18 Ekim 2010
2011 yılı bütçesinin genel denge rakamları açıklandı, detayları ise yasa tasarısı metni daha iyi incelendiğinde görme imkanımız olacak. Bu yılın ilk 9 ayına ilişkin bütçe performansı oldukça başarılı. Hatta o kadar başarılı ki; hükümet dayanamadı, seçime hazırlık için, yılın son üç ayında yatırım harcamalarını bir hayli artıracağını da açıkladı... Buna bağlı olarak açıklanan 2011 yılı bütçe dengelerine göre; biraz da bu yıl bütçe açığı bilerek artırılacağı için, gelecek yılki bütçe açığı azalmış olacak. Gelişmiş ülke ekonomileri hâlâ sürünürken, Türkiye ekonomisinin performansı, onlarla kıyaslandığında, gerçekten güllük gülistanlık görünüyor. O nedenle de hem içeride hem dışarıda ciddi övgüler düzülüyor.
Peki, bu bütçe mucizesi nereden kaynaklanıyor?
Rakamlara baktığınızda faizlerin önemli ölçüde düştüğünü, bunun bütçe harcamalarını rahatlattığını, vergi gelirlerinin ciddi biçimde büyüdüğünü görüyorsunuz. İlk 9 aylık bütçe rakamları, gelir hedefleri aşılırken faiz harcamalarının azaldığını gösteriyor. Buna karşılık hükümet de, vergi gelirleri artışı kadar olmasa da, harcamaları artırma yoluna gidiyor. Maliye Bakanı Şimşek, yılın son aylarında yatırım harcamalarının daha artacağını söyledi.
Bu gelişmelerin kaynağı ne diye bakıldığında ise yüksek büyüme rakamının önemini görüyorsunuz. Kriz yaşayan gelişmiş ülkelere kıyasla Türkiye, birkaç gelişmekte olan ülkeyle birlikte, büyümesini en çok artıran ülkeler arasında.
Büyümenin nedeni için, 2011 yılında başlayan reformların sonucu ülke ekonomisinin temellerinin sağlamlaştırılması, sağlam bankacılık sektörü ve son küresel krizden bu nedenle nispeten daha az etkilenmiş olmamız sayılabilir.
Ancak bununla da sınırlı değil, krizden çıkış için uygulanan küresel politikaların bize yaramış olması bence en önemli etken, En önemli etken, çünkü ekonomisi bu kadar sağlam olmayan, hatta önemli ekonomik sıkıntılar yaşayan gelişmekte olan ülkelere bile çok yüklü kaynak akıyor. Bizim ekonomimizin sağlam olması ve hala enflasyon ve buna bağlı olarak faizlerimizin yüksek olması ise bize akan para miktarının daha fazla olmasını beraberinde getiriyor.
HER ŞEY AKIŞA BAĞLI
Özetle; gelişmiş ülkeler krizden çıkmak için bol para basıyor, bunları sıfır faizle yatırımcılarına veriyor, bu yatırımcılar da başka yerde kar imkanı bu kadar iyi olmadığı için, Türkiye ve bazı gelişmekte olan ülkelere bu parayı getirip. kısa dönemli yüksek karlar elde edip ülkelerine geri götürüyorlar.
Bir başka deyişle; yüklü sıcak para geliyor bu sıcak paranın getirdiği görece bir refah ortamı yaşanıyor. Tüketim artıyor, buna bağlı olarak tüketime dayalı olan vergi sistemimiz çok yüklü gelir artışı sağlıyor, bütçe gelirleri düzeliyor. Bu sıcak para aynı zamanda faizleri de düşürdüğü için, Hazine çok daha ucuza borçlanıp, faiz harcamalarını da azaltıyor.
Bu yıl ilk 9 aydaki manzara bu. 2011 yılı bütçesine baktığınız zaman da yine sıcak para gelişinin devam edeceği, vergi gelirlerinin yüksek olacağı, faiz giderlerinin düşeceği, dolayısıyla bütçe açığının azalacağı öngörülüyor.
Size bir örnek: bu yılın ilk 9 ayında tüketime dayalı KDV tahsilatında yüzde 37’ye yakın artış olmuş...
Piyasadaki tüm aktörler 2010 yılı bütçe performansına hayran, 2011 yılı bütçe dengelerini de mali disiplin korunacağı ve gerçekleşebilir olduğu için gerçekçi ve olumlu buluyorlar. Aynen büyüyen cari açık kaleminin, en az 1-2 yıl daha gelen sıcak para ile rahatça finanse edilebileceğini söyledikleri gibi...
Farkında mısınız; herşey yüklü sıcak para akışının devamına bağlı...
Yazının Devamını Oku 
14 Ekim 2010
ABD’nin Merkez Bankası FED’in önceki gün yayımlanan tutanaklarında, “ekonomideki toparlanmadan memnun olunmadığı için daha fazla parasal gevşemeye ihtiyaç duyulduğu” üzerinde durulduğundan sözediliyordu. Bu tutanaklar yayımlanınca doğal olarak piyasalar yeniden coştu. Sadece ABD piyasaları değil, buradan gelen finansmanla büyümesini sürdüren bizim gibi ülkelerin piyasaları da bayram etti.
Coştular, çünkü ucuz ve bol para gittiği her yerde, fiyatı ne olursa olsun, belli alanlara yatırıma aktığı için, alan memnun satan memnun.
İyi de bu kadar gevşekliğin sonu kötü değil mi? Küresel piyasalarda herkes bu işin sonunun kötü olduğunu biliyor ama bilerek ve isteyerek bu soruyu telafuz bile etmiyor. Öyle ya; yürüyen bir çark var, ona çomak sokmanın ne alemi var. Herkes bu çarkın dönmesinden nemalandığı için, kimse elindeki ”gerçek çomağı”nı yürüyen çarka sokmak istemiyor. Bunun yerine akan sudan kendi kabını doldurmaya, yani bu süreci kullanıp, karını mümkün olduğunca maksimize etmeye çalışıyor.
“Bu işin sonunu, o zaman gelince düşünürüz” havası hakim..
FED’in ek gevşeme kararını okuyunca, geçen gün bir iktisatçı arkadaşımın söylediği aklıma geldi: “Bu işi yeni bir kriz temizleyecek, başka çaresi yok...”
“Düzeltme” ya da “dalga” demek yerine “kriz” dememin sebebi ise artık küçük düzeltmelerle bu gevşekliğin düzeltilemeyeceğine inandığım için...
Bu ne zaman olacak derseniz, bunu bilen bence henüz kimse yok. Herkes böyle bir akıbetin artık kaçınılmaz olduğunu görüyor ama zamanını bilen yok. Zaten zamanını bilen olduğunda, herhalde “kahinlerin kahini” olarak adlandırılacak..
KUR SAVAŞLARI BUNUN İÇİN
ABD ve gelişmiş ülkelerin yatırımcıları, kendi otoritelerinin verdiği, şimdi daha fazla verecekleri, likiditeyi kendi ülkeleri yerine daha çok bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde kullanıyorlar. Bunun nedeni ise bizim gibi ülkelerde daha fazla kar elde edebilmeleri. Dolayısıyla biz bu parayı kullanıyoruz ama bunun karşılığında bir bedel ödediğimizi, yani maliyetinin olduğunu da bilmek gerek.
O nedenle yıllardır, “Sıcak para ancak geçici süre için, yapısal bozuklukları düzeltirken zaman kazanmak için kullanılırsa yararlıdır” görüşünü savunuyoruz. Kategorik olarak sıcak paraya karşı çıkmanın doğru olmadığını, bu maliyeti ancak kendinizi düzeltmek için ödemeniz gerektiğini, bu takdirde yararlı olduğunu düşünüyorum. Ancak siz sıcak para politikasını bu kaygıyla değil de, aslında temeli olmayan yüksek büyüme için sürekli kullanıyorsanız; o zaman sıcak paranın boyutlarını, süresini, maliyetini iyice düşünmek zorundasınız. Bu arada, son 3-4 yıldır yapısal tedbir alındığını gördünüz mü?
Ki uzun süreli, amaçsız bir sıcak para kullanımının sonuçları bunlarla da sınırlı değil. Bu nitelikteki yüklü sıcak para, bırakın ihracatçınızı, sizin tüm sanayinizi öldürebilecek kadar, rekabet gücünüze darbe vuruyorsa, yürütülen bu politikayı çok daha dikkatli düşünmek zorundasınız.
Öyle ya; sıcak paranın maliyeti olmasa, bu kadar yıkıcı etkileri bilinmese, o zaman son dönemdeki “kur savaşları” olarak adlandırılan politika çatışmalarının da bir gereği olmazdı. Halbuki ülke yönetimleri, bu sakıncaları gördükleri için bu kadar yoğun ve uzun süreli sıcak parayı sınırlamak istiyorlar, bu nedenle ulusal paralar için ülkeler arasında kavgalar oluyor.
Bir düşünün; sizin hisse senetlerinizin gerçek değeri bu kadar yükselmiş olabilir mi? Enflasyon yüzde 8 iken, bunun altında bir maliyetle borçlanmak normal mi?
Özetle; tüm bu yaşananlar normal değil... Bir düzeltme yaşanması ise kaçınılmaz...
Yazının Devamını Oku 
12 Ekim 2010
DÜN Orta Vadeli Program (OVP) konusunda bir basın toplantısı yapan ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, cari açık rakamlarının sürdürülebilir olduğunu söylemiş.
Babacan, kurlarla ilgili olası risk sorulduğunda ise “Herkesin riski kendine aittir. Serbest kur rejimi içinde yatırımcılar kendi kararlarını kendileri vermeliler” şeklinde konuşmuş.
Bu yıl için belirlenen yüzde 6.8’lik büyüme hedefinin ihtiyatlı bir hedef olduğunu kaydeden Babacan’ın, OVP hedeflerini örnek göstererek, “Kimse çıkıp da seçim ekonomisi var, mali disiplin yok demesin” açıklaması da dikkat çekici.
Gerçekten de hedeflere baktığınızda, “Mali Kural olmasa bile mali disiplin den vazgeçilmiyor” demek mümkün. Ancak zaten bu hedeflerin ulaşılabilir olup olmadığı asıl tartışma konusu. Yani OVP ile belirlenen hedefler tutarsa sorun yok ama bu hedeflerin tutup tutmayacağı konusunda, ciddi tartışmaların yapılması da zorunlu...
Siz OVP’ye, bütçeye koyacağınız gelir ve gider kalemlerine uyacak mısınız, seçim nedeniyle bunu aşarsanız sizi kim engelleyecek? Mali Kural bu nedenle, yani yasal kısıt koyacağı için önemliydi, Mali Kural olmadığı zaman bu rakamlarda kalıp kalmayacağınız ister istemez kuşkulu hale geliyor. Bunu en iyi bilen de Babacan’ın kendisidir, çünkü bunu bildiği için Mali Kural’ı o kadar çok uygulamak istedi.
Yazının Devamını Oku 
11 Ekim 2010
KÜRESEL ekonomiler artık gelen kötü haberlere iyice alıştı, ekonomilere ilişkin olumsuz haberler geldikçe piyasalar coşuyor, yeni yeni rekorlar kırıyor. Bunun bir örneğini daha geçtiğimiz cuma günü yaşadık. ABD ekonomisi için en önemli göstergelerden biri olan tarım dışı istihdam verisinin değişmemesi, mevcut düzeyi koruması bekleniyordu. Beklentilerin aksine tarım dışı istihdamın 95 bin kişi azaldığı açıklandı. Özel sektörde istihdam 64 bin kişi artarken, kamuda 159 bin kişinin işine son verildi.
İstihdamdaki beklentilerin üzerinde gerçekleşen azalmanın, ABD ekonomisinde kötüye gidiş göstergesi olduğu için, piyasalar tarafından olumsuz satın alınması gerekirdi, tam tersi oldu.
İçeride bu veriyi gören piyasalar önce bir bozulma eğilimi gösterdiler ama daha sonra, ABD başta olmak üzere, küresel ekonomilerin coştuğunu görünce, bizde de piyasalar yeniden coştu. Hisse senedi piyasaları da artık alışık olduğu üzere yeni rekorlar kırmaya devam etti.
Peki, bu olumsuz habere piyasalar neden bu kadar çok sevindi?
Sebebi açık; ekonomiler kötü oldukça krizden çıkış süresi uzuyor, dolayısıyla gelişmiş ülkeler likiditeyi desteklemeye devam ediyorlar. Piyasalar, örneğin ABD’de bir süredir konuşulan yeni varlık alımıyla likiditenin daha da artması ihtimalini artık daha yüksek görüyorlar.
Dolayısıyla kamunun likiditeyi artırmasına neden olacak kötü verilerle coşuyorlar.
Peki bu işin sonu nereye kadar gidecek? Bu likidite başa bela olmayacak mı? Bunun acısı çok daha kötü çıkmayacak mı?
Bu soruların yanıtının olumsuz olduğunu yani bu işin sonunun kötü olduğunu herkes biliyor ama piyasalar bugün kârlılıklarını artırma imkanları artacağı için, sevinmeye devam ediyorlar.
SICAK PARA AFYON GİBİ
ABD’deki, Avrupa’daki yatırımcıların sevinmesinin nedeni; neredeyse sıfır faizle alacakları bol paraları gelişmekte olan ülkelere yatırıp buradan kâr edecek olmaları yüzünden. Öyle ya kendi ülkelerinde değerlendiremeye-ceklerine, yani kâr edemeyeceklerine göre, bizim gibi gelişmekte olan ülkelere gelip, bol keseden kâr etme imkanları var. Sonunda kârlarını alıp, yaptıkları borçları geri ödeyecekler ve kamunun piyasayı likidite vermesinden kâr edecekler.
Geçen gün uluslararası piyasayı iyi bilen bir dostum, örneğin Ukrayna’ya bile, ekonomisi, bankacılık sistemi kötü olduğunun bilinmesine rağmen, yüklü miktarda sıcak para girdiğini söyledi. Bu likidite o kadar fazla ki; neredeyse her ülkeye gidiyor.
Türkiye ise en cazip ülkelerden biri. Tüm ülkeler enflasyon oranlarını bu kriz sırasında iyice indirdiler ama bizde hâlâ yüzde 8-10 aralığında. Yüzde 8 faiz getirisi var, üstüne üstlük TL de uzun zamandır değer kaybetmiyor. Yani “ballı börek” gibi bir şey...
Üstüne bir de ülkenin Başbakanı çıkıp “Değerli TL iyidir” diye resmi açıklama yapıp, bir anlamda uluslararası piyasalara güvence verince, yani yüzde 8 faizin yanısıra bir de TL değerleneceği için artı kâr imkanı olunca, Türkiye sıcak para için en cazip ülkelerden biri haline geliverdi. Milyarlarca dolar akıyor piyasalara...
Peki, nereye kadar derseniz, en azından seçime kadar gideceği bence kesin...
Herkes kur savaşı içinde yer alıyor, bizde ciddi bir önlem alındığını görüyor musunuz?
Bu bile Hükümetin sıcak parayı ne kadar çok iste diğini, bu yolla seçime kadar bahar havası estirmeye çalışacağını artık kesin olarak gösteriyor.
Bu sıcak para kâr için burada olduğuna göre, bir ödeme yapılıyor değil mi? Kim ödüyor dersiniz? Halkın ödediğinin yanında, bırakın ihracatçıyı, sanayi de ölüyor, ne gam...
Bol likidite tüm dünya için afyon yutmuş gibi etki yapıyor, likiditenin artmasına neden olacak kötü haberler bu nedenle sevinçle karşılanıyor. Biz ise, seçimin de etkisiyle, verilen siyasi kararla neredeyse tüm ülkelerden fazla afyon yutmuş oluyoruz...
Bu uyuşma bir gün bitecek, o gün ödenecek fatura ise her geçen gün ağırlaşıyor.
Yazının Devamını Oku 
7 Ekim 2010
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın “değerli TL iyidir” açıklamasından sonra, artık Türkiye’nin sıcak para politikası resmileşmiş oldu. Bu açıklamanın ardından da sıcak para girişinin daha da hızlandığını gözledik. Merkez Bankası’nın bu hafta her gün 100 milyon dolar döviz alma uygulamasının da TL’nin değerlenmesine karşı bir çare olmadığı artık anlaşıldı. Merkez Bankası haftanın ilk üç günü 100’er milyon dolar aldı ama kurlar aşağı gelmeye devam etti. Dün dolar kurunun 1.41’a kadar indiği gözlendi. Belli ki bu uygulama sürecek ama yine çare olmayacak.
Bununla birlikte hisse senetleri piyasası coştu, faizler düşmeye devam etti...
Peki, TL’nin bu kadar değerlenmesi, sıcak para girişinin bu kadar yüksek olması, içerideki piyasaların sıcak paraya bağlı olarak bu kadar coşması, olumlu bir seyri mi gösteriyor?
Her şeyden önce tüm dünyada bizim gibi ülkelerin kendi ulusal paralarının fazla değerlenmesini önlemek için aldıkları tedbirlere bakmak gerek. Yani sıcak para girişini kısıtlamak için bizim gibi ülkelerin yaptıklarına bakarsanız, o kadar olumlu bir gidişat içinde olmadığımızı rahatlıkla söylemek mümkün.
Ya da sadece bizimkiler doğruyu yapıyor, geriye kalan yanlış yapıyor...
Çünkü, küresel krizden çıkış uzadıkça gelişmiş ülkelerdeki likidite bolluğu, düşük faizler artarak devam etti ve buradaki paralar bizim gibi ülkelere kaymaya devam ediyor. Ancak diğer gelişmekte olan ülkeler bu kadar yüksek girişi istemedikleri için önlemler a lıyor. Bizimkiler ise başka ülkeler kısıtlama koyarken bir şey yapmayarak, adeta daha fazla sıcak parayı ülkeye davet etmiş oluyor lar.
Peki, bizimkiler gerçekten mi bu işi bilmiyor yoksa bilerek mi bu kadar yüklü sıcak parayı davet ediyor? Bence bilerek yapılıyor ve nedeni açık...
Dün, çok saygı duyduğum bir iktisat Hoca sı ile konuşurken, “Kimse bütçede açık verileceğini beklemesin, ama seçim ekonomisi sadece bütçe açığı demek değil ki ; Hükümet başka yollarla seçim ekonomisi mutlaka uygulayacaktır” diyordu...
İşte size seçim ekonomisinin yeni şekli: daha fazla sıcak para çekerek, hem ülkede göreli bir fiyat istikrarı sağlanıyor, hem de tüketim artırılıyor. Yani seçime giderken sıcak para dopingli bir bahar havası yaratılıyor.
İHRACATÇILAR KUR SAVAŞLARINI İZLİYOR MU?
Yaratılan havanın gerçek bir bahar olmadığını ise büyük ihtimalle seçimlerden sonra anlamış olacağız. Zaten sıcak para politikasının uzun süre devam etmesinin ardından ya krizler geldi, ya da radikal büyük ekonomik önlemler. Çünkü cennet havası yaratan sıcak para ya birdenbire geri çekilip cari açık krizleri yarattı, ya da bu kadar ithalat sonucu kaçınılmaz olarak üretim seviyeleri çöktü, işsizlik daha da arttı.
Başbakan “değerli TL” diyene kadar, uygulanan politikalara yüksek sesle karşı çıkan ihracatçılar ve bakanların asıl şimdi, yani dolar kuru 1.41’e kadar inmişken bağırıp çağırmalarını beklersiniz, değil mi? Bence şimdi bağırsalar artık haklı konuma gelirlerdi ama artık seslerini bile çıkarmaz oldular. Vazifelerini, doğru ya da yanlış olması önemli değil, Başbakana bağlı hareket etmek olarak görenlerin bazıları ise artık kura çatamadıkları için “Merkez Bankası faiz indirsin” demeye başladılar. Yanlış üstüne yanlış.
Başkanları, bakanları belli ki artık kur konusunda bir şey demeyecek ama gerçek ihracatçılara önerim; son günlerde bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin sıcak para konusunda, yani döviz girişleri konusunda ne yaptıklarına bir bakmaları. Brezilya’nın artırdığı vergilere, Japonya, İsviçre, Endonezya, Kolombiya, Peru, Şili, Güney Kore’nin aldığı radikal önlemlere baksınlar, son dönemde “kur savaşı” başlıklarıyla çıkan haberleri izlesinler...
En azından üye olduklarının meslek kuruluşu mu, siyasi organizasyon mu olduğunu görürler.
Yazının Devamını Oku 
5 Ekim 2010
DÜN açıklanan enflasyon rakamları piyasa beklentilerinin çok üzerinde geldi. Eylül ayında toptan eşya fiyatlarındaki artış için beklentilerin ortalaması yüzde 0.87 idi ama gelen rakam yüzde 1.23 oldu. Bu rakamla birlikte yıllık toptan eşya fiyatlarındaki artış ise yüzde 8.33’den yüzde 9.24’e yükseldi. Beklediği rakamın çok üzerinde bir enflasyon gerçekleşmesine rağmen, piyasaların bu rakamı taktığını söyleyemeyiz. Çünkü Merkez Bankası bir süredir piyasaları eylül ayında yüksek bir enflasyon rakamı geleceği konusunda uyarıyordu. Başka bir deyişle Merkez Bankası piyasaları yüksek enflasyon rakamına alıştırdı, gelen rakam olumsuz etki yapmadı.
Merkez Bankası’nın enflasyonun seyri ile ilgili olarak “Eylül ayında artmasına rağmen, yılın son aylarında yeniden geri dönüş yaşanacağı” görüşünde olduğunu, bu görüşünü bir süredir piyasalarla paylaştığını da biliyoruz. Eylül ayındaki yüksek rakamın piyasaları olumsuz etkilememesinin bir nedeni de, bu yeniden düşüş beklentisi.
Önümüzdeki aylarda, özellikle ekim ayı sonu itibariyle, yıllık enflasyon rakamının düşmesi bence kaçınılmaz. Ama bunun nedeni geçen yılki yüksek artış rakamları. Geçen yıl ekimde toptan eşya fiyat artışı yüzde 2.4, kasımda yüzde 1.3, aralıkta yüzde 0.5 idi. Ekim ayı sonu itibariyle bu rakam devreden çıkacağı için, yıllık enflasyon önümüzdeki ay düşecek.
Ancak ekim ayı sonrasında da enflasyonun düşmeye devam edeceği görüşünü bence temkinli karşılamak gerekir. Çünkü iç talepteki canlılık devam ediyor ve özellikle gıda fiyatlarındaki artışların durması pek beklenmiyor. Ekim ayında geçen yılki gibi yüzde 2.4’lük bir rakamın görülmesi çok zor. Ancak kasım ve aralık ayında, geçen yılki rakamlar ya kalanabilir.
‘ÇEKİRDEK’ ARTABİLİR
Piyasalar bu ay sonunda yıllık enflasyonun yüzde 9’un biraz altında kalmasını bekliyordu. Yıl sonundaki enflasyon rakamı için ise piyasadaki beklenti yüzde 7-7.5 arasında idi. Dün açıklanan rakamlardan sonra piyasalar tahminlerini büyük ihtimalle yüzde 7.5, hatta biraz üzerinde revize edeceklerdir. Piyasaların enflasyonda iyimser beklentiler içinde olmaya devam etmesinin en büyük nedeni Merkez Bankası’nın bu konudaki görüşleri ve bu görüşlerin piyasalar tarafından kabul edilmesi.
Ancak son dönemde para piyasalarındaki yeni uygulamalarından gördüğüm kadarıyla, Merkez Bankası yönetimi enflasyon konusunda kamuoyuna anlattıklarından bence çok daha karamsar bir görüşte. Yani enflasyonun yeniden kıpırdanmaya başladığını görüyor...
Enflasyonun beklentilerin üzerinde gelmesinde, ağustos ayında olduğu gibi, gıda fiyat artışının tahminlerden daha yüksek gelmesi çok etkili oldu. Gıda fiyatlarında yaşanan yüzde 5’lik artış 2002 sonrası eylül ayları içinde en yüksek artış oranı. İşlenmemiş gıda fiyat artışı yıllık bazda yüzde 17.5’ten 22.9’a çıktı.
Eylül ayında çekirdek enflasyonun yüzde 0.15 oranında azalması ve yıllık bazda yüzde 4.2’den 3.7’ye inmesi, bu endeks içindeki en sevindirici unsurdu.
Çekirdek enflasyonun Merkez Bankası’nın enflasyon oranlarının geri geleceği yolundaki tezini doğruladığı da bir gerçek. Ancak bununla birlikte artık çekirdek enflasyondaki düşüşün sonuna gelindiği, önümüzdeki aydan itibaren yeniden artışa geçmesi de söylenmeye başladı. Eylül ayında kira enflasyonunda duraklama eğiliminin görülmesi ve fiyatları artan maddelerin oranındaki artışları, enflasyon eğiliminin yeniden başladığının bir işarete olarak yorumlayanlar da var.
Kısacası; enflasyonda, şimdilik açıkca söylenmese de, yeniden artış beklentisi oluşmaya başladı, eylül ayındaki yüksek artışları bunun işareti olarak görenler var.
Ancak bu eğilimin netleşmesi için, önümüzdeki bir-iki aylık gelişmeleri gözlemek gerekecek.
Yazının Devamını Oku 
4 Ekim 2010
BİR yandan dış ticaret açığı büyümeye devam edip, cari açık rekorlar kırarken, öte yandan Türkiye’ye yüklü sıcak para girişi devam ediyor.
Son dönemde kurların seviyesi iyice aşağı gelmesine rağmen, Başbakan “değerli TL’den yana” açıkca tavır aldığı için, artık ihracatçıların bile sesi çıkmıyor...
Başbakan tersini söyledi diye artık sesini çıkaramaz olan ihracatçıların imdadına yine beğenmedikleri Merkez Bankası yetişti. İhracatçılar geçen hafta sonunda Merkez’in açıkladığı “ek döviz alım uygulaması” ile biraz umutlanmış gibiler.
Ancak bankacılara soracak olursanız; ihracatçıların umudu yine boşa çıkabilir. Çünkü Merkez Bankası’nın ek döviz alımları yapmasına rağmen, kurların yukarı gelmesi, yani TL’nin değer kaybetmesi pek beklenmiyor.
O kadar yoğun bir sıcak para girişi var ki; Merkez Bankası’nın ek döviz alımlarının bir etki yaratabilmesi için bu alımların biraz birikmesi, yani fiyata etki edecek kadar yüksek seviyelere ulaşması bekleniyor.
Yazının Devamını Oku 
30 Eylül 2010
HAFTA başından bu yana piyasalar dövize iyice doymuş durumda. Hafta sonunda Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Değerli TL’nin korunacağını” söylemesinin ardından, zaten yüksek olan yurtdışından kısa vadeli sermaye girişleri iyice arttı. Gerçi parite etkisi de var ama son günlerde kurlarda meydana gelen düşüş dikkat çekici boyutlara ulaştı. Bankacılar, Başbakan Erdoğan’ın açıklamasıyla aynı zamanda yabancılara, “kur taahhüdünde bulunduğunu” söylüyorlar. Zaten Merkez Bankası’nın faizleri uzun süre artırmayacağının bilindiğini, kurların artmayacağının da Başbakan tarafından taahhüt edilmesiyle yabancıların rahatladığını kaydeden bankacılar, sıcak para girişinin bu hafta başından itibaren daha da hızlandığını belirttiler.
Başbakanın kurla ilgili yaptığı açıklamalarla sıcak para politikasını teyid ettiğini daha önce söylemiştik. Başbakanın asıl derdinin, en azından seçimlere kadar yüksek büyümenin sürdürülmesi olduğunu, daralan dış pazara karşılık bunu iç taleple dengeleyip büyümeyi sürdürmek için sıcak para politikasını sürdürmek istediğini kaydetmiştik.
Sonuçta bu politikanın devamının ucuz ithalatla iç tüketimi artıracağı kesin. Böyle olunca da Türk sanayinin rekabet gücünün iyice azalacağı, ilk aşamada bu durum ihracatı vururken, orta ve uzun dönemde sanayiye büyük darbe vuracağını söylemek için de kahin olmaya gerek yok.
İşte bu nedenle “en azından seçime kadar” diyorum, çünkü bu sıcak para politikasının, değerli TL politikasının ilelebet sürdürülmesi mümkün değil. Ancak seçimden sonra politikanın değişmesi ne kadar mümkün olacak, bu “büyüme afyonu”ndan kurtulmak için irade ortaya konabilecek mi, onu da şimdiden bilemiyorum.
Ayrıca anında çıkabilecek nitelikteki sıcak para hacminin aşırı büyümesinin, aynı zamanda, ekonomideki dengeleri çok çabuk altüst edebilecek risklerin büyümesine yol açtığı da kesin. Ama belli ki büyümenin sürdürülmesi için, tüm risklerine rağmen hükümet bu politikayı sürdürmekte kararlı.
MERKEZ’DEN ALIM BEKLENİYOR
Kısa vadeli sermaye girişlerinin bu kadar artması karşısında bankacılar, “Merkez Bankası’nın döviz alımlarını artırmasını” beklemeye başladılar. Merkez Bankası yönetiminin döviz rezervlerini büyütebileceğini açıkladığını hatırlatan bankacılar, “Rezervleri artırmak için şu anda en uygun zaman. Merkez Bankası’nın bugünlerde döviz alımı yapmasını bekliyoruz” diyorlar.
Merkez Bankası’nın bu konuda bir şey söylemediğini ama bazı hazırlıklar yaptığını duyduklarını kaydeden bankacılar, dövize alım yönünde müdahale olsa bile, bunun kur fiyatlarını fazla artırmasını ise beklemiyorlar.
Kurların artması için likiditenin bol olması gerektiğini, halbuki Merkez Bankası’nın, mevduat munzam karşılıklarının artırılması ve ödenen faizi sıfırlaması örneğinde olduğu gibi, artık likiditenin çekilmesi politikasına geçtiğini kaydediyorlar. Bankacılar, bu nedenle döviz alımını artırsa bile, bunun karşılığı piyasaya verilecek TL’nin, açık piyasa işlemleri (APİ) kanalıyla geri çekileceğini tahmin ettiklerini söylüyorlar.
Sıcak para politikasının ayrıca Merkez Bankası açısından sorun olmaya başlayan kredi hacminin büyümesi gibi yan etkileri de görülebiliyor.
Özetle; hükümet sıcak para politikasını büyüme için sürdürmekte kararlı ama Merkez Bankası açısından para yönetimi giderek daha güçleşmeye başlıyor.
Yazının Devamını Oku 