Erdal Sağlam

Açık pozisyon kapatma dönemi

16 Haziran 2011
MEVCUT iktidarın kesin seçim başarısına rağmen, seçimden sonra piyasaların aşağı doğru gittiğini görüyoruz. Hem de küresel piyasalar iyiyken, Türkiye yine olumsuz ayrıştı ve borsa düşmeye devam ederken, döviz kurları dün de yükselişteydi. Bankacılarla konuştuğumuzda, bunun bir çok nedeni olabileceğini belirtiyorlar ama kesin olarak “şudur” diyene pek rastlamadım. Ancak piyasalardaki seçim sonrası hareketin nedenin genel başlığını, “cari açık için alınacak önlemler” olarak atmak da mümkün. Kimisi, “Yüzde 50 oy alan iktidarın cari açığı azaltmak, ekonomiyi soğutmak için gereken kararları almayabileceği” beklentisini dile getiriyor. Kimisi ise hemen önlem alınabileceğini ama ne önlem alınırsa alınsın, artık piyasaların eskisi gibi olmayacağını, özellikle borsaların düşmesini engelleyecek bir umut bulunmadığını söylüyorlar.

Bir bankacı, son günlerdeki gerileme için en önemli nedenlerden birinin “şirketlerin kurlarda yükseliş beklentisi nedeniyle açık pozisyon kapatma eğilimine girmesi” olabileceğini söyledi. Seçim sonrası cari açığın azaltılmasının şart olduğunu, bu nedenle sıcak para girişinin bir şekilde engelleneceğini herkes kabul ediyor ve bu nedenle açık pozisyonu bulunan şirketler, ellerini çabuk tutmak istiyorlar. Şirketlerin geçtiğimiz dönemde düşük kurlar nedeniyle dışarıdan borçlandıklarını ya da içeriden döviz cinsi borçlanmayı tercih ettiklerini biliyoruz.

İşte sıcak para girişinin azalacak olması da, içeride ekonominin soğutulmaya başlanması da, bundan sonra dövizde eski rahat günlerin olmayacağını ortaya koyuyor. Şimdiden döviz cinsi borçlanmaların kapatılması için harekete geçildiğini kaydeden aynı bankacı, bir süre açık pozisyon kapatma eğiliminin devam edeceğini tahmin ediyor.

Kurlardaki hareket önümüzdeki dönem değişebilir. Borsada ise her şekilde bir düşüş yaşanmasını kaçınılmaz gören bankacıların sayısı bir hayli fazla. Sıcak para girişinin azalmasının borsayı etkilemesinin beklendiğini, ayrıca düşecek üretim ve karların da otomatik olarak borsayı olumsuz etkileyeceğini hatırlatan bir bankacı, “Bence borsada düşüş dönemi yaşanması kaçınılmaz, nerede duracağı önemli” dedi.

Borsanın banka hisseleri üzerinden yürüdüğünü hatırlatan aynı bankacı, “alınacak önlemlerle ya bankaların karı azaltılacak, ya üretim ve karlar gerileyecek ya da ikisi birden uygulamaya konacak. Özetle; her şekilde banka hisseleri ve borsa düşecek” dedi.

PİYASALARIN İKNA EDİLMESİ GEREK


Faizlerde ise yine benzer bir durum bekleniyor. Sıcak para girişinin azalmasının Hazine kağıtlarının faizlerinde artışa yol açması kaçınılmaz olurken, alınacak önlemler arasında Merkez Bankası’nın faiz artışının bulunup bulunmayacağı, daha doğrusu faiz artışının zamanlanması da merakla bekleniyor.

Her ihtimalde Hazine kağıtlarının faizlerinin yükselmesi beklenirken, Merkez Bankası’nın artışa erken başlaması halinde, artış hızı artacaktır.

Bu arada bir ara rating artırımı beklentisine giren piyasalar, ciddi önlemler olmadığı takdirde rating artırımının hayal olduğunun da, artık farkındalar...

Özetle; kurların, faizin artacağı, borsanın düşeceği yolunda bir beklenti giderek hakim oluyor. Bu beklentinin ne kadar süreceğini, dolayısıyla piyasalardaki yeni yönü belirleyecek asıl unsurun, yeni hükümetin cari açık için alacağı önlemlerin zamanlaması ve dozu olduğu unutulmamalı.

Bu nedenle haziran ayının sonlarında piyasalar yeni yön bulmak için hükümetin programına  detaylı olarak bakacaklar. Alınacak önlemler, açıklanacak program her şartta, bir düzeltme döneminin yaşanacağını gösteriyor ama ne kadar düzeltme yaşanacağı hükümetin piyasaları ikna etmesine bağlı olacak.
Yazının Devamını Oku

Ekonomik tedbirlerin zamanlaması

14 Haziran 2011
SEÇİMİN ardından Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yaptığı “balkon konuşması”nı herkes gibi, ben de çok yakından takip ettim. Vereceği siyasi mesajların yanısıra, ekonomide yapılacaklar konusunda bir ipucu bulabilir miyim dedim ama somut işaretler göremedim. “Seçim zaferinin ardından, Başbakan Tayyip Erdoğan ekonominin soğutulması için gerekli kararları alacak mı?” sorusu, piyasaların en çok merak ettiği konu. Tabi alacaksa dozunun ne olacağı, ne zaman alacağı da büyük merak konusu.
Balkon konuşmasından anladığım kadarıyla, Başbakan Erdoğan ekonominin gidişatını bozmak istemiyor. “Devam eden ve yeni başlayacağımız yatırımlara duraklamadan, hızla devam edeceğiz” mealinde söylediği sözler, bence Başbakanın ekonomi yönetiminden gelecek talep ne olursa olsun, kolay kolay ekonominin soğutulmasına razı olmayacağını gösteriyor. Bir başka deyişle acı reçete anlamına gelecek soğutma tedbirlerini hemen alma ihtimali, bence düşük.
Piyasalar bu yöndeki gelişmeleri yakından takip edecek. Özellikle yeni Kabine’nin kurulmasından sonra TBMM’de güvenoyuna gidilirken sunulacak ekonomik program, piyasaların dikkatle izleyeceği bir metin olacak. Buradan alınacak tedbirlerin dozu ve zamanlaması ortaya çıkacak.
Peki, Başbakan’ın alınacak tedbirlerin zamanlamasında gecikme ihtimali ve dozunu düşük tutma tehlikesi neden oluşuyor?
Her şeyden önce tüm politikacıların büyüme yanlısı olduğunu, büyümeden kolay kolay fedakarlık etmeye yanaşmadıklarını söylemek gerek. Belki de yaptıkları işin doğası bunun gerektiriyor. Başbakan da işler iyi giderken, büyüme sürerken, somut olarak bir tehlikeyi de görmediği için, frene basmak ve biran önce ekonomiyi soğutmak konusunda çekimser davranabilir.
Yanı sıra, bence Başbakan, toplumu kamplaştırarak, gererek oylarını artırdığını bir kez daha teyit etti. Bu da, Başkanlık idealini yerine getirirken, arada yeniden bir gerilim çıkararak, oylarını maksimize etme düşüncesini pekiştiriyor olabilir. Bunun en iyi yollarından birini, önümüzdeki yıl bir “referandum” yapmakta bulma ihtimali bir hayli yüksek. Yani önümüzdeki yıl yapılma ihtimali olan bir referandum, Başbakanı ekonomiyi soğutma konusunda iyice caydırabilir.
GECİKİLİRSE SORUN OLUR
Peki, tedbir almadan ekonomi bu şekilde yoluna devam edebilir mi?
Bence edemez... Başta Ali Babacan olmak üzere, bu hızla yola devam edilemeyeceğini ekonomi yönetimi de görüyor. Dünkü cari açık rakamları da, zaten ekonomiyi soğutma ihtiyacının acilleştiğini bir kez daha ortaya koydu.
Buna rağmen Babacan’ın Başbakanı ikna edememe ihtimali bir hayli yüksek. Daha önce de gördüğümüz gibi; Başbakanın kafasına yatmayınca ekonomi yönetimi ne derse desin, gerekli kararları almayı reddedebiliyor.
Başbakan ekonomik tedbirleri biran önce uygulamaya koymaya, dozunu gerektiği kadar yüksek tutmaya yanaşmazsa ne olur?
Kimsenin şüphesi olmasın ki; yavaş yavaş biriken riski yumuşatmazsak, ekonominin gazını hemen almaya başlamazsak, sonunda ani ve sert piyasa hareketleri görme ihtimalimiz yüksek.
Bu hızla yola devam edersek, bir gün karşımıza çıkacak olan, başta FED olmak üzere küresel piyasadaki faiz artış hareketinin, ülkeden hızlı sermaye çıkışına neden olması kaçınılmaz.
İşte o zaman, yani ani piyasa hareketleri sonrasında, Başbakan somut olarak tehlikeyi göreceği için, geciktirdiği kararları almak zorunda kalacaktır.
Umarım Başbakan, ‘kendisine yüzde 50 oy kazandıran büyük seçim zaferinin ardında, ekonomik gelişmelerin yattığını’ görüyordur ve başarılarını devam ettirmek için biran önce ekonomiyi soğutma kararlarına başlamayı kabul eder...
Yazının Devamını Oku

Ekonomide kim gelirse gelsin, olacaklar...

13 Haziran 2011
BU satırlar seçim sonuçları belli olmadan yazıldı. Zaten bugün üzerinde durmak istediğimiz konu da seçimlerden ne sonuç çıkarsa çıksın, kim iktidar olursa olsun ekonomide yapılması gerekenler...

Önümüzdeki dönem alınacak ekonomik kararların genel başlığı “ekonominin soğutulması” olacak. Son aylarda bir miktar soğuma belirtilere gözükse de, Türkiye’nin büyümesi, mevcut dengelerine kıyasla yüksek seyrediyor. Daha doğrusu yapısal olarak sorunlar çözülmediği için, yüksek büyüdüğü takdirde Türkiye’deki cari açık sorunu hortluyor. Son yıllarda da yüksek büyüdüğümüz için cari açık sorunu yine had safhaya ulaştı. Hem de bu büyüme, dış talep durmuşken, yani iç talebe bağlı olarak seyretti. İç talebe bağlı olarak, sıcak para dopingiyle yaşanan yüksek büyüme, Türkiye ekonomi tarihinde her zaman tehlikeli sonuçlar doğurmuştur, bir süredir de aynı tehlikeyle yüz yüzeyiz.

Ekonominin soğutulması için çok daha önceden ciddi tedbirler alınması gerekiyordu ama seçimin de etkisiyle, küçük tedbirlerle geçiştirilmeye çalışıldı. İşte bu nedenle kim iktidar olursa olsun, ekonomide yapacağı ilk şey; ekonominin dengeli biçimde soğutulması olacak.
PİYASA EKONOMİSİ VE DEMOKRASİ

Seçimlerden çıkacak sonuçlar elbette ekonominin soğutulması için alınacak kararların dozunda etkili olacak. Ama dozu ne olursa olsun, bekletilen temel mallara ilişkin zamlar, belki vergi artışları yoluyla içtalebe bağlı olarak ekonomi biraz dengelenmeye çalışılacak. Şimdiye kadar bütçe gelirlerinde ciddi artışlar kaydedildi, hem seçimin bitmesi hem de ithalat azalacağı için, eski bütçe gelirleri sağlanamayacak. Şimdiye kadar elde edilen fazlanın yeniden harcamalara gidip gitmeyeceği, bu gelirin kamu harcamalarının kısılmasında kullanılıp kullanılmayacağı da, gelen siyasi iktidarın alacağı önemli ekonomik kararlardan biri olacak.

Yazının Devamını Oku

Seçim yaklaştı ekonomi bakanlarının söylemi değişti

9 Haziran 2011
TÜRKİYE ekonomisinin içinde bulunduğu durumla ilgili olarak, ekonomiyle ilgili bakanların söylemleri son günlerde değişmeye başladı.

Bence, seçime birkaç gün kaldı ve ilgili bakanlar, seçim sonrası alınacak sert tedbirler için şimdiden kamuoyunu hazırlamaya başladılar.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan önceki gün verdiği demeçte, “durumun ciddi” olduğunu belirterek, Merkez Bankası’nın yanısıra BDDK, TMSF gibi kurumların da devreye girip, bankalara özel önlemler alacağını söylemiş. Aynı demecinde Babacan, yine tüm suçu kredi artışına bağlamış ve kredi hacminin daraltılmasıyla cari açığın önleneceği görüşünü savunmuş. Babacan, seçimden sonraki önlemler için çalıştıklarını, vergi artışının en son başvurulacak önlem olduğunu kaydetmiş. Babacan büyüme oranının düşmesine rağmen hala yüksek olduğunu da kaydetmiş.
Babacan hâlâ açıkca söyleyemiyor ama aslında şimdiye kadar alınan önlemlerden sonuç alınamadığını da, böylece itiraf etmiş oluyor. Buna karşılık hâlâ sadece kredi hacminin daraltılması üzerinde durması, bence ileride alınacak önlemlerin geçerliliğini de şimdiden tartışmalı hale getiriyor.
Babacan’ın hâlâ üstü kapalı biçimde geçmesine rağmen Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, çok daha açık biçimde, alınan önlemlerden sonuç alınamadığını söylemiş. “Bir soğutma ihtiyacının olduğu çok açık” diyen Şimşek, “Merkez Bankası’nın bir çabası var, fakat şu ana kadar arzulanan sonuçları tam olarak elde edemedik” şeklinde konuşmuş.

EKONOMİ YÖNETİMİNDE DEĞİŞİKLİK YOK

Nisan ayından itibaren ekonominin nispeten yavaşladığını, bunda para politikası tedbirlerinin yanı sıra küresel büyümeye ilişkin olumsuz gelişmelerin kurlara ve faizlere yansımasının da etkili olduğunu kaydeden Şimşek, bütçe ayaklı vergi tedbirlerine ihtiyaç olmadığını ancak makro ekonomik, ihtiyati tedbir anlamında önlemlerin değerlendirilebileceğini söylemiş.
Özetle, seçim sonrası tedbirler için kamuoyu şimdiden hazırlanmaya başladı.

Yazının Devamını Oku

IMF susturulunca ‘rating’ciler konuşuyor

7 Haziran 2011
HÜKÜMET, IMF’in Türkiye Raporu’nun yayımlanmasına izin vermedi ama IMF yerine başka kurumlar konuşmaya başladı. Son dönemde tüm dünyanın belalısı haline gelen Moody’s dün bir açıklama yaparak, “Türkiye’nin kredi notunun baskı altında kalabileceği” uyarısı yaptı Yani, daha iki ay öncesine kadar Türkiye’nin rating notunun artması, bir süre sonra yatırım yapılabilir ülke notuna ulaşması beklenirken, bugün tam tersine, mevcut rating puanının düşürülmesi bile gündeme gelmiş oldu.

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu, Türkiye’ye cari açığı konusunda uyarıda bulunarak, “bütçe açığının azaltılmaması” halinde, kredi notunun düşebileceğini söyledi. Moody’s, 12 Haziran seçimlerinin ardından, Türkiye’nin hızlı bir biçimde bütçesini sıkılaştırması gerektiği görüşünü savundu.
Moody’s’in yaptığı açıklamada Türkiye’nin mali durumunu iyileştirmesine rağmen, hâla dışarıdan gelebilecek etkilere açık olduğu, yani kırılganlığını koruduğu söyleniyor. Açıklamada, cari açığın büyüklüğüne ve cari açığı finanse etmek üzere portföy yatırımlarından gelen kaynaklara bağımlılığının, mali temelleri sağlamlaştırmak için büyük önem taşıdığına dikkat çekiliyor.

Moody’s’in analistlerinden Sarah Carlson da yaptığı açıklamada Türkiye’nin cari açığının karşılanması ve azaltılmasına ilişkin zorlukların artması hâlinde, kredi notunun da baskı altında kalabileceğini ifade etti. Carlson, “cari açıktaki hızlı bozulma, şu anda Türkiye için en temel risk” şeklinde konuştu.
Bu açıklama, büyük ihtimalle ekonomi yönetimi tarafından yalanlanacaktır...

Ancak ekonomi yönetiminin anlaması gereken asıl gerçek şudur ki; siz böylesine bir dünyada, elinizdeki yetkiyi kullanıp şeffaflığı önler, işinize gelmedi diye raporları yayınlatmazsanız, sonunda o raporda yazılı eleştirilerin  teker teker kamuoyuna yansımasını engelleyemezsiniz. Hatta serbest olduğunda belki kamuoyuna daha yumuşak biçimde yansıyacak gerçekler, siz yasakladığınız için çok daha sert biçimde yansıyor da olabilir. Öyle ya; yasaklara karşı her zaman ilgi vardır. Bunun da ötesinde “eğer yasaklatıyorlarsa mutlaka korktukları, kendilerine güvenmedikleri bir unsur vardır” denilerek, yayımlatılmayan rapor çok daha cazip hale gelebilir.

IMF RAPORUNDA OLANLAR

Moody’s raporunda yer alan cari açık uyarısının, IMF’in yayımlatılmayan raporunda da ilk sırayı aldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Özetle; mızrak çuvala sığmıyor, gerçekleri ne kadar saklarsanız saklayın sonunda ortaya çıkıyor. Moody’s’in bu açıklaması bence ne ilk, ne de son olacak. Özellikle seçimden sonra IMF raporunda yeralan ama yayınlatılmayan eleştiriler, başka kurumlar tarafından dile getirilmeye devam edecek. Kimsenin şüphesi olmasın ki; çok daha sert raporlar gelmeye başlayacak.

IMF’in Türkiye Raporunda yazılı olanlar, yapılan eleştiriler de aslında kimsenin bilmediği şeyler değil. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, “Birkaç acemi uzmanın yazdıkları” dese de, iktisadi olarak yapılması gereken uyarıların raporda yer aldığını söylemeliyiz.

Sadece mali sektörle ilgili ya da alınan önlemlerle ilgili yetersizlikler değil, IMF’in raporunda yerine getirilmeyen, geciktirilen yapısal tedbirlere yer verildiğini de tahmin ediyoruz. “Mali kural” gibi Babacan’ın da bildiği ama yerine getiremediği yapısal tedbirlerden, ekonomide kalıcı istikrarı sağlamak için şart olan yapısal tedbirlerden söz ediyoruz. Bunun içinde Başbakanın çok kızdığı “Gelir idaresinin bağımsızlığı”  gibi, vergi reformu, harcama reformu  gibi unsurlar da yer alıyordur, kimbilir...
Yazının Devamını Oku

Zor dönemde ekonomi yönetimi

6 Haziran 2011
SEÇİMLERE artık bir hafta kaldı. Ekonomi yönetimi bu seçim sürecini kazasız belasız atlattı sayılır. Bağımlı, bağımsız tüm kamu kurumları kendilerinden istenenleri yaptılar ve bu süreçte hükümete yardımcı oldular. Çay fiyatları gibi “seçim ekonomisi uygulanmıyor” dedirten olumlu kararlar gördük. Ancak buna karşılık gerekli kararların geciktirilmesini, yükün ileriye taşınmasını, sözleşmeli personele kadro gibi sonuçları ileride alınacak olumsuz kararları yaşadık. Ancak seçim süreçlerinde hesapsız çok harcama ve karar görmüş bir gazeteci olarak, “seçim ekonomisi uygulandı” diyebilecek ciddi örneklere de rastlamadık.
Bu sürecin kazasız belasız atlatılmasında en önemli nedenlerden biri de bütçenin performansı idi. Bir yandan alınması gereken kararlar alınmayarak piyasadaki bolluk korunurken, öte yandan da ithalat vergilerinin büyük katkısıyla bütçe gelirlerinde sıkıntı görülmedi. Tabii ki büyümenin yüksek sürmesine izin vermek, ekonomideki aşırı ısınmayı göz ardı etmek, bunu önlemek için alınacak kararları ertelemek, bu dönemin rahat geçmesinde çok önemli faktördü.
Ancak şimdi yeni bir döneme giriyoruz. Ekonomi yönetimi de artık ciddi kararlar alma zamanının geldiğini görüyor ve yeni dönemin hiç de kolay olmayacağını çok iyi biliyor.
Her şeyden önce artık yılın ikinci yarısında frene biraz daha sıkı basmak, ekonomideki aşırı ısınmayı soğutmaya başlamak gerekecek. Bunun için alınacak önlemlerin dozu en önemli kararlardan biri olacak.
GÖRÜLEN BASKICI EĞİLİM
Bununla birlikte artık yılın ilk yarısındaki bahar havası da artık yerini daralmaya bırakacak ve bununla birlikte çatlak sesler çıkmaya başlayacak. Yapılacak zamlar, belki gerek görülecek vergi artışları, daralacak iç talep, kredi faiz oranlarının artması sürpriz olmayacak. Bunlarla birlikte artık eskisi kadar bütçe geliri elde edilemeyecek, dolayısıyla bütçedeki performans zayıflayacak. Buna karşılık vergi affı nedeniyle ilk aylarda biraz artı gelir gelecek ama bu kez de gelen artı gelirin harcamaya dönüşüp dönüşmeyeceği, çok önemli bir siyasi karar olarak önümüze çıkacak.
Bu arada ekonomi yönetiminin önümüzdeki süreçte yeniden organize olmaya çalışacağını da görmemiz gerek. Gerçi artık neredeyse hepsi otoriteye tam biat eden bürokratlardan oluşuyor ama yine de, büyük değişiklikler yapılması halinde, bürokrasiden yapısı gereği dirençler gelebileceğini unutmamak gerek. Bence yeni dönemin en çarpıcı yönetimsel değişikliği 5-6 kurumun müsteşar ve başkanlarından oluşacak “Finansal İstikrar Kurulu” oluşturacak. Bu kurulun nasıl çalışacağı, kimin inisiyatifinde çalışacağı, ne tür karar yetkisi bulunacağı çok önemli. Yani Hazine Müsteşarı’nın başkanlığında Merkez Bankası, BDDK, SPK gibi kurumları koyarsanız, bu kurumların bağımsızlığını fiili olarak zaten elinden almışsınız demektir. Bu kurul piyasayı gözleyip, alınması gereken tedbirler birlikte saptanır, kuruldaki herkes de gider kurumuna o kararları aldırırsa, bunun adı bağımsız kurum, düzenleyici kurum olmaktan çıkar. Hazine, yani Hazine’nin bağlı olduğu Bakan tüm kurumları yönetir hale gelir.
Çiller döneminde Merkez Bankası piyasaya göre bağımsız davrandı diye “faiz kurulu” oluşturuldu ve piyasa iyice karıştı. Burada da faizleri, kurları belli seviyelerde tutup, bunu yapmak için müeyyide uygulanırsa, zaten onun adı da piyasa ekonomisi olmaz. Küresel ekonominin gereklerinden söz edemezsiniz.
Bu süreçte bankalara çatıldı, TÜSİAD’a yüklenildi, seçim malzemesi yapıldı. Seçim tahmini yapan işadamına açıkça sopa gösterildi...
Zor dönemde bu siyasi anlayışın ekonomik kararlara iyice hakim olmasından, piyasa ekonomisini bozar hale gelmesinden, ekonomiyi sopayla yönetme eğiliminin iyice artmasından, açıkçası ben çok korkuyorum.
Yazının Devamını Oku

Ekonomi ikinci yarıda bambaşka olacak

2 Haziran 2011
SEÇİM yaklaştıkça, yılın ikinci yarısında ekonominin bambaşka bir seyir izleyeceğinin somut ipuçlarını almaya başladık.

Merkez Bankası başta olmak üzere, bağımsızları da dahil, tüm devlet kurumları seçimin iktidar lehine kazasız atlatılması için ellerinden geleni yaptılar.
Şimdi artık seçim sonrasının hesapları yapılmaya başlanıyor.
Seçimin hemen ardından, bence mevcut iktidarın ekonomi kurmayları, belki de yeni hükümetin kurulmasını bile beklemeden, çalışmaya başlayacaklar ve alınması acil hale gelen önlemleri masaya yatıracaklar.
Merkez Bankası’nın dün yayımladığı Enflasyon Raporu’nda da yer alan “ekonominin ısınmadığı”
teşhisinin, bir süre sonra tersine döneceğini tahmin edebiliyorum. Bununla birlikte özellikle nisan ayına ilişkin, beklentilerin altında çıkan ithalat verilerinin de, yakın zamanda revize edileceğini sanıyorum. Yani; seçimden sonra ekonomide daha sağlıklı veriler ortaya çıkacak. Bununla birlikte cari açık ve iç talebi frenlemek için şimdiye kadar alınan önlemlerin yeterince etki etmediği daha somut biçimde ortaya çıkacak ve buna göre önlem hazırlıkları yapılacak. Peki ne olacak derseniz; aslında yapılacaklar belli...
Her şeyden önce, şimdiye kadar tehlikeli olmadığı söylense de, iç talebi kısmak için önlem arayışı başlayacak. Çünkü Avrupa ekonomisi ve çevre ülkelerin durumu ortada, içtalep ile dış talep arasındaki farkın, eğer önlem alınmazsa daha da açılacağını zaten herkes görüyor. Ekonomi yönetimi de seçimden sonra bunu daha yüksek tonda söylemeye, böylece önlemlerin gerekçesini oluşturmaya çalışacak. Tavrın büyük ihtimalle böyle olmasını bekliyorum.
İç talebi kısmak dolayısıyla cari açığı azaltmak için ya gelirleri azaltmak, ya malların fiyatını artırmak, ya da ikisini bir arada yapmak zorundasınız. Bence ikinci yol denenip, akaryakıt, doğalgaz, elektrik fiyatları başta olmak üzere temel malların fiyatlarına zam yapılarak başlanacaktır. Zaten baskı altındaki doğalgaz fiyatları ciddi biçimde artacak, buna bağlı olarak elektrik fiyatları da yükselecektir. Akaryakıt fiyatları için gerek bayileri korkutarak, gerek el altından “seçime kadar artırım yapmayın” denerek, fiyatların aşağıda tutulduğunu biliyoruz. Ya bu aracılık maliyetleri doğal biçimde artırılarak, ya da vergi ler yükseltilerek akaryakıt fiyatlarının da zamlanacağını tahmin ediyorum.

BANKALARIN KREDİ TELAŞI

Yazının Devamını Oku

Merkez, seçim öncesi moral düzeltmeye çalışıyor

31 Mayıs 2011
DÜN yaptığı açıklama ile günlük döviz alım miktarını 50 milyon dolardan 40 milyon dolara indiren Merkez Bankası yönetiminin, bununla birlikte yayımladığı Finansal İstikrar Raporu’yla da birleştirdiğimizde, piyasalara moral vermeye çalıştığını görüyoruz. Bir süredir Türkiye’den ‘yabancı sermaye çıkışı’ olduğu açık. Bu çıkış bizde, diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla daha fazla. Bunun nedeni de Türkiye’ye ilişkin risk algısının büyümesi.
Risk algılamasının artmasının altında yatan nedenlere çözüm bulmak yerine, piyasalara sadece “işler aslında iyi gidiyor” şeklinde moral vermeye çalışmak ne derecede çözüm olacak, bunu da hep birlikte göreceğiz.
Yakın dönemde Euro bölgesindeki borç problemlerinin sürmesi, gelişmekte olan ülkelere sermaye akımlarının zayıflamasına sebep olduğu belirtilerek, günlük döviz alım miktarı 10 milyon dolar indirildi. 10 milyon dolarlık indirimin önemli bir etki yapmayacağı açık ama belli ki Merkez Bankası bu açıklama ile piyasalara asıl olarak, “gerektiğinde döviz alımını tümüyle durdururum” mesajı vermeye çalışıyor. Bunun nedeni ise açık; döviz fiyatları artmaya başladı, bir seçim öncesi daha fazla artmasını engellemek istediği için bunu yapıyor.
Bununla birlikte piyasaya verilecek TL miktarı azaltılacağı için, yeni munzam karşılık artışlarına gerek olmayacağının da altı çizilerek, bankalara moral verilmeye çalışılmış.
Yayımlanan Finansal İstikrar Raporu’nda ayrıca “aslında işlerin o kadar da kötü olmadığı” söylenmeye yani piyasalardaki panik havasının yatıştırılmaya çalışıldığını da gözlüyoruz. Bu kapsamda banka hisselerine olan talebin azalmasını da belli ki önlemek istiyorlar ki, bankaların karlılığının düşmesine rağmen hala yüksek olduğunu belirtiyorlar. Böylece hem yatırımcılarına hem bankalara moral verilmiş oluyor.
Raporda ayrıca içtalep ile dış talebin iyice ayrışması, sermaye akımı ve kredi genişlemesinin enflasyonu tehdit ettiği söyleniyor ama bunun yanında kapasite kullanım oranı düşüklüğü ve hizmet sektörü enflasyonundaki ılımlı seyir gerekçe gösterilerek, hâlâ “ekonomide aşırı ısınma olmadığı”nın altı çizilmeye çalışılıyor. Öyle ya; ekonomide ısınma olduğunu söylese bu önlemlerle ısınmanın önlenemeyeceği açıkca ortaya çıkacak.
ŞİRKETLERİN KUR RİSKİ
Merkez Bankası aldığı önlemlerin etkili olacağında hâlâ ısrarlı ama sürekli olarak iyileşmeyi de ileriki tarihlere öteliyor. Yeni raporda bu politikanın ikinci çeyrekte görülmeye başladığını ama bu kez de enerji ve emtia fiyatlarındaki artışlar nedeniyle asıl etkinin yılın ikinci yarısında görüleceğini, son çeyrekte asıl etkinin yaşanacağını söylüyorlar.
Raporda ne kadar pembe tablo çizilmeye çalışılırsa çalışılsın bazı risklere de değinilmek zorunda kalınmış. Firma borçluluğunun arttığı, bu konuda içerideki bankalara yüklenildiği, ancak firmaların yabancı para net açık pozisyonlarının arttığı ve kur riskinin önem kazandığı söylenmiş. Yabancı para açık pozisyonu Şubat ayında 100 milyar dolara çıkmış, yabancı para varlıkların yükümlülükleri karşılama oranı ise yüzde 47’ye gerilemiş.
Hanehalkı yükümlülükleri, finansal varlıklara oranla daha hızlı artarken, yükümlülükler içinde kredi kartlarının payının düşüp tüketici kredilerinin payının çok arttığı üzerinde de durulmuş.
Bankaların yurt dışından sağladıkları fonların arttığı bunun pasif vadesini uzattığı ama bu kez vade uyumsuzluğu sorununun gündeme geldiği belirtiliyor. Bankaların likidite rasyolarının düşüş eğiliminde olduğu, kredilerin genişlemesi ile sermaye yeterlilik oranlarının gerilediği ama hala bu rasyolarda hedef ve yasal sınırların üzerinde seyredildiği de raporda not edilmiş.
Merkez Bankası ne kadar iyimser olmaya çalışırsa çalışsın, gidişatın iyi olmadığı açık.
Görüştüğümüz piyasa uzmanları ve iktisatçılarının bu raporu “fazla iyimser” olarak yorumladıklarına şahit olduk. Bu tavrı ve buna ek olarak “Merkez Bankası’nda kadrolaşma eğiliminin son yönetimle çok hızlandığı” yönündeki duyumlarımızla, “Merkez Bankası’nın kendisine yakışır bir konumdan ve bağımsızlıktan giderek uzaklaştığını” görür gibiyiz.
Yazının Devamını Oku