Erdal Sağlam

Hükümetin engellediği IMF raporunun etkileri

30 Mayıs 2011
DAHA önce de yazmıştık; hükümet IMF’in Türkiye raporunun yayımlanmasını engelledi. IMF’in ülke raporlarını ülke yönetimlerinin izni olmadan yayımlayamayacağı konusunda, genellikle ülkelerin uygulamadığı bir imkan var ve hükümet bu imkanı kullanarak raporun kamuoyuna açıklanmasını engelliyor. Halbuki “akıllı ülke yönetimleri” şeffaflığın reddi anlamına gelen bu yasağı koymak yerine, rapor kendi aleyhlerine olsa bile, “yayımlanmamış raporun etkisinin daha büyük olacağını” bilir, bu imkanı pek kullanmazlar.

Peki, IMF raporunda bilmediğimiz çok önemli şeyler mi var?

Şahsen; bilinmedik, içeride üzerinde durmadığımız eleştiriler olacağını pek tahmin etmiyorum. Zaten ekonomik dengelerde var olan zayıflıklar büyük ihtimalle bu raporda da dile getirilmiştir. Çünkü tablo ortada...

Peki, bilinmedik bir şey yoksa, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve ekibi neden bu raporun kamuoyuna açıklanmasını engelliyor?

Çekindikleri unsur; bu rapor çıktığında yabancıların tedirgin olacağı ve kısa vadeli yabancı sermaye akışının durması... Bu da Merkez Bankası’na göstermelik cari açık ve sıcak para önlemleri aldırıp, aslında seçime kadar sıcak para girişini engellemek istemediklerinin, bence iyi bir kanıtı...

Peki, son günlerde buna rağmen kurlar niye yukarı çıkıyor?

Bizimkilerin atladıkları da işte bu. Elbette küresel ekonomideki dengesizlikler, üretimin yeterince artmaması, Yunanistan‘ın krizi gibi unsurlar var ama Türkiye son bir aydır diğer gelişmekte olan ülkelerden olumsuz ayrışıyor.

Bir başka deyişle son bir aydır Türkiye’ye yabancı sermaye girişi azalmaya başladı. Bunun nedeni de Türkiye ekonomisine ilişkin risk algısının büyümesi. Daha önce seçim sonrası Türkiye’nin rating puanı artacak diye beklenirken şimdi bu beklenti ortadan kayboldu, hatta tersine beklentiler oluşmaya başladı.

JP MORGAN’IN RAPORU DAHA BAŞLANGIÇ


Peki, IMF raporunu da yayımlatmadılar, bu niye oldu?

İşte acemilik bu... IMF, diğer ülke raporlarını olduğu gibi Türkiye raporunu da kamuoyuna yayımlamak, varsa yatırımcılara duyduğu kaygıları bildirmek ister, bu hep böyle olmuştur. Yayımlatmayan yönetimlere de tepki duyar.

Böyle bir durumda siz IMF’in elinin kolunun bağlı durumda oturup, bir şey yapmayacağını mı düşünüyorsunuz? Elbette IMF de yayımlayamasa bile, kendisine Türkiye’yi soranlara, dengesizlikleri ve riskleri anlatıyor.

Komplo teorisi yazmaya başlayanlara şunu hatırlatmak gerekir ki; IMF bunu sadece Türkiye için yapmıyor. IMF gibi uluslar arası kuruluşlar görevlerini yerine getirmek adına, raporu engelleyen hangi ülke olursa olsun bunu yaparlar. IMF’in uluslar arası banka ve aracı kurumlardaki etkinliği de bilinir..

Bir başka açıdan baktığınızda bu işi yapan IMF yöneticilerinin aynı zamanda profesyonelliklerinin gereği de budur. Mevcut hükümet profesyonel yöneticiler yerine “bireyliğini ve kişiliğini ideolojilere vakfedip eritmiş” biat etmeyi seçenlerden bürokrasiyi oluşturduğu için, bu anlayışı da pek bilemiyor...

Özetle; geçen hafta borsalarda düşüşe neden olan JP Morgan’ın, Türk hisse senetlerinin portföylerdeki ağırlığının azaltılmasını tavsiye ettiği raporuna da bu açıdan bakmak gerekir. JP Morgan, “Türkiye’de yüksek enflasyon, cari açıkta bozulma ve göreceli gevşek politikalar endişe yaratıyor. Zorunlu karşılık oranlarındaki artırımlar banka kârlarına ilişkin tahminleri azaltacak” diyor.

Peki yalan mı, bu riskler büyümüyor mu, seçim sonrası kötü olmayacak mı?
IMF raporunu yayımlatmasanız bile, gerçeklerin duyulması engellenemez.
Yazının Devamını Oku

Bağımsız otorite olmadan enerjiye yabancı zor gelir

26 Mayıs 2011
BAŞBAKAN Yardımcısı Ali Babacan’ın seçim sonrasında bağımsız kurullarla ilgili düzenleme yapılacağını, bazı yetkilerinin siyasi otoriteye alınacağını söylemesi özellikle yabancılardan büyük tepki gördü.

IMF, Dünya Bankası gibi yabancı misyon temsilcileri, yabancı ülke elçiliklerinden yetkililer, son günlerde, ilgili gördükleri herkese “Hükümetin niyeti bağımsız kurumları yok etmek mi?” diye soruyorlar.
Mevcut Hükümetin baştan beri bağımsız kurullara karşı olduğunu, bağımsız kurulları aynı devlet kurumları gibi, uzmanlıklarına pek bakmadan siyasi kişilerle doldurduğunu görüyor ve zaten bu durumdan yakınıyorlardı. Şimdi yeniden iktidar olmaya yine en yakın parti gördükleri için, “Zaten bu kurumlara karşılardı ama artık tümüyle siyasileştirecekler mi?” diye soruyorlar.
Bir üst düzey Enerji yetkilisinin aktardığına göre; Babacan’ın bu sözlerinin hemen ardından yurt dışında halka arz için uğraşan bir enerji şirketine, toplantıyı organize eden yabancı bankanın yetkilileri, “Bağımsız bir otorite tarafından düzenlenmeyecek enerji sektörü için, yatırımcılara, Türkiye’nin enerji sektörüne girip yatırım yapın diyemeyiz” yanıtı vermişler. Verilen bilgi doğruysa; yabancılarla planlanan toplantı da iptal edilmiş...
Bağımsız kurumların önemini, küreselleşme içindeki fonksiyonunu, yabancıların ancak rasyonel biçimde düzenlenecek, fiyat oluşumu piyasaya bırakılacak bir sektöre yatırım yapacaklarını, mevcut ekonomi yönetimi bir türlü anlayamadı. Bağımsız kurumlar içinde belki de en önemlisi olan Merkez Bankası’nın bağımsızlığını bile içine sindiremedi. Hükümetin görevde olduğu 8.5 yıl içinde ekonomik istikrarın sürmesinin, küresel krizi ucuz atlatmamızın en önemli dayanaklarından birinin, 2000 yılı programı çerçevesinde yeralan bu bağımsız kurumlar olduğunu ise hiç göremedi.

ELEKTRİK BORSASI

Enerji sektörü, Türkiye’nin ihtiyacı olan kalıcı yabancı sermaye yatırımlarını çekmek için en uygun görülen sektör. Avrupa’daki büyük oyunculardan RWE’nin Türkiye İcra Kurulu Başkanı Andreas Radmacher ile önceki gün sohbet imkanı bulduk. RWE olarak Denizli’deki yatırımla girdikleri Türkiye pazarında yatırımlarını artırmak istiyorlar ama bunun için ‘Elektrik Borsası’nın kurulması gerektiğini söylüyorlar. Seçimden hemen sonra bu konuda Hükümetin somut adımlara başlaması gerektiğini kaydediyorlar. Yabancı şirketlerin özellikle üretim kısmına yatırım yapmak istediklerini, özellikle ABD’li, Avrupalı ve Arap ülkelerinden bu konuda yoğun talep olduğunu kaydeden Radmacher, sorunun yaptıkları üretimi nereye satacakları noktasında oluştuğunu bununla ilgili bir güven ortamı yaratılması gerektiğini söyledi. Satılan elektriğin, elektrik satış kanallarının açık olması gerektiğini, şu anda ürettiklerini kendi satış ekiplerini kurarak yapabildiklerini hatırlatan Radmacher, ancak her yabancı şirketin bunu yapmak istemediğini belirterek, Avrupa enerji borsası gibi Türkiye’nin de bir enerji borsası olması gerektiğini söyledi. RWE yetkilisi, ancak o zaman yabancı sermayenin gelip, üretime yatırım yapabileceğini söyledi. Elektrik Borsası’nda satabilme imkanı yaratıldığı zaman yabancıların Türkiye’ye, enerji sektörüne ilgisinin artacağı görüşünde.
Türkiye’nin kendine özgü bir Borsa kurması gerektiğini de kaydeden Radmacher’a, elektrik borsasının kurulmasının yetip yetmeyeceğini, piyasanın siyasi etkiden uzak işlemesi ve bağımsız otoritenin önemini sordum. Radmacher bağımsız bir otorite tarafından regüle edilen bir piyasanın, zaten şart olduğunu, siyasi etkiden uzak bir piyasa istediklerinin altını çizdi.

Yazının Devamını Oku

Not artırım beklentisi azaldı, böyle oldu

24 Mayıs 2011
PİYASALARDAKİ olumsuz seyir devam ediyor. Aslında tüm dünya ekonomilerinde ciddi tedirginlik hissediliyor ama iç piyasalar diğer gelişmekte olan ülke piyasalarından da kötü gidiyor. Son dönemde “olumsuz ayrışma“ söz konusu... Peki, Türkiye neden diğer gelişmekte olan ülkelerden
daha kötü?
Her şeyden önce bu ayrışmanın son cari açık rakamından sonra başladığını söylemek gerek. Bu rakam Türkiye’nin cari açık sorununun büyümeye devam ettiğini ve ileride başımıza ciddi işler açabileceğini gösterdi.
Tabi ki iş bununla bitmiyor; bu büyüyen cari açık tehlikesi aynı zamanda Türkiye’nin seçim sonrasında artması beklenen rating notunun artmasının çok zor olduğunu da ortaya koydu. Bir başka deyişle iç ve dış piyasalarda Türkiye’nin rating notu artacak, bir süre sonra “yatırım yapılabilir ülke” konumuna gelecek diye bekleniyordu, artık bu beklenti eskisi kadar güçlü değil. Piyasalar bunu önceden satın almaya başlamışlardı, şimdi notun artmama ihtimalinin daha yüksek olduğunu fiyatlamaya başladılar.
UMUT IŞIĞI GÖRÜNMÜYOR
Cari açık tehlikesini uzun süredir konuşuyoruz ve Merkez Bankası bu konuda önlem de aldı... Ancak Merkez Bankası’nın aldığı önlemlerin cari açık sorununu çözmekte işe yaramadığı da görülmüş oldu. Bir başka deyişle ekonomi yönetimi cari açık tehlikesinin büyümesini önleyemedi. Seçimden sonra aynı ekonomi yönetiminin kalacağı hesabıyla, bundan sonrasında da cari açığın tehlike haline gelmesini önleyecek bir umut ışığı görülemiyor.
Ekonomi yönetiminin aldığı önlemler cari açığı önlemediği gibi, içeride özellikle banka karlarının azalmasına da neden oldu. Hisse senedi piyasalarının itici gücü olan banka hisseleri bu nedenle hızla düşüyor ve bu genel olarak İMKB’de sert düşüşlere neden oluyor.
Özet olarak; küresel ekonomide iyimserlik rüzgarı, küresel anlamda basılan bunca paraya rağmen ekonomilerde beklenen büyüme sağlanamadığı için, son günlerde yerini yeniden karamsarlığa bırakıyor. Buna ek olarak İtalya’da not indirimi yapılırken, Yunanistan krizi giderek ağırlaşıyor. Böyle bir ortamda küresel ekonomilerin tadı yok ama iç piyasa bunun ötesinde, cari açık problemini yönetemediği için, diğer ülkelerden de daha kötü seyrediyor.
MERKEZ’İN SEÇİM ÖNCESİ KARAR ALMASI ZOR
Piyasalar böyle bir ortamda Merkez Bankası’nın Para Politikası Kurulu(PPK) toplantısında ne karar alacağını da merakla bekliyor. Bir hafta öncesine kadar Merkez Bankası’nın mevduat munzam karşılık oranını tekrar artırması, hiç olmadı döviz mevduatındaki karşılığı artırması bekleniyordu. Ancak son günlerde piyasalar o kadar kötüleşti ki; piyasa uzmanları artık Merkez Bankası’nın bu toplantıda bir karar almasının çok zor olduğunu söylüyorlar.
PPK toplantısı seçimler öncesi yapılacak son toplantı olacağı için, Merkez Bankası yönetiminin piyasaları daha da bozup hükümeti zor durumda bırakma riskini almamak için, hareket etmeyeceğini tahmin ediyorlar. Piyasaların bu beklentisi bile tek
başına Merkez Bankası bağımsızlığının ne hale geldiğini de gösteriyor, “Merkez Bankası teknik olarak yapacağı bir şey varsa bile, seçim öncesi böyle bir hareket yapamaz“ deniliyor.
“Hiç olmazsa döviz mevduatında karşılığı artırır mı?” diye sorduğumuzda ise piyasa uzmanları, son günlerde döviz girişinin azaldığını, doların 1.60’ın üzerine çıktığını hatırlatarak, böyle bir karar alınması halinde kurların daha da yukarı gideceğini, Merkez Bankası yönetiminin bunu göze alamayacağını söylediler.
Zaten seçim öncesi, gerekse bile, politika faizinin artması beklenmiyor...
Bence de böyle bir ortamda Merkez Bankası yönetiminin hareket etmesi çok zor.
Umarım seçim sonrasında, cari açıkla mücadele için gereken gerçek tedbirler, artık daha fazla  gecikmeden alınabilir.
Yazının Devamını Oku

Bağımsız kurumlar ve ekonomik istikrar

23 Mayıs 2011
BAŞBAKAN Yardımcısı Ali Babacan’ın son dönemde bağımsız düzenleyici kurumlardan sürekli yakındığını gözlüyoruz.

Seçimden sonra tekrar hükümet olduklarında belli ki bağımsız düzenleyici kurumların yetkilerini azaltacaklar. Bağımsız kurumların yetkilerinin azaltılması demek, azaltılan işlevin ve yetkinin hükümete geçmesi anlamına gelecek. Yani yeni dönemde hükümet ekonomide, günlük ekonomik kararlarda çok daha fazla söz sahibi olacak.
Babacan’ın, belli ki Başbakanın istekleri doğrultusunda, en çok üzerinde durduğu konu, bağımsız kurumların kararlarının hükümeti olumsuz etkilemesi ve zaten bu kurumların bazı işleri yaparken kendilerine sorması...
Hâlbuki bu bağımsız kurumların oluşması o kadar çetin bir sürecin sonunda gerçekleşti ki. Hükümetler, bürokratlar ellerindeki yetkileri azaltmamak için, günlük işlerin içinde sürekli elleri olsun, özellikle özel sektör nezdinde güçleri, etkileri daha fazla olsun diye, bu kurumların oluşmasına uzun dönem direnç gösterdiler. Ancak Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) gibi yeni oluşan ekonomik alanlarda baştan kurulan bağımsız kurumlar vardı, gerisi bir türlü kurulamamıştı.
2000 yılında uygulamaya giren, 2001’de güçlendirilen programın ekonomik istikrarı getiren en radikal ayaklarından biri de bu bağımsız kurumlardı.
Örneğin Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) kurulmadan önce Hazine’nin bağlı olduğu bakan istediği işadamına banka yetkisi verir, istediğini 64. madde kapsamına alır istediğini çıkarır, istediği bankaya kıyaklar sağlardı. Sonradan tasfiye edilen bankaların bir bölümü, bankacılıktaki bu siyasi kararlar neticesi doğan, hormonlu büyütülen bankalardı. Yani bir yandan sektör temizlenirken, öte yandan bundan sonra bu tür ekonomik istikrarsızlık kaynaklarını kurutalım diye, bu bağımsız kurumlar oluşturuldu.
Çünkü siyasi irade oy kaygısıyla günlük ekonomik işlerde, doğası gereği kayırma ve yolsuzluk kaynağı olabiliyor. İşin doğası bu.
Bu bağımsız kurumların oluşmasında bazı hatalar yapıldı, özellikle kurul üyelerinin daha yetkin olması, siyasi etkiden uzak durması için yeni tedbirler alınabilirdi ama son 8 yılda tam tersi oldu bu kurumlar iyice siyasileşti. Şimdi tümüyle bu alanlar siyasi etki ve kararlara açık hale getirilecek...

YANLIŞ KARARLARDA SUÇ KİMİN?

Yazının Devamını Oku

Enerji özelleştirmesinde ciddi sıkıntı beklenmiyor

19 Mayıs 2011
BAŞKENT Gaz ihalesindeki fiyaskonun ardından, bundan sonraki enerji özelleştirmelerinin sıkıntıya girip girmeyeceği tartışılıyor.

Özelleştirme İdaresi yetkilileri, özellikle bu ay sonunda paralarının tahsil edilmesi beklenen 7 dağıtım ihalesinin sonuçlanması konusunda fazla bir sıkıntı beklemiyorlar.
Bu olumlu beklentinin en önemli nedeni, Başkent Gaz’da alıcı listesi bulunmazken, dağıtım ihalelerinde belli bir alıcı sıralamasının bulunması. Yani birinci hak sahipleri kazandıkları ihalelerin paralarını yatıramasalar dahi, ikinci, üçüncü sıradaki hak sahiplerine ihaleler verilebilecek.
Bu ay sonunda paraları yatacak olan dağıtım ihaleleri, sadece özelleştirmenin geleceği açısından değil, bütçe dengeleri açısından da kritik öneme sahip. Bu ay sonunda para yatırma süresi dolan ihaleler sonucunda toplam 11 milyar dolar civarında gelir bekleniyor. Bu paranın hepsi de bütçeye aktarılacak kaynak...
İdare yetkilileri bu dağıtım ihaleleri sonucu 2011 tahsilatının 7-8 milyar doları bulmasını bekliyorlar. 7 dağıtım ihalesinden üçünde, paranın peşin ödenmesi şartı bulunuyor. Bu peşin paranın 4.5 milyar dolar civarında olması beklenirken, geriye kalan 4 dağıtım şirketini alabilmek için ise yüzde 20 peşin ödeme şartı bulunuyor. Dolayısıyla bu yıl içinde tahsil edilip bütçeye aktarılacak kaynak miktarı 7-8 milyar doları buluyor.
Özelleştirme idaresi yetkilileri, ihalelerinin sonuçlanmasının mayıs sonuna birikmesinin nedeninin, Rekabet Kurumu’nun gelişmelere göre belirlediği yeni rekabet kıstaslarının da devreye girmesi, hukuki ve yasal sürecin bu nedenle de uzaması, bazı ihalelerde birinci sıradaki yerine ikinci sıradakine verme zorunluluğu doğması olduğunu hatırlattılar.
31 Mayıs gün bitimine kadar bu 7 ihaleyi kazanan firmanın, gelip uzatma isteyebileceği, uzatmanın teminat oranı yüksek tutularak verilebileceğini belirten İdare yetkilileri, Başkent Gaz’ın parasını yatıramayan MMEK konsorsiyumunun da aynı şartlara tabi olacağını, şimdiye kadar ki uzatma prosedürlerinin devam edeceğini söylediler.

BAŞKENT GAZ  DAHA İYİ SATILABİLİR

Başkent Gaz’ın satışında çıkan aksilik konusunda paniğe gerek olmadığını, sakin olmak gerektiğini kaydeden Özelleştirme İdaresi yetkilileri, enerji özelleştirmelerinde yapılan planlandığı gibi normal rayında gittiğini, Başkent Gaz’daki aksiliğin programı değiştirmeyeceğini söylediler.

Yazının Devamını Oku

TOBB Genel Kurulu’nda muhalefet rüzgarı

17 Mayıs 2011
ON yıllardır TOBB Genel Kurulu’nu izleyen bir gazeteci olarak, ilk kez bu yıl CHP Liderinin TOBB delegeleri tarafından bu kadar alkış aldığını izledim.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun dün yaptığı konuşma o kadar sık alkışlandı ki, bu tabloyu merkez sağ ağırlıklı olduğunu bildiğimiz delegelerden oluşan Genel Kurulda ilk kez gördük. Bence, delegeler, Başkan Rifat Hisarcıklıoğlu’nun değindiği şikayetlerinin geriye kalan bölümünü de Kılıçdaroğlu’nun ağzından duymaktan memnun oldular.
Genel kurul notlarından önce şunu söylemem gerek; birkaç gündür delegeler ve oda başkanları ile yaptığım sohbetlerde, CHP’nin genel kurulda rağbet göreceği önceden belliydi. Aslında MHP Lideri Devlet Bahçeli eğer Genel Kurula katılsaydı, O da  TOBB delegeleri tarafından, şimdiye kadar olmadığı kadar fazla rağbet görecekti...
Bu durum TOBB tabanının şikayetçi olduğu konuların arttığını çok açık biçimde gösteriyor. Kılıçdaroğlu konuşmasında işaleminin sağlıklı eleştiri yapmaktan ürktüğünü, ürkmesinin nedenini kendilerinin de bildiğini belirtirken, “ürktüğünüz için ödediğiniz verginin nereye gittiğini de soramıyorsunuz, ürküyorsanız demokrasi yoktur” dedi. Aldığı alkış, işalemi üzerindeki baskının bence bir kanıtı gibiydi. Kılıçdaroğlu, basına açık toplantılarda Odaların Hükümeti eleştiremediklerini hatırlatarak, “Hükümeti eleştiremeyiz, eleştirirsek ertesi gün maliye memurları kapımıza geliyor” denildiğini ifade etti.
Yine Kılıçdaroğlu’nun “Eğer bir ekonomi iyi yönetilirse 9 yılda 4 kez mali af çıkmaz”, “Bir iktidar Türk lirası yüksek diye övünüyorsa, o iktidar ekonomiden anlamıyor demektir”, “Sıcak paraya teslim olan ekonomi, sağlıklı değildir”,  “Her şirket bir işçi alırsa, istihdam çözülür dediler, bunu söyleyenlerin ekonomiden, serbest piyasadan haberi yoktur”, “Afyon’dan Mersin’e mal taşımak Çin’e taşımaktan daha pahalı” mesajları alkış aldı. Kılıçdaroğlu, cari açığın rekor kırdığını hatırlatırken, “Ekonomi yönetimini uyarıyorum. Bu cari açık bu ülke için çok büyük tehlikedir. Yeni bir duvara toslama işareti veriyor” şeklinde konuştu.

HİSARCIKLIOĞLU’NUN MESAJLARI

Başbakan Tayyip Erdoğan ise “Seçime 27 gün kala bu platformu seçim malzemesi yapmaktan kaçınacağım, hiçbir polemik yapma arayışında değilim” dedi ama ardından, “çetelerin yön verdiği milli idare üzerine gölge ettiği bir Türkiye’ye asla dönülmeyecektir” gibi, daha çok seçim mesajlarını işlediği bir konuşma yaptı.
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ise daha çok, birlik-beraberlik, uzlaşma, geciken yapısal tedbirler, kayıtdışılığın önlenmesi  başlıkları adı altında özetlenebilecek bir konuşma yaptı. Sürekli uzlaşmadan, kamplaşmanın giderilmesinden sözeden Hisarcıklıoğlu, AB üyeliği için gerekli olan iktisadi, siyasi ve sosyal kriterleri yakalamanın herkesin ortak hedefi olması gerektiğini kaydetti.

Yazının Devamını Oku

Seçim sonrası gelecek önlemler ağırlaşıyor

16 Mayıs 2011
12 Haziran seçimlerine yaklaşılırken, seçim sonrası alınması gereken önlemlerin dozunun giderek arttığı, açıkca görülüyor. Son olarak özelleştirmede ortaya çıkan tablo, zaten büyük olan önlem ihtiyacını daha da artırdı. Klasik seçim harcamaları yapılmasa da, seçim dolaylı olarak ekonomideki tabloyu ağırlaştırdı. Her şeyden önce eğer seçim bu yıl olmasaydı, cari açık ve içtalebin kısılması için alınacak tedbirler çok daha ağır olacaktı. Seçimler nedeniyle sadece Merkez Bankası’nın karşılık artırımıyla yetinilmeye çalışıldı. Ancak bu önlemlerin bir sonuç vermediği, son aylardaki rakamlardan sonra iyice anlaşıldı. Yani alınmayan tedbirler nedeniyle, seçimden sonra cari açığa ve içtalebe karşı alınacak önlemlerin dozu zaten artmış oldu.

Kamu harcamalarında artış dikkat çekmedi ama uzun süredir yapılmayan KİT zamları, seçim sonrasında gelecek yükü artıran bir başka unsur oldu.

Bu arada seçim ekonomisinin ekonomide tahribat yaratmamasının en önemli nedeninin, seçim nedeniyle alınmayan içtalebi ve cari açığı kesici önlemlerin sonucu, artmaya devam eden ithalat ve bunun getirdiği vergi geliri olduğunu gözden uzak tutmayalım. Bütçedeki iyileşmeye bakacak olursanız, en önemli artışın ithalattan alınan vergi olduğunu, yani bütçedeki iyileşmenin aslında kısmaya çalıştığımız ithalatın artması nedeniyle meydana geldiğini de görürsünüz.

Tüm bu tablo, seçimden sonra artık öncelikli hale gelecek içtalebin kısılması ve cari açığın önlenmesi tedbirlerinin, bütçe dahil, ekonomik dengelerde şimdiye kadar görülen olumlu tabloyu değiştireceğini açıkca gösteriyor.

Son olarak 1.2 milyar dolarlık Başkent Gaz’ın özelleştirme ihalesindeki başarısızlık, seçim sonrası tabloyu ağırlaştırdı. Sadece 1.2 milyar dolarlık gelirin, Botaş başta olmak üzere, bazı KİT’lerin hesaplarını bozup, zaten yapılmayan doğalgaz ve elektriğe zam ihtiyacını iyice artırdığı gerçeğinden söz etmiyorum. Bu başarısızlık genel olarak özelleştirme hareketine bir şüphe doğduğunu, dolayısıyla özelleştirme gelirlerinin tehlikeye girdiğini gösteriyor olabilir.

FAİZ ARTIŞI ÖNE ÇEKİLEBİLİR

Bu ay sonunda 5 milyar dolarlık İstanbul elektrik dağıtımı’nın parasının geleceği varsayımının bütçede yer aldığını, Başkent Gaz’a para bulamayan konsorsiyumun bu parayı büyük ihtimalle veremeyeceğini de hatırlayalım. Sadece bu  değil, başta enerji olmak üzere, diğer özelleştirmelerin de başarısız olması halinde, tablo çok daha ağırlaşacak.

İthalatın, seçim sonrası frene sert biçimde basılsa bile, bir süre daha devam edeceği, dolayısıyla cari açığın milli gelirin yüzde 8’ini bile aşma tehlikesi bulunduğu unutulmasın. Seçim sonrası Hükümetin önceliği ister istemez cari açık olacak.

Bunun için alınacak önlemler ise, her ne kadar seçim öncesi ekonomi yönetimi halkı korkutmamaya çalışsa da, zaten belli... Zamlar gelecek, vergi artışları olacak, belki sıcak para girişine karşı ciddi kısıtlayıcı önlemlerin alınması bile gerekebilecek...

Zaten bunlar yapılacaktı ama hem cari açığın son aylarda katlanarak büyümeye devam etmesi, hem de özelleştirmede yaşanan fiyasko, bence seçim sonrası alınacak önlemlerin dozunu şimdiden ciddi biçimde artırdı.

Aynı kapsamda ciddi önlemlerden birinin Merkez Bankası’nın politika faiz artışı olduğu da biliniyor. Piyasalar, küresel ekonomideki toparlanmanın geciktiğinin ortaya çıkmasının da etkisiyle, içeride faiz artışının ancak önümüzdeki yılın başında olabileceğini düşünmeye başlamışlardı, buna göre planlarını yapıyorlardı.
Bence faiz artışı piyasaların beklentisinden önce, Ağustos-Eylül aylarında bile devreye sokulabilir. Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı ile görüşen bankacılar, böyle bir öne çekişin havasını aldıklarını söylüyorlar.

Ekonomi seçime kadar görüntüde iyi gitse de, seçim sonrası tablo epey ağırlaşacak...
Yazının Devamını Oku

Bu cari açık kur düzeltmesine kadar gider

12 Mayıs 2011
DÜN açıklanan mart ayı cari açık rakamı, piyasalar için sürpriz oldu. Piyasalar Mart ayında 8.2 milyar dolar civarında açık beklerken, gerçekleşme 9.8 milyar doları buldu. Bunun üzerine piyasaların moralinin bozulduğunu, sürpriz cari açık rakamının kurları ve faizleri yukarı doğru ittiğini gördük. Mart sonu itibariyle oluşan yıllık cari açık rakamı gerçekten de moral bozacak seviyelere ulaştı. Daha bir ay önce şubat sonunda 55 milyar dolar olan yıllık cari açık rakamı, mart sonu itibariyle 60.5 milyar dolara yükseldi.
Cari açık rakamının piyasa beklentilerinin üzerinde gelmesinde, GE’nin Garanti Bankası’ndaki hisse senetlerini aldığı ile sattığı fiyat arasındaki farkın yatırım gideri rakamına yazılmasından kaynaklandığı söyleniyor. Bir başka deyişle bilançolaştırma nedeniyle rakamın 1 milyar dolar civarında yüksek çıktığı ifade ediliyor.
Özetle; piyasaların dünkü rakam üzerine bu kadar paniklemesine belki gerek yoktu ama bu rakamı dışarıda tuttuğunuz zaman bile, cari açıktaki artış trendinin korkutucu olduğu kesin. Piyasalar zaten bu trendi daha önceden de görüyordu ama beklentilerin üzerinde gelen mart rakamı, yine de piyasaların biraz paniklemesine neden oldu.
Zaten mart ayına kadar trend belliydi, mart ayı ithalat rakamı da beklentilerin üzerinde gerçekleşmişti. Dolayısıyla mart ayı için beklenen 8.2 milyar dolarlık açık rakamı zaten yüksek bir rakamdı.
Martta yatırım giderlerindeki artışa bağlı olarak cari açık rakamı daha da genişlerken, enerji hariç cari açığın da hızla artmasına neden oldu. Mevsimsellikten arındırılmış verilere göre; martta hem cari açık 9.1 milyar dolar ile hem de net enerji ithalatı hariç cari açık 5.0 milyar dolar ile rekor seviyeye ulaştı.
Artık iyice belli oldu ki; cari açık rakamı tehlikeli büyümesine devam ediyor. Yine açık olan bir nokta daha var ki; o da cari açığı frenlemek için ekonomi yönetiminin aldığı tedbirler sonuç vermedi. Yani bu süreç iyi yönetilemedi...
Peki bundan sonra ne olur, bu cari açık trendi nereye kadar gider?
Aslında nereye gideceği belli; cari açıktaki bu trend belli ki, ancak kurlarda hızlı bir yükselme ile önlenebilecek. Yani belli ki bir noktaya gelip rakamlar sonunda panik yaratacak, yüklü bir sermaye çıkışı olacak, buna bağlı olarak da kurlar zıplayacak...
FATURAYI HALK ÖDEYECEK
Seçimden sonra zamlar ve vergiler başta olmak üzere iç talebin kısılması, cari açığın azaltılması için ciddi tedbirler alınmasını herkes bekliyor. Ancak piyasa uzmanları ne kadar tedbir alınırsa alınsın, cari açıktaki bu tehlikeli trendin bu tür tedbirlerle artık önlenemeyeceği, çünkü gerekli önlemlerin alınmasında çok geç kalındığı görüşündeler.
Kurlarda bir düzeltme gelmeden bu trendin kırılabileceği konusunda umudun kalmadığı gözleniyor. Piyasa uzmanları belli bir düzeltme gelmesine artık kesin gözüyle bakıyorlar.
Peki, bu ne zaman olacak derseniz, bunu bilen henüz yok...
Seçime kadar yani kısa bir süre içinde buna izin verilmeyeceği, Hükümet izin vermeyeceği gibi, piyasaların da bunu istemediği açık. Aslında küresel ekonomi de böyle bir düzeltme zamanının henüz oluşmadığını gösteriyor.
Piyasaların beklediği düzeltme zamanı bu yılın sonları, önümüzdeki yılın başı gibi...
Tabi ki küresel piyasalardaki gelişmeler bu zamanlamada önemli rol oynayacak. Bir başka deyişle gelişmiş ülkelerde canlanma hızlanıp, yeniden parayı çekme dönemi başladığı zaman, artık TL’deki düzeltme hareketini de beklemeye başlarız.
Bu gidişat önlenebilir miydi derseniz; evet önlenebilirdi. Hükümet zamanında ve gerekli önlemleri alabilseydi, bu son önlenebilirdi. Geçmiş Hükümetler de aynı hatayı yapmıştı...
Özetle; ekonomideki kötü yönetimin faturası ötelendi, seçimler kurtarıldı. Siyasi sonucu bu seçimde görmeyeceğiz ama eninde sonunda kötü yönetiminin faturasını tüm halk ödeyecek...
Yazının Devamını Oku