BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın “değerli TL iyidir” açıklamasından sonra, artık Türkiye’nin sıcak para politikası resmileşmiş oldu. Bu açıklamanın ardından da sıcak para girişinin daha da hızlandığını gözledik.
Merkez Bankası’nın bu hafta her gün 100 milyon dolar döviz alma uygulamasının da TL’nin değerlenmesine karşı bir çare olmadığı artık anlaşıldı. Merkez Bankası haftanın ilk üç günü 100’er milyon dolar aldı ama kurlar aşağı gelmeye devam etti. Dün dolar kurunun 1.41’a kadar indiği gözlendi. Belli ki bu uygulama sürecek ama yine çare olmayacak. Bununla birlikte hisse senetleri piyasası coştu, faizler düşmeye devam etti... Peki, TL’nin bu kadar değerlenmesi, sıcak para girişinin bu kadar yüksek olması, içerideki piyasaların sıcak paraya bağlı olarak bu kadar coşması, olumlu bir seyri mi gösteriyor? Her şeyden önce tüm dünyada bizim gibi ülkelerin kendi ulusal paralarının fazla değerlenmesini önlemek için aldıkları tedbirlere bakmak gerek. Yani sıcak para girişini kısıtlamak için bizim gibi ülkelerin yaptıklarına bakarsanız, o kadar olumlu bir gidişat içinde olmadığımızı rahatlıkla söylemek mümkün. Ya da sadece bizimkiler doğruyu yapıyor, geriye kalan yanlış yapıyor... Çünkü, küresel krizden çıkış uzadıkça gelişmiş ülkelerdeki likidite bolluğu, düşük faizler artarak devam etti ve buradaki paralar bizim gibi ülkelere kaymaya devam ediyor. Ancak diğer gelişmekte olan ülkeler bu kadar yüksek girişi istemedikleri için önlemler a lıyor. Bizimkiler ise başka ülkeler kısıtlama koyarken bir şey yapmayarak, adeta daha fazla sıcak parayı ülkeye davet etmiş oluyor lar. Peki, bizimkiler gerçekten mi bu işi bilmiyor yoksa bilerek mi bu kadar yüklü sıcak parayı davet ediyor? Bence bilerek yapılıyor ve nedeni açık... Dün, çok saygı duyduğum bir iktisat Hoca sı ile konuşurken, “Kimse bütçede açık verileceğini beklemesin, ama seçim ekonomisi sadece bütçe açığı demek değil ki ; Hükümet başka yollarla seçim ekonomisi mutlaka uygulayacaktır” diyordu... İşte size seçim ekonomisinin yeni şekli: daha fazla sıcak para çekerek, hem ülkede göreli bir fiyat istikrarı sağlanıyor, hem de tüketim artırılıyor. Yani seçime giderken sıcak para dopingli bir bahar havası yaratılıyor. İHRACATÇILAR KUR SAVAŞLARINI İZLİYOR MU? Yaratılan havanın gerçek bir bahar olmadığını ise büyük ihtimalle seçimlerden sonra anlamış olacağız. Zaten sıcak para politikasının uzun süre devam etmesinin ardından ya krizler geldi, ya da radikal büyük ekonomik önlemler. Çünkü cennet havası yaratan sıcak para ya birdenbire geri çekilip cari açık krizleri yarattı, ya da bu kadar ithalat sonucu kaçınılmaz olarak üretim seviyeleri çöktü, işsizlik daha da arttı. Başbakan “değerli TL” diyene kadar, uygulanan politikalara yüksek sesle karşı çıkan ihracatçılar ve bakanların asıl şimdi, yani dolar kuru 1.41’e kadar inmişken bağırıp çağırmalarını beklersiniz, değil mi? Bence şimdi bağırsalar artık haklı konuma gelirlerdi ama artık seslerini bile çıkarmaz oldular. Vazifelerini, doğru ya da yanlış olması önemli değil, Başbakana bağlı hareket etmek olarak görenlerin bazıları ise artık kura çatamadıkları için “Merkez Bankası faiz indirsin” demeye başladılar. Yanlış üstüne yanlış. Başkanları, bakanları belli ki artık kur konusunda bir şey demeyecek ama gerçek ihracatçılara önerim; son günlerde bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin sıcak para konusunda, yani döviz girişleri konusunda ne yaptıklarına bir bakmaları. Brezilya’nın artırdığı vergilere, Japonya, İsviçre, Endonezya, Kolombiya, Peru, Şili, Güney Kore’nin aldığı radikal önlemlere baksınlar, son dönemde “kur savaşı” başlıklarıyla çıkan haberleri izlesinler... En azından üye olduklarının meslek kuruluşu mu, siyasi organizasyon mu olduğunu görürler.