Erdal Sağlam

Çiller dönemi faiz komisyonu hatırladım

21 Nisan 2011
HÜKÜMET, ekonomiyle ilgili kurumları yeniden organize ediyor. TBMM kapanmadan önce alınan kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisiyle bakanlıkların düzenlenmesine ilişkin yasa ile seçimlere kadar ekonomi yönetiminin yeniden organizasyonuna gidileceği söyleniyor. Yaşadığımız siyasi patırtı içinde böyle bir düzenleme seçimlere kadar yetişir mi bilmiyorum ama belli ki seçimlerden sonraya kalsa da, böyle bir düzenleme gelecek.
Bazı haberlerle kamuoyunun buna benimsetilmeye çalışıldığını gözlüyorum. Geçenlerde çıkan böyle bir haber üzerine, yeni dönemde ekonomi yönetiminde bazı değişikliklere gidileceği sinyalini veren Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, “Tabiatı gereği bağımsız kurumlarımız, BDDK, Merkez Bankası ve hükümetin bağlı birimleri de Hazine gibi bu işin içerisinde. Finansal istikrar açısından bir komite kurulup bütün ilgili kuruluşların bir araya geleceği bir yapıyı kullanmanın iyi olacağını düşünüyoruz” de miş.
Size bunun tercümesini yapayım mı?
Bundan önce de Tansu Çiller döneminde kurulan “faiz komisyonu”nu hatırlatmak gerekir. Merkez Bankası bağımsız olduğu için, Çiller de piyasanın gereği değil de bu kurumun siyasi kaygılarla çalışmasını sağlamak için, böyle bir faiz komisyonu kurmuştu. Dönemin DPT müsteşarını, Hazine Müsteşarını faiz oranlarını takip edip, buna Hükümetin isteği doğrultusunda bir çeki düzen verme görevi vermişti.
Şimdi Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın söylediklerinden de benzer bir yaklaşımın hakim olmaya başladığını gözlüyorum. Böyle zorlama bir komisyonun, siyasi ağırlık olup, teknik gerekçelerden çok siyasi kararlar alamsı kaçınılmaz olacaktır.
Böyle bir düzenlemenin zararını da görmek lazım. Herşeyden önce de piyasaya ekonomisinin düzgün işlemesine, rekabete, fiyatların serbestçe oluşumuna zararı olur.
Bu plan yürürlüğe girerse bu Merkez Bankası bağımsızlığına vurulan bir darbe demektir. Merkez Bankası’nın bağımsız olarak karar vermesi gereken alanlara siyasi nitelikleri ağır basan kurumları sokup, kararların Hükümetin isteği doğrultusunda alınması sonucu doğar.
Peki, ekonomi yönetimi neden böyle bir dönemde bu komisyona gerek duydu?
BANKALARIN PATRONU KAMU
Bence bu yöntem aynı zamanda piyasaların da demir elle yönetilmesine imkan veren bir düzenleme. Önümüzdeki dönem, özellikle de seçimlerden sonra küresel ekonomilerde sıkıntı yaşanması kaçınılmaz. Hükümet şimdiye kadar bu çalkantılı döneme, munzam karşılık artışı dışında köklü bir tedbirle yaklaşmadı, yani gerekli hazırlıkları yapmadı. Şimdi piyasalar karıştığında, cari açık mızrağı çuvala sığmadığı görüldüğünde çıkacak patırtının, demek ki “demir elle” çözülmesi amaçlanıyor. Hazinesi, Merkez Bankası, BDDK’sı, SPK’sı tek bir komitede bir araya gelip, demek ki ekonomi yönetimini siyasi elde birleştirecekler.
Bu niyeti açığa çıkaran başka bir gelişme de bence Türkiye Bankalar Birliği’nde yaşanan gelişme. İş Bankası Genel müdürlüğünden ayrıldığı için Bankalar Birliği başkanlığından da ayrılan Ersin Özince’nin yerine özel bankalar Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen’i seçmek istediler. Daha doğru bir deyişle tüm bankacılar, böyle bir görevi istemese de Özen’e ısrar edip, sektörün sorumluluğunu alması gerektiğini söyleyip Başkanlık için ikna ettiler.
Ancak dünkü yönetim kurulu toplantısında Bankalar Birliği Başkanlığına Halk Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın seçildi. İşin tuhaf tarafı ikna edilen Ergun Özen’in bir gece önce banka genel müdürlerine geçtiği “beni affedin, başkan olamıyorum” mesajı idi.
Hüseyin Aydın’ın diğerlerinden eksiği olduğu için söylemiyorum ama, bir kamu bankası genel müdürünün böyle bir dönemde Bankalar Birliği yönetim kurulu başkanlığına getirilmesi, herkes biliyor ki hükümetin baskısı olmasa bile onayı ile olmuştur.
Bence bu operasyon, ekonomi yönetiminin önümüzdeki dönem için uygulamaya sokmayı planladığı oyunun bir parçası olarak gerçekleşti...
Yazının Devamını Oku

Son kararların faturası Başçı’ya kesilecek

19 Nisan 2011
TÜRKİYE ekonomisini tehdit eden dengesizliklere dikkat çeken İngiliz Financial Times gazetesi, Merkez Bankası’nın yeni başkanı Erdem Başçı’nın elinde “fazla ısınmış bir tepsi” olduğunu yazmış. Ben biraz daha açayım; son dönemde sıra dışı ve riskli kararlar alan Merkez Bankası’nın bu kararlarının doğru olup olmadığı, devam edip etmeyeceği, bunun yerine yeni köklü tedbirler gerekip gerekmeyeceğinin kararı, ağırlıkla Erdem Başçı’nın üzerinde olacak.
Bu sabah görevi Durmuş Yılmaz’dan devralacak olan Erdem Başçı’nın teknik özelliklerine, deneyimine artık kimsenin bir söz söyleme imkanı kalmadı. Başkan Yardımcılığı döneminde piyasalara kendini ispat eden Başçı’nın bu göreve gelmesi, hemen hemen her kesimde olumlu karşılandı.
Başçı’nın geçen Kasım’dan beri alınan Merkez Bankası kararlarında çok etkili olduğunu biliyoruz ama Başkan Yardımcısı olarak bu kararlara katılmak ayrı, Başkan olarak bunun sorumluluğunu üstlenmek ayrı. Kısacası, geçmiş dönemde alınan kararların faturası Başçı’nın yönetimine kesilecek.
KRİTİK SÜREÇ
Cari açığın arttığı, bankaların izlenen para politikasından şikayetçi oldukları bir dönemde, Başçı’nın elinde “fazla ısınmış bir tepsi” bulunduğunun, Türkiye ekonomisinin fazla ısındığının vurgulandığı Financial Times yorumu “Cari açığın büyüklüğü, seçim döneminin doğal gerginlikleri ve küresel ekonomideki belirsizliğin sürmesi göz önünde bulundurulduğunda Erdem Başçı, Türkiye’nin kontrolden çıkmış ekonomisini ayakta tutmak için, Merkez Bankası’nın gelişmelerin çok gerisinde kalmamasına çok dikkat etmelidir” şeklinde bitmiş.
Başçı’yı küresel ve ulusal bazda kritik bir parasal politika karar süreci bekliyor. Başçı’nın bir yandan şimdiye kadar alınan munzam karşılık tedbirlerinin sonucunu görüp yeni kararlar alması gerekecek. Öte yandan ise küresel ekonomide enflasyonist yeni bir süreç ve faiz artış dönemi başlayacak ve bu nedenle zorlaşacak parasal politikalarını yönetmek zorunda kalacak.
Örneğin seçimden hemen sonra artık faiz artışı gelmesi gerekebilir. Ancak hemen seçimden sonra karar alınmasının artıları kadar, “seçim nedeniyle yanlış yapıldı” gibi, eksileri de olabilir. Aynen faiz artış kararını daha önce vermenin, ya da daha geç bir tarihe ertelemenin getirecekleri ve götürecekleri gibi...
BAĞIMSIZLIK KARARI
Demek istediğimiz o ki; hem doğru politikalar uygulayacaksınız hem de aldığınız kararları eskisine kıyasla çok daha iyi biçimde kamuoyuna, mali piyasalara anlatmanız gerekecek.
“Bağımsız bir Merkez bankası Başkanı” olursanız, anlatmanız daha kolay.
Daha önce de Erdem Başçı’nın en büyük handikabının “Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’a yakınlığı, dolayısıyla bağımsız Merkez Bankası algısı” olduğunu yazmıştım. Bence Babacan, çocukluk arkadaşı olan Başçı’nın işini zorlaştırmak için elinden geleni yapıyor. Daha dün yine, “Merkez Bankası bağımsızlığı böyle bağımsız bir devlet, bağımsız bir cumhuriyet anlamına kesinlikle gelmiyor” demiş.
Hükümetin bağımsızlığı içine sindiremediğini biliyoruz ama, bağımsızlığa vurgudan vazgeçtik, bari sürekli konuyu tartışmaya açmasalar...
Aslında bu demeçler yeni Başkan Erdem Başçı’nın işinin ne kadar zor olacağını da açıkca ortaya koyuyor. Bence Kurumun başarısı, dolayısıyla para politikalarının istenen sonucu vermesi, bağımsız kalmasından geçiyor.
Başçı’nın kısa  bir süre içinde kararını verip buna göre davranması gerekecek;
ya hükümetin başkanı olacak, ya da “iyi
bir Merkez Bankası Başkanı” olarak tarihe geçecek.
Yazının Devamını Oku

2023’e ilişkin ekonomik vizyon

18 Nisan 2011
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın seçim için açıkladığı 2023 hedeflerini hep birlikte izledik. Hükümetin yeni dönem, hatta önümüzdeki üç seçim dönemini kapsayacak, 12 yıl ötesine ilişkin ekonomik hedeflerine baktığımızda, köklü bir değişiklik olmadığını gördüm.

Hükümetin ekonomik vizyonu ne derseniz; benim gördüğüm İstanbul’u birkaç kat daha büyütüp, havaalanı ve duble yollar başta olmak üzere altyapı yatırımlarına devam etmek olarak sayabilirim.
Bu kadar uzun dönemli bir program açıklanınca, insan ister istemez, küresel kriz sonrası dünyada oluşacak yeni dengeler, bölgedeki olayların nasıl evrileceği ve Türkiye’nin hem mevcut makro ekonomik sorunlarını çözüp, hem de bölgede nasıl bir ekonomik rol oynayacağına ilişkin bir vizyon görmek istiyor.
Diğer partilerin, özellikle de CHP’nin hafta başında açıklanacak ekonomik programında bu husus yer alacak mı bilmiyorum ama, en azından bu kadar büyümeye devam etmesi öngörülen Türkiye ekonomisinin nasıl olup da cari açık sorunu olmadan bu büyümeyi sağlayacağına ilişkin bir açıklama, yeni bir üretim ve dış ticaret vizyonu görmek hakkımızdır diye düşünüyorum.
“2023 yılında şu kadar ihracat yapacağız” deyip, ithalattan söz etmemek, ihracatçı sayısını şu kadara çıkaracağız demek, bence işleri çözmüyor. Bunun nasıl olacağını, nicelik büyürken niteliği nasıl iyileştireceğinizi, bu ihracatı nasıl yapacağınızı da anlatmak durumundasınız.
Küresel ekonomide işlerin iyi gittiği 2006-2007 yılından bu yana 49 ilde teşvik sisteminin teşvik olmadığını, değiştirilmesi gerektiğini, selektif bazda özellikle de Türkiye’nin ara malı ithalatındaki patlamayı önleyecek şekilde planlanacak köklü bir teşvik sistemi gerektiğini söylediğimizde, Başbakan bu eleştirilere çok kızmıştı. Daha sonra teşvik sistemini değiştirmeyi kabul etti ama hâlâ Türkiye’nin cari açığında çok büyük rol oynayan ara malı ithalatının nasıl azaltılacağı, hangi sektör ve alanlarda, hangi bölgelerde ve illerde, ne ölçekte büyük yatırımların yapılacağı, teknolojinin nasıl geliştirileceğinin bilinmediğini görüyoruz. Bunlar yapılmadıktan sonra ihracat hedefi koymuşsunuz ne işe yarar ki... Bölgedeki, dünyadaki değişim ne yöne olacak, hangi üretim alanlarına ihtiyaç duyulacak,Türkiye bunun hangilerini, ne ölçüde karşılayıp ihracatını artıracak, bunu yaparken de nasıl ithalata bağımlığını azaltıp, yerli üretimi, hem de bölgesel farklılıkları gidererek yapmaya çalışacak?
2023 hedefleri açıklanırken insan yeni bir ekonomik vizyon görmek istiyor.

MERKEZ BANKASI BAĞIMSIZ OLMADAN

Bu hafta Merkez Bankası’nın başına Erdem Başçı geçiyor. Başçı’nın formasyonu, teknik niteliği konusunda bir kaygı yok ve piyasalar tarafından görülen “mevcut en iyi aday” algısına, şahsen ben de katılıyorum.

Yazının Devamını Oku

Bizim gibi hızlı büyüyen ülkelere uyarılar

14 Nisan 2011
ULUSLARARASI Para Fonu (IMF)’nun Küresel Finansal İstikrar Raporu birçok açıdan ele alınabilecek bir rapor. Genel olarak küresel finansal istikrarın son altı ayda, daha iyi bir iklim ve uygulanan politikalarla iyileştiğine dikkat çekiliyor. Ancak bununla birlikte çeşitli kırılganlıklar konusunda uyarılar da yapılıyor.

Bence Türkiye’yi de yakından ilgilendiren önemli risklerden birini Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki olaylar oluşturuyor. Raporda, adı geçen bölgelerde görülen jeopolitik risklerin ekonomik ve finansal görünümü tehdit edebileceğine dikkat çekiliyor. Türkiye’nin bölgeye hem coğrafi hem de yönetim olarak yakınlığını göz önünde tuttuğumuzda, belirtilen riskin önemi de ortaya çıkıyor.

Krizin en çok etkilediği gelişmiş ülkelerde hükümetler ve hane halklarının değişen ölçülerde ağır borçluluk koşullarının sürdüğü belirtilen Raporda, finansal kurumların sağlığının ise genel ekonomik toparlanmayla paralel ilerlemediğine dikkat çekiliyor. Raporda, “Yükselen piyasa ekonomileri güçlü iç talep, hızlı kredi büyümesi, görece uygun ekonomik politikalar ve büyük sermaye akışlarıyla ilişkili yeni zorluklarla karşı karşıya. Jeopolitik riskler de, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki arz kesintilerinin yarattığı korkular arasındaki hızlı petrol fiyatı artışları ekonomik ve finansal görünümü tehdit edebilir” deniyor. Bununla birlikte yükselen piyasalardaki politika yapıcıların aşırı ısınmayı ve kırılganlıklardaki birikimi sınırlama göreviyle karşı karşıya bulunduklarına dikkat çekiliyor.
Bizim gibi yükselen piyasa ekonomilerinin, artan kısa vadeli sermaye sayesinde gelişmiş ülkelere kıyasla daha hızlı büyümeyi sürdürdüğü kaydedilen raporda, bu durumun kimi finansal piyasalar için baskı oluşturduğunun, daha yüksek kaldıraca, potansiyel varlık fiyatı kabarcıklarına ve enflasyonist baskılara katkıda bulunduğunun altı çiziliyor. Bu nedenle politika yapıcıların, “gelecekte büyümelerini sınırlayabilecek ve finansal istikrarlarına zarar verebilecek problemlerden sakınmak için, makro finansal risklerin birikimini sınırlandırmaya artan dikkat göstermek zorunda olacak”ları ifade ediliyor.

PİYASALARIN DERİNLİĞİ

Bunun bazı durumlarda daha sıkı bir makroekonomik politika duruşunu ve gerektiğinde finansal istikrarı sağlayacak makro ihtiyati araçların kullanımını gerektireceği kaydedilen aynı bölümde “Yerel sermaye piyasalarını derinleştirip genişletme çabalarıyla, daha yüksek akışları absorbe etmek için finansal sektör kapasitesini artırmak da, buna yardımcı olacak” deniliyor.

İşte bu noktada Merkez Bankası’nın son dönemde uyguladığı politikaların, önümüzdeki dönemde mali piyasaların derin olması gereği ile çeliştiğini görüyoruz. Sıcak para çekilmeye başladığında, mali piyasaların derinliği bizi kurtaracak bir unsur olacakken, hükümet Merkez Bankası kanalıyla mali piyasaların derinliğini olumsuz etkileme yolunu tercih etti. Bir başka deyişle önümüzdeki dönemde kullanılacak kapasiteyi artırmak yerine azalttı.

İngiliz Financial Times (FT) gazetesinde yeralan, “Merkez Bankası’nın Politikası Türkiye’nin Bankalarını Riske Sokuyor” başlıklı haber de bu durumun dışarıda dikkatle izlendiğini ortaya koyuyor.

Özetle; her ne kadar ötelendiği görülse de, küresel ekonomide krizden çıkış önlemlerinin bizim gibi ülkeleri zorlayacağı açık. Yönetimlerin bu döneme şimdiden hazırlanmaları gerekiyor. Ancak bizde, 12 Haziran seçimlerinin de etkisiyle, o döneme hazırlık niteliği taşıyacak köklü önlemler yerine sadece karşılık kararıyla yetinildi. Bu tercihin, önümüzdeki zor döneme hazırlıklı girmenin tersine, kırılganlığı artıracak bir uygulama olduğu görülüyor.
Yazının Devamını Oku

Cari açık bir şekilde finanse ediliyor ama...

12 Nisan 2011
CARİ açık rekor üzerine rekor kırmaya devam ediyor. Şubat ayında cari açık 6.1 milyar dolar oldu. 12 aylık cari açık ise ocakta 51.4 milyar dolar iken şubat sonunda 54.8 milyar dolara yükseldi. Bu rakamlarla birlikte 2011 yılsonu cari açık tahminleri de, henüz yılın başında ciddi biçimde revize edilmeye başladı. Daha önce 55 milyar dolar civarında yılsonu cari açık tahminleri yapanlar bile, artık 60 milyar doları konuşmaya başladı. İçeride büyümeye ve talebe bağlı olarak bu rakamın büyüyeceği açık. Bence en az 65 milyar dolarlık bir cari açık rakamı sürpriz olmamalı.

Cari açık büyüyor ama bir yandan da finanse edilmeye devam ediyor. Ancak Şubat ayı ödemeler dengesine bakıldığında net hata noksan kalemiyle yurda girişlerin yeniden patladığı da göze çarpıyor. Ocak ayında olduğu gibi, Şubat ayında da cari açığın finansmanında net hata ve noksan çok önemli bir rol oynadı. Şubatta 3.3 milyar dolar olan net hata noksan kalemiyle girişler, son dört ayda 8.1 milyar dolara ulaşmış oldu.

* * *

Net hata noksan kalemi de “kaynağı belirsiz” olmakla birlikte, sıcak para tanımı içinde yer alıyor. Bu paranın reel sektörün getirdiği para olduğu, bankaların yurt dışı şubelerinden geldiği açık. Bazen bu paraya “bıyıklı para” dendiği de oluyor. Kısacası yerli yatırımcılar, sıkıştıklarında yurt dışında tuttukları parayı ülkeye getiriyorlar...

Bu girişin artmasında “vergi affı”nın ne kadar etkisi var, kaç kişi ne kadar parayı aftan yararlanmak için yurda getirdi bilmiyoruz ama bu kadar girişi vergi affıyla açıklamak da mümkün değil.

Banka analistleri şubatta efektif ve mevduatların; bankalarda 2.4 milyar dolar azalırken, reel sektörde 6 milyar dolar ile rekor seviyede arttığına, toplamda ise 3.6 milyar dolar yükseldiğine dikkat çekiyorlar. Şubat ayında neredeyse cari işlemler açığı kadar reel sektör efektif ve mevduat artışının olması dikkat çekici...

Özetle; bir kısmı belirsiz olsa da artan cari açık tümüyle kısa vadeli sermaye ile finanse edilmeye devam ediyor.

FED’E KADAR BEKLENİRSE...


Peki, bu açık, bu tehlikeli finansman nereye kadar gidecek?

Bu gidişatın bir süre daha devam edeceği açık. Bu sorunun en doğru yanıtı herhalde, “ABD’ye kaynaklar geri çekilene kadar” olacaktır. Bunun ne zaman olacağı konusunda elbette kesin bir tarih yok ama bu yılsonuna kadar FED’in piyasaları etkileyecek bir faiz artış kararı vermesi de beklenmiyor.

Peki, Hükümet, Merkez Bankası cari açığı, sıcak parayı frenlemek için bir sürü önlem aldı, bunlar sonuç vermedi mi?

Bence artık iyice açığa çıktı ki, alınan tedbirler hiç de sıcak paranın frenlenmesi için değildi. Bu tedbirler sadece seçime kadar arabanın devrilmemesi için alınan, küçük göstermelik önlemlerdi, “Bağımsız Merkez Bankası” da buna alet oldu...

* * *

Mevcut iktidar seçimlerden sonra belli ki içtalebin kısılması, cari açığın ve sıcak paranın önlenmesi için ciddi önlemler almak zorunda. Umarız o zamana kadar büyüyen cari açık çok büyük bir tedirginlik yaratmaz da geç kalınmış olmaz...

Eğer almazsa, işte o zaman FED’in faiz artırım kararını bile beklemeden, risklerin arttığı göz önüne alınarak, ciddi bir çıkış yaşanabilir.

Petrol fiyatlarındaki hızlı artış ve güçlü iç talebe bağlı olarak rekor üzerine rekor kıran mevcut cari açık trendi, artık uzun süre devam ettirilemez boyutlara geldi.
Yazının Devamını Oku

Dövize müdahale beklentisi oluşuyor

11 Nisan 2011
SICAK para girişi yine aldı başını gidiyor. Doların TL karşılığı yeniden 1.50 seviyelerine indi, daha da aşağı gelmesi bekleniyor. Bankacılar şimdi “Merkez Bankası’nın dövize müdahale edip etmeyeceğini” tartışmaya başladı. Bir seçim öncesi kurların daha da aşağı gitmesinin Hükümetin işine yarayacağını, o nedenle müdahale etmeyeceğini bekleyenler de var, tam tersini savunup 1.50’nin çok altına gitmemesi için dövize müdahale geleceğini bekleyenler de var...

Şahsen fazla aşağı inerse bir müdahalenin geleceğini tahmin ediyorum.

Dövize müdahale gelirse bunun ilk aşamada Merkez Bankası’nın günlük alım miktarlarını artırarak yapılmasını bekleyenler çoğunlukta. Yani günlük 50 milyon dolarlık alım miktarı yakında artırılırsa sürpriz olmamalı.

Artırımın hangi aşamada geleceğinin önemli olduğu açık. Böylece psikolojik bir sınır konmuş olacağını ve alımların artırılmasının yaratacağı etkinin ötesinde, “Merkez Bankası kurların fazla aşağı inmesini istemiyor” algısının oluşacağını, bunun da fiyatların aşağı gelmesini sınırlayacağı söyleniyor.

Önümüzdeki hafta içinde Merkez Bankası Genel Kurulu toplanacak. Başkan Durmuş Yılmaz’ın görev süresi bitiyor ama yeni başkan konusu hala açıklık kazanmadı. Belki Genel Kurulda yeni bir atama yapılır, belki de vekalet verilip secim sonrası beklenir, bu konu henüz netleşmedi.

Ancak ne olursa olsun Merkez Bankası’nın yeni yönetiminin uğraşacağı konuların başında, en azından birkaç aylığına, kurların seviye sorunu gelebilir.

Bu arada dolar kuru aşağı gelirken, paritenin etkisiyle Euro’nun ise arttığı gözleniyor. Avrupa Merkez Bankası’nın faiz artırımı Euro’nun değerlenmesine neden oldu. Yani dolar kurunun içeride bu kadar aşağı gelmesinde Avrupa Merkez Bankası’nın kararı da etkili oldu. Bu arada 1.44’leri aşan paritenin 1.45’lere kadar gideceği beklentisi yoğun. Yani içeride dolar kurunun, eğer müdahale olmazsa, daha da aşağı gelmesi beklenebilir.

Merkez Bankası’nın sepete göre hareket ettiğini biliyoruz ama dolar kurunun baz alınan bir fiyat olduğu da açık. İşte bu nedenle Merkez Bankası’nın sıcak para girişi sürdüğü müddetçe, kurların ne kadar aşağı gelmesine izin vereceği yönünde alacağı karar, kritik bir karar olacak.

ÖNLEMLERİN ETKİLİ OLMADIĞI AÇIK

Bu arada tabi ki sıcak para girişinin devamıyla birlikte, Merkez Bankası’nın cari açık ve sıcak paraya karşı aldığı önlemlerin etkisi de yeniden tartışma konusu olacak. Kredilerin sınırlanmasıyla, bunun için bankaların munzam karşılıklarının artırılmasıyla, ne cari açığın ne de sıcak paranın azalmadığını şimdiye kadar gördük. Gerçi son sanayi üretim rakamı artık üretimde trendin değişmeye başlayacağını gösteriyor ama “Merkez Bankası’nın kararları olmasa da zaten doğal seyrinde bu kadar trend değişikliği kaçınılmazdı” diye iktisatçıların sayısı da bir hayli fazla.

Özetle; sadece bankalar üzerinden kredileri yani iç talebi kısmaya çalışmak, dolayısıyla bu kanalla cari açık ve sıcak para girişini frenlemeye çalışmanın bir işe yaramadığı, geçen hafta yaşanan sıcak para furyasıyla bir kez daha açığa çıktı. İşin kötüsü belliki ABD Merkez Bankası FED faizlerle ilgili bir karar alana kadar da bu sıcak para akışı devam edecek. FED’in faizle ilgili kararının ise en erken yılın son çeyreğinde başlayacağı beklentisini hatırlatalım.

Bu da bize seçim sonrasında vergi artışı, zam gibi mali tedbirler başta olmak üzere, sıcak paraya karşı radikal önlemler alınacağını gösteriyor...
Yazının Devamını Oku

Gül: Hukukun olduğu yerde ekonomi hızlı yükselir

8 Nisan 2011
ENDONEZYA dönüşü, gündemle ilgili çeşitli soruları yanıtlayan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, dünyada hem ekonomik gücü hem de siyasi gücün doğuya kaydığını, bunu yakından takip etmemiz gerektiğini belirtti.

Cumhurbaşkanı Gül, şöyle konuştu: “Her milletin onuru vardır. Küçük, büyük, fakir zengin hepsinin onurunu incitmeden telkin ve katkınızı sağlayacaksınız. Türkiye’nin durduğu yerde, siz ne kadar parlarsanız o kadar çok aydınlatırsınız. Ülkeyi güçlü yapan o ülkenin silahlı kuvvetleri değildir. Bir ülkeyi güçlü yapan o ülkenin politik siyasi yapısıdır. Demokrasisi hukuku getirir, bu olunca da ekonomi onun üstüne yükseliyor. Hukukun olduğu yerde ekonomi hızlı yükselir, hukukun olmadığı yerde zenginler yatırımı dışarıda, hukuku güçlü olan yerde yapar. Ekonomi güçlü olunca hukuk ve güvenlik teşkilatınız da güçlü olacaktır.”

ENDONEZYA İLE EKONOMİK İLİŞKİLER
Endonezya’da yaptığı ekonomik görüşmeleri de özetleyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu ülkenin ekonomik işbirliği için büyük potansiyel olan ama şimdiye kadar ihmal ettiğimiz bir ülke olduğunu söyledi. Ziyaretinde siyasi konuların yanısıra ekonomik anlamda kapsamlı bir işbirliği hedeflediğimizi ortaya koyduklarını kaydeden Gül, karşılıklı ticaret hacmini önce 5, daha sonra 10 milyar dolar olarak hedeflediklerini söyledi. Endonezya’nın çok büyük altyapı yapacağını, kalkınma planına aldıklarını hatırlatan Gül, “Aslında önemli gelişmeler kaydettik; savunma sanayinde iş birliği için anlaşmalar imzalandı. Zırhlı araç satacağız, Aselsan’ın, Nurol’un, Roketsan’ın ve deniz alanında da gemi imalatıyla ilgili işbirlikleri protokole bağlandı. Dış ticaret açığımızı süratle kapatacağımız diğer alanlarda da önemli gelişmeler olacak” dedi.
Daha önce işbirliği için belirli bir zemin hazırlandığını, ziyarette bunun üzerine adımlar attıklarını, ilişkiler açısından “taçlandırıcı bir ziyaret” olduğunu kaydeden Gül, “Bundan sonra çok güzel gelişmeler olur. Büyük şirketler de arkadan gidiyorlar, inşallah iyi neticeler olur. Büyük bir nüfus, bakir bir alan, bir tarafta büyük bir zenginlik var, diğer tarafta büyük bir fakirlik var” şeklinde konuştu.
Amerika’nın, Avrupa’nın büyüyeceği kadar büyüdüğünü, Endonezya gibi 250 milyonluk bir ülkenin büyümesinin küçük ülkelere kıyasla çok daha etkisi olacağını belirten Cumhurbaşkanı Gül, sadece ticaretle olmayacağını, Türkiye gibi enerjide tamamen bağımlı iddialı bir ülkenin sürekli büyümesi için Endonezya’daki gibi kaynaklara ihtiyacı bulunduğu görüşünü tekrarladı.

Yazının Devamını Oku

Gül: Parlamento güçlü olsun, cumhurbaşkanı yetkileri azaltılsın

5 Nisan 2011
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, resmi ziyaret için bulunduğu Endonezya’da iç siyasi gelişmeleri değerlendirdi. Başkanlık sistemi ile ilgili görüşlerini açıklayan Abdullah Gül, Türkiye’nin deneyimi de göz önüne alındığında en uygun sistemin parlamenter sistem olduğu görüşünü tekrarladı. Cumhurbaşkanı’nın mevcut yetkilerinin fazla olduğunu, çünkü bir darbe sonrası asker Cumhurbaşkanı olduğu için bu aşırı yetkilerin konulduğunu belirten Gül, yetkilerinin sınırlandırılması gerektiğini kendisinin daha önce de söylediğini kaydetti. “Bir anlamda TÜSİAD’ın cumhurbaşkanlığı yetkilerinin azaltılıp parlamenter sistemin güçlendirilmesi önerisine yakın olduğunu” hatırlatınca ise “Sadece TÜSİAD değil başkaları da bunu söylüyor” dedi. Cumhurbaşkanı Gül, tartışmalara rağmen Türkiye’nin gündeminin bu olmadığını, zaten bir soru üzerine Başbakan’ın konuyu gündeme getirdiğini hatırlatırken, yine de konuların tartışılması gerektiğini söyledi. Gül, artılarını eksilerini bilerek evet ya da hayır denmesi gerektiğini ama şimdi böyle bir ortamın bulunmadığını söyledi./images/100/0x0/55eb03eef018fbb8f8a5767f
Endonezya’nın başkenti Cakarta’da bir grup gazeteci ile sohbet eden Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye’nin artık siyasi ve ekonomik anlamda başarısız olma şansı bulunmadığını, Türkiye’yi yönetenlerin böyle bir lüksü bulunmadığını kaydetti. Gül, insan hakları, demokrasi, ekonomi alanında hep ileriye gidip standartlarımızı yükseltmek zorunda olduğumuzu, bunun sadece Türkiye halkına değil, bize bakan bölge halklarına karşı sorumluluğumuz olduğunun da altını çizdi. Başkanlık istemi ile bu örnek alınma arasındaki ilişkiyi sorduğumuzda ise, “Her şeyin konuşulduğu bir ülke olursak, örnek oluruz” yanıtını verdi.

Mısır’da işlerin iyi gittiğini, yeni yönetimle konuştuğunu Mısır ordusunun başındakilerin realiteyi görmüş olduğunu kaydeden Gül, Mısır halkının ne istediğini bildiklerini, bu yolda adımların devam ettiğini söyledi. Suriye’nin durumunu de değerlendiren Cumhurbaşkanı Gül, kendisinin uzun zamandır “Akdeniz’de kapalı bir rejim kalamayacağını” söylediğini, bölgedeki Krallarla, Başkanlarla baş başa kaldıklarında bu hususu açıkça kendilerine de söylediğini, bu gerçeği artık herkesin görmesi gerektiğini söyledi.

Endonezya, bizim gibi dostla ‘savunma işbirliği’ istiyor

ENDONEZ’nın tarih boyunca Türkiye’den çok etkilendiğini, Türkiye’nin Müslüman bir ülke olarak demokrasiyle kalkınmasını örnek aldıklarını kaydederken, artık bu ülkeyle olan dostluğun ekonomik ilişkilere de yansıması gerektiğini söyledi. Gül, özellikle savunma sanayi alanında Türkiye’ye yakın ilgi duyduklarını belirtirken, “Ülke sınırlarının arası, Londra-İstanbul arası kadar o nedenle de güvenlik çok önemli, Türkiye gibi dost bir ülkeden güvenilir savunma sanayii işbirliği sağlamak istiyorlar” dedi.

Endonezya ‘kaynak ülke’lerden biri

ABDULLAH Gül, Türkiye gibi bölgesinde güçlü olup da dünyada söz sahibi olmak isteyen bir ülkenin ekonomisinin de güçlü olması gerektiğini vurguladı. Türkiye’de ekonominin motoru olacak petrol, doğalgaz gibi doğal kaynaklar bulunmadığını kaydeden Gül, yüksek kalkınmayı sürdürmesi için Türkiye’nin kendisinde olmayan doğal kaynakları dünyanın başka yerinde garantiye alması gerektiğini, bu kapsamda Endonezya’nın büyük bir kaynak ülke olabileceğini söyledi.

Türk müteahhidi henüz buraları göremedi

GEÇEN yıl konuk ettiğimiz Endonezya Cumhurbaşkanı’nın, İstanbul’da milyarlarca dolarlık altyapı yatırımı yapacaklarını belirtip, Türk müteahhitlerine kapılarının açık olduğunu söylediğini hatırlatan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türk müteahhitlerinin henüz bu pazara yakın ilgi göstermediklerini, bu konuda geç kalmamaları gerektiğini ifade etti.

Artık ‘yeni Türkiye’ var

ENDONEZYA’daki siyasi gelişmelerin seyrini de değerlendiren Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, uzun yıllar askerin etkisinin sürdüğü bu ülkede artık demokrasinin kurulduğunu anlattı. Bunun üzerine Türkiye’de artık 27 Nisan gibi demokratik olmayan olayların yaşanıp yaşanmayacağı sorulduğunda ise Cumhurbaşkanı Gül, “O eski Türkiye’de oluyordu. Artık yeni bir Türkiye var, böyle şeylerin olabileceğini düşünmüyorum” şeklinde konuştu.
Her yıl büyük bir ülke gezisi yaptığını, daha önce Japonya, Rusya ve Hindistan’a bu kapsamda gittiklerini kaydeden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu yılın büyük gezisini de Endonezya olarak belirtti. Endonezya’nın dünyanın dördüncü büyük nüfusu, üçüncü büyük demokrasisi olduğunu, yer altı ve yerüstü zenginliklerinin bol olduğunu kaydeden Gül, bu ülkeyle 16. yüzyılda Osmanlılar döneminde temas kurduğumuzu, Müslümanlığın yayılmasında katkımız olduğunu belirtirken, 1997’de Necmettin Erbakan’ın bu bölgeye çok ilgisi olduğunu, D-8’in kuruluşu ile iki ülke arasında tekrar yakınlaşma yaşandığını bu kapsamda o dönem bu ülkeye sık sık ziyaretler yaptığını hatırlattı.

70 milyon dolarlık yatırımın yarısı Kordsa’nın

Türk firmalarının Çin’e giremediklerini çünkü teknolojide bizden hızlı olduklarını kaydeden Abdullah Gül, ama Endonezya’ya Türk girişimcilerinin girebileceğini söyledi. Savunma sanayi alanında Nurol’un zırhlı araç vereceğini ayrıca gemi yapımı ve Aselsan’ın girişimlerinin söz konusu olduğunu belirten Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin buradaki yatırımının 70 milyon dolar olduğunu, bunun yarısının da Sabancı’nın Kordsa şirketine ait olduğunu vurguladı.
Yazının Devamını Oku