
Torba yasada sadece bu yer almıyordu. Asıl hükümler belediyelerin borçları içindi. Yakında belediyelerin borçları temizlenecek. Bunlara da ya garanti verilecek ya da TMO’ya yapıldığı gibi ikraz yapılacak. Böylece yeniden kara deliklerin zemini hazırlanıyor.
Hazine bürokratları belli ki Borçlanma Kanunu ve Hazine Kanunu’yla getirilen kısıtlamaları aşmak için torba kanunu getirmişler. Yani yine bürokratlar, siyasilerin popülist uygulamalarına imkan verecek mevzuatları hazırlamaya başladılar...
Borçlanma Yasası’nda ‘dış borcun devri’ maddesi Hazine’nin sağladığı bir dış finansmanı kamu kurum ve kuruluşlarına ‘anlaşmanın mali şartlarına bağlı kalmaksızın aktarılmasını’ öngörüyor. Hemen ardından gelen ‘dış borcun ikrazı’ maddesi ise sağlanan dış finansmanın kamu kurum ve kuruluşlarına ‘anlaşmanın mali şartlarına bağlı kalmaksızın aktarılmasına’ imkan veriyor. İşte bu nedenle TMO ile ikraz anlaşması yapılmış...
Buna karşılık Hazine Yasasına bağlı yönetmelikte, garanti vermek için o kuruluşun Hazine’ye daha önceden borcu kalmaması gerekiyor. İkraz için böyle bir madde yok ama bildiğimiz kadarıyla garanti için şart koşulan bu hüküm, pratikte ikrazlar için de uygulanıyor, bürokratlar tarafından iş sıkı tutuluyor. Ancak Hükümet ve kendisine bağlı Hazine üst yönetimi, ikraz için gerekmese de torba kanuna ‘borçlarını temizleme maddesi’ koydurup işi iyice bağlamışlar...
HAZİNE ŞEFFAF DEĞİL
Hükümetlerin popülizm için her yolu denediğini biliyoruz. Ancak uygulanan ekonomik programla bu yollar kapatılmaya çalışılmıştı. Geçmiş iktidar dönemindeki bürokratlar, politikacıların yeniden dengeyi bozmaması için özen gösteriyorlardı. Ancak mevcut Hazine yönetiminin bu hassasiyeti gösterdiğini, maalesef söyleyemiyoruz.
Hadi, Hükümetin bu yolu açmasına karşı koyamadılar, o zaman kamuoyunu bu uygulamadan haberdar etmeleri gerekiyordu. Şeffaflık; herşeyden önce bu tür yolların bir daha açılmasını engelleyen, herkesin aynı zamanda olayı öğrenip, önceden ve içeriden öğrenenlerin haksız kazanç sağlamalarını önleyen ve çağdaş yönetimi gösteren, çok önemli bir ilke...
Kemal Derviş döneminde Hazine nereden ne alırsa, nereye ne verirse anında basın bülteni yapar, kamuoyunu aydınlatırdı. Böylece piyasadaki karar alıcılar, kendilerini etkileyecek Hazine borç ve alacakları ile finansmanı konusunda anında bilgi sahibi olurlar, ona göre davranırlardı. Bu da güvenin oluşturulmasında çok önemli rol oynamıştı...
Ancak TMO’ya verilen kredi için hiç bilgi verilmedi. Örneğin dün açıklanan nakit dengesinde de bir ayın sonunda TMSF’den, Özelleştirmeden ne kadar para alındığı yazmışlar. Yani iş işten geçtikten sonra... İşin kötüsü, bu tür şeffaflıktan uzaklaşma örnekleri giderek çoğalıyor.
Güveni kaybetmek kolay, yeniden kazanmak çok zordur. Maliye ve Hazine’ye duyurulur...
Yazının Devamını Oku 
5 Eylül 2005
TARIMSAL destekleme alım sisteminde, uygulanan ekonomik program öncesi sisteme geri dönüş yaşanıyor. Yani destekleme alımlarında görev zararları, büyüyen KİT zararları ve kara delikler döneminin yeniden başladığını gösteren önemli ipuçları geliyor.Bu yılki destekleme alımlarında yapılan hata, mali disiplini bozacak boyutlara ulaştı. Hazine’nin Toprak Mahsülleri Ofisi (TMO) ne 500 milyon euro kredi verdiği ortaya çıktı. Bu kredinin, 2000 öncesinde olduğu gibi, önümüzdeki dönemde ‘görev zararı’na dönüşmesi kaçınılmaz. Çünkü TMO bu yıl 400 milyon dolarlık bir dış kredi kullandı ve bu kredinin geri ödemeleri 2006 Ocak ayında başlayıp, yıl ortasında bitecek.Yani kısa vadeli bir kredi.Bunun yanısıra piyasada 4 milyon tonluk üretim tahmini yapılan mısırda, ilk kez TMO bu yıl çok yüklü alımlar yapmak zorunda kalacak, yani yükü daha da büyüyecek. TMO aldığı hububatı geçen hafta satmaya başladı. Ama hem mısır alımları, hem de yılbaşında başlayacak kredi geri ödemeleri nedeniyle. TMO’nun Hazine’den kullandığı 500 milyon Euro’luk krediyi geri ödemesi mümkün değil. Dolayısıyla, eskiden olduğu gibi yine TMO’ya görev zararı yazılacak...TMO Genel Müdürü İsmail Kemaloğlu, ‘maalesef’ diyerek, bu yıl alımların tekrar yükseldiğini söylüyor. Geçen hafta sonu itibariyle hububat alımları 4.8 milyon tona, hububata ödenen para ise 1.2 katrilyon liraya ulaşmış.Yani 5 milyon tonu geçmesi , tutarın 1.5 katrilyona çıkması artık kesin. 6 milyon tona çıkmasından bile korkuluyor..Kemaloğlu, 4 milyon tonluk mısır üretiminden, ne kadar tüccar devreye girse de, TMO’nun yine de önemli bir miktarı almak zorunda kalacağını da söylüyor.Genel Müdür, Hazine’den kullandıkları kredinin tümünü geri ödemelerinin mümkün olmadığın belirterek, bunun görev zararı olarak yazılacağını söylüyor. Kemaloğlu, bu yılki alımlardan doğacak görev zararının 600-700 trilyon lira olacağını söylüyor ama biz bu tutarın daha yükseleceğini tahmin ediyoruz. Hatta 500 milyon euro’luk Hazine kredisinin neredeyse tümünün geri ödenemez olacağını tahmin ediyoruz. Yani görev zararının çok daha yüksek rakamlara çıkması kaçınılmaz. IMF KURALLARI ÇİĞNENDİBöylece ekonomik program öncesi destekleme alım sistemine önemli ölçüde geri dönülmüş oluyor. IMF’in bu uygulamaya ne diyeceği ise merak konusu. TMO Genel Müdürü Kemaloğlu, ‘bunun içalımlara dönük bir görev zararı olmayıp ihracata dönük bir görev zararı olacağını’ söylüyor. Belli ki Hükümet bu yolla işi kitabına uydurmaya, IMF’e bu yönde gerekçe göstermeye kalkışacak. Bakalım IMF bu gerekçeye ne diyecek?‘Peki ihracat görev zararı bütçede ne kadar?’ dediğimizde ise 200 trilyon lira yanıtını alıyoruz. Yani iyimser tahminle, 200 trilyonluk bütçe kalemi 3-4 kat aşılmış, 600-700 trilyona çıkmış olacak. Bunun bu yılki bütçede gösterilmeyip,. Hazine’nin alacağı olarak gösterilmeye çalışılması ise eskiden olduğu gibi ‘yükü erteleyip büyütmek’ten başka işe yaramayacak.Bunun da ötesinde ilkesel olarak bu geriye dönüş ve bakalım IMF’in tavrı ne olacak?KURLARI TMO DÜŞÜRDÜTMO Genel Müdürü 500 milyon Euro’luk kredi için Hazine ile ‘ikraz anlaşması’ yapıldığını söylüyor. Yani belli ki Hazine TMO’ya verdiği bu krediyi ‘uzun vadeli döviz kredisi’ olarak göstermiş. Yani bu görev zararını bir-kaç yıl bütçeye yazmadan götürmeye çalışacak.Bu kredinin bir başka etkisi da kurlara oldu. Özellikle geçen hafta, piyasa oyuncuları dışardan döviz girmemesine rağmen, kurların yeniden düşmesine şaşırdılar. Sonunda ‘kaynağı belirsiz’ dövizin Hazine’nin TMO kredisi olduğu, TMO’nun çiftçiye para ödemek için bu dövizi piyasada bozdurduğu yani arzı artırıp fiyatların düşmesine neden olduğu anlaşıldı.Kısacası; Merkez Bankası’na kur baskısı yapılıyor ama Hükümet uyguladığı politika, Hazine de bu yöntemi belirleyerek kurların düşmesine neden oldu. Bakalım ihracatçılar ne diyecek?Bu destekleme kredisi, bizce geri dönüşü tescilleyen çok vahim bir hata. Bakalım ne olacak?
button
Yazının Devamını Oku 
3 Eylül 2005
<B>PİYASALARDA</B> bir süredir, <B>‘Bu ay da Merkez Bankası faiz indirimi yapmaz, gelecek aya bırakır’</B> beklentisi hakim olmaya başlamıştı. Bunun en önemli dayanağını ise bazı belirsizliklerin yanısıra ‘iç talebin canlılığını koruduğu’ yorumları oluşturuyordu.
Ancak dün Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti’nin yaptığı açıklamalar üzerine piyasalar hemen fikir değiştirdi. Öğleden sonra piyasalarda, ‘Başkan bu ay yapacağı indirimin sinyalini veriyor’ diye konuşulmaya, raporlara yazılmaya başlandı.
Serdengeçti’nin konuşmasında, hem iç talep hem de dış talep tarafında yavaşlama sinyalleri olduğuna değindiğini kaydeden piyasa yetkilileri, enerji fiyatları konusunda söylediklerinin de faiz indirimi sinyaline destek olduğunu kaydettiler. Serdengeçti, enerji fiyatları hariç tutularak izlenen özel kapsamlı TÜFE serisinin gerileme kaydettiğini, açıklanacak son verilerin de izleneceğini söyledi. Serdengeçti’nin ayrıca ‘global emtia ve enerji fiyatlarındaki yükselişin enflasyon üzerindeki birincil etkilerinin para politikasıyla bertaraf edilemeyeceğine’ değindiğini kaydeden piyasa uzmanları, bütün bunların 8 Eylül’de yapılacak Para Kurulu toplantısı sonrası bir faiz indirimi yönünde karar açıklanması ihtimalini güçlendirdiğini söylediler.
Piyasa uzmanları, ‘Ağustos ayı enflasyon verilerinin bu eğilime ters düşmemesi’ şerhini koyup, faiz indirimi beklemeye başladı. Beklenen indirimi oranı ise 0.25. Yani Merkez Bankası’nın gecelik borçlanma faizini yüzde 14.25’den yüzde 14’e inebilecek.
Eğer beklentileri doğruysa, yani Merkez Bankası Başkanı gerçekten de durumu, piyasanın algıladığı gibi görüyorsa, niye 0.25’lik indirim kararı alınsın?
Piyasa yine de temkinli davranma gereği duyarak 0.25 indirim diyor. Bütün bunlar gerçekse 0.25 puanlık indirim yerine neden 0.50 hatta 1 puanlık faiz indirimleri yapılmasın ki..
RİSKLERDE DURUM NE?
Merkez Bankası sık sık, önümüzdeki dönem enflasyon beklentilerine bakarak, faiz kararı verdiğini söylüyor. Bu nedenle ekonominin önündeki riskleri nasıl algıladığı, Banka yönetiminin faiz indirimi kararı vermesinde büyük önem taşıyor.
Piyasalarda iç talebe ilişkin, özellikle de beyaz eşyadan kaynaklanan bir canlılığın devam ettiği görüşü hakim. Ancak Merkez Bankası’nın talep açısından daha temel göstergelere baktığı, bu nedenle aynı görüşte olmamasının normal olduğu söylenebilir.
Buna karşılık IMF’yle yeniden görüşmeler başlarken hálá 1. gözden geçirme şartlarının yerine gelmemesi, bunun da ötesinde ekim başında TBMM’nin toplanması halinde, gereken yasaların çıkmasının 2006 yılına bile kalabileceği tehlikesi, en önemli risklerden biri.
IMF çapasında durum buyken, AB çapasında da, son bakanlar toplantısından sonra önemli endişeler belirdi. Yani burada da bir risk bulunduğu kesin.
Ayrıca, mali disiplin açısından önemli tehlikelerin geldiğini görüyoruz. TMO’nun alımlarının çok büyüdüğü, finansmanının sorun olacağı aşikar. Yani mali disiplini bozucu durum oluşabilir
Gerçi Merkez Bankası bunu kontrol edemeyeceğini söylüyor ama doğalgaz ve akaryakıt zamlarının devam edeceği beklentisi, artık elektriğe zammın kaçınılmaz olması, önümüzdeki dönem ekonomik gidişatı yakından ilgilendiriyor. Daha uzun süre zam yapılmaması, özellikle KİT açıklarını artıracak, dolayısıyla faiz dışı fazlayı etkileyecek bir gelişme olacak.
Maliye tam tersini söylese de, memurlara verilecek maaş artışının hedeflerin çok üzerinde bir yüke neden olacağını, herkes biliyor. Kalem oyunları olsa bile, mızrak çuvala sığmaz hale gelecek. Sadece burada değil başka bütçe kalemlerinden de kötü kokular geliyor.
Merkez Bankası’nın bu riskleri nasıl değerlendirdiği, verdiği kararla ortaya çıkacak.
NOT: Bu yazı enflasyon verileri açıklanmasından önce yazıldı.
Yazının Devamını Oku 
1 Eylül 2005
GEÇEN gün Referans Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can ile birlikte Ankara’da bir bakanla yaptığımız sohbette, Hükümetin IMF yasaları için TBMM’yi biran önce çalıştırma niyeti bulunduğunu öğrendik.TBMM tatile girmeden zaten bu konunun konuşulduğunu kaydeden Bakan, 15 Eylül’de TBMM’nin toplanacağını söyledi.12 Eylül’de okulların açılacağını, bu nedenle zaten milletvekillerinin tatillerini bitirip Ankara’ya dönmüş olacağını kaydeden Bakan, bu nedenle 15 Eylül’de TBMM’nin açılmasının kimse için külfet olmayacağını kaydetti.Bakanın IMF yasalarının biran önce çıkması, bu arada yine öncelikli yasalar nedeniyle TBMM’nin biran önce çalıştırılması taraftarı olduğunu biliyoruz. Bakan 15 Eylül planından çok emin konuştu ama her şey Başbakanın inisiyatinde olduğu için insan yine de, ‘Acaba Başbakan ne diyecek?’ diye düşünmekten de kendini alamıyor.Umarız Bakanın bize söylediği yerine gelir de, TBMM erken toplanır...Meclisin Ekimi beklemeden toplanmasının bizce sonsuz yararı olacak.Her şeyden önce piyasalarda oluşmaya başlayan, ‘Hükümetin ekonomik konularda rehavete düşmeye başladığı’ yolundaki izlenimi silmek için, bu son derece olumlu bir adım olur.Bilindiği gibi Yapı ve Kredi Bankası’nın Koç-Uni Credito ortaklığı tarafından satın alınması, GE grubunun Garanti Bankası’na eşit hisse oranıyla ortak olabilmesi için, Cumhurbaşkanı Sezer tarafından veto edilen ‘Banka sandıklarının SSK’ya devrini öngören’ düzenlemenin yasalaşması gerekiyor. Yani bu madde yasalaşmadan bu banka satışları olamayacak. Halbuki bu satışlar bankacılık sektörü hatta ekonominin gidişatı açısından oldukça kritik bir hal aldı. Yani bu yasanın biran önce çıkması lazım ve bu düzenlemenin Ekim ayı başına yetiştirilmesi için TBMM’nin biran önce çalışmaya başlaması gerekiyor.Yanısıra Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) yönetiminin Uzan Grubu’ndan geçen Star Gazete, TV ve radyolarının satışı için ‘yabancı rekabeti’nin olması gerektiği görüşünde olduğunu ve bu görüşünü Hükümete ilettiğini biliyoruz. Başbakanın da yabancılara medyadaki hisse oranlarını yüzde 25’le sınırlandıran maddenin kaldırılacağına ilişkin söz verdiği biliniyor. Yani büyük ihtimalle Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) yasasında değişiklik yapılarak, yabancılara medyada sınırlama getiren yasal engelin kaldırılması gerekecek. İşte bu nedenle TBMM’nin biran önce çalışıp bu düzenlemeyi de yapması gerekiyor.IMF YASALARI İÇİN TBMM’nin erken çalışmaya başlaması, aynı zamanda, gereken IMF yasalarının da biraz daha erken çıkması anlamına gelecek. Haziran sonunda tamamlanması gereken yasal düzenlemelerden olan Sosyal Güvenlik Yasaları henüz TBMM Komisyonundan bile geçemedi. Bu nedenle işi uzun. Yani 15 Eylül’de TBMM açılsa bile Ekim başına, büyük ihtimal yetişmez. Ancak hiç olmazsa nisbeten daha az olan 2. gözden geçirme şartları da yerine getirilip, Ekim sonunda iki gözden geçirmenin birlikte çıkarılabilmesi için, TBMM’nin de biran önce çalışmaya başlaması gerekiyor. 1 Ekim bunun için çok geç bir tarih...Emeklilik reformunun yanısıra sosyal güvenlik kurumlarına ilişkin idari yapılanmayı düzenleyen yani tek çatı getiren yasanın da yine yeni dönemde yasalaşması gereken, IMF’in performans kriteri yaptığı düzenlemelerden olduğunu da söylemeliyiz.Bunun dışında TBMM düzenlemesinin dışında, ekonomi yönetimi ve Hükümetin, kamu bankaları, KİT yönetişim sistemi, gelir vergisi reformu gibi önemli konularda gerekli hazırlıkları tamamlaması da gerekecek.Belki bunların hepsinden önemli olarak 3 Ekim’de, müzakereler başlamadan önce, TBMM’nin ele alması gereken AB ile ilgili konular ve düzenlemeler de olabilir.Özetle; yapılacak çok iş var ve takvim sıkışık. Hem bu işlerin yapılması, hem de piyasalara moral açısından umarız Bakanın dediği çıkar ve TBMM 1 Ekim’i beklemeden toplanır...
button
Yazının Devamını Oku 
30 Ağustos 2005
<B>BUGÜN </B>piyasalar <B>30 Ağustos Zafer Bayramı </B>nedeniyle tatil ama, Eylül’e girdiğimiz bir hafta olduğu için, piyasalarda her yılki <B>‘yeni dönem’ </B>hazırlıkları yapılıyor. Her yıl Eylül ayı piyasalarda ‘yeniden hareketin başladığı ay’ olarak kabul edilir ve yeni dönem için, iç ve dış beklentiler gözönüne alınıp yeni planlar yapılmaya çalışılır. Bunun en önemli sebeplerinden biri piyasaların yaz rehavetinden, tatilden çıkış ayı olarak Eylül’ü kabul etmesidir. Klasik süreçler olarak bakıldığında, yaz ayları piyasalarda genel olarak hareketsiz dönemlerdir ve Eylül yeniden bir başlangıç demektir. Bu yıl yaz ayları her zamankinden daha hareketli geçti, bu nedenle Eylül’ün yeniden hareketin başladığı bir dönem olarak kabul edilmesi eskisi kadar güçlü olmayacak. Ancak Eylül havası, yine de hissediliyor.
Piyasalar bu yıl Eylül ayına, dünyada petrol fiyatlarının seyri ile ABD’nin faiz oranlarındaki tutumunu merak ederek giriyor. Dün ABD’deki kasırganın da etkisiyle petrol fiyatları 70 doların üzerine çıkarken, petrol fiyatlarının önümüzdeki dönemdeki seyri için bakılan unsurlardan biri de Çin’deki büyüme eğilimi olacak. Genel olarak petrol fiyatlarının daha da yükseleceği yönündeki beklentilerin ağırlıkta olduğunu söylemekte fayda var.
ABD’de ise, her ne kadar, ‘çeyreklik artırımların devam edeceği yönündeki beklenti’ hala ağırlığı korusa da, yine de FED’in bir sürpriz yapma ihtimali tamamıyla gözardı edilemiyor.
FED Başkanı Greenspan’ın son konuşmasında gayrimenkul piyasasında görülen spekülatif yükselişin sona ermesinin kaçınılmaz olduğunu vurgulaması, piyasaların dikkatini çekti. Greenspan’in spekülatif hareketin sona ermesinin bireysel tasarruf oranında yükselişe yolaçarak ithalatta azalış ve dolayısıyla cari açıkta iyileşme getireceğini söylemesi, bu kez daha çok risklere dikkat çeken bir konuşma yapması, piyasaların ‘bunun sonu nereye varır?’ kaygısına girmesine neden oluyor.
Petrol fiyatlarının ve ABD’deki faizlerin artış seyri, içerde en fazla merak edilen konu sayılabilir. Çünkü son dönemde yaşanan iyileşmede kısa vadeli fon akımlarının etkisi çok açık ve ABD faizlerinin seyri, iç piyasayı bu nedenle çok yakından ilgilendiriyor. Bu nedenle piyasaların gözü yeni dönemde yine dışarıda olacak.
IMF İLE İLİŞKİLER
Bu hafta piyasaların, hafta sonunda açıklanacak Ağustos ayı enflasyon tahminlerine bakacağı, buna bağlı olarak Merkez Bankası’nın önümüzdeki hafta vereceği faiz kararının tahmin edilmeye çalışılacağı bir hafta olacak.
Ancak Eylül’le birlikte girilecek dönemde faiz kararlarıyla birlikte cari açıkta ortaya çıkacak rakamlar da, yakından izlenecek. Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in ihracatın yeniden artışa geçtiğini açıklaması, aynı şekilde ithalatın daha da fazla büyüyeceği, dolayısıyla cari açığın çok artacağı yönünde beklentilerin hakim olmasını sağlıyor.
Yeni dönemde piyasaların gözü kulağı, son yıllarda olduğu gibi yine IMF’le yapılacak görüşmelerde olacak. IMF Heyeti ertelenen 1. gözden geçirme için iki hafta sonra Ankara’ya gelecek ama görüşmelerin seyri ile TBMM’nin çalışma takvimi arasında yakın ilişki var. TBMM’nin Eylül ayı içinde toplanıp, gerekli olan yasaları çıkarması piyasalara büyük moral olabilir. Piyasalarda Hükümetin bu yola başvurması, yani TBMM’yi erken toplayıp biran önce yasaları çıkarması konusunda fazla bir umut yok. Bu nedenle Hükümetin böyle bir karar alması IMF’le ilişkileri çok rahatlatacağı belki 1. ve 2. gözden geçirmelerin birlikte yapılmasını beraberinde getireceği için, piyasalarda sürpriz etkisi yapacaktır.
AB ile ilişkiler ise piyasaların en fazla bakacağı konuların başında geliyor. Bu hafta sonunda yapılacak büyükelçiler toplantısı, gelecek haftaki bakanlar toplantısı piyasalar için, kısa dönemli sinyaller verecek. Buradan gelecek haberler 3 Ekim’in de habercisi olacak. Ancak 3 Ekim başarıyla atlatılsa bile, AB ile ilişkiler için daha sonrası da çok yakından izlenecek.
Yani piyasalar, bu yıl yaz aylarını sakin, hareketsiz geçirmedi ama Eylül’le birlikte yine de yeni bir döneme, daha da hareketlenecek bir piyasa ortamına giriyoruz.
Yazının Devamını Oku 
29 Ağustos 2005
SON 10 gün içerisinde <B>Erzurum, Diyarbakır, Manisa ve Trabzon’</B>da, bu illerin ve bölgelerinin sanayi ve tüccar temsilcileriyle bir araya gelme fırsatım oldu. Her yörenin kendine özgü şikayetleri, sıkıntıları var ama 4 bölgenin de ilk başta sıraladığı ortak şikayet; teşvikler... Hem teşvik alan illerin sanayici ve tüccarları, hem de almayan illerin hepsi, mevcut teşvik sisteminin sakatlığından yakınıyorlar.
Herşeyden önce şu açıklıkla görülüyor ki; teşvik alan iller böylesine bir teşvik sistemi yerine, daha spesifik teşvikler olmasını istiyorlar. Çoğu ilde teşviğe rağmen yatırım yok çünkü nerede hangi yatırıma ne teşviği verileceği hedefi yeralmadığı için uygulama kadük kalıyor.
Herkes söyledi, ‘bu yanlıştır’ dedi ama Başbakan Tayyip Erdoğan inat etti ve 48 ile teşvik verdi. Sık sık söylendiği gibi şu anda örneğin un sektöründe Türkiye’deki talebin 3 katı kurulu kapasite var. Yani kaba anlamıyla 3 un fabrikasından biri zaten iş yapmıyor. Ama teşvik alan bir ilde ne kadar un fabrikası olursa olsun, isteyen yine gidip un fabrikası kurmak için teşvik alabiliyor. Buraya akan teşvik, yani kaynak da tüm ulusun, vatandaşın cebinden çıkıyor. Yani hep yaşadığımız ‘popülist kararlarla kaynak heba etme mekanizması’ işlemeye devam ediyor.
Saptadığımız kadarıyla Başbakanın inadıyla uygulamaya giren bu teşvik mekanizması sadece 5-6 ili memnun etmiş., Onların da şikayetçi olduğunu söyleyenler var ama Düzce gibi teşvikten en fazla yarar gören illerin memnun olması gerektiği de, bir gerçek.
Yani bir karar çıkardılar ve sadece 5-6 ili memnun ettiler. Bu da geri kalan 75 ilde memnuniyetsizlik yarattı. Yani attıkları taş ürküttükleri kurbağaya, kesinlikle değmedi.
Aslında memnun olan illerle ilgili bu rakamın bile iyimser olduğunu söyleyenler de var. Çünkü verilen teşviklerin uygulanmadığından yakınılıyor. İdari engellerle bu teşviklerin işletilemediğinden, enerji ve istihdam vergisi teşviklerinin zamanında alınamadığından, dolayısıyla mağdur olunduğundan yakınanlar çok.
Diğer yandan düşünürseniz, bu teşviklerin uygulamada aksaması da doğal. Çünkü teşviklerin hepsi zamanında verilse, mali disiplin önemli ölçüde yara alır. Belki de bu nedenle, bürokrasi, zaten bir türlü benimseyemediği bu teşvikleri bilerek ve isteyerek işletmiyordur, kimbilir...
Bu arada teşviklerle ilgili yaşanan traji-komik olaylar da ol. Bizzat Başbakanın ‘O il teşvike girecek sen hemen yatırımını yap’ deyip de, o il teşvik kararnamesine girmediği için zarara uğrayan, başka sözler verilip yerine getirilmediği için açıkta kalan ve aldığı işçileri kısa süre sonra kapının önüne koymak zorunda kalan işadamlarının anıları da, sanki birer roman.
MANİSA: TEŞVİK İSTEMİYORUZ
Öte yandan hiç teşvik istemeyen iller de var. Bunların başında Manisa geliyor. Organize sanayi bölgesini yapıp işleten Manisa Ticaret ve Sanayi Odasının Başkanı Bülent Koşmaz, TSE’den 9001-14001 ve 18001 belgelerini alan ilk sanayi bölgesi olmaları nedeniyle yapılan törende, açık açık, her ilin istemesine karşılık kendilerinin teşvik istemediğini zaten bu teşvik sistemini doğru bulmadıklarını söyledi.Manisa’nın Financial Times’in düzenlediği yatırım maliyetleri açısından 200 sanayi kenti arasındaki yarışmada birinci seçildiğini hatırlatan Koşmaz, bunda ucuz arsa ve su satışının yanısıra atık su arıtma tesisleri, elektrik üretim santrali ve doğalgazın bulunmasının etkili olduğunu söyledi. Sanayiciye teşviği kendilerinin yarattığını kaydeden Koşmaz, çabalarının devam ettiğini söylüyor. Koşmaz, Barsan lojistik ile şirket kurarak, sağlanan demiryolu bağlantısı ile karayolu taşımasında yüzde 30-35 tasarruf sağladıklarını, Avrupa ve Rusya’ya bağlantı imkanı yaratıldığını, İzmir Limanı ile bağlantı kurulup 140 bin tır’ın karayoluna çıkmasını engellediklerini söyledi. Şimdi elektrik santraline fuel oil yerine doğalgaz motorları konulduğunu kaydeden Koşmaz, elektrik fiyatlarını indirip, sanayicinin ulusal tarifeye göre yüzde 10 daha ucuza elektrik kullanacağını söylüyor.
Yani TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu’nun dediği gibi ‘devlet hem kuralı koyan, hem hakem hem de oyuncu olmaktan çıksın sadece düzenleyici olsun’, özel sektör bu oyunu iyi oynuyor.
Teşvik sistemi ile Hükümet hem sahayı hem oyunu bozdu, bu oyundan kimse memnun değil.
Yazının Devamını Oku 
27 Ağustos 2005
<B>BANKACILIK </B>sektöründe yeni bir konsolidasyon kaçınılmazdı. Artık küçük banka olarak kalmak mümkün değildi. Krizden sonra sektöre belli bir çeki düzen geldi ve artık bankacılığın yüksek sermaye ile yapılacak bir iş olduğu iyice ortaya çıktı. İşte son dönemdeki yabancılara satışlar da bu değişimin bir sonucu. Türk bankaları da uluslararası rekabete girmek zorunda ve buna girmenin yolu yüksek sermaye ve iyi yönetimden geçiyor. Yerel kaldıkları sürece Türk bankalarının sıralamada geri düşmeleri kaçınılmaz.
Son olarak Garanti Bankası’nın eşit ortak olarak GE’yi hissedar almasıyla da satışlar bitmiş değil. Yeni bankaların yabancılarla ortaklığını, büyük yerli ve yabancı sermayeli bankaların mevcut küçük bankaları da içlerine almalarını, birleşmeleri, evlilikleri yaşamamız kaçınılmaz.
Çünkü artık bankacılık bir sermaye ve ölçek sorunu.
Ne kadar hamasi laflar edilse de, yaşanacak bir süreç var ve bunun önüne tümüyle geçmek mümkün değil. Ancak sektördeki yabancı payı ile ilgili olarak, kamu bankalarının özelleştirilmesini de beraber düşünerek, bir ulusal program hazırlama gereği de ortada.
Bizce özellikle Dışbank ve Garanti Bankası’nın satışları, bankacılık sektörünün gidişatı açısından kaçınılmaz operasyonlar olduğu kadar, Türkiye’deki yönetim anlayışı konusunda da bize önemli ipuçları veren çok önemli iki örnek oldu.
2001 krizinde batan bankaları hatırlayın... Çoğu kamudan ayrılmış şu anda ilgili denetim kurumunda tümüyle hakim kurulların üyelerinden yöneticileri vardı. Çünkü patronlar bu kişileri seçerek, sürekli imtiyaz talep ettikleri kamu otoritesine yaranacaklarını sandılar. Tabii ki sadece bu kurullardan gelenler değil, bazı bankaların başında özel sektörden gelen ama sadece günü düşünüp, patronlarını buna göre yönlendiren yöneticiler de vardı.
Seçtiği yöneticisi ile bir patronunun hayata nasıl baktığını da anlamak mümkün. Kapanan ve batan bankaların yöneticileri kadar, patronlarının da bu işten sorumlu olduğu kesin. Yöneticiler patronlarına ‘şuradan şunu götürürüz’ diye önerirse, içinde bulundukları işe meslek diye bakmaz, sadece voli vurmanın peşinde olurlarsa, bu işi uzun süreli ve namusuyla yapılacak bir iş olarak görmezlerse, bu işin fazla yürümeyeceği de ortaya çıktı. Tabii ki buna izin veren, buna teşne olan patronlarının sonu da kaçınılmaz oldu...
Yıllardır her meslek grubu için, artık ‘profesyonel yönetimler’in söz sahibi olması gerektiğini söyler dururuz. Akıllı patronun işe göre, en yetkin adamı bularak çalıştırdığını ve o işin kurallarına göre davranmayı seçtiği de ortada.
ORTAK NOKTALAR
Profesyonel yönetimin ne kadar önemli olduğunu, zamanında küçük işler için patronuna bile kendini kullandırtmayan, mesleğine saygı duyan, işi kurallarına göre yapan profesyonel yöneticilerin sonuçta patronuna ne kadar önemli kazançlar sağladığının en çarpıcı örneklerini, özellikle Dışbank ve Garanti Bankası’nın satışlarında çok açık görme fırsatı bulduk.
Bu iki operasyon da Türk bankacılığının tümüyle değerini yükselten, iki önemli operasyon oldu. Bu operasyonların bir özelliğini de ‘Kendine iyi, yetkin profesyonel yönetici seçen patronların başarısı’ olarak görmek de mümkün.
Tabii ki en başta da o profesyonel bankacıların başarısı...
Dışbank CEO’su Tayfun Beyazıt ve Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen’in aslında ortak noktaları çok. İyi eğitimli, dil bilen, yeniliğe açık genç bankacılardan ileriyi görenler, önce piyasacı oldu, fon yönetimine girdiler arkasından bir süre sonra diğer alanlarda kariyerlerini pekiştirdiler. 40-45 yaşlarındaki ‘hem genç hem deneyimli’ bankacı kuşağının bu iki başarılı temsilcisinin ortak noktaları Ankaralı ve ODTÜ’lü olmaları da, aynı zamanda.
Kendilerinden bir önceki ‘havalı genel müdür’ kuşağı yerine ekonomiyi iyi takip eden, makro bilen, teknolojiye yatkın, insan ilişkileri iyi, mütevazı sayılabilecek iki banka yöneticisi...
Mesleklerine tutkun, iddialı, yabancı muhataplarıyla eşit ilişki kurabilen, yani uluslararası rekabette rahatlıkla rekabet edebilecek iki profesyonel bankacı. Bizce önleri daha da açık.
Yazının Devamını Oku 
27 Ağustos 2005
BANKACILIK sektöründe yeni bir konsolidasyon kaçınılmazdı. Artık küçük banka olarak kalmak mümkün değildi. Krizden sonra sektöre belli bir çeki düzen geldi ve artık bankacılığın yüksek sermaye ile yapılacak bir iş olduğu iyice ortaya çıktı.İşte son dönemdeki yabancılara satışlar da bu değişimin bir sonucu. Türk bankaları da uluslararası rekabete girmek zorunda ve buna girmenin yolu yüksek sermaye ve iyi yönetimden geçiyor. Yerel kaldıkları sürece Türk bankalarının sıralamada geri düşmeleri kaçınılmaz.Son olarak Garanti Bankası’nın eşit ortak olarak GE’yi hissedar almasıyla da satışlar bitmiş değil. Yeni bankaların yabancılarla ortaklığını, büyük yerli ve yabancı sermayeli bankaların mevcut küçük bankaları da içlerine almalarını, birleşmeleri, evlilikleri yaşamamız kaçınılmaz.Çünkü artık bankacılık bir sermaye ve ölçek sorunu.Ne kadar hamasi laflar edilse de, yaşanacak bir süreç var ve bunun önüne tümüyle geçmek mümkün değil. Ancak sektördeki yabancı payı ile ilgili olarak, kamu bankalarının özelleştirilmesini de beraber düşünerek, bir ulusal program hazırlama gereği de ortada.Bizce özellikle Dışbank ve Garanti Bankası’nın satışları, bankacılık sektörünün gidişatı açısından kaçınılmaz operasyonlar olduğu kadar, Türkiye’deki yönetim anlayışı konusunda da bize önemli ipuçları veren çok önemli iki örnek oldu.2001 krizinde batan bankaları hatırlayın... Çoğu kamudan ayrılmış şu anda ilgili denetim kurumunda tümüyle hakim kurulların üyelerinden yöneticileri vardı. Çünkü patronlar bu kişileri seçerek, sürekli imtiyaz talep ettikleri kamu otoritesine yaranacaklarını sandılar. Tabii ki sadece bu kurullardan gelenler değil, bazı bankaların başında özel sektörden gelen ama sadece günü düşünüp, patronlarını buna göre yönlendiren yöneticiler de vardı.Seçtiği yöneticisi ile bir patronunun hayata nasıl baktığını da anlamak mümkün. Kapanan ve batan bankaların yöneticileri kadar, patronlarının da bu işten sorumlu olduğu kesin. Yöneticiler patronlarına ‘şuradan şunu götürürüz’ diye önerirse, içinde bulundukları işe meslek diye bakmaz, sadece voli vurmanın peşinde olurlarsa, bu işi uzun süreli ve namusuyla yapılacak bir iş olarak görmezlerse, bu işin fazla yürümeyeceği de ortaya çıktı. Tabii ki buna izin veren, buna teşne olan patronlarının sonu da kaçınılmaz oldu...Yıllardır her meslek grubu için, artık ‘profesyonel yönetimler’in söz sahibi olması gerektiğini söyler dururuz. Akıllı patronun işe göre, en yetkin adamı bularak çalıştırdığını ve o işin kurallarına göre davranmayı seçtiği de ortada. ORTAK NOKTALAR Profesyonel yönetimin ne kadar önemli olduğunu, zamanında küçük işler için patronuna bile kendini kullandırtmayan, mesleğine saygı duyan, işi kurallarına göre yapan profesyonel yöneticilerin sonuçta patronuna ne kadar önemli kazançlar sağladığının en çarpıcı örneklerini, özellikle Dışbank ve Garanti Bankası’nın satışlarında çok açık görme fırsatı bulduk.Bu iki operasyon da Türk bankacılığının tümüyle değerini yükselten, iki önemli operasyon oldu. Bu operasyonların bir özelliğini de ‘Kendine iyi, yetkin profesyonel yönetici seçen patronların başarısı’ olarak görmek de mümkün.Tabii ki en başta da o profesyonel bankacıların başarısı...Dışbank CEO’su Tayfun Beyazıt ve Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen’in aslında ortak noktaları çok. İyi eğitimli, dil bilen, yeniliğe açık genç bankacılardan ileriyi görenler, önce piyasacı oldu, fon yönetimine girdiler arkasından bir süre sonra diğer alanlarda kariyerlerini pekiştirdiler. 40-45 yaşlarındaki ‘hem genç hem deneyimli’ bankacı kuşağının bu iki başarılı temsilcisinin ortak noktaları Ankaralı ve ODTÜ’lü olmaları da, aynı zamanda.Kendilerinden bir önceki ‘havalı genel müdür’ kuşağı yerine ekonomiyi iyi takip eden, makro bilen, teknolojiye yatkın, insan ilişkileri iyi, mütevazı sayılabilecek iki banka yöneticisi...Mesleklerine tutkun, iddialı, yabancı muhataplarıyla eşit ilişki kurabilen, yani uluslararası rekabette rahatlıkla rekabet edebilecek iki profesyonel bankacı. Bizce önleri daha da açık.
button
Yazının Devamını Oku 