28 Eylül 2010
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın “TL’nin değerinin düşürülmesine sıcak bakmıyorum” açıklaması, bence sıcak para ile büyüme politikasının artık tescillendiğini gösteriyor. En azından seçimlere kadar, Başbakanın bu politikayı benimsediğinin, dolayısıyla kurların düşük seyrinin devam edeceğinin de bir kanıtı gibi. Seçimden sonra ne olur derseniz, açıkcası bilemiyorum. “Seçimden sonra da mevcut iktidar sıcak para ile büyüme politikasına devam eder” demek için, bence erken. Çünkü bu politikanın ilelebet sürmesi mümkün değil ve bir yerde kırılması kaçınılmaz olan bu saadet zincirinin kırılmasını beklemeden, yeni bir politikaya geçilir mi, onu da seçimden sonra görebileceğiz...
İhracatçılar, Başbakan’ın kur konusunda kendi yanlarında olduklarını sanıyorlardı ve bu açıklama ile yıkıldılar. Başbakan’ın, en azından seçimlere kadar büyümenin devam etmesi için, bu sıcak para politikasının sürmesi gerektiği konusunda ikna edildiğini sanıyorum. Büyük ihtimalle Türkiye’nin satış yaptığı dış pazarların durumunun bir süre daha açılmayacağı anlatılarak, iç talebe bağlı büyüme için bu politikanın devam etmesi gerektiği konusunda Başbakan ikna edilmiş bulunuyor.
Dolayısıyla ihracat, yani kur konusu artık ikinci plana atıldı diyebiliriz.
“İhracatçılar ve dış ticaretten sorumlu Bakan buna tepki verecekler mi?” diye soracak olursanız, açıkcası sanmıyorum... Ancak umarım artık değerli TL’nin faturasını sadece Merkez Bankası yönetimine çıkarmaktan vazgeçerler. En azından yine kur konusunda Merkez Bankası yönetimine saldırdıklarında, rahatlıkla “Başbakan açıkca söyledi, kızacaksanız O’na kızın” denilebilir.
FAİZİ İNDİR BASKISI
Başbakan kur konusunda, hak verdiğini açıkca söylemese de, Merkez Bankası yönetiminin uyguladığı politikaya, örtük olarak destek vermiş oldu. Buna karşılık aynı konuşmada faizler konusunda ise Merkez Bankası’yla aynı düşünmediğini, faizlerin inmesi gerektiğini söylemiş.
Aslında Başbakan bunu uzun zamandır söylüyor. Neye göre faizler düşük, faizler daha düşerse ne olur, hiç buralara girmeden...
Ama Başbakanın temel iktisat teorilerinin tersine, “Bence enflasyon faizi belirlemez, faizler enflasyonu belirler” dediğini hatırladığımızda, bu söyleme devam etmesini de yadırgamamamız gerekiyor, herhalde...
Halbuki Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, daha yaklaşık 10 gün önce, “Mevcut reel faiz oranlarının diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla daha düşük olduğunu” söylemiş, piyasalardaki faiz indirim beklentilerini de bitirmişti.
Başbakan’ın iki söylediğinin birbiriyle çeliştiğini, yani düşük kur ile düşük faizin ikisinin bir arada yürümeyeceğini, iktisatçılar zaten biliyorlar.
Büyük ihtimalle iktisatçı danışmanları da bu gerçeği söyleyeceklerdir ama, buna rağmen ihracatçılar kur konusunu biraz boşlayıp, Merkez Bankası’na yüklenmek için “faizleri düşür” söylemini artırırlarsa, açıkcası ben şaşırmayacağım.
O kadar hayati bir konu olarak dile getirdikleri kur konusunda, aksini söylese de, Başbakan’ı eleştirecek halleri yok öyle değil mi?
Sıcak para ile büyüme politikası tescillenirken, küresel ekonomiye baktığınız zaman bu politikanın sürdürülebilirliği konusunda da piyasalarda önemli bir risk algısı gözükmüyor. Ama herkes biliyor ki; bu politika bıçak sırtı bir denge gerektirir. 100 milyar doları bulmuş, her an çıkabilecek karakterdeki bu yüklü sıcak paranın, diyelim ki dörte biri, beşte biri bile kısa sürede geri dönmeye kalkıştığında bile, piyasalarda çok büyük bir dalga yaratabilir.
Bir başka deyişle, Başbakan bu politikayı tescillerken, umarım artık iç ve dış politika dahil, yönetimde hiç bir hata yapma lüksü kalmadığını biliyordur.
Yazının Devamını Oku 
27 Eylül 2010
REFERANDUMDAN önce Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan “vergi ve SSK prim affı” konusunda, önümüzdeki günlerde sert tartışmalar yaşanabilir. Özellikle referandum sonrası Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bunun af olmadığını, sadece biriken borçların ödenmesinde kolaylık sağlanacağını söylüyorlar. Hatta biriken borç ve gecikme zamlarıyla cezaların miktarının düşmeyeceğini sadece ödemede kolaylık sağlanması için takviminin uzatılacağını bile söylediler.
Yani ilgili Bakanlar, Başbakanın talimatı doğrultusunda mecburen bir şey yapacaklar ama vergi ve SSK affıyla ilgili oluşan yüksek beklentileri biraz da olsa aşağıya çekmeye, affın faturasını azaltmaya çalışıyorlar.
Bakanlar bu çabalarında ne kadar başarılı olacaklar, göreceğiz…
Uygulama nasıl olursa olsun, adaleti sarsan yeni bir uygulama olacağı kesin. Yani daha önceki vergi ve SSK prim aflarında olduğu gibi, zamanında vergi ve SSK primini
ödemiş olan işverenler, bu uygulama ile cezalandırılmış olacak.
Geçen ay vergi ve prim affına, özellikle de adalet açısından yine karşı çıktığım yazılarım için, birçok tepki maili aldım. Belli ki vergi ve prim borcu olan işverenlerden gelen bu maillerde, bunun bir af olmadığı, kapsamının çok genişletilip gerçek af yapılması gerektiği (yani vergi aslının bile azaltılması gerektiği), işyerim olmadığı için bu sorunları bilmediğim, olaya çok teorik yaklaştığım, mevcut gecikme zammı oranlarının çok yüksek olduğuna dair tepkiler dile getiriliyordu. Gecikme zammı oranı düşürülebilir, bu teknik bir olaydır ama yine söylüyorum; sık sık yapılan vergi ve SSK prim afları bu ülkede vergi ve primlerin ödenmesini caydırıyor, sürekli af doğuran bir yapı oluştu ve adına ne denilirse denilsin, yapılacak yeni aflar bu yanlışı sürdürmekten başka bir işi yaramayacak. Çünkü bir süre sonra yine “vergi ve prim affı geliyor” denecek, yine af çıkacak diye işverenlerin bir bölümü vergi ve primlerini zamanında ödemek yerine lüks araba ve evler almayı tercih edecekler... Zamanında vergisini ödeyenler ise, aynı işi yapan zamanında vergisini primini ödemeyip, sonradan affa uğrayan, rakipleri karşısında haksızlığa uğramış olacak. Ürünlerini satmakta, rakiplerine sağlanan bu avantaj nedeniyle, daha fazla zorlanacaklar, yani dürüst olan cezalandırılmış olacak...
KAPSAMI POLİTİKACI BELİRLER
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in özellikle son günlerde vergi mükelleflerini “Zamanında ödeyin, yapacağımız af değil” diye uyarmasının altında yatan bir başka gerçek de, bu sözlerin çıkmasından buyana işverenlerin vergilerini ödememelerinden kaynaklanıyor. Yani biriken borçlara ek olarak, artık adalet duygusunu yitirdikleri için, vergi ödemeyenlerin sayısı giderek büyüyor.
Zaten bir süredir vergi ve SSK prim
borçları artmaya başlamıştı, Başbakan Erdoğan referandum öncesi bu açıklamayı yapmadan önce de bir af beklentisi vardı, bu açıklamanın ardından ise ödemeyenlerin sayısı bir hayli arttı...
Peki, Bakanlar affın kapsamını ve maliyetini daraltmakta başarılı olacaklar mı?
Bence artık inisiyatif ellerinden kaçtı. Bakanın açıklamalarının bürokrasinin kapsamı dar tutma çabasından kaynaklandığını biliyorum.Ancak bir kere ok yaydan çıktı. Zaten evvelden beri partili işverenlerde böyle bir beklenti vardı, şimdi bu beklenti iyice arttı. Kimsenin şüphesi olmasın ki; Maliye Bakanlığı taslağı hazırlar ama buna son anda Başbakana ve partiye gelen talepler doğrultusunda ekler yapılır, kapsamı artıran maddeler eklenir.
Maliyeciler bu taslağın içine yeni yeni af maddeleri girerse hiç şaşırmasınlar...
Özetle; her vergi ve prim affında olduğu gibi, bu siyasi ve popülist bir karardır ve çerçevesini politikacılar çizeceği için, kapsamın genişlemesi kaçınılmazdır.
Hele ki bir seçim öncesinde yapılacağı için, karşılanacak taleplerin artması kaçınılmaz.
Yazının Devamını Oku 
23 Eylül 2010
MERKEZ Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın son dönemdeki konuşmaları üzerine artık piyasalarda faiz indirim beklentisi kalmadı. Başkan Yılmaz Türkiye’nin artık krizden çıktığını belirtirken, bizdeki reel faiz oranlarının diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla epey aşağıda bulunduğunu da söyledi. Bir başka deyişle artık faiz indirim beklentisinin kalkmasını istedi. Bence Merkez Bankası Başkanı geçen haftaki konuşmalarıyla bir yandan yeniden yaklaşan enflasyon tehlikesini gördüğünü belli etti. Öte yandan ise bence gereksiz biçimde geçtiğimiz aylarda oluşturulan faiz indirim beklentisini düzeltmek için çabalıyor.
Çünkü faiz indirim beklentisinin oluşmasında Merkez Bankası yönetiminin de hatası oldu. İç talebin toparlanma eğiliminde olduğunu belirterek, bu küresel ortamda sanki yeniden faiz indirecekmiş havası verdi. Hatta bazı Para Politikası Kurulu (PPK) açıklamalarında indirim sözü de yer aldı.
Ancak Merkez Bankası’nın yaptığı bu hatadan geri dönmüş olması da olumlu. Bence sürekli söylediğimiz gibi bir Merkez Bankası’nın ihtiyatı kesinlikle elden bırakmaması gerekiyor. İhtiyatı elden bırakmadığı takdirde piyasaların pusulası olabilir, karar alıcılar için “çıpa” vazifesi görebilir.
Eğer Merkez Bankası yönetimi siyasilerden etkilendiğini gösterirse, ya da piyasaların pompaladığı havaya kapılırsa, hata yapabilir. Çünkü piyasalar doğaları gereği bugünü düşünüyor, yarına fazla bakmıyorlar.
Halbuki Merkez bankalarının bugünü iyi takip ederken, asıl olarak ileriye bakmaları gerekiyor. Merkez bankalarının asıl görevi olan “fiyat istikrarı”nı sağlayabilmek için, ileriye dönük olarak piyasalara şimdiden yön vermesi, piyasaları yanlış adımlardan caydırmaları, olmazsa olmaz şart. Çünkü doğru yön veremezlerse kendi para politikalarını da gerçekleştiremezler, yani erken uyarı yapmaları şart.
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, geçen haftaki konuşmalarında “mali kural” ile ilgili olarak da konuştu ve mutlaka uygulanması gerektiğini söyledi.
Çünkü mali kural piyasalar için bir çıpa olacaktı. Her şeyden önce de siyasilerin, iktidardaki politikacıların oy hırslarının ekonomiye sekte vurmasını önleyecekti. 2011 için bu olamasa bile Merkez Bankası bunun şart olduğu görüşünde.
Şu anda Merkez Bankası, mali kuralın olmadığı bir ortamda, neredeyse tek çıpa olarak kaldı. Özetle; Merkez Bankası yönetiminin görevi şimdi çok daha ağır.
FAİZ DEĞİŞİRSE ARTIRIM OLUR
Merkez Bankası elbette mali disiplin olmadığı takdirde tek başına işini yapamaz. Yani fiyat istikrarını tek başına sağlayamaz.
Bu nedenle de önümüzdeki dönemde mali disiplin konusunda bence Merkez Bankası yönetiminin çok daha eleştirel olması, mevcut iktidarı yanlışları ve olabilecekler konusunda uyarması gerekecek.
Merkez Bankası yönetiminin, tek çıpa olarak kaldığı bu dönemde, piyasalara yön verebilmek, istediği para politikasını uygulamak için mutlaka çok daha baskın, çok daha işin içinde olması gerekecek.
Çünkü iç talebe bakıldığında artık enflasyon riskinin ortaya çıkmaya başladığını herkes görüyor. Merkez Bankası yönetiminin bu nedenle faiz indirim beklentisini gidermesi çok yerinde bir davranış oldu.
Hükümet üyeleri ve ihracatçılar hala rezerv artırımı yanı sıra faiz indirimini de istiyorlar ama bence bundan sonra faiz indirimi artık imkansız gibi...
Eğer faizlerde bir değişiklik olacaksa, bundan sonra artık bu değişim indirim yönünde olmaz, artırım yönünde olur.
Bence faiz artırımını konuşacağımız günler yaklaşıyor.
Yazının Devamını Oku 
21 Eylül 2010
BİR süredir sıkıntılar yaşanan et sektöründe sorunların giderek büyüdüğü anlaşılıyor. Bir yandan özel sektöre et ithalat izni verilirken öte yandan ise et piyasasının devleştirilmesine çalışıldığı gözleniyor. Bu durum bence et sektörünün ve piyasasının iyi yönetilemediğini, iyi regüle edilemediğini ortaya çıkardı. İşin kötüsü uygulanan tedbirler, bundan sonrasında da iyi yönetim adına kalıcı bir politika belirlenmediğini gösteriyor. Canlı hayvan ithalatının ardından et ithalatının serbest bırakılmasında “terbiyevi” bir yön bulunduğu açık. Ancak daha sonrası için belli bir planlama olmadığı için, “terbiyevi ithalat“ gibi tedbirlerin geçici olarak kalacağı da açık.
Et sektöründe sorunun çözümü için uzun vadeli tedbirler gerekiyor. Her şeyden önce de et’de arz ve tale parasındaki dengenin sağlıklı biçimde kurulması şart.
Hükümetin artan et fiyatları üzerine besicilere kızdığı ve terbiyevi ithalat yoluyla bunlara ders vermek istediği açık. Ancak alınan tedbirlerin sadece et arzını artırma yönünde olduğunu ve artan fiyatların bu yolla düşürülmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu durum ileride yine sıkıntıların çıkacağının, hatta sıkıntıların artacağının, bence bir göstergesi.
Türkiye’de hayvan ithalatı ve et ithalatı olmasına karşı değilim. Hatta arz-talep dengesi için böyle bir ithalata zaman zaman gerek duyulabileceğini de
düşünüyorum. Ancak bununla birlikte kalıcı biçimde dengeyi sağlayacak kalıcı tedbirlerin de alınması gerekiyor.
“HALK ET” PİYASA İLE ÇELİŞİR
Ayrıca “helal et” gibi kültürel bazı sıkıntılardan, bölgelerarası denge ve sosyal politikalara kadar, bu sektörün birlikte düşünülmesi gereken bir çok yanı bulunuyor. Yani siz özellikle bazı bölgelerin tek geçim kaynağı olan besiciliği öldürürseniz, bu bölgelerde üretimi artırmak, ölçek ekonomisi ve modern yöntemlerle verimliliği artırmak yerine, fiyatı artırdılar diye besiciliği öldürürseniz, bu hem ileriye dönük halkın sağlıklı beslenmesi için gereken eti uygun fiyata almasını engeller, hem de politikacı olarak bunun size bir geri dönüşü olur.
Mevcut hükümetin bu tür oy kaybına yol açacak uygulamalar konusunda çok hassas olduğunu biliyoruz ama et konusunda biraz basireti bağlanmış gibi gözüküyor...
Geçen hafta özel sektöre et ithal izni verileceği bilgisinin yanında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin “Halk Ekmek” uygulaması benzeri “Halk Et” kurmayı planladığı, buralardan halka doğrudan et satışı yapılacağı haberleri gazetelerde yeraldı.
Bence zaten “Halk Ekmek” uygulaması mevcut ekonomik sisteme aykırı bir uygulama iken buna bir de “Halk Et”in eklenmesi, yanlış üstüne yeni yanlış anlamına gelir. Bu aynı zamanda yönetimlerin et sektörünü iyi yönetemediğinin, piyasa koşulları içinde sektörü regüle etmeyi başaramadığının da açık bir itirafı olur.
Et-Balık Kurumu’nun özelleştirilmesi iyi planlanmamış bir özelleştirme oldu. Belli bölgelerdeki kombinaların kapatılması tepki çekince politikacılar oy almak için bu uygulamadan geri adım attılar, kapanan bazı kombinalar yeniden açıldı. Et-Balık kombinalarının, ihtiyaç olunan bölgelerde açılması gerekebilir ancak bunun et arzında regülasyon amacıyla yapılması, zararın şeffaf biçimde bütçede yer alması, halkın kendi parasıyla yapılan bu sübvansiyonu açık açık görmesi gerekir.
Piyasa ekonomisinde et gibi bir ürüne devletin müdahalesi, ancak sosyal politika gereği ve regülasyon amacıyla olabilir. Ancak kesim yetmiyormuş gibi tek tek dükkanlar açarak halka doğrudan devlet eliyle satış yapmak, kasaplara, büyük marketlere karşı devlet eliyle yapılan haksız rekabet ten başka bir şey değildir. Aslında ekmek’de de benzer bir durum var...
Özetle; piyasa ekonomisinde devletin rolü sektörü, piyasayı regüle etmek, tüketicinin sağlıklı ve ucuz ürün almasını temin etmektir. Bunun yerine zararına devlet eliyle doğrudan satış yapmak özel sektörü yok sayan zihniyettir ve genel ekonomik sistem ile çelişir.
Yazının Devamını Oku 
20 Eylül 2010
REFERANDUM sonuçları ve ardından gelen olumlu ekonomik veriler piyasaları coşturdu. Coşturdu ama özellikle büyümeye ilişkin verilerin bu şekilde gitmesi halinde, makro dengelerde sorun olabileceğini de göz önüne almak gerekir. Her şey iyi giderken pişmiş aşa su katmanın ne gereği var diyebilirsiniz...
Ancak bu coşku içinde gözden kaçan gerçekler hatırlanmadığı takdirde, özellikle bu hesapları yapamayacak olan küçük yatırımcıların zarar görme ihtimalini de göz önünde tutmak gerekir. Büyük yatırımcıların bir bölümü de bu riskleri göz önüne almıyor olabilir ama piyasada baskın yatırımcılar zaten detaylı, çok yönlü analizlere ulaştıkları için büyük ihtimal bu riskleri görüyor, buna göre pozisyon alıyorlardır. Ancak böyle dönemlerde küçük yatırımcının gaza gelip daha sonra ise, kendi tasarruflarına göre, önemli kayıplar yaşadıklarını biliyoruz.
Mevcut olumlu seyrin neden böyle devam etmeyeceğine gelince...
Geçen hafta küresel ekonomiye ilişkin gelen veriler, gelişmiş ekonomilerin ılımlı bir şekilde de olsa yeniden yavaşladığını ortaya koydu. Örneğin, ABD’de ağustos perakende satışları ve sanayi üretimi verileri ekonominin yavaşladığına işaret ederken, aynı zamanda enerji fiyatlarına bağlı olarak enflasyon oranlarının da beklentilerin üzerine çıktığına, yani enflasyonist baskıya işaret ediyordu. Yine Avrupa’da temmuzda üretimdeki yavaşlama belirginleşti ama ABD’nin tersine enflasyonda yeniden gerileme başladı. Japonya’da da yine temmuz ayı sanayi üretimi verileri yavaşlamanın sürdüğüne işaret ediyordu.
Özetle dışarıda özellikle gelişmiş ülkelerde yavaşlama devam ederken, bizde büyüme verileri yukarı doğru gidiyor. Gelen son verilerden sonra yılsonunda büyüme rakamının yüzde 7 hatta 8’e ulaşacağı söylenmeye başladı.
Yazının Devamını Oku 
16 Eylül 2010
SON iki gündür açıklanan, büyüme, işsizlik, cari açık ve bütçe rakamlarının hepsi bir arada değerlendirildiğinde, çok rahatlıkla “Türkiye’nin sıcak para ile yüksek büyümeye devam ettiği” saptamasında bulunabiliriz. Bütçeden gelen sinyaller bu yılın ilk yarısında geçerli olan bu durumun, yılın üçüncü çeyreğinde de devam ettiğini gösteriyor.
Piyasalarda son veriler üzerine yılsonu büyüme rakamı için yapılan tahminler yükseltilmeye başladı. Daha önce, küresel ekonomideki belirsizliğin de etkisiyle yüzde 5 civarın a çekilen 2010 yılı büyüme oranına ilişkin tahminler son iki gündür yüzde 7’ye, hatta daha üzerine bile çıkmaya başladı.
Aynı şekilde işsizlik oranlarında da beklenenin üzerinde bir gerileme yaşanıyor. Dün açıklanan veriler işsizlik oranının yüzde 10.5’e düştüğünü göster di. Bir başka deyişle, işsizlik oranının, Başbakanın epeyce yankı uyandıran “İşsizlik oranı yeniden yüzde 10’a düşecek” sözleri doğrultusunda, aşağı doğru gelmeye devam ettiğini görüyoruz...
Büyümenin ardından dün Merkez Bankası tarafından yapılan açıklamada, ödemeler dengesindeki açığın, beklentilerin üzerinde geldiğini gördük. Yani büyüme oranları gibi cari açık da beklentilerin üzerinde gelmeye devam ediyor.
Dün açıklanan ödemeler dengesi tablosuna göre cari işlemler açığı hızla yükselmeye devam ederken, cari açığın sıcak para denilen kısa vadeli sermaye ile finanse edilen kısmının da yüksel diğini gözlemledik.
Yazının Devamını Oku 
14 Eylül 2010
REFERANDUMDAN büyük farkla “evet” oyu çıkması, iktidar partisinin, özellikle de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın büyük başarısı. Henüz 9 ay olmasına rağmen bu sonuçların yapılacak genel seçimde iktidar partisine büyük avantaj sağladığı da ortada.
Elbette bu sonuç, seçimler için tam bir gösterge değil ama partilerin oy oranları konusunda ciddi ipuçları verdi.
Başbakan Tayyip Erdoğan “Mali Kural’ın ertelenmesi” ile ilgili görüşlerini açıklarken bundan sonra, yatırımlar başta olmak üzere, harcamaların artacağının somut ipuçlarını da verdi. Şimdi merak edilen; Mali Kural’ın olmadığı bir süreçte seçim harcamalarının hangi boyutlara ulaşacağı, mali disiplini bozma noktasına gelip gelmeyeceği olacak.
Referandum öncesinde de bu tür demeçler veriliyordu ama sonuçların açıklanmasından sonra en çok üzerinde durulan konunun “yeni bir anayasa ihtiyacı” olduğunu görüyoruz. Başbakan da dahil, herkesin artık yeni anayasanın, bu kez geniş bir uzlaşma ile hazırlanması gerektiği üzerinde durduğuna şahit oluyoruz. Bu ortam bence çok önemli bir fırsat oluşturuyor.
Önümüzdeki döneme ilişkin karşımızda duran bir başka gerçek de, daha önce bu köşede bir TÜSİAD değerlendirmesinden de aktardığım gibi, önümüzdeki 10 yıl içinde ortalama her 1.5 yılda bir seçimin önümüze gelecek olması. Arada yeni referandumlar olmadığı takdirde bile, genel seçim, yerel seçim, cumhurbaşkanlığı seçimi derken, halkın önüne sürekli sandık konulacak.
Yazının Devamını Oku 
13 Eylül 2010
REFERANDUMDAN çıkan sonuç ne olursa olsun, artık yoğun seçim ekonomisi döneminin başlayacağı kesin. Genel seçimlerin mayıs sonu en geç haziran ayı ortasına kadar yapılacağı söyleniyor. Yani yaklaşık 9 ay sonra siyasi partiler için çok önemli bir sınav var ve partiler tüm kozlarını bu 9 aylık süre içerisinde kullanacaklar. O nedenle referandum sonuçları, bundan sonra uygulanacak ekonomik politikalar konusunda çok bir şey değiştirmeyecek.
Bu satırlar referandumun ilk sonuçları bile alınmadan yazıldı. Kısa dönemli piyasa hareketlerinin birbirine yakın “evet” ya da “hayır” sonucu çıkması halinde, etkilenmeyeceğini tahmin ediyorum. Piyasaların küçük farkla da olsa “evet” sonucunu satın aldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. “Hayır” oyu çıkması halinde, belki küçük de olsa bozulmalar olabilir ama “evet” sonucunda bir şey değişmez. Ancak “evet” oyları yüzde 60’ın üzerinde olursa piyasalar abartılı biçimde olumlu tepki verebilir.
Piyasaların kısa dönemli tepkilerinin ötesinde, orta vadedeki kaderini belirleyecek olan ise Hükümetin genel seçimlere kadar uygulayacağı ekonomik politikalar olacak. Onun ne olacağı ise bence açık...
Piyasalar bundan sonra seçim ekonomisi uygulanacağını, yani orta vadede mali disiplinin zayıflayacağını biliyor. Bilmeyenler de, bayramın hemen öncesinde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Mali Kural’la ilgili söylediklerinden, seçim ekonomisi döneminin geldiğini zaten artık anladılar.
Buna rağmen hemen tepki verirler mi derseniz, bence vermezler...
Her şeyden önce eylül sonu bilançoları adına tepki veremezler. Zaten kâr marjları son aylarda düşmeye başladığı için bankaların yüksek kâr rakamı yazabilmek için eylül sonuna kadar olumsuz haberleri algılayıp fiyatlamaları mümkün gözükmüyor. Eylül sonrası için ise bence gelişmelere bakacaklar.
Aynı durum Türkiye’de yatırım yapan fonlar için de geçerli. O nedenle piyasaların kısa dönemde seçim ekonomisi uygulanacağını, mali disiplinin gevşeyeceğini bile bile, bunları görmezden geleceklerini sanıyorum.
Buna karşılık seçim ekonomisinin orta dönemde Türkiye ekonomisinin zararına olacağı açık. IMF’nin de son Türkiye raporunda belirttiği gibi; piyasalar mali kuralın 2011 bütçesi için geçerli olamayacağını bile bile, bunu fiyatlamadılar. Daha önce mali kuralın hayata geçeceğini satın alanlar, olmayacağını ise satın almadılar. Ancak bu durum ilelebet süremez. Yani bir an gelip piyasaların gerçeği satın almaları kaçınılmaz olacak.
IMF VE BAŞBAKAN’IN AÇIKLAMALARI
Referandum nedeniyle gerektiği kadar yankı bulmayan IMF’in Türkiye raporunda açık açık, “Mali Kural’ın gecikmesi halinde oluşan fırsat penceresi, yaklaşan genel seçimler öncesinde kapanacak ve Hükümetin mali disipline bağlılığına olan güvende zedelenme riski ortaya çıkacaktır” diyor.
IMF söylemin e göre tercüme edersek, şunu demek istiyor: Türkiye’nin krizden çıkışta öne geçme imkanı vardı, Mali Kural’ı erteleyip bu fırsatı kaybetti.
Başbakan Mali Kural’a “Kendi içimizde IMF oluşturmamızın bir anlamı yok” şeklinde yaklaştı ve “Türkiye’nin yatırımlarla ayağa kalkması lazım. Bizim yapmamız gereken ülkede yatırımları süratle yapmak. Eğer biz yatırımlarda kısmaya kısıtlamaya gidersek ülkemizin kalkınma sürecini hızlandıramayız. Büyümeyi hızlandıramayız” şeklinde konuştu.
Bence bu sözler “bundan sonra seçim ekonomisi uygulayacağım” demekle eşanlamlı sözler. Mali disiplinin artık rafa kalktığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu dönemleri ve sonra sında hâlâ çıkan faturaları, Türkiye daha önce de gördü...
Yazının Devamını Oku 