Erdal Sağlam

Ekonomi yönetimi de krizi konuşuyor

25 Temmuz 2011
FARKINDA mısınız; son günlerde ekonomiyle ilgili herkes krizi konuşuyor. En azından Yunanistan krizi, ABD’nin bütçe krizi herkesin dilinde.

Sadece küresel ekonomi için değil, Türkiye ekonomisi için de aynı biçimde kriz konuşulmaya başladı. İçerdeki tartışmaların odağında ise yine dışarıdaki bu krizlere de bağlı olarak, cari açık problemi baş rollerde.

IMF’in son küresel tahmin raporunda yer alan 2012 yılına ilişkin kırılma öngörüsünün ardından, hafta sonunda konuşan IMF Türkiye Temsilcisi de finansal riskten söz etti. Daha sonra “Türkiye için değil dünya için söylemiştim” dedi ama konuşması zaten Türkiye’nin de içinde bulunduğu ısınan gelişmekte olan ülke ekonomilerine dönüktü.

Bence bu konuda en önemli açıklama Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’dan geldi. Başçı Türkiye ekonomisinin iyi olduğunu hatta “fazla iyi” olduğunu belirtirken tek risk unsurunun cari açık olduğunu kaydetti. Başçı’nın “Kamu ve özel sektörün dövizde açık pozisyon olmamasında fayda var” demesi, bence ilginç bir uyarıydı. Şahsen, böyle kritik dönemlerde Merkez Bankası Başkanlarının kurlara ilişkin uyarılarının başlangıcını hatırladım. Bu uyarılar başladı mı hep devam eder ve sonunda kurlarda bir sıçramayla son bulurdu.                                                   

Erdem Başçı’nın aynı derecede önemli bir başka sözü de krize ilişkindi. “Haddinden fazla endişelenmeye gerek yok, senaryolara hazırlıklıyız” diyen Başçı, konuşmasının sonunda ise Yunanistan’la ilgili alınan kararların önemli olduğunu kaydedip, “Kriz o kadar yakın görünmüyor” demiş. Benim Başçı’nın bu sözlerinden anladığım şu ki; Yunanistan için iyi kararlar alınsa bile sonunda kriz gelecek ama şimdilik değil, ileride olacak. Yine aynı şekilde Erdem Başçı’nın sözlerinden aslında telaşlanmayı gerektirecek bir durum olduğunu ama “haddinden fazla telaşlanılmasının sıkıntı yaratacağını” düşündüğünü anlıyoruz. Ekonomi yönetiminin tavrından da anlıyoruz ki; Türkiye’nin de ciddi biçimde etkileneceği bir küresel kriz beklentisi iyice artmış durumda. Bence cari açığın yarattığı kırılganlığın bu kez bizi daha fazla etkileyeceğini bilen ekonomi yönetimi, zararı azaltmak için “kriz gelecek ama biz yönetiriz” diye kamuoyuna ve piyasalara güven vermeye çalışıyor.

YABANCILARIN GÜVENİ YOK

Yazının Devamını Oku

Merkez’den karar beklentisi yok

21 Temmuz 2011
MERKEZ Bankası’nın temmuz ayı Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı bugün yapılıyor.

Piyasada Merkez Bankası’nın, faiz artışı gibi, ciddi bir karar alması beklentisi yok. Bazı piyasa oyuncuları yaşanan sıkıntıların artması nedeniyle, karar çıkmasa da yapılacak açıklamada bir retorik değişimi olabileceğini söylüyorlar. Ancak piyasadaki ağırlıklı beklenti; Merkez Bankası yönetiminin söylemde bile bir değişiklik yapmayacağı yönünde.
Özetle, bugün yapılacak açıklamada, yine enflasyon trendinde bir sıkıntı olmadığı, dışarıdaki gelişmelerin yakından takip edildiği gibi yuvarlak cümlelerin yer alması bekleniyor. Faiz artışı sinyali verecek bazı ibarelerin açıklamada yer alması, piyasalar için sürpriz olacak.
Yine kurlardaki yükselişin devam etmesi nedeniyle, günlük döviz alım ihalelerine ara verilip verilmeyeceği merak ediliyor. Ancak piyasa oyuncuları sepet değerinin 2’nin biraz altında olduğunu, 2’nin üzerine çıkmadan ihalelere ara verilmesini beklemediklerini söylüyorlar. Bugünkü toplantıdan ihalelere ara verilmesi kararını bekleyen sayısı çok az.

HEDEFLERE ULAŞILAMAMA TEHLİKESİ

Daha açık bir söyleyişle Merkez Bankası’nın bu dönemde ciddi bir adım atabileceği konusunda piyasanın pek bir umudu kalmamış gözüküyor.
Bazı bankacılar, kurlardaki bu seyrin devamı halinde enflasyona yukarı yönlü ciddi etki yapabileceğini, çekirdek enflasyondaki yükselişin devam ettiğini, normalde enflasyon hedeflemesi yapan bir Merkez Bankası’nın bu gidişe dur demek için, faiz kararı vermesi gerektiğini hatırlatıyorlar. Buna karşılık Merkez Bankası’nın birkaç ay daha bu yönde bir karar almasını ise beklemiyorlar.
Daha sonra geç kalınabileceğini, finansal istikrar derken fiyat istikrarının ikinci plana atılmasıyla, ikisinde birden hedeflere ulaşılamama tehlikesi bulunduğunu hatırlatıyorlar.

Yazının Devamını Oku

IMF, ekonomi yönetimini yine kızdırdı

19 Temmuz 2011
EKONOMİ yönetimi ile IMF’in arası yine bozuldu.

Daha önce Türkiye Raporu’nun yayımlanmasına izin vermeyen ekonomi yönetimi, şimdi de IMF’in son G-20 toplantısı sonrası açıkladığı yeni raporunda Türkiye’ye ilişkin yayımlanan tahminlerine epey kızdı. IMF’in Türkiye’ye ilişkin, özellikle büyüme tahminlerinin hatalı olduğu görüşündeler.

IMF’in yayımladığı son rapor kamuoyunda fazla konuşulmadı. 9-10 Temmuz  G-20 toplantısı sonrası açıklanan yeni IMF raporunda küresel ekonomiye ilişkin risklerin devam ettiği belirtilirken, ülkelere yönelik yeni tahminlere de yer verildi. IMF’in yeni tahminlerine göre Türkiye ekonomisi 2011 yılında yüzde 8.7 büyürken, 2012 yılı büyümesi yüzde 2.5’e iniyor. 2011 ile 2012 yılları 4. çeyrekleri baz alındığında ise yıllık yüzde 0.5 oranında küçülme öngörülüyor. Bunun tercümesi çok açık; IMF Türkiye ekonomisinin gelecek yılın ikinci yarısında ciddi olarak küçüleceğini tahmin ediyor. Böyle bir küçülmenin anlamı ise ekonomide yeniden bir kırılma yaşanacağı.

IMF’in Türkiye’ye ilişkin tahminlerinde dikkat çeken bir başka unsur ise büyümenin gelecek yıl negatife dönmesine karşılık, cari açık probleminin aynen devam etmesi. Yani artık ithal ihtiyacının çok büyüdüğü, ekonomideki büyüme oranı azalsa da cari açığın azalmayacağı söyleniyor. IMF tahminlerine göre cari açığın milli gelire oranı bu yıl yani 2011’de yüzde 10.5’e çıkarken, 2012’de yüzde 9.8, 2013’de yüzde 9.9 olacak. IMF’in enflasyon konusundaki tahmini ise iyimser; bu yıl sonunda yüzde 5.5 olacak enflasyon, gelecek 6.4’e yükselecek.

IMF’in internet sitesinde de yer alan bu rapor, kamuoyunda fazla tartışılmadı ama piyasadan yoğun ilgi gördü. IMF’in Türkiye bürosu da piyasadan bu rapor hakkında çok yoğun sorular geldiğini, özellikle de büyüme konusundaki varsayımların öğrenilmek istendiğini söylüyorlar. Açık bir şey söylemeseler de, ekonomi yönetiminden çok yoğun biçimde baskı yapıldığı da bir gerçek.

KURLAR YUKARI

Yazının Devamını Oku

Bütçe ve büyümede olumlu seyir

18 Temmuz 2011
GEÇEN hafta açıklanan bütçe ve işsizlik rakamları, başta hükümet olmak üzere herkesi memnun etti. Yine “Rekor açıklamaları” yapıldı. Haziranda, vergi affından gelen gelirlerin de etkisiyle, toplam bütçe gelirleri geçen yıla göre yüzde 45 artış gösterdi, ilk 6 aylık toplam gelirlerdeki artış ise yüzde 21 oldu. Bütçede yüzde 10’luk artış hedeflenirken, vergi affından gelen gelirler düşüldüğünde, artış oranı yine de hedefin üstünde yüzde 14 olarak oldu. Bütçe performansı olumlu ama faiz dışı fazlada bir yavaşlama dikkat çekti.
Büyük bütçe başarısının ardında vergi affıyla tek seferlik gelen gelirlerin katkısı büyük. Ancak bu olmasa da olumlu bütçe performansı yaşandığı da kesin. İkinci yarıda artan gelirlerin harcamaları artırması halinde sıkıntılar başlayabilir.
Bütçe performansındaki en büyük etkenin ise yüksek büyüme olduğu açık.
Banka raporlarında yeralan analizlerden gördüğüm kadarıyla öncü göstergeler  büyümede bir yavaşlama olduğunu, ikinci yarıda hızın düşeceğini ama yine de beklenen hızda olmayacağını gösteriyor. Yani belirli bir ısınma var, soğutma başladı ama yeterince soğutulması mevcut tedbirlerle zor gözüküyor.
Seçim nedeniyle bir miktar duraklama olsa da, bankalara gelen öncü veriler yeniden bir canlanma ve büyüme kıpırdanması yaşandığını gösteriyor.
Sanayi üretimi ile elektrik tüketimine ilişkin veriler de yüksek seyrini koruyor. Öncü kapasite kullanım ve sanayi üretim verileri yılın ikinci yarısındaki duraklamanın yavaş ve kademeli olacağını gösteriyor. Dış piyasaya dönük otomotiv, tekstil, ana metal gibi sektörlerde ise dış talepte yaşanan sıkıntı nedeniyle, iç talep ile dış talep arasındaki fark iyice büyüyor.
İç taleple ilgili frene basılmasında tedirgin davranan hükümet, belli ki inşaat gibi geniş kesimlerin iş hacmini etkileyen sektörlere fazla dokunmak istemiyor. Çimento satışlarındaki canlılık da bunun göstergesi gibi.
İŞSİZLİKTE DÜŞÜŞ TRENDİ DEĞİŞECEK
Geçen hafta sadece bütçede değil işsizlik konusunda da olumlu veriler açıklandı. İşsizlik oranı, kriz öncesi seviyeye gelerek, 9.9 gibi kritik bir rakamla, tek haneye indi. Nisandaki bu çok hızlı düşüşe rağmen mevsimsel arındırılmış işsizlik oranı verilerinde ise son 7 aydır süren düşüş trendinin durduğu gözleniyor. Mevsimsel arındırılmış işsizlik nisan itibarıyla yüzde 9.9’dan yüzde 10’a çok küçük bir artış kaydetti. Mevsimsel arındırılmış veriler toplam istihdam artışında yavaşlamaya, işsiz sayısında da artışa işaret ediyor. Nisanda tek haneli işsizliğe inilmesine rağmen mevsimsel etkilerden arındırıldığında görünen bu eğilim, yılın ikinci yarısında ekonominin yavaşlamaya başlamasıyla birlikte işsizlik oranının yeniden artışa geçeceğini gösteriyor. Piyasa beklentileri, yıl ortalaması için, işsizlik oranının yüzde 11 civarında olacağını gösteriyor.
Buna karşılık Mayıs itibarıyla aylık bazda, özel sektörün uzun vadeli dış borcu kur etkisiyle 1.4 milyar dolar azalırken, ticari krediler hariç kısa vadeli dış borcu 25.1 milyar dolar ile yeni rekor seviyesine ulaştı.
Özetle; ilk yarı ekonomik rakamları genel olarak iyi. Ancak bu iyiliğin ardında artan kısa vadeli dış borçlarla birlikte cari açık gibi büyük bir tehlike yaşanıyor.
Cari açık konusunda ekonomi yönetimindeki tedirginliğin büyüdüğünü, küresel ekonomideki gelişmelerin bu açıdan da kaygıyla izlendiği söyleyebiliriz.
Yüksek büyüme, daha doğrusu cari açığı risk haline getiren kapasitenin üzerindeki büyüme, bütçe ve işsizlik gibi olumlu rakamları beraberinde getirdi. Şimdi bu trend mecburen değişecek. Umarım, cari açık riski gerçekleşip, dengeleri bozmadan ekonominin soğutulması süreci tamamlanmış olur.
Yazının Devamını Oku

Avrupa krizine yüksek cari açıkla yakalanmak

14 Temmuz 2011
BAŞBAKAN Yardımcısı Ali Babacan, İtalya ve Yunanistan’daki gelişmelerin kendilerini kaygılandırdığını, “ihtiyatlı gitmek zorunda” olduklarını söylemiş. Bence çok yerinde bir saptama. Özellikle de, Babacan’ın söylediği gibi, mali disiplinin korunması ihtiyacı bu dönemde daha da artmış durumda.
Son olarak “batırılamayacak kadar büyük” İtalya’ya sıçrayan krize gelince... Bankacıların büyük bölümünün İtalya konusunda fazla tedirgin olmadığını gözlüyorum. İtalya’nın borç sorununun hep olduğunu, çok kötü bir sapmanın olmadığını kaydeden bankacılar, çıkan krizi biraz da, “canı sıkılan piyasanın çıkardığı spekülatif bir hareket” olarak görme eğilimindeler.
Bunun da ötesinde İtalya’nın “batırılamayacak kadar büyük” olduğu için, sorunun çok uzamadan çözüme kavuşturulacağı inancındalar.
Türkiye açısından bakılınca; yeni bir Avrupa krizine, daha yeni açıklanan rakamların da gösterdiği gibi, çok yüksek cari açık rakamıyla yakalanmış bulunuyoruz. Dolayısıyla çok daha hassas gidilmesi gereken bir ortamdayız.
Avrupa’nın yaşadığı sıkıntılar, yakın geçmişte gördüğümüz gibi, Türkiye’nin cari açık sorununu büyüten bir unsur oluyor. Çünkü hala Türkiye’nin en büyük ihracat pazarı Avrupa.
Buna karşılık ABD’deki büyümenin yavaş olması ise, genel olarak baktığımızda cari açık sorununu yumuşatan bir gelişme olarak görülüyor. Dolayısıyla cari açık için bir iyi bir kötü gelişme var ama kötü gelişmenin etkisi daha büyük.
Avrupa’daki yeni krize yüksek cari açıkla yakalandığımız gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda, ortaya çıkan gerçek ise; Türkiye’nin yüksek büyüme hızının yavaşlaması gereği. Unutmayalım ki; dış talebin büyümeye katkısı eksi 5’e kadar çıkmış durumda. Avrupa’daki sorun büyüyüp aynı milli gelir büyüme oranını yakalarsak, dış talebin geriletici etkisinin daha büyük olacağı kesin.
Bir başka deyişle aynı büyüme hızını, dış talep daha da gerileyeceği için, ancak daha fazla artan iç taleple yakalayabiliriz. Bu da zaten yüksek seyreden iç talebin makro ekonomik dengeler için daha tehlikeli olması anlamına gelir.
PİYASA: İÇ TALEP YENİDEN CANLANIYOR
Azalan dış talebi, ekonomik dengeler içinde tolere etmenin yolu yüksek büyüme oranlarının düşmesinden geçiyor. Buna bağlı olarak iç talebin ciddi biçimde azaltılması gerekiyor.
Piyasadan gelen haberler ise seçim sırasında düşen iç talebin, seçimden sonra yeniden artmaya başladığını gösteriyor. Bankacılar, öncü verilerin iç talebin azalacağı yere yeniden artışa geçtiğini gösterdiğini söylüyorlar.
Peki, kısa vadede finanse edilmesinde sıkıntı görülmeyen cari açık problemi nedeniyle, politikacılar büyümeyi yavaşlatma, iç talebi kısma kararı verirler mi?
Bence Babacan’a ve bürokratlara kalsa, iç talebi ve büyüme oranını, dolayısıyla cari açığı düzeltmek için daha ciddi kararlar alırlar. Ancak kimse Başbakan Erdoğan’ın buna razı edileceğini düşünmüyor. Babacan da bu gerçeği gördüğü için, cari açıkla ilgili sorulara, bu rakamların kendileri için sürpriz olmadığını belirtip, “yılın son çeyreğinden itibaren daha makul ve farklı bir trende gireceğini” söylüyor.
Alınan önlemlerin iç talebi ve cari açığı istendiği kadar azaltmadığı ortada. Çok önemli bir hareket görülmediği takdirde, yeni ciddi tedbirlerin alınacağı da şüpheli. O nedenle Babacan her ne kadar son çeyrekte azalmaya başlayacağını söylese de, piyasalar cari açıkta ciddi bir düzelme beklemiyor.
Peki, bu iş nereye kadar gider derseniz; politikacılar işler iyiyken önlem almaya yanaşmayıp, büyümenin sürdürülebilir oranları uzun süre aşmasına izin verdikleri zaman, daha önce başımıza ne iş geldiyse, yine aynısı olur...
Yazının Devamını Oku

Sağlıkta reformlara devam

12 Temmuz 2011
İKTİDAR partisinin üçüncü kez yüzde 50 oyla kazandığı seçimlerde hükümetin uyguladığı sağlık politikasının etkisi büyük. Geniş halk kesimleri, yoğun biçimde sağlık hizmetlerinden yararlanabiliyor. Bunun getirdiği çeşitli sıkıntılar elbette yaşanıyor ama bu uygulama doğal olarak oyları artıran ciddi bir unsur...

Başından beri hükümetin Sağlık Bakanı olarak görev yapan Recep Akdağ yeniden bu göreve atandı. Bence Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ile Recep Akdağ’ı, hükümetin icraat açısından en başarılı bakanları olarak sayabiliriz.
Bakan Akdağ ile yeni dönemi konuşurken, reformların devam edeceğini öğreniyorum. Yeni dönem için obezite ile mücadele ve sporun birlikte ciddi bir program çerçevesinde yürütüleceğini, sigara kullanımını azaltma çabalarına devam edileceğini öğreniyorum. Bakan Akdağ bu iki uygulamaya, bir yandan kişisel ve toplumsal sağlık sorunu olarak bakarken, öte yandan ise hem kamunun hem özel kesimin sağlık harcamalarında tasarruf olarak da görüyor.

Doktorlar başta olmak üzere sağlıkla ilgili çeşitli kesimlerden gelen şikayetleri konuşurken, Bakan Akdağ’ın “Ben aynı zamanda özel sektörün de bakanıyım” vurgusu dikkatimi çek ti. Özel hastanelerin, ilaçcıların, doktorların şikayetleri olduğunu, bunların bir kısmının haklı olabileceğini ama kendisinin bir denge kurması gerektiğini kaydeden bakan Akdağ, “kaynaklarımız sonsuz değil, bu parayı Hazine yani toplum ödüyor. Bu nedenle bir dengeyi bulmamız lazım, mümkün olduğunca tasarruflu, verimli davranmak zorundayız. Ben Sağlık Bakanlığı hastanelerinde bunu yapıyorum, özel sektörün daha verimli olması lazım, yani ne kadar tasarruf edilebileceğini biliyorum” diyor.
Bunu yapmak zorunda olduğunu, kendisinin görevinin mümkün olduğunca geniş halk kesimine erişimi yüksek, kaliteli hizmet verip, maliyeti asgaride tutmak olduğunu hatırlatan Bakan, kendisinin Hazine’den, Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan para istediğini, özel sektörün kendisinden istediğini, dolayısıyla bir dengeyi bularak verimli çalışmanın yolunu bulacaklarını söylüyor.

ÖZEL SEKTÖRÜN DE BAKANI...

Özel sağlık kuruluşları ve ilaçcıların şikayetlerinin hepsinin haksız olmadığının altını çizen Bakan Akdağ, herkesin aynı tarafta olduğunu, milletin ödeme gücüyle kazanç arasında denge kurarak gitmeye devam edeceklerini söyledi.
Bakan Akdağ’ın, üniversite hastanelerinin işletme kısmının Sağlık Bakanlığı’na devri, buna karşılık Bakanlığa bağlı eğitim hastanelerinde eğitim sorumluluğunun ise üniversitelere devredilmesi yönündeki önerisini konuştuk. Akdağ, ille Bakanlığa geçmesinin şart olmadığını buna üniversitelerin karar vereceğini belirtirken, bu takdirde hesapların Bakanlık tarafından denetimi gerekeceğini söyledi. Bazı üniversite hastahanelerinin sürekli zarar edip, bu zararın kamu tarafından ödenmesinin önüne geçilmesinin şart olduğunu kaydeden Bakan, isim vermeden, şimdiye kadar en çok para aktardıkları bir üniversite hastanesinin hala en zararlı hastahane olduğunu ifade etti.
Muayenehanelere getirilen yeni fiziki şartlara ilişkin şikayetlerin bir kısmını haklı bulduklarını kaydeden Bakan Akdağ, bu konuda görüşme yapacaklarını, uyum süresinin uzatılmasının, bu arada muayenehane içi için getirilen bazı şartların yumuşatılabileceğini söyledi.
Kendisinin bir doktorun hem kamuda hem muayenehane açarak çalışmasına karşı olduğunu hatırlatan bakan Akdağ, buna karşılık muayenehanelere karşı olmadığını, elinden gelen kolaylığı göstermek istediğini de kaydetti. Benim edindiğim izlenim; Bakan Akdağ yeni Bakanlık döneminde özel sektör hastaneleri, ilaçcılar, doktorlar gibi sektörle ilgili geniş kesimlerle, daha iyi iletişim içinde olup, yeni reformları daha çok benimseterek gitme niyetinde.
Yazının Devamını Oku

Cari açık için kalıcı çözüm zamanı

11 Temmuz 2011
YENİ Hükümetin kurulması, ekonomi yönetiminin aynen kalmasının ardından ekonomiye dönük ciddi tedbirler alınması yönündeki beklentiler de yükseldi. ‘Ekonomideki en büyük riski oluşturan cari açık konusunda’ kısa dönemde ciddi tedbir alınacağı yönündeki umutlar azalsa da, mevcut ekonomi yönetiminin orta dönemde yapısal sorunları çözme ihtiyacı duyan bir deneyime sahip olması, daha sonrası için piyasalara ve işalemine umut verdi.  

Kısa dönemde cari açık hala çok büyük bir risk oluşturmaya devam ediyor. Bu nedenle özellikle yabancıların kısa dönemde önlem alınma beklentisi azaldığı için, son dönemde piyasalarda belirli bir tedirginliğin yaşandığı da gözleniyor. Hükümetin, daha çok da Başbakanın büyümeden taviz vermeye yanaşmaması nedeniyle, belli oldu ki; bu risk bir süre daha devam edecek. Bu riskin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinde ise küresel ekonomideki gelişmelerin çok önemli bir rol oynayacağı anlaşılıyor. Buna karşılık orta ve uzun dönemde, cari açık başta olmak üzere, ekonomide kalıcı istikrar sağlanmasının önündeki engeller, mevcut ekonomi yönetimince iyi biliniyor. Her ne kadar geçmiş dönemde bu yöndeki saptamalarına rağmen kalıcı yapısal tedbirler aldıramasalar da, ekonomi yönetiminin bu yapısal tedbirleri önümüzdeki dönem gündeme getirmesi bekleniyor.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da yeni Hükümetin kurulmasıyla ilgili kutlama mesajında ağırlığı bu konuya verdi. Türkiye ekonomisinin son dönemlerde çok önemli bir ivme yakaladığını, yılın ilk çeyreğinde rekor kırdığını hatırlatan Hisarcıklıoğlu, “Şimdi öncelikli beklentimiz özellikle sanayinin ithal ara malı gereksinimini azaltacak cari açığı risk unsuru olmaktan çıkaracak ve üretim yapımızı değiştirecek adımların atılmasıdır” dedi ve yeni kabinenin adım atacağına inandığını söyledi.

İşalemi ve Hisarcıklıoğlu, cari açık ve ithal ara malı konusunu, işler iyi olduğunda, 2007 yılından beri, dile getiriyor. Teşvik sisteminin buna göre yeniden düzenlenmesi çok istendi ama şimdiye kadar bu yapılamadı.

ENERJİ YETMEZ, YAPISAL TEDBİRLER GEREK

Hükümet şimdiye kadar cari açığı çok büyük ölçüde enerji ithalatına ve dünya enerji fiyatlarının artmasına bağlama eğilimindeydi. Ancak ekonomi yönetimi de biliyor ki; cari açık problemi  sadece enerji maliyeti ile büyümüyor. Son dönemdeki gelişmeler çok daha köklü sorunlar olduğunu ortaya koydu.  Başbakan Erdoğan da Hükümet programın sunarken, bir yandan yapısal sorunlara değinirken öte yandan ise yine sorunu enerjiye bağlama eğilimindeydi ama öte yandan verdiği rakamlarla yapısal sorunu itiraf etmiş oldu. Cari açığın milli gelire oranının 2008 yılında yüzde 5.7 iken 2010 yılında yüzde 6.5 olduğunu hatırlatan Başbakan, “Enerji fiyat etkisinden arındırıldığında ise bu oranlar sırasıyla yüzde 1.8 ve yüzde 4’e geriliyor” dedi. Bu rakamlar da cari açığın milli gelire oranında enerji fiyatları etkisinden çok daha büyük bir bozulma olduğunu zaten ortaya koyuyor. 

Erdoğan, Hükümet programı açıklamasında ileriye dönük teşvik sisteminde öncelik verilecek, rafineri gibi, belli sektör ve projeleri saydı. Ancak herkes biliyor ki; bunlar cari açık sorununu kalıcı olarak çözecek, ithal ara malı ithalat gereksinimini azaltacak tedbir ve projeler olmaktan epeyce uzak.

Türkiye’nin IMF ile ilişkiyi kestiği 2007 yılından bu yana kalıcı, yapısal tedbir niteliğinde ciddi bir ekonomik adım atmadığını herkes gibi ekonomi yönetimi de biliyor. Durumu idare etmenin ötesinde, Türkiye ekonomisinde kalıcı ve istikrarlı büyümeyi sağlayacak olan yapısal tedbirleri, Hükümetin dış baskı olmadan da alıp alamayacağını, önümüzdeki süreçte yeniden test etmiş olacağız.    
Yazının Devamını Oku

Başbakan ekonomi yönetimine güvenini gösterdi

7 Temmuz 2011
DÜN açıklanan 61. Bakanlar Kurulu listesi, genel olarak değerlendirildiğinde iktidar partisinin seçim zaferinde etkili olan bakanların yerini koruduğu, bazı reform gerektiren alanlarda ise yeni ve deneyimli isimlerin göreve getirildiği bir kabine biçiminde özetlenebilir.

Kabineye baktığınızda, bir önceki ekonomi yönetiminin ödüllendirildiği görülüyor. Başta yine Başbakan Yardımcılığına getirilen Ali Babacan olmak üzere, geçmiş ekonomi yönetimi çok büyük ölçüde yerini korudu. Daha önce Devlet Bakanı olan Cevdet Yılmaz, yine DPT ağırlıklı hale getirilen Kalkınma Bakanlığı’na getirilirken, Dış Ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan, yetkisi Hazine’nin Teşvik Uygulama Genel Müdürlüğü ve Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü ile güçlendirilen Ekonomi Bakanlığı’na getirildi. Çağlayan, bir yandan desteğini aldığı ihracat kesiminin sorunlarıyla uğraşmaya devam ederken, öte yandan da ihracata dönük ama ithalat ihtiyacını da azaltacak, yani cari açığı uzun dönemde düşürecek ciddi bir sanayi teşvik politikasından da sorumlu olacak. Bence yeni organizasyonda değişiklik yapılıp, iç ticaretin de bu bakanlığa alınması gerekebilir.  

Yine Devlet Bakanı olan Hayati Yazıcı da Sanayi ve Ticaretten gelen, iç ticaretle ilgili birimlerle güçlendirilmiş olan Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’na getirilerek, başarısı ödüllendirilmiş bakanlardan oldu.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in Milli Eğitim Bakanlığı’na getirilip, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na eski bakan Faruk Çelik’in atanması da, bence ekonomiyle ilgili bu alan için başarılı bir seçim olmuş. Bakan Dinçer belli ki reformlara sahne olacak bir alana kaydırıldı. Faruk Çelik ise eski bakan lığı döneminde işçi ve işveren sendikaları ile daha iyi ilişki kurabilen, uzlaşmacı bir kişi idi ve bence yerini bulmuş oldu.

Nihat Ergün, Bilim Sanayi ve Teknoloji adını alan eski Bakanlığını korurken, bence ileriye dönük sanayi yapısının belirlenmesinde etkili olacak bilimsel ve teknolojik gelişmeler adına ciddi adımların atılabileceği bir alana sahip oldu.

Yazının Devamını Oku