Erdal Sağlam

Enflasyonda yeniden çift hane tehlikesi

4 Kasım 2010
BİR süredir dikkat çekmeye çalıştığımız enflasyon tehlikesinin giderek yaklaştığı gözleniyor. Dün açıklanan ekim ayı TÜFE artışı, beklentilerin üzerinde, yüzde 1.83 gelirken, yıllık enflasyon yüzde 9.2’den 8.6’ya düştü. Son aylarda olduğu gibi ekim ayında da, yine gıda enflasyonu başı çekerken, yüzde 1.83’lük artışın 1.25’i gıda fiyatlarındaki artıştan kaynaklandı.
Diğer mal grupları fiyatlarında düşüş yaşanırken gıda fiyatlarındaki bu artış, bir yandan umut veren bir gelişme olarak görülebilir. Gıda enflasyonu önlendiği zaman enflasyonda sorun kalmayacağı söylenebilir. Ancak öte yandan da hem dünyada hem bizde gıda fiyatları yükselmeye devam ediyor, artı olarak bizde yapısal olarak gıda fiyatlarını oluşturan sorunlar da çözülebilmiş değil.
Bu yüksek aylık orana rağmen yıllık enflasyonun düşmesinin en önemli nedeni ise geçen yıl ekim ayında, ÖTV indiriminin bitmesi nedeniyle oluşan yüksek fiyat artışları, yani baz etkisi idi. Geçen yıl ekim ayı enflasyonu çok yüksek olduğu için, yüksek fiyat artışına rağmen yıllık bazda enflasyon düşmüş oldu.
Geçen yıl kasım ayında TÜFE bazındaki artış yüzde 1.27 iken, aralıkta yüzde 0.53 olarak gerçekleşmişti. 2009 sonu enflasyonu TÜFE bazında yüzde 6.53 idi.
Bu tabloya bakıldığında bundan sonra enflasyonda işin hiç de kolay olmadığı görülüyor. Gıda fiyatlarındaki artış devam ettiği takdirde, bir de zor kış şartları eklenirse, enflasyonda bu yıl yeniden çift haneyi görmemiz sürpriz olmamalı.
Çekirdek enflasyon düşüyor ama henüz iç talepteki canlılığın, gıda dışında, fiyatlara yansımadığını unutmayalım. Ayrıca kurlardaki mevcut düşük seyrin enflasyonist süreci engellediği de kesin. Yani TL gerçek seviyelerine geldiği takdirde - ki eninde sonunda gelecek - enflasyonda ciddi artış yaşanması kaçınılmaz.
Dolayısıyla bu yıl olmasa da önümüzdeki yıl çift haneli enflasyonu görebiliriz. 
Yaşanan küresel krizin etkisiyle piyasalara güvenin azaldığı, kaygıların arttığı bir ortamda, geçen hafta sonunda Paris’te ilginç bir toplantı vardı. Paris Borsası’nda, NYSE Eurotext sponsorluğunda düzenlenen Chief Responsability Officer (CRO - Sosyal Sorumluluk Yöneticileri) Zirvesi’nde kurumsal sosyal sorumluluk ve sürdürülebilirliği tartışıldı.
Dell, SAP, HP, Ingersoll Rand gibi şirketlerin hesap verebilirlik ve sürdürülebilirlik alanındaki üst düzey yöneticilerinin katılımıyla gerçekleştirilen toplantıda şirketlerin sosyal sorumluluk programlarının şirket değeri ve yönetim kalitesi üzerindeki etkileri tartışıldı. Alman yazılım şirketi SAP’nin Kıdemli Başkan Yardımcısı Prof. Martin Hill, sosyal sorumluluk işinin ekonomik kazanç boyutu olmadan anlamlı olmayacağını ve sürdürülemeyeceğini ifade ederek, her sosyal sorumluluk projesinin daha yalın, daha tasarruflu, daha çevreci ve sürdürülebilir bir iş modeli tasarlaması gerektiğini vurguladı.
Türkiye’den tek çağrılı ise Anadolu Grubu’nun iştiraki Coca-Cola İçecek idi. Asıl iş alanında yaratılan dışsallıkları gözardı ederek sorumlu şirket olmanın mümkün olmadığını ifade eden Coca -Cola İçecek yöneticisi Atilla Yerlikaya, genel kabulun aksine, dünyada tatlı su kaynakları açısından çok da şanslı olmayan Türkiye ve Ortadoğu’da, öncelikli konu olarak
su kullanımını azaltmayı hedeflediklerini ve bugün Türkiye’nin, Coca-Cola’nın faaliyet gösterdiği ikiyüze yakın ülkede ve binlerce fabrika arasında, su ve enerji kullanım performansı açısından en ileri operasyon olduğunu anlattı.
Bizde, sosyal sorumluluk sadece hayır işi ve toplumsal proje olarak algılanıyor. Halbuki Avrupa ve Amerika sosyal stratejistleri şeffaflık ve hesap verilebilirliğin, sosyal sorumluluk felsefesinin odağında olduğu görüşünü savunuyorlar.
Gördüğünüz gibi; daha gidecek o kadar çok yolumuz var ki...
Yazının Devamını Oku

Enflasyon tehlikesine dikkat

2 Kasım 2010
WALL Street Journal gazetesinde yeralan bir yorumda Brezilya, Güney Kore ve Türkiye örnek gösterilerek, “yükselen piyasalarda enflasyon tehlikesine” dikkat çekilmiş. Nedeni açık; yüksek büyüme... Bu ülkelerdeki yatırımcıların enflasyon riskini küçümsedikleri belirtilirken, enflasyondaki artış için üç neden sıralanmış. Ulusal para birimlerinin değer kazanmasını önlemeye dönük çabaların enflasyonist etkileri, yükselen piyasalardaki büyüme nedeniyle işsizliğin azalması ve ortalama ücretlerin artması neden olarak gösterilmiş. Bu arada gıda fiyatlarındaki yükselişe de dikkat çekilmiş.
Dün yayımlanan İstanbul Ticaret Odası (İTO) fiyat endeksi de, gıda fiyatları başta olmak üzere, Ekim ayında enflasyonun beklenenden yüksek olduğunu gösteriyor.
Bir süredir enflasyonda yeniden artış tehlikesine dikkat çekiyor ve iç talep canlı olduğu için enflasyonda beklenenden yüksek artış olabileceğini söylüyorum. Ekim ayı enflasyon verileri tabi ki bu savı kanıtlamak için yeterli değil ama şahsen, bundan sonra enflasyonun Merkez Bankası’nın beklediğinden daha yüksek olacağı yönündeki tahminimi koruyorum.
Wall Street Journal gazetesinde yaralan başka bir yorumda da Merkez Bankası’nın geçen hafta açıkladığı Enflasyon Raporu oldukça yumuşak bulunarak, rapor “güvercince” olarak tanımlanmış. Başkan Durmuş Yılmaz’ın cari açık uyarısına değinilerek, “tüketime dayalı büyüme ithalatın artmasına neden olurken, Türkiye’nin cari işlemler açığı ekonominin onu dış şoklara açık bırakan yapısal dengesizlik olduğu kaygılarını artıyor” denilmiş.
Bir süredir dikkat çektiğim husus da
bu; tüketime dayalı ve cari açığı önemli riskler oluşturacak biçimde büyüten, içtalebin enflasyonu azdıracak ölçüde genişlediği bir süreç yaşıyoruz. Hükümet seçimler nedeniyle bu süreci aynen korumakta kararlı...
YAPISAL SORUNLAR ÇÖZÜLMÜYOR
2001 yılında yoğun reformların ardından enflasyonun düşeceğini biliyorduk ama o dönemde bile, “Bu tedbirler enflasyonu yüzde 8-10 aralığına çeker, yüzde 3-5 aralığına çekmek için ek yapısal tedbirler gerekir” demiştik. Özetle, o dönem yapılan reformlarla ekonomide gelen nokta nasıl sürpriz değilse, enflasyondaki mevcut direncin kırılması
için ek tedbir gerektiği gerçeği de bilinen
bir şey.
Küresel kriz döneminde enflasyon oranları doğal olarak yerlerde sürünüp, ülke yönetimleri “bir miktar enflasyon olsa iyi olur” diyerek iç talebi artırmaya çalışırken, bizde enflasyon oranları yüzde 8’in altına inemedi, Bu dönemde inmeyen enflasyonun yüzde 3-5 aralığına inmesi için ek yapısal tedbirler şart.
Başta Başbakan Yardımcısı Ali Babacan olmak üzere, ekonomide
gelinen nokta konusunda aslan payını 2000-2001 reformlarına vermeme kızanlar olduğunu biliyorum. Ekonomi politikaları konusunda hükümete, daha doğrusu Babacan’ın kendisine “girilen doğru yoldan sapılmasını engelleme” başarısını gösterdikleri için haklarını veriyorum. Ancak ekonomide gerçekten önemli bir şey yapılacaksa, girilen yoldaki büyük taşları da temizleyip gereken yapısal tedbirleri almak gerekiyordu, Şimdi “IMF olmadan nasıl gideceğimizi gösterdik” diye övünenler, IMF anlaşması olmadan tek bir yapısal tedbirin hayata geçip geçmediğine, yani ekonomide “düşük enflasyonda kalıcı büyümeye” katkı olup olmadığına baksınlar.
Yapısal tedbir alınmadan başımıza gelecek sıcak para tehlikesini de unutmasınlar.
Yazının Devamını Oku

ABD’de yeni gevşemenin dozu

1 Kasım 2010
YENİDEN birlikte hareket etmeye çalışan G-20’nin son toplantısında ekonomi bakanları ve Merkez Bankası başkanları, para birimlerinin değerlerinin düşürülmesinden kaçınılması ve toparlanmayı geciktiren küresel dengesizlikleri azaltma konusunda görüş birliğine vardılar.

Ancak kararın hayata geçip geçmeyeceği, sözlerin tutulup tutulmayacağı tartışmalı.  

G-20 toplantısında alınan kararları memnuniyetle karşılayan ancak hayata geçeceği konusunda ciddi endişeler taşıyan küresel ekonomilerin asıl baktıkları ise ABD Merkez Bankası FED’den bu hafta içinde çıkacak kararlar.

Çünkü tüm dünya ABD ’nin krizden çıkış için parasal politikalarında tekrar gevşetmeye gitmesini bekliyor. Ancak bir yandan da parasal gevşemenin sonu yok ve sonuçta bu gevşemenin bedeli ne zaman ödenecek, kim ödeyecek, bu soruların yanıtları aranıyor.

Tüm dünya gibi FED’in alacağı kararlar bizi de çok yakından etkiliyor. FED’nin ne tür ve hangi dozda gevşemeye gideceği, doğrudan bize gelen kısa vadeli sermayeyi, yani sıcak parayı etkileyecek. Gelecek sıcak para da ekonomideki bahar havasının geleceğini, tabi ki...

Yazının Devamını Oku

İhracat, ithalatın yarısına iniyor

28 Ekim 2010
İHRACATTAKİ durgunluk devam ederken, ithalattaki artışın tam gaz sürdüğü anlaşılıyor. Dün yayımlanan eylül ayına ilişkin dış ticaret verileri, ticaret açığının beklentilerin çok üzerinde olduğunu ortaya koydu. Orta Vadeli Program (OVP) ve buna bağlı olarak hedefleri yenilenerek önceki gün Merkez Bankası’nın yayımladığı Enflasyon Raporu’nda, özellikle dış ticaret ve ödemeler dengesine ilişkin tahminlerin iyimser kaldığı da ortaya çıktı sayılır.

Geçtiğimiz Eylül ayına ilişkin ihracat rakamı tahminleri 9.3 milyar dolar düzeyindeydi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) dün eylül ayı ihracatının 8.9 milyar dolar olduğunu açıkladı. Bu rakam 9.2 milyar dolar olarak açıklanan Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM)nin açıkladığı öncü verilerin de çok altında.

Aynı ayda ithalat ise piyasa beklentilerinin biraz üzerinde, 15.6 milyar dolara çıktı. Bu ithalatta yüzde 25.3’lük bir artış anlamına geliyor.

Bu rakamlarla birlikte açık, Eylül ayında yıllık bazda yüzde 67 oranında artışla 6.7 milyar dolara çıkmış oldu.

Mevsimsellikten arındırılmış veriler de ihracat yavaşlamaya devam ederken ithalatın tam gaz sürdüğünü gösteriyor.

Bu yılın ikinci çeyreğinde ihracattaki artış oranı yüzde 24 iken, bu oranın üçüncü çeyrek itibariyle yüzde 6.7’ye gerilediğini, ithalattaki artışın ise daha sınırlı bir düşüşle yüzde 34’den 24’e indiğini gözlüyoruz.

İhracatın ithalatı karşılama oranının ise üçüncü çeyrek itibariyle yüzde 57.4’e indiği ortaya çıktı. Bu oranın 2000 yılının son çeyreğinden sonraki en düşük oran olduğu ifade ediliyor.

Piyasa uzmanları ithalat ve ihracattaki mevcut seyrin devam etmesi halinde, yılsonu ya da 2011 ilk çeyrek itibariyle ihracatın ithalatı karşılama oranının yüzde 50’ye inebileceğini, yani ihracatın ancak ithalatın yarasında kalabileceği belirtiliyor.

İÇ TALEP VE CARİ AÇIK HESAPLARI DEĞİŞTİREBİLİR


Daha önceki aylarda da benzeri bir tablo vardı ama Eylül ayı verileri, Avrupa ve gelişmiş ülkelerdeki talep gerilemesinin Türkiye’nin ihracatını önemli ölçüde vurduğunu gösterdi. Bununla birlikte gelen büyüme rakamları ise yüksek kalmaya devam ediyor. Bu da içtalebin artmaya devam ettiğini, iç ve dış talep arasındaki farkın giderek daha da açıldığını ortaya koyuyor.

Bu tablo zaten epeyce büyüyen cari açıkla ilgili problemin artarak devam edeceğinin de bir kanıtı gibi. Çünkü öncü veriler büyümenin güçlü biçimde devam ettiğini, Ekim ayında ihracattaki yavaşlamanın daha da belirginleştiğini gösteriyor. Yani dış açık belli ki artmaya devam edecek.

Merkez Bankası önceki gün yayımladığı Enflasyon Raporu’nda genel olarak olumlu bir tablo çizerken, olası riskleri de sıraladı. Merkez Bankası faiz artışı için daha önce ilk çeyrek olarak belirtilen takvimi 2011 yılının son çeyreğine öteledi. Ancak özellikle dış ticaretle, cari açıkla ilgili beklentilerin üzerinde gelecek rakamlara sınırlayıcı ek önlemler alacağını belirtirken, aynı şekilde içtalebin beklenenden fazla artması halinde de faiz artışlarını yine öne çekebileceğini ifade etti.
Merkez Bankası’nın enflasyon ve faiz planları tehlikeye girebilir...
Yazının Devamını Oku

Büyümenin sürdürülebilirliği ve cari açık

26 Ekim 2010
G-20 toplantılarından aktarılanlara da baktığımızda, Türkiye’nin bu yılki yüksek büyümesinin tüm dünyanın dikkatini çektiğini görüyoruz.

Dün açıklanan sanayi üretim verileri de, büyümenin sürdüğünün ve yılsonu itibariyle yüzde 7-8’lik büyüme rakamlarına ulaşacağımızın bir kanıtı gibi.

Peki bu sürdürülebilir bir büyüme mi? Ekonominin dinamikleri bu kadar yüksek büyümeye devam etmesine dayanabilir mi, başka bir yerden acısı çıkar mı?

Yurt dışındaki, özellikle de gelişmiş ülkelerde talep durumu belli, hala belirli bir ivme kazanamamışken Türkiye bu kadar yüksek oranlara nasıl ulaşıyor?

Aslında tablo açık; üretim daha çok içtalebe bağlı yapılıyor, küresel ekonomideki ortam nedeniyle yüklü sıcak para girişi devam ediyor ve ikisi bir arada yüksek büyüme, görece refah ortamı yaşıyoruz.

Yazının Devamını Oku

G-20’nin ‘ kur andı’ tutarsa...

25 Ekim 2010
PİYASALARIN gözü kulağı hafta sonunda Güney Kore’de yapılan G-20 toplantısındaydı. Daha çok da “kur savaşları” için bir karar çıkıp çıkmayacağını, çıkarsa ne içereceğini bekliyorlardı. G-20 toplantısının ardından açıklanan sonuç bildirgesinde “Piyasaların belirlediği döviz kuru oranlarını gözeteceğimizi ve rekabetçi devalüasyonlardan kaçınacağımızı taahhüt ediyoruz” denildi. Yani bir tür “kur andı” yayımlandı. “And içerim” gibi bir şey yani?

G-20’nin içtiği “kur andı”nın tutma ihtimali, daha doğrusu ülkelerin bu anda sadık kalma ihtimali nedir derseniz, bence çok zor?

Küresel krizden çıkışta aldığı kararlarla öne çıkan G-20 ülkeleri, çıkış sürecinde ise menfaatler çok farklılaştığı için, birlikte hareket etmeyi bıraktı. Krizden çıkış önlemlerinin yarattığı sonuçlar artık her ülkeyi farklı etkilemeye başlamış, küresel dengesizlikler iyice açığa çıkmaya başlamıştı?

İşte bu nedenle ulusal paraların rekabet gücünü korumak için,bizim dışımızda, hemen her ülke bir şeyler yapmaya başladı. En çok da bütün baskılara rağmen Çin’in ulusal parasının değer kazanmasına izin vermemesi, tedirginlikleri iyice artırdı. G-20 öncesinde kur savaşlarının ticaret savaşlarına yol açmasından endişe ediliyor, dengesizliklerin iyice artacağı korkusu dile getiriliyordu. G-20’den çıkan bu karar ticaret savaşlarını önleme tedbiri olarak yorumlandı.

Bence bu andın tutulması, her ülkenin bu anda uyup, gerçekten piyasanın belirlediği kurlara izin vermesi, bir başka deyişle kendi ulusal para değerini gerçek dalgalanmaya bırakması çok zor. Bir düşünün; Çin tüm baskılara rağmen ulusal parasına değer kazandırmamış, iç tüketimini artırmıyor, G-20 toplantısı öncesi göstermelik bir çeyrek puanlık faiz artırımına gitmiş, şimdi tutup parasının değerini mi artırmaya başlayacak?

Çin hazır yakaladığı “çok yoğun pazar kapma imkanı”nı sizce harcamak ister mi?

TÜRKİYE KURALLARA UYDU DA...

Toplantılara katılan Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Ali Babacan, sonuç bildirgesinden önce A.A.’ya yaptığı açıklamada, bu andın ipuçlarını vermişti.

Ülkelerin suni bir şekilde paralarının değeriyle oynayıp, para değeri üzerinden geçici avantaj sağlamaya çalışmalarının ne kadar yanlış olduğu, uzun vadede bunun ne kadar zararlı olacağı konusunda G-20’de bir mutabakat oluştuğunu kaderden Babacan, bu sonucun çıkmasını önemli bir adım olarak da niteliyor.
Ancak belli ki Babacan’ın da uygulama konusunda, yani anda sadık kalınacağı hakkında ciddi endişeleri var. Bundan sonra uygulamaya bakacaklarını ifade eden Babacan, “Ülkelerin farklı uygulamalara yönelip yönelmeyeceği, uygulamalarını değişik kılıflara sokmaya çalışıp çalışmayacaklarını” da yakından izleyeceklerini ifade etmiş.

Babacan kurlarla ilgili Türkiye’deki uygulamalara yönelik soruya verdiği yanıtta ise “akıllı, güvene dayalı, uzun vadeli uygulamalara” yöneldiklerini belirterek, temel önceliklerinin istikrar olduğunu söylemiş.

Babacan’ın konuşmasında G-20’de Türkiye ile özel bir sorun dile getirilmediği, kendilerinin saptanan kurallara uyarak adım attıklarını söylediklerine şahit oluyoruz. Bence Babacan haklı bir noktaya parmak basıyor; gerçekten de krizle birlikte Türkiye, iyi mi kötü mü bilemem ama, G-20’deki hemen her karara harfiyen uymuş gözüküyor.

Bu arada Babacan’ın cari açıkla ilgili itiraflarını da izliyoruz. Babacan, kısa vadede bu cari açıkla yaşamak zorunda olduğumuzu, cari açığın finansmanını “şöyle ya da böyle” yapmak durumunda olduğumuzu söylemiş. Ardından da bu sorunun çözümünün yapısal tedbirlerde olduğunun altını çizmiş.

2007’den bu yana, “aksi takdirde sorun çözülmez tam zamanıdır” dediğimiz ama hükümetin o tarihten sonra hiç yanaşmadığı yapısal tedbirleri söylüyor. Yani IMF ile anlaşmanın tamamlanmasından sonraki süreçten söz ediyoruz. İhracatçılar dahil, “IMF gitsin” korosuna karşı “IMF’siz yapısal tedbir alınamıyor” demiştik, şimdi anlaşılıyor mu acaba?
Yazının Devamını Oku

Özelleştirme 2011’de daha da hızlanacak

21 Ekim 2010
KÜRESEL kriz nedeniyle oluşan ortam özelleştirmeye hareketine yaramış gözüküyor. Özelleştirme İdaresi’nin 2010 yılında, şimdiye kadar yaptığı, satışların toplamı 11 milyar doları bulmuş. Bu rakamın artması bekleniyor çünkü Kasım ayının sonuna doğru, 3 elektrik dağıtım ihalesinde daha teklifler alınacak. Büyük ihtimalle bu ihaleler de sonuçlanıp, bu rakam çok daha büyük olacaktır. Özelleştirme İdaresi Başkan Vekili Ahmet Aksu, bu yılki rakamın çok yüksek olacağını ama 2011 yılında bu rakamın bile üzerine çıkmaya çalıştıklarını söyledi. Mevcut koşullar devam ettiği takdirde gelecek yıl çok daha büyük özelleştirme rakamına ulaşabileceklerini kaydeden Aksu, bence haklı çıkabilir.
Çünkü 2 bin kilometre otoyol ve 2 boğaz köprüsünün satışı da dün resmi gazetede yayımlanan Özelleştirme Yüksek kurulu (ÖYK) kararıyla birlikte başlamış bulunuyor. Bu yılın sonuna kadar ihale ilanına çıkılacak. Dolayısıyla önümüzdeki yılın bence ilk çeyreğinde, bu satışlar daha doğrusu gerekli ihale gerçekleşebilir gibi gözüküyor.
Bu satış bile tek başına, özelleştirme rakamlarına büyük katkı yapacaktır. Yanısıra büyük doğalgaz dağıtımı satış ihalelerinin de 2011 yılına kaldığını göz önünde tuttuğumuzda, gelecek yılın rekor yılı olmaması için, en azından şimdilik, bir neden görünmüyor.
Bu büyük özelleştirme rakamlarına karşılık, Özelleştirme İdaresi bu yıl şimdiye kadar Maliye’ye, yani bütçeye 3.2 milyar TL aktarmış bulunuyor. Başkan Vekili Ahmet Aksu, aktarılacak toplam kaynak konusunda kesin bir rakam vermekten kaçınıyor. Ancak edindiğim izlenim yılsonuna kadar bütçeye önemli ek katkıların devam edeceği yönünde.
Bu kadar satışa rağmen tahsilat rakamının nispeten düşük olmasının nedeni ise açık. Satış işlemi daha doğrusu ihaleler tamamlanıyor ama satışın kesinleşmesi ve ardından paranın ödenmesine başlanması belli bir süre alıyor.
Dolayısıyla bu yılki satışların parasının büyük bölümünün, tabi ki yapılacak taksitlere de bağlı olarak, önümüzdeki yıla sarkacağı için, 2011’de gelir rakamı da çok daha büyük olacak.
SEKTÖREL ÖZELLEŞTİRME
15 yıldır idare’de uzman olarak çalışan ve 1,5 yıldır vekaleten bu görevi sürdüren Ahmet Aksu, konusuna hakim bir bürokrat. En çok sevindiği konuların başında ise şimdiye kadar münferit işletme ve şirketler özelleştirilirken, bu yıl artık sektörel özelleştirmelere girilmiş olması. Bunun başında da enerji sektörü geliyor. Gerçekten de bu yıl yapılan özelleştirmelerle tüm enerji sektörünün uzun zamandır konuşulup da yapılamayan liberalizasyon sürecine başlanmış durumda. Elbette daha alınacak çok yol var ama artık girilen bu yoldan geri dönüş de bulunmuyor. Ahmet Aksu, elektrik dağıtımı ihaleleri sonrası yapılan “fiyatların artacağı” eleştirilerinin yanlış olduğunu, çünkü elektrik fiyatı içinde dağıtımın payının ancak yüzde 12 olduğunu söyledi. Elektrik dağıtımının yanında üretimin de özelleştirilmesi ile gerçek rekabetin oluşacağını belirten Aksu, dolayısıyla uzun dönemde elektrik fiyatlarında indirimin bile gündeme geleceğini söyledi. İdare Başkan vekili Aksu, yapılan satışlarda elde edilen gelirden çok, ileriye dönük piyasalaşma sürecinin oturtulmasının önemli olduğunu, buna ek olarak örneğin TEDAŞ’ın yıllık 1 milyar TL’lik zararından devletin kurtulduğunu söylüyor.
Enerji yanında örneğin şeker sektöründe de özelleştirme başladı ama 1,5 yıldır yargı süreci tamamlanamadığı için adım atılamıyor.
İaresi’nin bu yılki atağında ilgili Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in bu konuya inanmış olması, küresel fon akımları ve başta Ahmet Aksu olmak üzere, İdare’nin birikimli uzmanlığının elbette büyük payı var. Umarım bu başarı da siyasete kurban edilmez.
Yazının Devamını Oku

Enflasyonu unuttuk...

19 Ekim 2010
MERKEZ Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, geçtiğimiz hafta sonu TÜSİAD ile yaptığı toplantıda, Ekim ayı sonu itibariyle yıllık enflasyonun yüzde 8’e ineceğini söylemiş, ardından da 3 yıl boyunca tek haneli rakamlarda devam edeceğinin altını çizmiş. Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki; Türkiye’nin küresel krizdeki performansı genel olarak iyi ama enflasyon konusunda eline geçen fırsatı kullanabilmiş değil. 2001 krizinden sonra alınan önlemleri tartışırken, “Enflasyonun bu önlemlerle yüzde 8-10 bandına gerileyeceğini ama yüzde 5’in altına çekebilmek için, yeniden bir dizi yapısal reform gereği bulunduğu”nu konuşmuştuk. Ekonomideki temelin sağlamlaştırıldığı krizle birlikte anlaşıldı ve enflasyonu bir alt banda indirmek için gereken önlemleri almanın tam sırasıydı. Ama Hükümet 2007 yılından bu yana neredeyse hiçbir yapısal tedbir almadığı gibi, bu uygun koşulları da kullanıp, enflasyonu daha da düşürüp, ekonominin geleceğini kurtarmak için yeni önlem almayı istemedi. Küresel kriz sırasında tüm ülkelerin enflasyon oranları, tarihlerinin en alt düzey lerine indi ama bizim enflasyonumuz yüzde 8-10 aralığında kalakaldı.

Enflasyonla mücadele elbette Merkez Bankası’nın asli görevi ama bunun için hükümetin yardım etmesi gerekiyor. Merkez Bankası’nın uzun zamandır her raporunda yer verdiği “AB ile yakınsama sürecinin devam ettirilmesi gereği”, “yapısal tedbir ihtiyacı” gibi ibarelerin nedeni de işte budur. Özetle hükümet enflasyon konusunda, bir alta banda indirilmesi konusunda siyasi tercihini ortaya koyamadı, Merkez Bankası da mevcut koşullarda daha fazlasını yapamayacağı için böyle bir çaba içine giremedi.

Merkez Bankası’nın şu anda yaptığı şey, enflasyonun mevcut düzeyini korumak ve yeniden çift haneye çıkışını engellemeye çalışmak. Hele ki seçim sürecinde, müdahaleci bir hükümet döneminde, bence mevcut düzeyin korunmasını bile kendilerini için başarı olarak sayıyorlar.

TÜKETİCİ EĞİLİMİ VE İÇ TALEP


Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın TÜSİAD toplantısında söylediklerine gelince... Aslında Başkan Yılmaz bu sözleri daha önce de söyledi ve açıklanan raporlarda sık sık bu yönde görüşlere yer verildi. Özetle Merkez Bankası yönetiminin birkaç aylık sapmalar olsa bile enflasyonun uzun süre tek hanede kalacağı görüşünde olduğunu biliyoruz.

Ancak bu konuda Merkez Bankası yönetiminin biraz iyimser olduğunu düşünüyorum. Baz etkisi nedeniyle ekim ayı sonunda yıllık enflasyonun yüzde 8’e inmesi doğal, bunda şaşılacak bir şey, zaten yok. Ancak Merkez Bankası’nın özellikle içtalebe ilişkin gelişmeler konusunda yanılma ihtimalinin olduğunu düşünüyorum. Bence içtalepteki artış, hem hükümetin açıkladığı son aylardaki harcamaların artırılması kararı nedeniyle, hem de sıcak para ile oluşturulan görece bahar havasının devam etmesi nedeniyle, Merkez’in beklediğinin üzerinde gelişebilir ve bunun enflasyon etkisini kısa sürede görmeye başlayabiliriz.

Dün açıklanan Tüketici Eğilim Anketi’ne göre ağustos ayında 87.35 olan tüketici güven endeksi, eylül ayında bir önceki aya göre yüzde 3.50 oranında artarak, 90.41 oldu. 6 ay öncesine göre satın alma gücü endeksi ağustos ayına göre 83.28’den 85.38’e çıkarken, gelecek 3 aylık dönemde genel ekonomik durum 86,82’den 93,11’e yükseldi. Gelecek 6 aylık dönem için satın alma gücü endeksi ise 85.45’den 88.81’e, aynı dönem için iş bulma olanakları endeksi de 84.15’den 87.76’ya yükselmiş durumda. Eğilimler içtalebi körükler nitelikte...

Bence bu rakamlar bile enflasyonla ilgili yeni sıkıntıların bizi beklediğini gösteriyor.
Yazının Devamını Oku