WALL Street Journal gazetesinde yeralan bir yorumda Brezilya, Güney Kore ve Türkiye örnek gösterilerek, “yükselen piyasalarda enflasyon tehlikesine” dikkat çekilmiş. Nedeni açık; yüksek büyüme...
Bu ülkelerdeki yatırımcıların enflasyon riskini küçümsedikleri belirtilirken, enflasyondaki artış için üç neden sıralanmış. Ulusal para birimlerinin değer kazanmasını önlemeye dönük çabaların enflasyonist etkileri, yükselen piyasalardaki büyüme nedeniyle işsizliğin azalması ve ortalama ücretlerin artması neden olarak gösterilmiş. Bu arada gıda fiyatlarındaki yükselişe de dikkat çekilmiş. Dün yayımlanan İstanbul Ticaret Odası (İTO) fiyat endeksi de, gıda fiyatları başta olmak üzere, Ekim ayında enflasyonun beklenenden yüksek olduğunu gösteriyor. Bir süredir enflasyonda yeniden artış tehlikesine dikkat çekiyor ve iç talep canlı olduğu için enflasyonda beklenenden yüksek artış olabileceğini söylüyorum. Ekim ayı enflasyon verileri tabi ki bu savı kanıtlamak için yeterli değil ama şahsen, bundan sonra enflasyonun Merkez Bankası’nın beklediğinden daha yüksek olacağı yönündeki tahminimi koruyorum. Wall Street Journal gazetesinde yaralan başka bir yorumda da Merkez Bankası’nın geçen hafta açıkladığı Enflasyon Raporu oldukça yumuşak bulunarak, rapor “güvercince” olarak tanımlanmış. Başkan Durmuş Yılmaz’ın cari açık uyarısına değinilerek, “tüketime dayalı büyüme ithalatın artmasına neden olurken, Türkiye’nin cari işlemler açığı ekonominin onu dış şoklara açık bırakan yapısal dengesizlik olduğu kaygılarını artıyor” denilmiş. Bir süredir dikkat çektiğim husus da bu; tüketime dayalı ve cari açığı önemli riskler oluşturacak biçimde büyüten, içtalebin enflasyonu azdıracak ölçüde genişlediği bir süreç yaşıyoruz. Hükümet seçimler nedeniyle bu süreci aynen korumakta kararlı... YAPISAL SORUNLAR ÇÖZÜLMÜYOR 2001 yılında yoğun reformların ardından enflasyonun düşeceğini biliyorduk ama o dönemde bile, “Bu tedbirler enflasyonu yüzde 8-10 aralığına çeker, yüzde 3-5 aralığına çekmek için ek yapısal tedbirler gerekir” demiştik. Özetle, o dönem yapılan reformlarla ekonomide gelen nokta nasıl sürpriz değilse, enflasyondaki mevcut direncin kırılması için ek tedbir gerektiği gerçeği de bilinen bir şey. Küresel kriz döneminde enflasyon oranları doğal olarak yerlerde sürünüp, ülke yönetimleri “bir miktar enflasyon olsa iyi olur” diyerek iç talebi artırmaya çalışırken, bizde enflasyon oranları yüzde 8’in altına inemedi, Bu dönemde inmeyen enflasyonun yüzde 3-5 aralığına inmesi için ek yapısal tedbirler şart. Başta Başbakan Yardımcısı Ali Babacan olmak üzere, ekonomide gelinen nokta konusunda aslan payını 2000-2001 reformlarına vermeme kızanlar olduğunu biliyorum. Ekonomi politikaları konusunda hükümete, daha doğrusu Babacan’ın kendisine “girilen doğru yoldan sapılmasını engelleme” başarısını gösterdikleri için haklarını veriyorum. Ancak ekonomide gerçekten önemli bir şey yapılacaksa, girilen yoldaki büyük taşları da temizleyip gereken yapısal tedbirleri almak gerekiyordu, Şimdi “IMF olmadan nasıl gideceğimizi gösterdik” diye övünenler, IMF anlaşması olmadan tek bir yapısal tedbirin hayata geçip geçmediğine, yani ekonomide “düşük enflasyonda kalıcı büyümeye” katkı olup olmadığına baksınlar. Yapısal tedbir alınmadan başımıza gelecek sıcak para tehlikesini de unutmasınlar.