Erdal Sağlam

CHP artık ekonomide vizyon ortaya koyuyor

4 Nisan 2011
SOSYAL demokratlarla ilgili genel kanılardan biri “üretimi değil sadece paylaşımı düşünmeleri” idi.

Avrupa sosyal demokratları bu genel kanıyı bozmuş ciddi ekonomik yaklaşımlar ortaya koymuşlardı. Ancak piyasa ekonomisi içerisinde sosyal demokratların ortaya koyduğu yaklaşımın merkez sağ yaklaşımlarla, piyasa ekonomisi yaklaşımlarıyla benzeşmesi de kaçınılmazdı. Aynen sağ partilerin sosyal politikalarda, sosyal demokratlara yaklaştığı gibi...
İşte bu eğilim artık bizde de hayata geçmeye başladı. CHP eskiden de piyasa ekonomisine ters düşmüyordu ama şimdi CHP’de daha sistemli bir biçimde, çağdaş sosyal demokrat çizgiye uygun üretim ve paylaşım yaklaşımı var.
Bu yaklaşımın en somut örneklerinden birini, geçen hafta CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Doğu ve Güneydoğu Anadolu için hazırlanan ekonomik rapor açıklamasında gördük. Bir yandan bölgede özgürlüklerin artırılması planlanırken öte yandan soruna “bölgesel kalkınmışlık farklarının ortadan kaldırılması” olarak yaklaşılmış. Sık sık üzerinde durduğu husus ise, eşzamanlı olarak bu sorunların çözümünün gerektiği idi. Bence doğru bir yaklaşım.
CHP 2023 yılına kadar Türkiye’nin ortalama yüzde 7 büyümesini, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki büyüme oranının ise yüzde 9.5 olmasını planlıyor. Bu amaçla bölgedeki demiryolu başta olmak üzere altyapının geliştirilip, yabancı sermaye başta olmak üzere özel sektör yatırımlarının çekilmesini planlıyor. Eğer özel sektör bölgeye gelmezse, belirledikleri istihdam ve teknoloji ağırlıklı yatırımları kamu yapacak. Yani kamu buradaki gelişmişlik farkının giderilmesi için devreye girecek ama özel sektör isteyince yatırım kamudan çıkacak.
Bölgedeki işsizliği yüzde 6’ya düşürmeyi planlıyorlar. Kılıçdaroğlu bu hedeflere ulaşmak için 116 milyar dolarlık kısmı kamu olmak üzere, toplam 356 milyar dolar yatırım planlıyor.
Bu planı oluştururken Kılıçdaroğlu’nun küresel büyüme trendlerinin içine Türkiye ve bölgenin konumunu oturttuğunu, buna bağlı olarak yatırımları çekerken, güneş pili, demiryolu, petro-kimya gibi sektörleri bilerek seçtiğini görüyoruz. Yani Kılıçdaroğlu yönetiminde CHP’nin artık ekonomide de, küresel gelişmelere bağlı bir Türkiye vizyonu ortaya koyduğunu, buna bağlı olarak üretimi ve paylaşımı, özgürlüklerle birlikte düşünüp planladığını görüyoruz.
Bence CHP çağdaş bir sosyal demokrat parti olma yolunda ciddi adımlar atıyor.

Yazının Devamını Oku

Hükümet IMF raporunu yine yayımlatmıyor

31 Mart 2011
FARKINDA mısınız; IMF Türkiye Heyetinin geçen yıl sonunda yaptığı incelemelerin sonuç raporu hâlâ yayımlanmadı. Staff report adı verilen, “Personel raporu” olarak türkçeleştirilen raporun yayımlanmasındaki gecikmenin nedeni; Hükümetin bu raporun yayımlanması için izin vermemesi...

IMF Türkiye Heyeti 30 Kasım 2010’da “Program sonrası değerlendirme” çalışması için Türkiye’ye gelmiş, önce özel sektör ve akademi çevreleriyle daha sonra ilgili bakan ve bürokratlarla görüşüp Türkiye raporunu tamamlamıştı.
12 Aralık’ta sona eren incelemelerin değerlendirmesi 18 Aralık 2010’da açıklanmıştı. Daha sonra 17 Şubat’ta yapılan açıklamada, ikinci program sonrası izleme raporunun 11 Şubat 2011’de IMF İcra Kurulu’nda görüşülerek tamamlandığı belirtilerek, rapor hakkında “kamu bilgi uyarısı” yayımlandı.
Buraya kadar IMF’nin rutin işlemleri gerçekleşti. Bundan sonra bu raporun tam metninin yayımlanması için sadece IMF’nin inisiyatif koyması yetmiyor, hükümetin de rıza göstermesi gerekiyor.
Aslında böyle bir kural yoktu, 2000 yılındaki IMF anlaşmasından sonra staff report’un yayımlanması, otomatik olarak gerçekleşiyordu. Ancak bu hükümet geldikten sonra staff report’ların yayımlanması konusunda IMF ile oturup bir pazarlık yaptı ve kendi rızası olmadan bu raporun yayımlanmasının önüne geçti.
Geçen süre içerisinde, birkaç kez daha hükümetin bu raporun yayımlanmasını geciktirdiğini görmüştük. Bu engellemeye hükümet daha önce de, “içinde eleştirel, ileriye dönük dikkat çekici uyarılar” yer alan raporlar için başvurdu.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve ekibinin bu raporu okuduğuna, içinde piyasaları bozması muhtemel yorumlar ve saptamalar olduğu için, bu raporun yayımlanmasına izin vermediğini, kuvvetle tahmin ediyorum. Babacan’ın yönetim anlayışı çerçevesinde, bu tip şeffaflığa aykırı uygulamaları sevdiğini, daha doğrusu şeffaflık gibi bir kaygı gütmeden kolay yönetimi seçtiğini daha önceki örneklerle de yaşadık.

 


Yazının Devamını Oku

TÜSİAD yönetimi cesaretlendirilmeli

29 Mart 2011
HER şeyden önce şunu söyleyeyim ki; uzun zamandır TÜSİAD’ın başında bu kadar cesur bir başkan olmamıştı. Ümit Boyner’in böylesine zor bir dönemde özellikle siyasi otoriteye karşı, çağdaş ilkeleri koruma çabası, bence örnek olması gereken bir çaba... Gelelim TÜSİAD’ın hazırladığı son anayasa çalışmasına...
TÜSİAD, daha önce de gördüğümüz gibi, bu kadar tartışmalı bir konuda çalışma yaptığında, çıkan metin ne olursa olsun eleştirilirdi, yine öyle oldu. Yani TÜSİAD yönetimine gösterilen tepkinin bir bölümü doğal sayılmalı. Doğal ama haklı olduğunu sanmıyorum. Bazı kesimler “TÜSİAD’ın bu işlerle ne ilgisi var?” diye, daha önce de eleştirdiler, şimdi de eleştiriyorlar.
Halbuki TÜSİAD’ın bu çalışmalarını övmek gerek, çünkü Türkiye’de sivil toplum mekanizması çok zayıf, olanların bağımsızlığı da şüpheli.
TÜSİAD’ın, daha önceki siyasi ve sosyal konulardaki raporları gibi, anayasa konusunda çalışma yaptırması da normal. Çünkü herkes biliyor ki; küresel ekonomiye uyum için eksik olsa da belirli bir ekonomik altyapı oluşturuldu. Ancak bu altyapının üzerine, demokratik hak ve kurallarıyla, hukuk sistemiyle ,çağdaş bir üstyapı kurulamadığı takdirde, bu yeniden dönüp ekonomiyi vuracak. Bu nedenle ekonomik kurumsallaşma ile siyasi ve hukuksal kurumsallaşma birlikte gitmeli. Yani TÜSİAD, TOBB gibi kuruluşları bu konular yakından ilgilendiriyor. Keşke işçi sendikaları da, ciddi ekonomik güçlerini, bu tür toplumsal ilerleme çalışmalarına ayırsalar ama bu ayak maalesef eksik...
Geçmişe baktığımızda, döneminde çok tepki çeken TÜSİAD raporlarının, daha sonra adım adım uygulamaya girdiğini de görebiliyoruz. Buradan hareketle, şimdi tepki gören raporların kesinlikle ekonomik ve toplumsal kalkınma için yararlı olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak yapıldıkları dönemde, hem TÜSİAD hazırladı diye, hem de politikacılardan daha ileri öneriler getirildiği için, bu raporların şimdi olduğu gibi tepki gördüğü de aşikar.
Bence başta Ümit Boyner olmak üzere, TÜSİAD yönetimi, geçmiş örnekleri de göz önüne alarak, bu tür eleştiriler karşısında pes etmemeli. Son tartışmalar nedeniyle morallerinin bozulduğunu, bu kadar sert eleştirileri hak etmediklerini düşündüklerini biliyorum. Ancak Boyner ve arkadaşları bu eleştirilerden yılmamalı. Şimdiye kadar olduğu gibi yine ilkesel bazda, çağdaş kurumsal bir toplum yapısını savunmaya devam etmeliler.
Bence Boyner ve ekibinin cesaretine bu toplumun ihtiyacı var...
BOYNER’İN SON ÇIKIŞLARI UNUTULMASIN
Herkes susarken, Boyner’in tutukluluk sürelerinin uzunluğu, gazetecilerin yazdıkları nedeniyle tutuklanmaları, kitap toplatılmasına karşı takındığı son tavırlar bile, Boyner’in cesaretine olan ihtiyacı gösteriyor.
Buna ihtiyacı olan sadece demokrasi olmadan işini yapamayacak olan biz gazeteciler ya da yazarlar değil, çağdaş bir ülkede yaşamak isteyen işçisi, işadamı, memuru, köylüsü ile tüm toplumdur. Keşke TÜSİAD gibi toplumsal ilerleme için ilkesel bazda öneri getiren, bu ilkeleri cesaretle savunan daha başka işveren kuruluşları ve işçi sendikaları da olsa. Bu yıkımın üzerine çağdaş bir demokrasi kurmak için kesinlikle bu tür vizyonlara ihtiyaç var.
Bu son raporu hazırlayan Heyetin oluşumu ve sunumda TÜSİAD’ın hataları olduğu kesin. Bence Ergun Özbudun’un seçimi, hem taraf bir isim olması nedeniyle, hem de kişisel düşüncelerini aktarma üslubu nedeniyle, yanlış bir karardı. TÜSİAD yönetimi raporu gördü ama akademisyenleri, anlayışları gereği, konuşmakta serbest bıraktı, bunu biliyoruz. Bence bu süreç daha iyi yönetilebilirdi. Ayrıca bu raporun, Pazar günü açıkladıkları gibi, tartışma ortamı sağlamak için hazırlanan bir metin olup TÜSİAD yönetiminin tümüyle benimsediği bir metin olmadığını, keşke daha iyi anlatabilseler, kamuoyunu daha iyi hazırlasalardı.
TÜSİAD yönetiminde bulunanların da, aynı “TÜSİAD’ın babaları” gibi, Türkiye’nin bütünlüklü, laik bir sosyal hukuk devleti istediği ve buna çabaladığı kesin.
Yazının Devamını Oku

Petrol fiyatları kolay kolay düşmez

27 Mart 2011
GEÇEN yılın sonlarında petrol fiyatları ile ilgili konuştuğumuz bir uzman, 2011 yılı dünya petrol fiyatları için “90 ile 110 dolar arasında seyredeceği” tahmininde bulunmuş, bu tahminini uluslararası büyük uzman kuruluşların raporlarına dayandırmıştı. Bunu konuşurken ne Tunus ve Mısır’da olaylar başlamış, ne Libya’da sıcak çatışma olacağı akla geliyor, ne de Japonya’daki gibi deprem, tsunami felaketi ardından yaşanan nükleer sıkıntı, yani şu anda yaşadığımız hiçbir büyük sıkıntının adı bile geçmiyordu. Tahminin dayanağı açıktı; küresel ekonomi toparlanmaya başladı, üretim küresel bazda 2011’de büyümeye geçiyor ve bu nedenle talepte meydana gelecek artışlar, dünya petrol fiyatlarını 90 ile 110 dolar arasında bir banta oturtacaktı…
Bu konuyu açmamızın nedenini; 2011 yılı bütçe ve programında dünya petrol fiyatları için düşük bir tahminin yapılmış olmasıydı diye hatırlıyorum.
Şimdi piyasalar, brent petrolün varil fiyatının geçen hafta geldiği düzeye de bakarak, “Herhalde 115 doların üzerinde tutunacak” yorumları yapıyorlar. Buna rağmen iç piyasada bazı analizcilerin hâlâ dünya petrol fiyatlarının yeniden 100 doların altına gelebileceği yönünde yorumlarda bulunduğunu görünce, çok şaşırdım. Çünkü dünyada kimse böyle bir tahminde bulunmuyor...
Eğer gerçekten buna, yani dünyadaki uzman kuruluşların aksine bir düşüşe inanıyorlarsa bilmiyorum ama insan “içi boş olsa da iyimserlik pompalama işi”nin artık iyice abartıldığını düşünmekten de kendini alamıyor.
Son dönemde, artışın nedeni olmasa da, dünya petrol fiyatlarının 115 doların üzerinde tutunmasına neden olan iki gelişmeye baktığımızda bile, koşulların bundan daha iyi olmasını beklemenin iyimserlik olduğunu açıkca görürsünüz...
Japonya’daki nükleer felaket sonrası, bu dev ekonominin petrol ve türevlerine olan talebinin ciddi biçimde artacağını, dolayısıyla da dünya petrol talebinde yani fiyatında artışa neden olacağını açıkca görüyorsunuz.
BİZE FATURASI SEÇİMDEN SONRA
Libya olaylarının kolay kolay durulmayacağı ortada. Libya’nın dünya petrol arzındaki yeri sınırlı olabilir ama bu olayların Bahreyn, Suriye, Yemen gibi üretici ülkelere sıçradığı, en büyük petrol üreticisi Suudi Arabistan’a sirayet etme ihtimalinin çok yüksek olduğunu herkes biliyor. Kaldı ki; bu değişim rüzgarının bu ülkelerle bile sınırlı kalmayacağı, sonunda İran’a bile uzanacağını tahmin eden siyasi uzmanların bir hayli fazla olduğu da ortada.
Özetle; dünya petrol ve doğalgaz üretiminin ağırlıklı bölümünü oluşturan bölgedeki siyasi çatışmaların kolay kolay sona ermeyeceği açıkca görülüyor.
Bu da petrol arzında tıkanıklıkların giderek büyüme ihtimalinin büyüklüğünü, dolayısıyla fiyatlara yukarı yönde etkinin çok muhtemel olduğunu açıkca gösteriyor. Mevcut koşullarda aksini düşünmek biraz hayalciliğe giriyor..
Bu gelişmeler ışığında Türkiye’nin yapacağı şeyler ise bir hayli sınırlı. Her petrol ve doğalgaz ithalatçısı gibi; Türkiye’nin faturası da büyüyecek.
Bu büyümenin hem üretim hem de enflasyon üzerinde olumsuz etkileri olması kaçınılmaz. Türkiye’nin artı bir dezavantajı ise bu trende seçim döneminde yakalanmış olması. Şu anda akaryakıt fiyatlarında, türlü yollar denenerek, zamlar önlenmeye çalışılırken, doğalgazda ise artan fiyatlar hala kamu ağırlıklı olduğu için faturalara yansıtılmıyor, hesap oyunlarıyla kamufle ediliyor.
Dünya petrol fiyatlarındaki artışın asıl faturasını 12 Haziran seçimlerinden sonra göreceğiz. Hem de, o zamana kadar fiyat artışları bastırılacağı için, halka ve sanayiye çıkacak fatura, normalin de üstüne çıkıp, katmerli olacak...
Yazının Devamını Oku

Para politikasının adı munzam karşılık oldu

24 Mart 2011
MERKEZ Bankası Para Politikası Kurulu (PPK)nun dün aldığı yeni munzam karşılık artış kararının, her şeyden önce piyasalar açısından sürpriz olduğunu söylemek gerek.

Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz daha iki gün önce yabancı basına “Yeni karar için Mart sonu rakamlarının beklemek gerek” demişken, kimse yeniden bir munzam karşılık artırımı beklemiyordu.

Ama Merkez Bankası piyasaları yönetmek için sürpriz etkisi yaratan, piyasaları yönlendirecek şok bir karar almadı, piyasaları yanlış yönlendirmiş oldu.
Bankalar mecburen bu kararlara da uyacak ancak Merkez Bankası yönetimine, verdiği mesajlar konusunda artık güvenleri kalmadı. Yani Merkez Bankası sinyal vererek piyasayı yönlendirme inisiyatifini artık kaybediyor.

İkinci nokta; mevcut ekonomi yönetiminin para politikasından anladığı hemen hemen tek şeyin munzam karşılık olduğu ortaya çıktı...

Yazının Devamını Oku

Piyasalar Libya’yı bıraktı, Japonya’yı satın aldı

22 Mart 2011
LİBYA’da hafta sonunda başlayan sıcak çatışma nedeniyle, piyasaların dün haftaya daha kötü başlaması bekleniyordu. Petrol fiyatlarında bile sınırlı artış olması, piyasalarda beklenen sert düşüşlerin yaşanmaması, piyasa oyuncularını da şaşırttı. Dün bankacılarla konuştuğumuzda, “Piyasaların Libya’yı satın almak yerine, Japonya’daki nükleer endişenin azalmasını satın aldığını” söylediler. ABD ve AB’li nükleer uzmanı yetkililerin Japonya’daki incelemelerinden sonra, nükleer tehditin kontrol altına alınmaya başladığını açıklamaları, piyasaların hoşuna gitti.
Tabi ki Japon yenindeki yükseliş trendine G-7’nin müdahale kararı alması ve kısa sürede bu konuda başarı sağlaması da Japonya’ya dönük kaygıların azalmasında çok önemli bir rol oynadı. Küresel ekonomiyi tehdit edecek boyutlara ulaşmadan bu büyük sorunun önlenebileceği konusunda bir güven oluşmaya başladığı gözleniyor.
Dün piyasalarda oluşan bu beklenti, Japonya’ya dönük endişenin tümüyle giderildiği anlamına gelmiyor, tabi ki..
Fukişima nükleer santralında soğutma çalışmaları sonuç vermeye başladı, soğutuculara yeniden elektrik veriliyor ama yine de durumun kontrol altına alınmasının epeyce bir süre alacağı konuşuluyor. Bu süreç içinde yeni olumsuz haberler gelme ihtimali mevcut. Yanı sıra Japonya’daki deprem ve tsunami’nin yarattığı tahribatın, nükleer tehlike ve mal ihracatı dahil, önümüzdeki günlerde daha net bir şekilde ortaya çıkması, fatura kapsamlı biçimde ortaya çıktığında, piyasalarda etkili olması da bekleniyor.
Özetle; küresel piyasalarda Japonya’ya ilişkin sıkıntıların şimdiden yumuşadığı gözlendi.
Buna karşılık Libya’da başlayan sıcak çatışma ise küresel piyasalarda çok büyük bir olumsuz etki yaratmadı. Piyasa uzmanları, BM’nin kararından sonra böyle bir çatışma beklentisinin zaten oluştuğunu, çatışmanın başlamasının bu nedenle piyasaları etkilememiş olabileceğini söylüyorlar. Bu krizin uzaması halinde, etkisinin ileride görülebileceği de söyleniyor.
Libya’daki çatışmanın en önemli etkisi petrol fiyatlarında görüldü ama burada bile beklendiği kadar büyük artış kaydedilmedi, dünya petrol fiyatları 114 dolara çıktı.
PİYASA ÇOK OYNAK
İçeride ise küresel piyasalara bağlı olarak faizlerde küçük bir artış yaşanırken, hisse senedi piyasaları ve kurda fazla etki yapmadı. Bankacılar geçen hafta yoğun sıcak para girişi olduğunu, dün giriş olmasa bile piyasaların sakin olduğunu kaydettiler.
Ancak bankacılar, piyasanın çok oynak olduğunu, dün piyasada yaşanan sakinliğin kalıcı olduğunu kimsenin söyleyemeyeceğini ifade ediyorlar. Geçen haftadan itibaren oynak bir piyasaya girildiği, birkaç gün sonra neler olabileceğinin şimdiden kestirilemediği, her an sürprizlere gebe bir dönem daha yaşandığı görüşündeler.
İçeride dün yaşanan olumlu seyrin nedeni konusunda ise çok somut veriler bulunamıyor. Bazı kanallarda Libya Merkez Bankası Başkanı’nın kriz çıktığında Türkiye’de bulunmasından hareketle, Kaddafi’nin paralarının Türkiye’ye aktarıldığı yönünde spekülasyonların yapıldığını izledik. Kaddafi ve ailesine ait hesapların Avrupa’da dondurulması kararının verilmesi nedeniyle, piyasalarda bu senaryonun gerçek olabileceği konuşuluyor.
Yanısıra Japonya’da depremden hemen önce ihraç edilen, 2 milyar doların üzerindeki yen bazındaki devlet tahvillerinin parasının Hazine’nin kasasına girmeye başladığı, içeride yaşanan iyimserlikte bunun da etkili olabileceği belirtiliyor.
Piyasalar buna rağmen, böylesine karışık bir ortamda önümüzdeki günleri kestiremiyor.
Daha orta vadede bakıldığında ise Libya’daki sıcak çatışmanın uzun süre alması, Libya’ya yeni ülkelerin eklenmesi durumunda, petrol fiyatlarının yüksek kalacağına göre hesaplar yapılmaya başladı. Petrol fiyatlarının yüksek kalması, tek başına bile, cari açık problemi büyüyen Türkiye ekonomisi için önemli bir tehdit oluşturuyor.
Yazının Devamını Oku

Libya işi uzadıkça içeride tahribat büyür

21 Mart 2011
PİYASA oyuncuları hafta sonunda koalisyon güçlerinin Libya’yı bombalamasını, yerli-yabancı TV’lerden çok dikkatle izlediler. Çünkü bugün piyasalar büyük ihtimal petrol fiyatları yukarıda, hisse senedi piyasaları aşağıda, dolar ve altın fiyatları epeyce yüksek açılacak. Bu zaten belli ama piyasa oyuncularının şimdiden, bu çatışmanın ne kadar süreceği, Libya Lideri Kaddafi’nin gitmeden önce ne kadar tahribat yaratacağı ve gelecek iktidarın nasıl oluşacağı yönündeki tahminler üzerinde durduklarını, şimdiden olabilecekleri kestirmeye çalıştıkları gözleniyor.
Önce bu çatışmanın dünya ekonomisini ne kadar etkileyeceğine, daha sonra da içerideki etkisinin ne olacağına bakmak lazım. Petrol fiyatlarının artması, dolara ve altına talebin yükselmesi dünyada beklenen gelişmeler. Bununla birlikte Libya ile iş yapan ülkelerin durumu da özel olarak etkilenecek.
İç piyasalara bakıldığında önce, piyasa oyuncularının “Petrol yukarı çıkmaya başladığında bizde dünyadan çok daha fazla etki yapıyor” saptamasına eğilmek gerekiyor. Bunun en önemli nedeni, elbette ithalatçı ülke olduğumuz için petrol faturasının yükselmesi ama bence asıl etkisi cari açık problemi nedeniyle, petrol fiyatlarındaki artışın kırılganlığı artırmasında yatıyor. Cari açık hızla büyümeye devam ederken, petrol fiyatlarının yüksek kalması, cari açıkla birlikte tüm ekonomik dengeleri olumsuz etkiliyor.
İşte bu nedenle Libya’nın bombalanmasının iç piyasaları, özellikle diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla, çok daha olumsuz etkilemesi beklenebilir. Sadece cari açık nedeniyle değil,
Libya’daki Türk müteahhitlerinin yüksek iş hacmi nedeniyle de ayrıca sıkıntı yaşıyoruz. Bu kriz uzadıkça, bir kısmı hala şantiyelerindeki işçilerine para vermeye devam eden, Türk müteahhitlerinin işi de iyice zorlaşacak. İş uzadıkça maliyet artacağı gibi, hakedişlerin parasının alınması da uzayacak, kargaşa bu alacakların tahsilatında tehlikeler yaratacak.
Müteahhitlerin alamadıkları para sadece bu sektörü değil, Hükümetin baskısı nedeniyle Türk bankalarını da olumsuz etkileyecek gibi gözüküyor. Geçen hafta Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’la biraraya gelen banka genel müdürleri, “Bu konuda üzerimize fazla gelmeyin, asıl belirleyici yabancı bankalar, o nedenle bu sorunu Hükümetler bazında çözmek lazım” dediler. Ancak sorun belli ki giderek büyümeye devam edecek.
LİBYA’NIN EMSAL OLMASINA İZİN VERİLMEZ
Bence Libya sorununun kısa sürede tümüyle çözümlenmesi çok zor. Koalisyon güçlerinin “Hedefimiz Kaddafi’yi devirmek değil” dediklerine bakmayın. Mısır’da başlayan bölgedeki demokratikleşme sürecinin kesintiye uğramasına, ABD başta olmak üzere, bence Batı izin vermez, daha doğrusu veremez. Bölgedeki diğer ülkelerde de başlayan bu sürecin devam etmesinin önündeki engelin “Kaddafi’nin başarı kazanması” olduğu açık. Yani yönetimler halka baskıyla, bu süreci durdurabileceklerine inanırlarsa, sürecin tümü tehlikeye girecek demektir. Bence sadece bu nedenle bile Kaddafi’nin başarılı olmasına Batı izin veremez...
İşte bu nedenle Kaddafi’nin gidişine kadar bu çatışmanın süreceğine inanıyorum.
Berce piyasa oyuncuları da tahmin yaparken bu noktayı gözönünde bulundurmak zorunda. Batı büyük ihtimalle gelecek iktidarla anlaşacaktır ve mevcut kontratların korunmasını şart koşacaktır. Yani buradaki alacakların tümüyle tehlikeye girmesi ihtimali çok az. Ancak gelecek yeni yönetimin oluşması için sürecin uzayacağı da açık.
Yanısıra bizim hükümetin bölgedeki olaylardaki ikircikli tutumu, Libya olayıyla iyice açığa çıktı. Yani yeni yönetim kurulduğunda, bizim müteahhitlerin alacaklarının ne kadar öne çekileceği konusunda soru işaretleri doğabilir.
Hükümet, daha önce yaptığı gibi, yönetim beceriksizliklerinin faturasını, yine bu konuda da bankalara çıkarmaya çalışırsa, işte o zaman iç piyasa iyice gerilir.
Kısacası; Libya sorununun çözümü uzadıkça Türkiye ekonomisinde yaratacağı tahribat büyür.
Yazının Devamını Oku

TÜSİAD Başkanı ‘Konuşurken çekiniyoruz’ diyorsa...

17 Mart 2011
NEDİM Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmaları üzerine, basın özgürlüğünün işadamı için de, işçi için de, toplumun her kesiminden vatandaş için de ihtiyaç olduğunu yazmıştım. Bu nedenle basın ve ifade özgürlüğünü sadece gazetecilerin, yazarların savunmasının yetmeyeceğini, herkesin bu savunmaya katkı yapması gerektiğini söylemeye çalışmıştım.
Dün Habertürk Gazetesi’nde TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’in konuyla ilgili demecini okuduğumda, ne kadar TÜSİAD’ın tümünü yansıtır bilmiyorum ama, en azından Boyner’in bu duyarlılığa sahip olduğunu gördüğüm için sevindim.
Aslında Boyner’in böyle düşündüğünü zaten tahmin ediyordum ama bu konuda yine açık açık konuşması, bence TÜSİAD ve işalemi için ciddi bir kazanç oldu.
Boyner olaya yine ilkesel yaklaşmış, sadece bugüne ait bir ilkeden değil, her dönem hayata geçmesi gereken bir ilkeden sözediyor. Farklı fikirlerde olmanın mesele olmadığını belirterek, “önemli olan benden farklı düşünenin düşündüklerini yazabilmesini sonuna kadar savunmaktır, demokrasi budur” diyor. Şu anda toplumda “neyi söylersem kimi kızdırırım?” korkusunun hakim olduğunu, “Türkiye ileri demokrasiye geçiyor” dediğimizi ama bu korkunun dayanılmaz bir korku olduğunun altını çiziyor. Bu korkunun medya içinde oto sansürü ciddi biçimde ateşlediğini, bu durumun 21. yüzyıla Türkiye’sine yakışmadığını vurgulayan Boyner, “Mesele şu ki; toplum olarak hepimiz kendimizi çok dikkatli konuşmak zorunda hissediyoruz. Bu bile yeteri kadar sorun. Konuşurken çekiniyoruz, dikkatli kelime seçmeye çalışıyoruz. Halbuki fikirleri rahat rahat dile getirebilmek en temel insan haklarından biridir. Türkiye’de bu ortam şu anda yok” şeklinde konuşmuş.
Böyle bir ortamın kalkması için herkesin sorumluluk üstlenmesi gerektiğini kaydeden Ümit Boyner, hükümetin yanısıra, yargıyı da, medyayı da, STK’ları da göreve çağırıyor. Bence Boyner, gelinen korkutucu ortamı açıkca söyleyerek ve herkesi görevi çağırarak, zaten sorumluluğunu yerine getirmeye başlamış...
Demek istediğim tam da buydu; basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, sadece bizim için değil, işadamı için de, işçi için de, bu ortamda büyük pay sahibi olan politikacı için de gereklidir ve tüm kesimler bu ilkeyi savunmalıdır...
ANADOLU’DA BASKI DAHA BÜYÜK
TÜSİAD yani büyük işaleminin sözcüsü olan bir kurumun başkanı, “Konuşurken çekiniyoruz” diyorsa gerisini siz düşünün...
Şu kadarını söyleyeyim; Anadolu’da işadamları üzerindeki baskı çok yoğun. Bundan yaklaşık iki ay önce Antalya Ticaret ve Sanayi Odası’nda yaptığım bir sohbet sırasında, bu baskıyı şahsen, ağır biçimde hissettim. Başkan Çetin Budak’ın davetlisi olarak gittiğim Oda Meclisi toplantısında, ekonomiye ilişkin görünümü kendi bakış açımdan anlattıktan sonra, sıra soru cevaplara geldiğinde yaşadıklarım, gerçekten ibretlikti. Yaklaşık 20 masadan, en ortadakinde yeralan 5-6 kişilik bir grup, Başkana dönerek, “Daha geçen gün her şeyin çok güzel olduğunu konuşmuştuk, şimdi böyle eleştirel konuşmaları niye yaptırıyorsunuz” dediler. Yetmedi, konuk olarak bulunduğum toplantıda aynı masadaki başka bir kişi “CHP ağzıyla konuştuğum” suçlamasında bulundu.
“Kendi ağzı olmayanların başka ağızlardan, hem de nezaketsiz biçimde konuştukları”nı söyledim ama anladılar mı, bilmiyorum. Tavırları ise daha çarpıcıydı; koca koca adamlar, “Liseli ergen delikanlı” tavrında, “buraların hakimi biziz” edalarında, bilinçli yıldırma çabasındaydılar. En ufak bir eleştiri ve aykırı sese tahammülleri yoktu ve başkalarının da tahammül etmemelerini istiyorlardı. Başkan dışında kimse çıkıp, “konuk” hatırlatmasında bile bulunmadı. Belki bu grup korkutma çabasında başarılı oldu, bulunamadılar...
Bu işadamları işler döndüğünde, eleştiri hakkı için ne diyecekler, acaba?
Yazının Devamını Oku