Erdal Sağlam

Bankalar kredi verdikçe ekonomi büyüdü ama...

10 Mayıs 2011
DÜN açıklanan Mart ayı sanayi üretim verisi, ekonomideki büyümenin devam ettiğini gösteriyor. Bu verilerin gösterdiği bir başka gerçek de, üretimin iç talebe bağlı olarak büyümesini sürdürmeye devam etmesi...

Merkez Bankası’nın hâlâ tehlikeli bulmadığı iç talep, çok açık ki büyümenin motoru...
Yine dün açıklanan bankacılık verileri de, ekonomik büyümenin büyük ölçüde hızla artışını sürdüren kredilere bağlı olduğunun bir kanıtıydı. Bankaların karları düştü ama ilk çeyrekte kullandırılan kredilerdeki artış devam etti.
Özetle; son birkaç yıldır olduğu gibi; 2011 Mart sonuna kadar bankaların reel sektöre açtıkları krediler ciddi biçimde artışını sürdürdü ve bu eğilim, Türkiye’nin yüksek büyüme rakamlarını sürdürmesini sağladı.
Bir başka deyişle; Başbakanın istediği doğrultuda bankacılık sektörü reel sektöre elinden geldiğince yardım etti’ bunun somut kanıtı olarak reel sektöre verdiği kredileri artırdı.
Şimdiye kadar böyle oldu ama bundan sonrasında neler olacak?
Başbakan gerçi bankaların reel sektöre yardım etmesi gerektiğini daha yeni söyledi ama alınan önlemler bankaların reel sektörü artık yardım etmemesi amacı taşıyordu. Öyle ya, Hükümet Merkez Bankası aracılığıyla, iç talebi kısmak, cari açığı azaltmak için bankaların kredi maliyetlerini yükseltecek munzam karşılık kararı aldığını zaten açıkca söyledi.
Alınan bu önlemlerin sonuçlarını da Nisan ayından sonra görmeye başlayacağız.

Yazının Devamını Oku

Banka iktisatçıları Başçı’ya ‘sıfır faiz’i sormadı

9 Mayıs 2011
MERKEZ Bankası’nın yeni Başkanı Erdem Başçı, yeni bir uygulamayla İstanbul’da banka ve piyasa iktisatçıları ile bir toplantı yaptı.

Yabancı yatırımcıların da bulunması nedeniyle İngilizce yapılan sunum hemen hemen Enflasyon Raporu’ndaki sunumla aynıymış. Zaten önemli olan toplantıya katılanların Başçı ve ekibine yöneltecekleri sorulara karşılık alacakları yanıtlardı ama öğrendiğim kadarıyla sorular da, yanıtlar da o kadar tatmin edici değilmiş.
Örneğin ben iktisatçıların Başbakanın “sıfır faiz” hedefine nasıl ulaşılacağını bu işin sorumlusu olan Merkez Bankası’nın Başkanı Erdem Başçı’ya sormalarını beklerdim. Birkaç yerden sordum, bu soru gündeme gelmemiş. Bu kadar önemli bir soruyu banka iktisatçıları, piyasa uzmanları Merkez Bankası’na acaba neden sormaz?
Kimisi, “sıfır faiz’in ciddiye alınacak bir tarafı yok ki” diyor. Bazıları ise “sıfır faiz” politik bir konu haline geldiği için “tepki çekerim” diye böyle bir sorunun sorulmadığı görüşünde. Toplantıya girmeden önce konuştuğum bir iktisatçıya “herhalde artık sıfır faizi sorarsınız” dediğimde, kendisinin sormayacağını, kimsenin de sormaya cesaret edeceğini sanmadığını söylemişti. Yani;  daha çok “korkudan bu soru sorulmadı” denilebilir. Ya kulağına giderse..
Aynı şekilde Başbakanın “faiz enflasyonu belirler” sözünün ne anlama geldiği, para politikasında nereye denk düştüğü de Başçı’ya sorulmalıydı, değil mi?
Defalarca söylediğimiz “basın ve fikir özgürlüğü sadece gazetecilere değil, piyasa başta olmak üzere işalemine, işçiye, köylüye, memura, herkese lazım” dediğimde ne demek istediğimi, herhalde şimdi piyasa uzmanları tarafından da anlaşılıyodur.
Hepimiz, aynı zamanda, “sorulmadık sorular”dan da sorumlu değil miyiz?
Gazeteciler Başbakana henüz soramadı ama Başbakan yardımcısı Ali Babacan ile Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı “ya “sıfır faiz”i sordular.       

Yazının Devamını Oku

Enflasyondan korkmayan Merkez Bankası

5 Mayıs 2011
NİSAN ayı enflasyon verileri piyasaları korkuttu ama enflasyondan en çok rahatsız olması gereken Kurum olan Merkez Bankası’nın oldukça rahat olduğu gözleniyor. Merkez Bankası’nın dün açıkladığı enflasyon değerlendirmesinde de böyle bir korkunun olmadığı gözlendi. Mayıs ayında da işlenmemiş gıdadaki baz etkisi nedeniyle enflasyonda artışın sürmesini bekleyen Merkez Bankası, uluslararası emtia fiyatlarındaki yükselişin nisan ayında da sürmesine karşın, Türk lirasındaki güçlenmenin etkisiyle imalat sanayi genelinde fiyat artışlarının yavaşladığına dikkat çekti.
Merkez Bankası’nın enflasyon konusundaki bu rahat tutumu piyasaları da etkiliyor. Piyasa analizlerinde enflasyonun artış eğilimini sürdüreceği ama Merkez Bankası’nın faizleri artıracağını sanmadıkları açıkca belirtiliyor. Merkez Bankası’nın, geçen haftaki enflasyon raporunda yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 5.9’dan 6.9’a çıkarttığı hatırlanırsa, Merkez Bankası’nın nisanda başlayan artış trendini önceden beklediğini söyleyebiliriz. Peki, Merkez Bankası enflasyonun yenilediği tahminlerinin bile üzerine çıkması halinde faiz oranlarını artırır mı derseniz, piyasanın bu konudaki beklentisi bir banka raporunda şöyle yeralıyor:
“Yıllık enflasyonda gelecek aylardaki yükselişler, Merkez Bankası para politikası bileşimi üzerinde tek başına etkili olmayabilir. Öte yandan Merkez Bankası’nın para politikası tepkisi açısından, finansal istikrarla yakında ilişkilendirilen kredi artış hızı ve cari işlemler açığındaki yükselişler daha önemli olacaktır. Bu iki kalemde yükselişlerin devam etmesi veya yavaşlamanın sınırlı olması, enflasyondan bağımsız olarak faiz dışındaki para politikası bileşenlerinin sıkılaştırılmasına
sebep olabilir.”
Özetle; piyasa önümüzdeki aylarda ne olursa olsun Merkez Bankası’nın faiz artırmasını beklemiyor. Enflasyondaki artış trendi devam ederken, cari açık ve kredi hacmi büyümeye devam ederse, ki büyük ihtimal devam edecek gibi gözüküyor, Merkez Bankası’nın yine munzam karşılık artışına gidebileceği tahmin ediliyor.
BDDK DA SOPA GÖSTERENLERE KATILDI 
Aslında sadece piyasalar değil ekonomi yönetiminin de alınan tedbirlerle kredi hacmindeki artışı frenlenemediğini gördüklerine şahit oluyorz. Dün Reuters’dan Özge Özbilgin’e açıklama yapan BDDK Başkanı Tevfik Bilgin, bu kez konut kredileri ile ilgili olarak bankalara çok sert uyarıda bulunmuş.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Merkez Bankası’na ayak uyduran BDDK Başkanı, bazı bankaların pazar payını geliştirmek için şubelerine yüksek hedefler koyduğunu, şubelere yönlendirilen dosyalar için emlak ofislerine promosyonlar verildiğini ve farklı yöntemlerle konut kredisinin tamamının finanse edildiğini belirterek, konut kredisi tahsisinde kurallara uymayan bankaların tespit edilmesi durumunda, belli bir süre konut kredisi lisansı iptaline kadar gidebilecek müeyyidelerin uygulanabileceğini söylemiş.
Konut değerlerinin yüksek tutulması, yüzde 75’i finanse edilirken, bankanın dolaylı yoldan geriye kalan yüzde 25’in finansmana değişik kredilerle katkı verdiğini söylemiş ama bunların evvelden beri yapıldığını, zaten herkes biliyor.
Ancak belli ki Merkez Bankası gibi, “Bağımsız BDDK”nın Başkanı Bilgin de hükümetin telkinleri doğrultusunda, uyarı yapma ihtiyacını, şimdi duymuş.
Herkes biliyor ki; akacak kan damarda durmaz... Siz ortamı değiştirecek radikal tedbirleri almazsanız, karşılık artırımıyla kredi hacmini frenleyemezsiniz.
Piyasa bu; ihtiyaç ve imkan birlikte varsa, bir şekilde bu ihtiyaç giderilir...
Kredi hacminin daraltılması, cari açığın düşürülmesi, içtalebin frenlenmesi, enflasyondaki artış trendinin önlenmesi için, faiz artışı gibi gerçek parasal tedbirler ile mali tedbirlere ihtiyaç var. Kendimizi kandırmayalım...
Yazının Devamını Oku

Bakan Şimşek seçim sonrası zamların haberini verdi

3 Mayıs 2011
MALİYE Bakanı Mehmet Şimşek, Türkiye’de iç talebin çok güçlü olduğunu, “mutlaka ve mutlaka” bunun yavaşlatılması gerektiğini söylemiş. Para politikasına çalışması için gereken sürenin verilmesini istediklerini kaydeden Bakan Şimşek, “Bunun çalışmadığı ortaya çıkarsa ki biz nispeten de olsa, az da olsa şu anda çalıştığını düşünüyoruz; biz diğer politika tedbirlerini devreye sokarız” demiş. Maliye Bakanı Şimşek’in sözlerinden Merkez Bankası’nın uyguladığı tedbirlerin yeterli olmadığını bildiğini anlıyoruz. Yoksa herhalde “para politikası tedbirleri çalışıyor” der, “az da olsa çalışıyor” veya “nispeten de olsa çalışıyor” demezdi, öyle değil mi?
Bakan Şimşek’in açıklamalarının ortaya çıkardığı bir gerçek var ki; seçim sonrası içtalebin kısılması için mali tedbirler alınacak. Bunun adı da açıktır; ya temel mallara zam yapacaksınız, ya vergileri artıracaksınız, ya da ikisini birden yapacaksınız...
Bir başka deyişle; Bakan seçim sonrası gelecek zamları haber vermiş...
Bakan Şimşek’in dediği gibi içtalebin mutlaka kısılması gerekiyor. Aslında şimdiye kadar kısılması gerekiyordu ama kısılmadı, risk büyüdü...
İçtalebin neden yüksek olduğunu anlarsak, alınabilecek önlemleri de tahmin edebiliriz.
Şu anda içtalep yüksek çünkü küresel ekonomideki trend ve seçim öncesi kamu harcamalarının da etkisiyle likidite bol, kurlar düşük, enflasyon ve faiz de düşük seviyede. İleriye dönük olarak ise enflasyonda, faizlerde, hatta kurlarda artış beklentisi var.
Dolayısıyla insanlar ileride fiyatlar artacak diye şimdiden ellerindeki parayı, ihtiyaçlarına hatta ihtiyaç olmayan alımları için harcıyorlar. Ellerinde para yoksa kredi alıp, “şimdiden alsak daha iyi, karlı olur” diye harcamalarını artırıyorlar.
Dolayısıyla içtalebi kısmak istiyorsanız, bu eğilimi değiştirmeniz gerekiyor.
Hükümet şimdiye kadar içtalebi kısmak için çok dolaylı bir yol kullanıp, bankaların verdikleri kredilerin maliyetini, munzam karşılıkları artırarak yükseltmeyi tercih etti. Bu yolla hem içtalebi kısıp hem ithalatı hem cari açığı önleyeceğini iddia etti ama olmadı….
İÇ TALEBİN NASIL KISILACAĞI BELLİ
İç talebi kısmak için yapılacaklar belli. Vatandaşın elindeki parayı harcaması yerine tasarrufa özendirmeniz gerekiyor. Yani harcamaktan caydırmanız gerek. Bunun için ya insanların gelirini azaltmak ya da alacakları malın fiyatını artırmak gerekiyor. Ya kurların yukarı çıkmasına izin vereceksiniz, ya akaryakıt gibi tüm malları etkileyecek kamu zamlarını yapacaksınız, ya da ÖTV, KDV gibi vergileri yükseltip fiyatını yükselteceksiniz. Veya bu önlemlerin ikisini, üçünü bir arada uygulamaya sokacaksınız.
Eğer insanlar ellerinde ya da borç alacakları parayı harcamaktan cayarlarsa içtalep azalır.
İç talebi sınırlamanın en önemli önlemlerinden biri de faiz oranlarını artırmaktır. Faiz oranlarını artırırsanız, hem finansman maliyeti nedeniyle bu artış malların fiyatlarına yansır, hem de insanlar yüksek faiz alacağız diye harcamaktan vazgeçip tasarruf ederler.
Bakan Şimşek verginin artırılmayacağını söylediğine göre geriye akaryakıt başta olmak üzere temel mallara, belediye hizmetlerine yapılacak yüksek zamlar kalıyor.
Korkum ise Başbakanın “sıfır faiz” söylemi nedeniyle, Merkez Bankası yönetiminin, asıl alınması gereken faiz artışı tedbirini almaktan kaçınması...
Eğer içtalebi kısmak için, faiz başta olmak üzere, çok ciddi tedbirler alınmazsa, o zaman FED’in artışına bağlı olarak duvara toslama tehlikesi gerçek olur...
Geçen gün de Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, artırdıkları munzam karşılıkların “sigorta” görevi göreceğini söylemişti. İnsanın aklına “Acaba duvara toslamayı şimdiden göze alıp, daha sonraki çıkış için şimdiden hazırlık mı yapıyorlar” sorusu geliyor.
Yazının Devamını Oku

Cari açık ‘sıfır faiz’i değil üç haneli faizleri getirdi

2 Mayıs 2011
MART ayında da görüldüğü gibi; ihracatınızın yaklaşık iki katı kadar ithalat yapacaksınız, cari açığınız ciddi tehlike işaretleri verecek, daha sonra çıkıp reel faizi sıfırlayacağınızı söyleyeceksiniz. Nereden baksanız bir çelişkiler yumağı öyle değil mi?
Aslında çelişkinin temeli, herhalde Başbakan’ın ekonomik gerçeklere bakışında gizli denilebilir. Çünkü reel faizi sıfırlayacağını söylemeden önce Başbakan yine tarihe geçen ekonomik analizini tekrarlamış: “Enflasyon faizin neticesidir.”
Bu sözleri daha önce de söylemişti ve Başbakan’ın dünya iktisat literatürüne girecek enflasyon ve faiz tanımını daha önce bu köşede ele almıştık. (Dünya iktisatçıları bu analizi duymamış olsalar gerek ki; literatüre de giremedi.)
Başbakan Erdoğan hedefin, “İnşallah, faizle enflasyonu aynı seviyeye getirmek” olduğunu, faizi sıfırlamak için bunu yapmaya mecbur olduklarını, bu adımları atacaklarını söylemiş.
Yani enflasyon bir sonuç olduğuna göre, faizleri indirerek enflasyonu da aynı seviyeye getirebileceğiz ve bunların arasındaki farkı da sıfırlayacağız...
Başbakanın bu sözleri söylediği gün dış ticaret rakamları da açıklandı. Geçtiğimiz mart ayında ithalat 21.6 milyar dolarla piyasa beklentilerinin üzerinde gerçekleşti. Bu rakam geçen yılın mart ayına göre yüzde 44’lük bir artış anlamına geliyor. İthalatta yeni bir rekor rakam...
İhracat ise mart ayında 11.5 milyar dolar gerçekleşti, geçen yılın aynı ayına göre artış oranı ise yüzde 19.6. Böylece 2011 Mart ayında ortaya çıkan dış ticaret açığı 9.8 milyar dolar olarak ortaya çıktı ve bu rakam geçen yılın iki katı.
Hükümet son dönemde cari açığın büyümesi konusunda suçluyu petrol fiyatlarının yükselmesi olarak gösteriyor. Petrol fiyatlarındaki artış enerji faturasının yükselmesine sebep oluyor bu doğru da, enerji dışı ithalat da yüzde 45 artmış. Zaten ithalatın mal gruplarına göre dağılımına bakıldığında, en yüksek artış yüzde 63 ile yatırım mallarında gözüküyor.
Yani yapısal sorun var ve bunlar çözülmeden, petrol fiyatları aşağı gelse bile, Türkiye’nin cari açığı artmaya devam edecek. Hem de tehlikeli biçimde...
Peki, cari açık bu kadar yüksek de niye sorun olmuyor derseniz, nedeni açık; dünyada likidite bolluğu devam ediyor, Türkiye’ye sıcak para tam gaz giriyor ve bu nedenle döviz sorunu yaşamıyoruz. Peki, sıcak para niye geliyor derseniz bu da açık; gelişmiş ülke fonları kendi ülkelerinden daha fazla Türkiye’de kâr imkanı buluyorlar. Bu kârı da sizdeki faizler yüksek, daha doğrusu enflasyona bağlı olarak faizleriniz yüksek olduğu için elde ediyorlar.
TERCİHİNİZ BUYSA...
Tercihinizi yapıp bu parayı içeriye almayabilirsiniz. Bunun için ya sınır koyarsınız ya da enflasyonu ve faizi gelişmiş ülkelerin seviyesine indirirsiniz, size gelmezler...
Siz bu ithalata bağımlı üretim yapısıyla çok üreteceğim diye, fazla büyüyeceğim diye mevcut politikayı uygularsanız, yüksek faizi de sıcak parayı da çekersiniz.
Türkiye’ye bu kadar sıca para girmezse ne olur derseniz; faizler artar, kurlar yukarı çıkar, kurlar enflasyonu yukarı iter, bu da faizleri yeniden tetikler. (Faiz mi, enflasyon mu sonuç?)
Mart ayı dış ticaret rakamları aci açığın aylık 8 milyar dolar civarında olacağını gösteriyor. Bununla üç aylık cari açık 20 milyar dolara çıkıyor, geriye doğru 12 aylık cari açık ise 58 milyar doların üzerine çıkıyor.
Petrol fiyatlarındaki yükselişi ve yatırım malları ithalatındaki artışın seyrini de gözönüne alınca, 55-60 milyar dolarlık piyasa beklentilerinin çok üzerinde, bu yılki cari açığın 70-80 milyar dolara doğru gittiğini görüyorsunuz.
Sıfır faizi konuşuyoruz ama geçmişte görülen, Başbakanın örnek verdiği “üç haneli piyasa faiz oranları”na, cari açıkla ilgili problemin büyümesiyle ulaştığımızı da unutuyoruz...
Yazının Devamını Oku

Enerjide piyasalaşma süreci hızlanmalı

28 Nisan 2011
TÜSİAD bu karışık gündem içinde, ekonominin gündemine enerjiyi sokmak için girişim başlattı. TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner ve Enerji Çalışma Grubu önceki gün, hep birlikte bir basın yemeği yaparak, enerjide gelinen aşamayı ve yapılması gerekenleri sıraladılar.

Amaç belli; enerji sektöründe başlayan liberalizasyon sürecinin hızlandırılması isteniyor. Bu süreç içinde daha hızlı yol alınması planlanıyordu ama özellikle bazı alanlarda, öngörülen takvimlerde ciddi gecikmeler var. Örneğin doğalgaz piyasasında 2009 yılında özel sektörün payının yüzde 80’e çıkması öngörülüyordu ama bu pay ancak yüzde 10 ile sınırlı kaldı. Buradaki aksamanın nedeni belli; BOTAŞ’ın payı yani kamu tekeli bu alanda kırılamıyor. Bunu yapmak için bence her şeyden önce BOTAŞ’ın şirketleşmesi dahil, ciddi önlemler alınması gerekiyor ama Hükümet böylesine radikal bir uygulamaya yanaşmıyor.

Özetle; TÜSİAD piyasalaşma sürecinde geride kalınan alanlara eğilinip, biran önce bu sürecin hızlandırılması gerektiği görüşünde. Örneğin elektrikte dağıtım ihaleleri bitti sayılır ama asıl özelleştirme üretim aşamasında olacak. Gerçi gecikti ama bu yıl üretim özelleştirmesinde çok önemli adımlar bekleniyor ama bir yandan da yine gecikmeden korkuluyor.

TÜSİAD’ın acele edilmemesi gerektiğini söylediği hemen hemen tek alan ise güneş enerjisi. Yenilenebilir enerji kapsamında güneş enerjisiyle üretim için acele edilmemesi gerektiğini, çünkü bir furya halinde bu enerji için gereken teknoloji ve ekipmanın tümüyle dışa bağımlı halde olacağını, bu nedenle yerli üretim ve yeni teknolojiler de beklenerek, güneş enerjisinin daha sonra hayata geçirilmesi gerektiğini üşünüyorlar. Bence haklılık payları yüksek.

TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, bu konuyu sürdürülebilir ekonomik kalkınma kapsamında ele almak gerektiğini, yani sanayinin büyümesi için gereken enerjinin arz güvenliği kapsamında konuyu ele aldıklarını söyledi. Yani Türkiye eğer büyümeye devam edecekse, gereken enerjinin teminini garantiye alacak kararlar şimdiden alınmak zorunda. İşte liberalizasyon sürecinin hızlanması bu nedenle gerekiyor ki; hem sanayicinin hem konut tüketicisinin kaliteli ve ucuz enerji temini garantiye alınabilsin... Yani ülkenin ve halkın refahı için enerjide arz güvenliğini mutlaka biran önce gündeme almak gerektiğini söylüyor ve haklılar.

TÜSİAD’IN YAKLAŞIMI

Başkan Ümit Boyner, Ali Kibar, Selahattin Hakman, Fahrettin Arman, Nusret Cömert, Zeki Eriş ve Batu Aksoy gibi bu konuda özel sektörün ileri gelenlerinin konuyla ilgili görüşlerini dinlediğimiz toplantıda, güncel nükleer santral ve çevrecilerin tepkisini çeken hidroelektrik santralleri de gündeme geldi. Boyner, her iki konuda da olaya tek yanlı bakılmaması çünkü enerji arz güvenliği için yerli kaynak oranının artırılması gerektiğini, ama bu projelerin çok daha şeffaf ve geniş kesimlerden görüş alınarak, hatta taraflar ikna edilerek yapılması gerektiğini söyledi. Yani bu projelere ihtiyaç olduğunu ama “yaptım-oldu” diyerek bunların yapılmaya çalışılmasının, sorunlara ve tepkilere neden olduğunu söyledi.

Bence olaya çok daha geniş, örneğin hükümetlerin değiştiremeyeceği bir ulusal enerji stratejisi kapsamında bakıp, küreselleşme süreci ve liberalizasyon gereğini göz önüne alıp belli bir planlama yapılması gerekiyor. EPDK gibi sektörün denetim ve gözetimini yapması gerekirken, sadece lisans kurumu haline getirilen, siyasi kararların her aşamada etkin olduğu bir kurum yeniden ele alınıp, hem EPDK hem TEİAŞ teknik ve kurumsal olarak güçlendirilmeden bu süreç, bence sağlıklı yönetilemez. Şu andaki görünüm; plansız, günlük politikalarla, dolayısıyla şaibeye ve partizanlığa açık bir uygulamayı gösteriyor. Bence TÜSİAD’ın da, hızlandırılması gereken piyasalaşma sürecini tanımlarken, daha makro ve kurumsal bir yaklaşımla konuyu ele alması, bence ülke için çok daha yararlı olacaktır.
Yazının Devamını Oku

Bürokratlar kaynak sıkıntısı görmüyor

26 Nisan 2011
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan ve bakanları, CHP’nin projeleri için popülist damgası vurup kaynak bulamayacaklarını söylüyor ama mevcut bürokratlar aynı görüşte değil. Üst düzey bürokratlar, samimi sohbetlerinde aile sigortası başta olmak üzere, CHP tarafından açıklanan sosyal projeler için, söylendiği gibi kaynak sıkıntısı olmayacağını belirtiyorlar. Aile sigortası sistemini açıklayan CHP’nin ardından, benzer isimlerle diğer partiler de aynı projeyi üstlenmeye çalıştılar. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun benzer bir proje üzerinde çalıştığını biliyorduk ama hükümete kabul ettirememişti. “Daha sonra” deyip sürekli ertelenen projenin daha sistemli halini CHP açıkladı.
Sosyal güvenlik kurumu bürokratlarının CHP’nin mevcut sosyal yardımlarla ilgili çalışmasının eksik olduğunu, daha doğrusu ödenen paraların CHP’nin söylediğinden çok daha fazla olduğunu söylüyorlar. Mevcut yardımların bir sisteme bağlı olmadığını kabul eden bürokratlar, sistemli, yardımların tümünü kapsayacak bir projenin gerektiğini, aile sigortası projesinin de bazı eksiklere rağmen özlenen sistemli, objektif bir proje olduğu görüşündeler.
Geçen gün CHP’nin ekonomik programı açıklamasının ardından programı kendi aralarında tartışan ekonomi bürokratlarının, programı beğendiklerini söylemeliyiz. Bir üst düzey bürokrat, CHP’nin programının ciddi bir çalışma olduğunu, uzun zamandır üzerinde çalıştıkları 2023 vizyonunu kapsadığını söyledi. Aynı yetkilinin yakınlarına, aile sigortası başta olmak üzere CHP’nin yeni projelerinin hayata geçirilmesinde kaynak sıkıntısının kesinlikle çekilmeyeceğini belirtirken, “Hiç bulamadılar, bu kadar duble yol yapmazlar daha az yaparlar, oradan dünya kadar kaynak buraya aktarılır” dediğini duyduk.
Bunu söyleyen bürokratlar, bu Hükümetin göreve getirdiği bürokratlar. Bu bürokratlar ekonomi yönetiminde söz sahibi konumda üst düzey yöneticiler.
BAKAN ŞİMŞEK’İN HESABI
Bürokratlar söyle düşünürken, bakanlar ise sadece seçime dönük olarak, pek ciddi bir hesap da yapmadan bu projeleri “popülist” olarak nitelendiriyorlar.
Bu kez Batman’dan aday gösterilen Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, “CHP ve bazı partiler iktidara gelmeyeceklerini bildikleri için şu günlerde bol keseden atıyorlar. Eğer söyledikleri gibi herkese bu rakamı dağıtsalar, bütçe açığını altıya katlayacaklar” demiş.
Eski bir ekonomist olan Şimşek, bütçe açığını 6’ya katlayacak derken, sizce bir hesaba dayanarak mı bunu söylüyor?
Şimşek, popülist politikalar yüzünden Türkiye’nin büyük bir kriz geçirdiğini hatırlatmış. Kendilerinin vatandaşa destek vererek bu katkıyı zaten sağladıklarını kaydederken, “ÖTV’yi sıfırlarsanız ne yaparsınız? Daha çok borca girersiniz. Bu ülkenin hayrına olmaz” demiş ve Demirel ile Çiller’in daha önce de bunu yaptıklarını hatırlatmış.
Şimşek o krizler yaşanırken Londra’da idi ve o dönem yapılanları övgüyle karşılıyordu ama şimdi bunun tam tersini söylüyor. Şimşek de çok iyi biliyor ki; 2007 yılından buyana ciddi bir ekonomik reform yapılmadı. Cari açık büyük sorun olacak ve alınan tedbirler bu mücadelede yeterli değil. Şimşek de iyi biliyor ki; mevcut sosyal yardımların aile sigortası gibi bir sisteme bağlanması ve vatandaşlık hakkı olması lazım ve bunun için kaynak da bulunur.
Ama politika böyle işte...
Yazının Devamını Oku

Cari açıkla ilgili ciddi adım atılmıyor

25 Nisan 2011
MERKEZ Bankası geçen hafta aldığı munzam karşılık kararıyla, yaşanan ekonomik dengesizlikleri bankaların üzerine yıkmaya devam edip, köklü bir tedbir almama politikasını devam ettirme kararı aldığını teyit etti.

Yeni Başkan Erdem Başçı da, geçen yıl sonunda yapılan bu tercihin en büyük destekçisi olduğunu, belki de bu politikanın başlıca mimarı olduğunu göstermiş oldu.
Bazı bankacılar ve yazarlar, bu politikanın doğru olduğunu, bankalar daha az kar edecek diye ülke ekonomisinin sıkıntıya sokulamayacağını, bu nedenle Merkez Bankası’nın tercihinin doğru olduğunu savunmaya başladılar.
İyi de, munzam karşılık artışına kimsenin bir şey dediği yok ki; yapılan yanlış sadece munzam karşılık artışıyla yetinilmesi... Yapılan eleştiri daha köklü tedbir alınması gerekirken işin kolayına kaçıp, geçen 10 yıllık sürede ekonomiyi kurtaran bankaların üzerine tüm yükün faturasının çıkarılması. Bu sektörün zayıflatılması...
Merkez Bankası yarım puan faizi artırsa mı amaca daha uygun hareket etmiş olur, bankalardan faizsiz aldığı paraları ortalama yüzde 12-13’lere çıkararak mı?
Merkez Bankası gerçekten sadece teknik kaygılarla hareket ediyorsa, sorunu geçiştireceğim diye sadece munzam karşılık artışına yüklenmez, faizi de artırır, topyekün mücadele edileceğinin mesajını verir. Faizi artırmaya bağımsız Merkez Bankası’nın gücü yetmiyorsa, en azından çıkar hükümetten mali tedbir ister...
Bütün bunları yapmayan Merkez Bankası yönetimi de, eleştiriyi hak eder.
Son Para Politikası Kurulu (PPK) kararından sonra piyasada, faizlerin artacağı döneme ilişkin tahmin iyice ötelendi. Banka analizlerinde faiz artımının yılın son çeyreğine, hatta daha sonrasına kaldığı yönündeki tahminlere sıkça rastlar olduk.

Yazının Devamını Oku