Erdal Sağlam

Libya Bankası fona alındı bankalar rahatladı

5 Temmuz 2011
BİR süredir beklenen oldu ve Libya’nın sahip olduğu Arap Türk Bankası, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) alındı. 10 yıl önceki bankacılık krizinden bu yana ilk kez bir banka Fona alınmış oldu. Ancak bu kez mali yapısı bozuk olduğu için değil, uluslararası gelişmeler nedeniyle bir bankanın Fona alınması gerçekleşti. Türkiye, bu kararla birlikte, kriz çıktığında Kaddafi’nin yanında yeralması nedeniyle ABD ve AB’nin gösterdiği tepkileri de yumuşatmış oldu. Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nin kararları çerçevesinde Libya Lideri Muammer Kaddafi’ye yönelik yaptırımları da hayata geçirmeye başladı. Bu kapsamda bankaya el konulurken, Kaddafi ve ailesinin Türkiye’deki malvarlığı da donduruldu, aile çevresi ve komutanlarına Türkiye’ye giriş yasağı getirildi.

Bir gün önce Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun muhaliflerin merkezi Bingazi’ye gidip, 200 milyon dolarlık Türkiye yardımını açıklaması ve resmi olarak artık Kaddafi’yi tanımayıp muhalifleri tanıdığını belirtmesinin ardından gelen bu karar, TMSF tarafından dün uygulamaya kondu.

Bu karar bir yandan küresel gelişmelere Türkiye’nin uyumu, Libya konusunda Batı’nın politikasına dönmesi anlamına gelirken, öte yandan ise ekonomik olarak baş gösterecek zorlukların da büyük ölçüde aşılmasına neden olacak. 

OECD bünyesinde görev yapan Mali Eylem Görev Gücü (FATF), gerekli yasal düzenlemeleri yapması için 20 Haziran’a kadar süre verdiği Türkiye’yi, geçen ay “kara-gri liste”ye aldı. Bu listeye Türkiye’nin alınmasında öne çıkan neden kara parayla mücadele için gereken eylem planını uygulamaya sokacak yasal düzenlemelerin gecikmesi idi. Bu yasal düzenlemeler içinde “terörle mücadele” için gereken düzenlemeler vardı. Açıkca söylenmiyordu ama OECD, BM kararına rağmen Türkiye’nin Libya ile ilgili kararlara uyumu geciktirmesini, terörlü mücadele zaafı olarak görüyordu.

ABD’li yetkililer birkaç kez Türkiye’yi ziyaret etmiş, hükümetin önlem almaması halinde Türkiye’nin sıkıntı çekeceğini açıkca söylemişlerdi.

MÜTEAHHİTLERE DE ÇÖZÜM OLABİLİR

Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanı Mürsel Ali Kaplan bu listeye girilmesi halinde finansal sistemin ve yabancı yatırımların olumsuz etkileneceğini söylemişti. Bu Fona alınma kararının ardından TBMM tekrar açıldığında gerekli yasal düzenlemelerin de geçmesi, böylece Türkiye’nin OECD kara listesinden çıkacağı tahmin ediliyor.
 
Bu da küresel sisteme entegre olan Türk bankalarını rahatlaması demek. 

Bu kararla birlikte bankaların yanısıra Libya’da iş yapan müteahhitlerin teminat mektubu sorununun çözümü için de önemli bir adım atılmış sayılabilir.
Çünkü Libya’da iş yapan müteahhitler aldıkları işler karşılığı Arap Türk bankası kanalıyla teminat mektubu alıyorlardı. Daha çok Fransız bankalarından da geçen bu teminat mektupları sorunu, bir süredir hükümetin de gündemindeydi ve bu nedenle BDDK bankaları rahatlatmak için genelge yayımlamıştı.

Ancak sorunun asıl çözümü Libya’nın Türkiye’deki resmi bankası olan Arap Türk bankası ve Fransız bankalarının ortak kararıyla çözülebilecek. Şimdi Arap Türk bankası’nın yönetiminin TMSF’ye geçişi ile birlikte Fransız makamları ile ilişkiye geçilip, Libya’da iş yapan Türk müteahhitlerin verdikleri teminat mektupları sorununun çözülmesi için adım atma imkanı doğdu.  

Kısacası; hükümet Libya ile ilgili aldığı kararlar ve Arap Türk Bankası’nı TMSF bünyesine alarak, hem diplomasi alanında kendi elini rahatlatmış oldu, hem de özel sektörün rahatlaması için gerekli adımları da atmış oldu. 
Yazının Devamını Oku

Büyüme ile ısınmanın farkı

4 Temmuz 2011
TÜRKİYE ekonomisi, dünyada yılın ilk çeyreğinde en hızlı büyüyen ülke ekonomisi oldu ama sevinemedik. Daha önceki yüksek büyüme dönemlerinde politikacılar böylesine rakamlar için nasıl demeçler verirdi, bir hatırlayın... Geçen hafta belli olan rekor ilk çeyrek büyümesi için ise böylesine hamasi demeçlere rastlamadık. Bunda elbette aynı gün açıklanan rekor dış ticaret açığı, dolayısıyla cari açığın da rekor üstüne rekor kırmasının payı büyük...

Çünkü artık politikacılar da yüksek büyüme ile ekonominin ısınması arasındaki farkı açık biçimde görmeye başladılar. Bu nedenle fazla ses çıkarmıyorlar.
Bu kez rakamlar çok açık. Türkiye ekonomisi bu yılın ilk çeyreğinde rekor kırıp yüzde 11 oranında büyüdü ama yapısına baktığımızda, tehlike de kendiliğinden gözüküyor. İlk üç ayda dış talebin büyümeyi 5.5 puan aşağı çektiği, buna karşılık iç talebin büyümeye yüzde 16.5 oranında katkı yaptığı gözüküyor. Yani büyüme tümüyle iç talebe bağlı bir büyüme...

Bir başka deyişle sürekli olarak Merkez Bankası’nın uyardığı, “iç talep ile dış talep arasındaki farkın açılması” var ya, işte bu durum artık çok açık.
Merkez Bankası bunu görüyor ama ne yapıyor derseniz, bence hiç.

Merkez Bankası hâlâ yılın son çeyreğinde iç talebin duracağını, cari açıktaki artışın da yavaşlayacağını söylüyor... İlk çeyrekte büyüme iç talebe bağlı çok hızlı artıyor, dış ticaret açığı ve cari açık rekor üzerine rekor kırıyor ama Merkez Bankası Türkiye ekonomisinde ısınma olmadığını söylemeye devam ediyor.
Merkez Bankası dışında, yerli yabancı herkes ise artık bunun yüksek büyüme olmaktan çıkıp ekonominin aşırı ısınması olduğunu söylüyor. Söylemekle yetinmiyor, davranışları ile piyasayı da bu algıya göre yönlendiriyorlar.

The Economist Dergisi, “Yükselen piyasaların aşırı ısınma endeksi”ne dayanarak, aşırı ısınma riski olan 7 gelişmekte olan ülke arasına Türkiye’yi de ekledi. Financial Times bu büyüme oranının sürdürülemez olduğunun altını çizerken, “Aşırı derecede ısınan ekonomi politika yapıcıları için bir kutlama nedeninden çok, bir baş ağrısıdır” değerlendirmesinde bulundu.

Wall Street Journal ise piyasaların bu başarıya rakı kadehi kaldırmasının yanlış olacağını, çünkü bunun artık risk olduğunu söyledi.

VAKİT VAR AMA DARALDI

Bu etkili ekonomi yayınlarında yapılan değerlendirmeler, dış piyasaların Türkiye’ye bakışını ciddi ölçüde etkiler, zaten etkiliyor da...

İçeriden gelecek “Küresel finans Türkiye’de yine hır çıkarmak istiyor” ya da “Türkiye’nin büyümesini Batı istemiyor” itirazlarını duyar gibiyim. Hiçbir ülke rekabet ettiği başka ülkenin çok iyi olmasını istemez, bu doğal. “İstikrarlı yüksek büyüme” ile “aşırı ısınma”nın farkı da, zaten burada. Siz eğer gerçekten rekabette öne geçmek istiyorsanız, istikrarlı yüksek büyümeyi sağlayacak yapısal düzenlemeleri yapmak zorundasınız. Alacağınız önlemlerle aşırı ısınma algısını kıramazsanız, bu ileride ekonominin küçüleceği ortamlar gelecek demektir.

Hükümetin Türkiye ekonomisinin ısınmasına nasıl baktığını bence net olarak anlayamadık. Şimdiye kadar Merkez Bankası ve diğer otoritelerin aldıkları kararlara bakarsak, aşırı ısınma riskinin hâlâ bulunmadığını düşündüklerini görüyoruz. Ancak artık bence bu noktayı geçtik, önlem alma zamanı...

Bu uluslararası yayınlar hükümetin önlem almak için hâlâ vakti bulunduğunu ama giderek geç kalındığını da söylüyor. Ben de, küçük de olsa, hâlâ vakit kaldığını düşünüyorum. Ancak artık dünyada, alınması gereken önlemlerin alınmamasının “duyarsızlık” ve “riski görememe” olarak algılanmaya başladığını da söylemeliyim.
Bir başka deyişle, “artık çok geç” denebilecek döneme girdik...  
Yazının Devamını Oku

Merkez döviz alımını yakında sıfırlayabilir

30 Haziran 2011
MERKEZ Bankası son günlerdeki kur yükselişinden rahatsız oldu ve dün bu artışı durdurmak için bir adım daha attı.
Günlük döviz alım miktarını 10 milyon dolar daha azaltan Merkez Bankası’nın son dönemde yaptığı toplam indirim 20 milyon doları buldu. Merkez Bankası artık ihalelerde günde 30 milyon dolar alacakMerkez Bankası’nın bu adımı piyasalarda istediği etkiyi yapmadı. Hatta tam tersine Merkez Bankası’na “Geç kaldın, bu adım kurdaki çıkışı durdurmaz” mesajı verir gibi, kurlar dün bu açıklamadan sonra daha da yükseldi.Uzmanlar piyasanın Merkez Bankası’na çok açık bir mesaj verdiğini belirtirlerken, yakında Merkez Bankası’nın daha önemli adımlar atması gerekeceğini ifade ettiler. Sektördeki beklenti, “Yakında Merkez Bankası’nın günlük döviz alım ihalelerini tümüyle durdurma kararı vermesi” yönünde. Dün 10 milyon dolarlık döviz alım indirimine verilen tepkinin, Merkez Bankası’na yeni kararlar alması, daha ciddi davranması gerektiği konusunda uyarı olacağı tahmin ediliyor.Konuştuğumuz bankacılar, Merkez Bankası’nın döviz sepetinin değerinin 2’nin üzerine çıkması üzerine harekete geçtiğini hatırlatarak, “Piyasa otoriteyi test ediyordu, otoritenin hassas olduğu kur seviyesi de böylece ortaya çıkmış oldu” şeklinde değerlendirme yaptılar. Buradan da yola çıkarak, Merkez Bankası’nın yakında döviz alımını durduracağı görüşündeler.Sepet değeri 1.95’in üzerine çıktığında Merkez Bankası ilk adımı atıp günlük döviz alım miktarını 10 milyon dolar indirirken, değer 2’nin üzerine çıkınca bir indirim daha yaptı ama belli ki bu küçük adımlar yetmiyor... Bir bankacı, kurlardaki yükselişin artık enflasyon açısından da tehlikeli hale geldiğini, kurların fiyatlara yansımasının artık kaçınılmaz olduğunu hatırlatarak, “Merkez Bankası kura daha ciddi müdahale etmezse, bırakın kuru artık enflasyonun yükselmesini de umursamadığını göstermiş olur” şeklinde konuştu. Dolayısıyla artık kurların fiyat istikrarı açısından da müdahale edilmesi gereken bir noktaya geldiğini, Merkez Bankası’nın yakında alımları sıfırlayarak bir açıdan da enflasyonla mücadeleye hala önem verdiğini de göstermiş olacağını söyledi.SADECE ALIM İHALELERİ BELİRLEMEZMerkez Bankası dünkü açıklamasında, daha önceki “karşılığında çıkacak TL de daralacağı için, yılın ikinci yarısında günlük döviz alım miktarının azaltılmasının yeni munzam karşılık artışlarını engelleyeceğinin” söylediğini hatırlattı. Son dönemde bazı Avrupa ülkelerinin kamu borçlarının sürdürülebilirliğine ve global büyümeye ilişkin endişelerin artmasının risk iştahını olumsuz etkilediği, içinde bulunduğumuz gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımlarını zayıflatmaya devam ettiği kaydedilen açıklamada, bu nedenle miktarın 30 milyon dolara indirildiği belirtildi. Açıklamanın sonunda ihalelere ilişkin önümüzdeki günlerde tekrar değerlendirme yapılacağı belirtilirken, “Günlük ihale tutarlarında önceden duyurularak her iki yönde de değişiklik yapılabileceği gibi, gerek duyulursa ihalelere kısa ya da uzun süreli olarak ara verilebilecektir” denildi.Bankacılar açıklamaların sonunda her zaman bu tür ibarelerin yer aldığını ancak bu kez lafta kalmayıp, yakın zamanda alımın sıfırlanmasını beklediklerini söylüyorlar.Bir bankacıya “Peki, döviz alım miktarı tümüyle sıfırlanırsa kurdaki çıkış durur mu?” diye sorduğumda ise “Belli olmaz” yanıtı aldım. Bununla birlikte Avrupa ekonomisi, ABD’deki büyüme süreci ve içerideki siyasi hareketlenmelerin tümünün, kurlardaki seyrin belirlenmesine etki yapacağı, günlük döviz alımlarının durdurulmasının kuru tek başına belirleyemeyeceği de unutulmamalı.
Yazının Devamını Oku

Spekülatif atak altında

28 Haziran 2011
BAŞLIĞI bir bankacı arkadaşım verdi. Mevcut piyasa gelişmelerini tartışırken, “Son günlerde TL’nin spekülatif atak altında olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz” dedi. Yabancı bankaların yaptığı bir spekülasyondan söz ediyordu... Yabancıların TL ile oynayarak ciddi kar elde etmenin yolunu bulduğunu, “TL’yi savunacak bir merci bulunmadığı” için rahatlıkla spekülasyona girdiklerini kaydeden bankacı, risk iştahı düşüşünün fırsat olarak kullanıldığı görüşünde.

“Yabancıların cari açık sorununu bahane olarak kullandıklarını” kaydeden aynı bankacı, bunun cari açık sorunu olmadığı anlamına gelmediğini ama şimdi finanse edilebildiği için cari açığın büyük sorun olarak görülmediğini kaydetti. Finanse edilemediği dönem geldiğinde büyük sorun yaşanacağını kaydederek, son günlerde yabancıların cari açık sorunu adı altında spekülasyon yaptıklarını kaydeden bankacı, yabancıları caydıracak otorite bulunmadığını kaydetti. İlk aşamada dolar kurunun 1.67’ye daha sonra 1.70’e kadar çıkabileceğini söyledi.

“1.70’lere geldiğinde ne olacak?” diye sorduğumda ise yeniden bu seviyelerden bir giriş olabileceğini, piyasanın bunun beklediğini ifade etti.

Geri dönüş başladığında dolar kurunun nereye kadar ineceğinin bilinemediğini kaydeden bankacı, “örneğin Perşembe günü Yunanistan sorununun çözüldüğü anlaşılırsa, artık o zamandan sonra kurları yukarı itemezler, hatta bu noktadan sonra giriş başlayacağı için kurlar aşağı iner” tahmininde bulundu.

Bankacı arkadaşım tekrar giriş başladığında kurların nereye kadar ineceğini bilemiyor ama çok da aşağı gelmeyeceği tahmininde bulunuyor.

Aslına bakarsanız son 2.5-3 ay içerisinde kurlarda ciddi artışlar yani TL’nin değerinde ciddi bir erime yaşandığını görüyoruz. Nisan ayının 8’inde 1.50 olan dolar kuru dün 1.65’e dayandı, yani yüzde 10’yluk bir değer kaybı anlamına geliyor. Sepet bazında bakıldığında ise 1.8370’den 1.99’a gelmiş yani yüzde 8.5-9 oranında bir TL’nın değer kaybı anlamına geliyor.

GERGİNLİK VE BELİRSİZLİK YARATARAK YÖNETME...


3 ayda yüzde 10 değer kaybı aslında çok büyük bir oran. Eskiden olsa “Yüzde 10’luk devalüasyon” der, bunun enflasyona etkisini ciddi biçimde tartışırdık,
Kurlar kısa süre içinde geriye gelirse enflasyon üzerinde kalıcı bir etkisi olmaz ama şurasını söyleyelim ki; artık 1.50 düzeylerine geri gelmesi hiç beklenmiyor. Hatta şu andaki seviyesine bile inemeyeceğini söyleyenlerin sayısı fazla.

Bankacıların oluşturduğu kurlara ilişkin bu yeni beklentide Merkez Bankası’nın takındığı tutumun etkili olduğunu görüyoruz.

Yabancıların ya da yerli bankaların yaptığı spekülasyonu çok da yadırgamamak gerek. Bankacılar kârlarını maksimize etmek için bu tür spekülasyonları yaparlar ve oynanan oyunun içinde bu tür hareketler zaten vardır.

Önemli olan otoritelerin spekülasyonları gördüğü zaman buna müdahale etmesi, daha doğrusu spekülasyona izin verecek ortamı yaratmaması gerekir. Otorite dediğiniz de zaten budur, görevi bu işi yönetmektir.

Ancak Merkez Bankası’nın son dönemde daha çok seyirci rolünü tercih ettiğini, örneğin kurlara ilişkin Merkez’in attığı tek adımın, günlük döviz alım miktarını biraz azaltmak olduğunu, bunun de etkili olmadığını hatırlayalım...

Gözlemim o ki; siyaset nasıl sürekli kriz yaratılarak, gerginlik üzerinden yönetilmeye çalışılıyorsa, ekonomi de belirsizlik üzerinden yönetilmeye çalışılıyor. Bence bu tavrın sürekliliği olamaz. Gerginlik ve belirsizliğin yapıları ciddi biçimde zayıflatacağını, güçsüz bırakacağını unutmamak gerek...
Yazının Devamını Oku

Dünyada finansal riskler artarken...

27 Haziran 2011
EKONOMİDE hâlâ en çok merak edilen konu; hükümetin ekonomide yaşanan riskleri ne şekilde algıladığı ve ne gibi tedbirler alacağı... Seçimden sonra yaşadıklarımıza bakarak, rahat bir biçimde hükümetin büyük bir risk görmediği, seçimden önceki gibi bankacılık ve tüketici üzerindeki yükleri artırarak iç talebi kısmak ve cari açık sorununu bu yolla çözmek niyetinde olduğu söylenebilir. Ancak bence yine de, hükümetin bu konudaki tavrının netleşmesini biraz daha beklemek gerekiyor.
Bir soru da “Dünya ekonomisi daralmadan kurtulamıyor, acaba hükümet biraz da buna güvenerek mi, soğutma tedbirlerini savsaklıyor” şeklinde.
Dünya ekonomisi gerçekten de son günlerde yeni sıkıntılar yaşıyor ve gelişmiş ülkelerde küresel krizin yaralarını sarmakta geciktiği görülüyor.
IMF Küresel Finansal İstikrar Raporu’nun haziran ayı revizyonunda büyümenin beklenen ölçüde gerçekleşmediği görülürken, finansal risklerin de arttığına işaret ediliyor. Bu durum için başlıca üç neden sıralanıyor. Dediğimiz gibi en önemli sorun küresel ekonomideki toparlanmanın gücüne ilişkin endişelerin büyümesi. Özellikle Nisan’dan bu yana ABD’de konut sektöründe tekrarlanan zayıf veriler bu ülkede büyümenin hızlanmayacağı endişelerini artırdı.Buna bağlı olarak son dönemde ABD tahvillerinin reel getirilerinin ciddi biçimde düştüğüne şahit olduk. Yatırımcılar tercihlerini hisse senetlerinden tahvillere doğru kaydırmaya başladılar. Emtia fiyatları geçtiğimiz hafta gerilerken önümüzdeki dönemde de dalgalı seyrin devam etmesi bekleniyor.
Avrupa ekonomisi de zor durumda ve küresel finansal risklerin artmasında ciddi bir rol oynuyor. Yunanistan’da yaşanan büyük sıkıntıların ardından Avrupa’nın diğer çevre ülkelerinde de borçların ödenmesi konusunda ciddi riskler oluştu. Geçen hafta reyting kuruluşları sıkıntıların bazı büyük Avrupa ülkelerine sıçraması tehlikesinden bile söz eder oldular.
Bu arada yaşanan siyasi riskler nedeniyle, özellikle ABD ve Japonya’da orta vadeli mali uyum programlarının geleceği hakkında soru işaretleri oluştu.
GÖZLER HÜKÜMET PROGRAMINDA
Küresel ekonomide riskler artarken, Türkiye’nin bunlara bakarak kendi alması gereken tedbirleri geciktirdiğini söyleyebilir miyiz?
Bence böyle bir kayıtsızlığın olmaması gerekir ama olmuyor mu derseniz, buna gönül rahatlığıyla hayır diyemem. Kesin biçimde evet ya hayır demek için biraz daha beklemek gerekecek. Şu kadarı ise rahatlıkla söylenebilir ki; küresel ekonomideki risklerin artması bizim için, orta vadede daha iyi koşullara sahip olmak adına karşımıza çıkmış bir fırsattır. Bu durum yapılması gerekenleri geciktirirse, ileride çok büyük sıkıntılar yaşama tehlikemiz var.
Piyasalar Merkez Bankası’nın son aldığı faiz kararının açıklama metnini sevmedi. Hiç olmazsa tehlikenin farkında olduğunu gösteren ibareler arıyorlardı ama bunu bile bulamadılar. Bu nedenle açıklama sonrası tedirginliğin büyüdüğüne şahit olduk.
Piyasaların kaygısı; hükümet ciddi adımlar atmakta gecikeceği için Merkez  Bankası’nın işe sahip çıkıp, özellikle iç taleple ilgili tehlikenin farkında olduğunu göstermesi idi. Bunu bulamadıkları için hayal kırıklığına uğradılar.
Son olarak piyasa oyuncularının gözlerini yaklaşık 10-15 gün içinde açıklanması beklenen Hükümet programına çevirdiklerini görüyoruz. “Acaba hükümet programında bütçe açığı ve faiz dışı fazla ile ilgili, mali disiplin sağlanacağını gösteren somut rakamlar yer alır mı” diye soruyorlar.
Hükümet programlarında daha çok siyasi unsurlar yer aldığını biliyoruz ama piyasalar son umut olarak bunu belirlediler. Bakalım buradan ne çıkacak?
Yazının Devamını Oku

Faiz artmaz ama artış sinyali çıkabilir

23 Haziran 2011
SEÇİMDEN sonraki ilk Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı bugün yapılıyor. Piyasaların beklentisi, PPK toplantısında faiz oranlarıyla ilgili bir karar alınmayacağı yönünde. Merkez Bankası’nın mevduat munzam karşılıklarını yükseltmesinin ardından, seçim biter bitmez Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) da, yine kredi hacmini daraltacak, bankaların yükünü artıracak kararlar aldı. BDDK’nın aldığı son karar ve yaptığı açıklama piyasalar tarafından “Merkez Bankası’nın politika faiz oranını artırmayacağının bir kanıtı” olarak da görüldü. Daha doğrusu piyasalar ekonomi yönetiminin sıcak paraya karşı banka ve tüketici üzerinden önlem arayışının devam ettiğini, ekonomiyi soğutmak için radikal kararlar alma eğiliminin henüz bulunmadığını düşünüyor. Bu nedenle de faiz artışı yapılması gerektiğini söyleyen piyasa oyuncuları bile, bu artışın yapılmayacağı görüşündeler.
Bu arada piyasalarda oluşturulan beklentilerde Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın demeçleri de rol oynadı. Babacan, BDDK’nın devreye gireceğini söylemiş, daha sonraki adımları söylememiş, ileriye dönük olarak “gerekenin yapılacağı” gibi yuvarlak sözler etmişti. İşte BDDK’nın, Babacan’ın söyledikleri doğrultusunda hareket ettiği, dolayısıyla yeni bir adımın şimdilik söz konusu olmadığı, ileride yaşanacaklara göre önlem arayışının devam edeceği beklentisi oluştu. BDDK’nın son kararı, bir başka deyişle, Babacan’ın söyledikleri doğrultusunda piyasa oluşumunun devam ettiğini gösterir nitelikte idi.
İşte bu nedenle bugünkü PPK toplantısından faiz artış kararı çıkması beklenmiyor. Buna karşılık bazı piyasa oyuncularının “artış kararı çıkmaz ama önümüzdeki bir-iki ay içerisinde artış yapılacağının sinyali çıkabilir” yorumları yaptıklarına şahit oluyoruz. Bu yetkililer, yurt dışında faiz artış kararlarının hızlandığına dikkat çekerek, Merkez Bankası’nın da bu dönemde faiz artışının yararlı olacağına inanmasının doğal olduğunu, teknik gerekçelerin zaten bunu öngördüğünü söylüyorlar.
Buna karşılık seçimden sonraki ilk toplantıda faiz artış kararı vermesi halinde ise Merkez Bankası’nın kendi kredibilitesine büyük darbe indirmiş olacağı, bu nedenle gerek görse bile hemen faiz artış kararı vermeyeceği ifade ediliyor.
YA MALİ TEDBİR YA FAİZ ARTIŞI
Merkez Bankası’nın seçimden önce bırakın faiz artışını, faiz artışı sinyali anlamına gelecek en ufak bir ibarede bulunmadığını hatırlatan aynı piyasa oyuncuları, “şimdi seçim sonrası hemen faiz artış kararı verirse zor durumda kalabilir. Ancak seçimden sonraki bu ilk toplantıda bir-iki ay sonra faiz artış kararı vereceğinin sinyalini verirse, kimse bir şey diyemez” şeklinde konuştular.
Buna karşılık bazı piyasacılar ise faiz artış kararı verilmeyeceği gibi Merkez Bankası’nın ileride faiz artışı yapacağı anlamı taşıyacak ibareler kullanmaktan da çekineceği görüşündeler.
İşte piyasa oyuncuları bugünkü PPK toplantısını, “faiz artış kararı çıkar mı?”dan daha çok “ileride faiz artışı yapacağının sinyalini verir mi?” sorusunun yanıtını almak için izleyecekler.
Bu arada piyasa oyuncuların çoğunun “sıkı mali tedbirler ya da faiz artışı yapılmadan piyasaların sakinleşmesi mümkün değil” noktasında birleştiklerini görüyoruz. Özellikle yabancıların bu konuda bastırdığını kaydeden piyasa oyuncuları, “Yabancılar mali tedbir alınmadığı, olmadı faiz artışı yapılmadığı takdirde cari açık sorununun çözüme kavuşmayacağını düşünüyor ve dolayısıyla Türkiye’ye yeniden giriş yapmakta çekimser davranacaklarını söylüyorlar” dediler.
Yabancıların bu durumu sadece piyasa oyuncularına değil, ekonomi yönetimine de ilettiklerini biliyoruz. Kısacası yabancıların tavrı başta olmak üzere, piyasanın havasını yeniden olumluya çevirmek için ciddi tedbir beklentisi giderek yükseliyor.
Yazının Devamını Oku

Soğutmayla birlikte yeni teşvik sistemi de gerekli

21 Haziran 2011
YENİ hükümetin kurulmasının önümüzdeki hafta sonunu bulması bekleniyor. Yeni hükümetin ekonomide yapacağı işlerin başında, biran önce yeni organizasyonunu tamamlayıp, ekonomiyi soğutma tedbirlerine karar vermek gelecek. Ancak bununla yetinilmemesi gerektiği de açık. Bir yandan ileriye dönük, kalıcı istikrarı getirecek önlemleri alırken, öte yandan Türkiye’nin mevcut üretim biçimini ve organizasyonunu yeniden gözden geçirmesi, artık zorun hale geldi. Cari açıkta yaşadığımız süreç Türkiye’nin mevcut üretim yapısıyla, yüksek ve kalıcı büyümeyi sağlayamaya cağını bir kez daha ortaya koydu. Bu nedenle Hükümetin önündeki en önemli görevlerden biri; ileride daha yüksek büyümeyi iç kaynaklarla sağlayabilecek yeni bir üretim yapısını oluşturmak olarak gözüküyor. Bunun en önemli aracı teşvik sistemi olacak.
Aslında çok daha önceden yeni bir planlama yapılması gerekiyordu ama fırsat kullanılamadı. Büyümeyi sağlayan özel sektör temsilcileri, 7-8 yıldır, küresel ekonomiye bağlı olarak içeride yüksek büyüme rakamları yaşanırken, bunu dile getirmişler ama hükümet dinlememişti. Uzun yıllar verimsiz olduğu açık iller bazında teşvik sistemi, sonunda değiştirildi ama yine de Türkiye ekonomisini önümüzdeki yıllara taşıyacak bir niteliğe dönüştürülemedi.
ÖZEL SEKTÖRLE BİRLİKTE YAPILMALI
TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, daha 20 Mart 2006 tarihinde Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası’nda düzenlenen vergi ödül töreninde şunları söylemiş:
“Bugün küreselleşme sürecinde Türkiye ekonomisi, ciddi bir dönüşüm yaşamakta. Ve bu dönüşüm, maalesef yönetilememekte. Uluslararası piyasaların, Türkiye’nin önüne koyduğu şartlar, üretim alışkanlıklarımızı kökünden etkilemekte ve bu neredeyse tamamen kontrolsüz seyretmektedir. Bunun en önemli yansımalarını, sanayi ara malı ithalatında görüyoruz. Bugüne kadar bize, ‘sanayi aramalı ithalatından korkmayın, zira bu, sanayi ihracatımızı artırmaktadır’ denirdi. Ancak rakamlara baktığımızda, daha önceleri doğru olabilecek bu önerinin, giderek yanlış hale geldiğini görüyoruz. 2001 yılında, sanayi ara malı ithalatının, sanayi ihracatında kullanımı, yüzde 96 seviyesindeyken, 2005’te bu rakam, 84’e düşmüş.”
Hisarcıklıoğlu, 26 Kasım 2007 tarihinde 6. Sanayi Kongresi’nde yaptığı konuşmada ise sanayi politikasının bir ayağının sanayicinin önündeki engellerin kaldırılması, diğer ayağının ise sanayicinin yüksek katma değerli faaliyetlere yönlendirilmesi olduğunun altını çizerek, “Bunun aracı kuşkusuz teşvik sistemidir. Teşvik deyince bazılarımızın aklına bitmeyen fabrika iskeletleri geliyor, biliyorum. Çünkü her faaliyetin teşvik edilmesinin, aslında hiçbir şeyin teşvik edilmemesi anlamına geldiğini dikkate almayan, karmakarışık bir teşvik sistemimiz vardı. Şimdi şeffaf, getirisi götürüsü ölçülebilen, performansı izlenebilen bir sistem kurmak zamanı gelmiştir. Bu sistemde sektörler değil; küresel pazarda bir boşluğu doldurabilecek, katma değeri yüksek olabilecek, yenilikçi faaliyetler teşvik edilmelidir” demiş.
Sadece TOBB değil, TÜSİAD da teşvik sistemiyle ilgili çok eleştiri yaptı. Başbakan sonunda razı olunca teşvik sistemi değişti ama hala küresel gelişmelere uygun bir teşvik sistemimiz hâlâ yok. Ar-ge teşviklerinin yararı görüldü ama daha geliştirilmesi gerekiyor.
Bence hükümet ekonominin geleceği için, hemen sonuç alamasa bile, yeni bir teşvik sistemini biran önce gündeme getirip, ciddi bir çalışma yapmak zorunda.
Hükümetin, bunu yaparken en büyük destekçisi özel sektör olacaktır. Ancak kendisini her uygulamasında alkışlayan yeni özel sektör kuruluşları yerine TOBB, TÜSİAD gibi köklü kuruluşları dinlerse, daha çok yararlanır. Görevde 10. yılını dolduran Hisarcıklıoğlu’nun 2001 yılı programına özel sektör desteğini sağlaması, AK Parti’nin IMF programından ayrılmamasını sağlayıp istikrarı koruması bile, ülke ekonomisine yaptığı katkının kanıtlarıdır. Önceden yaptığı bu uyarılar da, başımıza gelecekler için özel sektörün nasıl yol gösterici olabileceğini gösteren delillerdir.  Yeni teşvik sistemi, eleştiren ve konuşan özel sektörle birlikte yapılmalı.
Yazının Devamını Oku

Ekonomiyi soğutmanın dozu

20 Haziran 2011
TÜRKİYE ekonomisinin soğutulması ihtiyacını, artık herkes görüyor. Ekonomi yönetiminin önündeki en kritik soru; soğumanın dozu ve zamanlaması ne olacak? Gördüğüm kadarıyla ekonomi yönetimi, cari açık sorununun çözümü için ekonominin soğutulmasının şart olduğunu görüyor ama bunun dozunun ne kadar sert olacağı konusunda henüz kafası karışık. Zamanlama açısından ise hemen soğutma tedbirlerine geçmek istiyor.

Bu karar ekonomi yönetiminin tek başına alacağı bir karar değil. Özellikle yabancıların kaygısı da; Başbakanın ekonominin soğutulması konusunda ekonomi yönetimiyle aynı kanıyı paylaşmayıp, soğutma tedbirlerini kabul etmeyebileceği yönünde. Cari açık sorununun çok büyüdüğünü, köklü bir çözüm tedbiri alınmadığını, yine akışına bırakılacak olursa Türkiye ekonomisinde riskin artacağından endişe ediyorlar, o nedenle bir süredir çekingenler.

Yabancılar bir an önce mali tedbirlere yani ekonominin soğutulması ve cari açık riskinin önlenmesi için köklü tedbirlere geçilmesini istiyor. Bunun zor olduğunu, yeni hükümetin kurulmasından sonra bir de ekonomi yönetiminin yeniden organize edilmesinin gündemde olduğunu, tüm bu nedenlerle mali tedbirlerde gecikilebileceğini düşünüyorlar. Bu nedenle de Merkez Bankası’nın bir an önce devreye girip, faiz artış kararını öne çekmesi gerektiğini, böylece köklü tedbir alınacağı mesajının verilerek, risk algısının azaltılacağı görüşündeler.

Dün Ercan Kumcu’nun yazdığı gibi; bu takdirde de Merkez Bankası’nın seçim nedeniyle gereken faiz artışını yapmadığı algısı çıkar ve Merkez Bankası yönetimi prestij kaybeder. Ancak Merkez Bankası yönetiminin siyasi kararlar konusundaki sicili zaten bir hayli bozuldu.

Merkez Bankası mali tedbir alınmamasına rağmen faiz artış kararını da yıl sonuna ötelerse, bence yeniden piyasaların sakinleştirilmesinde geç kalınmış olabilir.
Geç kalınsa ne olacak derseniz; tabii ki sonunda yine devreye girilip gereken kararlar alınır, piyasa belirli bir noktada dengeye oturtulur. Ama geç kalındığı takdirde fiyatlar en azından bir set yukarı çıkar, varlıkların değeri düşer, her krizde olduğu gibi halk daha da fakirleşir...

SADECE KREDİLERLE YETİNİLEMEZ


Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) geçtiğimiz hafta sonunda tüketici kredilerinin bankaya maliyetini artıran, karşılık ve sermaye yeterlilik düzenlemesi yayımladı. Bu düzenleme Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın bir süredir  kullandığı “BDDK devreye girecek” sözünün bir gereği gibiydi. Bağımsız BDDK seçim sonrası devreye girdi...

Daha önce de aynı amaçla munzam karşılıkların sürekli artırıldığını, ekonomi yönetiminin ekonomiyi soğutmak için sadece kredi hacmini daraltmak yolunu denediğini biliyoruz. Şimdi piyasalarda konut kredisi için gereken anapara miktarının yüzde 40’a çıkarılması, otomotivde özellikle lüks otolarda vergilerin artırılacağı gibi beklentiler de yer alıyor.

Şu kadarını tekrar belirtelim; sadece krediyi keserek iç talebi de daraltamazsınız, cari açığı istenilen seviyeye de çekemezsiniz. Gerçekten bu amaca uygun mali tedbirlerin uygulamaya sokulması, eninde sonunda kaçınılmaz olacaktır.

İşte burada ekonomiyi soğutmanın dozu konusu gündeme geliyor. Ekonomi yönetimi sadece kredilerin otomobil ithalatının daraltılması ile ekonomiyi soğutmak istiyorsa, bilin ki ekonomiyi ciddi soğutma niyetinde olmadığını gösterir. Yok, ardından vergi kararları, harcama reformları gelirse işte o zaman ciddi biçimde bu sorunun üzerine eğildiğini göstermiş olur. Faiz kararı da parasal olarak sorunun ciddiye alındığını gösterecek bir sinyal olur.

Bence ekonomi yönetimi soğutmanın dozu konusunda henüz kesin kararını vermemiş olsa da kafasında bir şey var. Biraz daha ciddi önlemler alınmasını istiyorlar ama henüz Başbakanla oturup, “Ekonomiyi ciddi soğutmamız lazım” diyemediler.

Belki de Başbakan’dan alacakları yanıttan korkuyorlar, kim bilir?  
Yazının Devamını Oku