Erdal Sağlam

Bu kadar yüksek zam kötü yönetim göstergesi

2 Nisan 2012
HAFTA sonunda yapılan yüksek oranlı elektrik ve doğalgaz zamları, ekonomik dengelerde yaratacağı olumsuz sonuçların yanı sıra, kötü bir enerji yönetimini de açıkca ortaya koydu.

Şimdiye kadar gerektiği halde yapılmayan, geciktirilen zammın faturasının olması gerekenden çok daha ağır olacağını, dengeleri çok daha fazla bozacağını hep söylerdik ya, işte bu oldu.
Çünkü zamanında yapılmayan zamlar, hem sonunda mecburen yapılacak zamların katlanarak birikmesine neden oluyor, hem de bazı enerji KİT’lerinin zararlarını büyüttüğü için, bunların durumunun düzeltilmesi için, gerekenden daha yüksek zamlar yapılmak zorunda kalıyor.
Sonuç olarak kötü yönetimin faturasını halk çekiyor.
Sadece geniş halk kesimleri değil, özel sektör de bu zamlardan ciddi biçimde olumsuz etkileniyor. Zaten sık sık yapılan akaryakıt zamlarının etkisiyle artan ulaştırma fiyatları nedeniyle zor durumda olan özel sektör firmaları, şimdi elektrik ve doğalgaz zamlarıyla girdi maliyetlerinin önemli ölçüde artmasıyla iyice zor durumda kalacaklar. Bu durum ihracatta Türk mallarının rekabet gücü kaybına da yol açacak.
Merkez Bankası, çift haneye çıkardığı enflasyonu yeniden tek haneye indirmek için Nisan ve Mayıs ayına bel bağlamıştı. Ancak elektrik ve doğalgaza gelen yüksek oranlı zamlar, hem enflasyon endekslerini, yapacağı doğrudan etkiyle yukarı çekecek, hem de dolaylı etkileriyle ciddi fiyat artışlarına neden olacağı için, enflasyonun indirilmesini engelleyecek ciddi bir unsur olacak.
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın yüzde 19’a varan doğalgaz zamlarını savunurken, uzun süredir maliyetlerin artmasına rağmen zam yapmadıklarını gerekçe olarak göstermesi ise zaten gerektiği zaman zamların yapılmadığını, bir başka deyişle kötü yönetim yapıldığının da bir itirafı gibi.
Doğalgazda olduğu gibi elektrikte de, daha önce gereken zamların bürokratlar tarafından hazırlanıp talep edildiğini, ancak Başbakan Tayyip Erdoğan’ın zamların zamanında yapılmasını engellediği biliniyor. Bakanlar da Başbakana bu konuda söz geçiremiyorlar. Başbakanın bu kez nasıl olup da, bu kadar yüksek oranlı zamları kabul ettiğini ise, en azından şimdilik, bilmiyoruz.

EPDK’NIN BAĞIMLILIĞI TESCİL OLDU

Yazının Devamını Oku

Hesabı olmayan yasa: 4+4+4

29 Mart 2012
TOPLUMDA ayrışmaları ve çatışmaları artıran, TBMM’de kavgalara neden olan, belki de yeni anayasa çalışmalarını engelleyecek kadar büyük gerginlik yaratan, 4+4+4 olarak bilinen eğitim yasasıyla ilgili Hükümetin hesabının bulunmadığı ortaya çıkıyor. Yapılan hesaplar, bütçede bu yasayla ilgili hiç bir ödeneğin bulunmadığını, bütçe hazırlanırken bu yönde bir karar bulunmadığını açıkca ortaya koyuyor. Bu tablo da 4+4+4 olarak bilinen yasanın kamuoyunun gündemine, “Hiçbir hazırlık yapılmadan, sadece 28 Şubat’ta Başbakanın yaptığı konuşmada söylediklerini yerine getirmek için” geldiği iddialarını doğruluyor.
Zaten konuyla ilgili resmi uzmanlarla konuştuğunuzda, Milli Eğitim Bakanlığı’nın öncelikli sorun olan eğitimdeki kaliteyi artırmak için derslik başına düşen öğrenci sayısını 31’den 24’e düşürmek için hazırlıklara başladığını, zorunlu eğitimle ilgili hiçbir hazırlığı bulunmadığını, Başbakanın bu konuşması üzerine bürokratların gerekçe oluşturmaya başladıklarını öğreniyorsunuz. Bırakın Milli Eğitim bürokratlarını, Hükümet partisinin yöneticilerinin bile “Bu nereden geldi, nereden peşine takıldık anlayamadık” dediklerine şahit oluyoruz. Bu parti yöneticileri, bu yasanın gerektirdiği finansmanın bulunmadığını, çok pahalı bir proje olacağını, kaynak bulmanın zor olacağını da açıkca söylüyorlar.
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) önceki gün “Yeni Milli Eğitim Kanun Tasarısı: Nicelik mi, Nitelik mi?” başlıklı bir araştırma yayımladı. Araştırma, kanun tasarısı yasalaştığı takdirde, uygulamaya başlayacağı 2012-2013 öğretim yılıyla birlikte getireceği ek ihtiyaçlar ile ihtiyaçların karşılanması için gereken kaynak miktarını, bütçe üzerinde yaratacağı etkiyi iki senaryo halinde hesaplayarak ortaya koyuyor. 1997-1998 öğretim yılında 8 yıllık zorunlu eğitime geçilmesiyle birlikte hızlanan eğitime erişme oranındaki artışın, kız çocuklarının eğitimi konusundaki ciddi gelişmelerin özetlendiği araştırmada, eğitimin kalitesi açısından ise özellikle derslik başına düşen öğrenci sayısını artırma çalışmaları yapmak gerektiği, PISA sonuçlarının da kalitedeki düşüklüğü ortaya koyduğu anlatılıyor.
BAKANLIK BÜTÇESİNİN TÜMÜ
Kanunun yasalaşması halinde bu yıl 1.3 milyon olarak hesaplanan 5 yaşındaki çocukların okula başlayacağı hatırlatılarak, sadece bu uygulama ile gelecek ek derslik ihtiyacının mali karşılığının 5.5 milyar TL olacağı hesaplandı.
Yasanın getireceği öğretmen ve yatırım ihtiyacının karşılanması için gereken bütçenin 20.7 milyar TL’yi bulacağı, söz konusu bütçe ihtiyacının Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2012 bütçesinde yer alan 38 milyar TL’lik payının yüzde 54’üne denk geldiğinin altı çiziliyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırlıklarını başlattığı 12 yıllık zorunlu eğitim sistemi içinde kalitenin artırılması için 24 kişilik sınıflarda eğitim verilmesinin toplam maliyetinin  36.6 milyar TL’yi bulacağı belirtilen araştırmada, bu seviyedeki bir bütçe ihtiyacının ise Bakanlığın 2012 bütçesinin yüzde 96’sına, yani neredeyse tümüne denk geldiği hatırlatılıyor.
Bence bu rakamlar bile tek başına, 4+4+4 yasasının hesapsız biçimde gündeme getirildiğini, dolayısıyla altının dolu olmadığını gösteriyor.
Bu araştırmaya ek olarak Milli eğitimle ilgili Hükümete yakın uzmanlar, ayrıca taşıma ücretlerinin ciddi artacağını, yurt yapımlarının eklenmesi gerekeceğini söylüyorlar. Yani aslında kaynak ihtiyacı bu rakamlarla da sınırlı değil.
Peki, nasıl olur da bütçesi olmadan, hazırlığı yapılmadan, böylesine önemli bir yasa ortaya çıkarılır, bu kadar toplumsal çatışmaya yol açılabilir? Mevcut uygulamanın getirdiği yararlar ortada iken, nasıl olur da niteliği artırmaya çalışmak yerine, yeni bir kargaşa yaratılır?
Keşke ortaya çıkan bu tabloya, sadece “kötü yönetim” diyebilseydik.
Yazının Devamını Oku

Kur korkusu Merkez Bankası’nı tutuyor

27 Mart 2012
BUGÜN toplanacak Merkez Bankası’nın Para Politikası Kurulu (PPK) ndan çıkacak karar için çeşitli tahminler yapılıyor. Piyasalardaki genel beklenti ise ciddi bir karar çıkmayacağı yönünde. Bugünkü toplantıdan TL bazındaki mevduat munzam karşılıkların altın ya da döviz olarak tutulabilecek oranına ilişkin bir artırım olabilir. Yani Merkez Bankası bir süredir döviz üzerindeki baskıyı yumuşatmak için uygulamaya koyduğu eğilimi devam ettirebilir.
Karar böyle çıkarsa, bunun piyasa için çok önemli bir karar olmayacağı ortada.
Piyasada hala, bugünkü toplantıdan faiz koridorunun üst bandının aşağı çekilmesi yönünde karar çıkmasını bekleyenler de var. Daha önce 12.5’dan 11.5’a indirilen üst bandın biraz daha aşağı çekileceğini, örneğin 11’e çekilebileceğini tahmin edenler var.
Ancak Merkez Bankası’nın böyle bir karar alması bence çok zor.
Çünkü yaklaşık 10 gün önce Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, “koridorun üst sınırının indirilebileceğini” söyleyince başına gelenleri gördü. Bunun bir genişleme politikası olacağını gören yatırımcılar, özellikle de yabancılar, kurları hemen yukarı çıkardılar. Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı kurdaki bu hareket üzerine korktu ve iki gün sonra ekonomistlerle yaptığı toplantıda bu söyleminden hemen çark etti.
Artık Merkez Bankası biliyor ki; koridorun üst sınırını aşağı çekmesi halinde kurlar yukarı çıkacak. O nedenle bugünkü toplantıda böyle bir karar alma cesaretini gösterebileceğini pek tahmin etmiyorum. Piyasalardaki genel beklenti de bu yönde.
Merkez Bankası’nın iki gün içinde çark etmesi, aslında piyasaları yanlış algıladığını ve doğru politika izlemediğini de ortaya koydu. Yoksa bu açıklama öncesi piyasaları yüzde 7.5’den fonlarken, iki gün sonra fonlama faizini yüzde 9’a çıkarmazdı. Merkez Bankası’nın piyasayı hala yüzde 9’dan fonladığını da unutmayalım.
Çünkü Merkez Bankası kurların yükselmesinden çok korkuyor. Kurlar yukarı çıkarsa, makro dengelerin bozulması bir yana, zaten artma eğilimindeki enflasyonu daha da azdıracağını biliyor. Kurlar böyleyken, artan dünya petrol fiyatları nedeniyle, akaryakıta zam üstüne zam ihtiyacı doğuyor. Eğer kurlar daha da yukarı giderse bu zamların artması kaçınılmaz olacak. Öyle olunca da enflasyonu indirme imkanı pek kalmayacak. İşte bu nedenle, yani kurların yukarı çıkma riski göze alınamayacağı için, Merkez Bankası PPK toplantısından bugün böylesine ciddi bir karar çıkması, bence pek beklenmemeli.
HAZİNE FAİZLERİNİN ARTMASININ ANLAMI
Geçen hafta Merkez Bankası’nın asıl hedefinden saptığını, her şeyi birden yapmaya çalıştığını, bu nedenle de başarısız olduğunu yazmıştım.
Merkez Bankası’nın son odaklandığı hedefin kurlar olduğunu görüyoruz. Tabi ki “fiyat istikrarı adına” kurları tutma ihtiyacı hissettiklerini, yani asıl amaç olan enflasyondan mücadeleden sapma olmadığını söyleyeceklerdir. 
Ancak işin artık enflasyonla mücadeleden çıktığı açıkca ortada. Öyle olsa, daha 10 gün önce bir Merkez Bankası Başkanı, hem de enflasyon çift hanede iken çıkıp da, “Faiz koridorunun üst bantını aşağı çekebilirim” demezdi. İki gün sonra çark etmiş olsa bile bu demeç, “Merkez Bankası’nın Hükümetin isteği doğrultusunda, büyüme yönlü bir politika izlediğini” ortaya koyan bir açıklama idi.
Bütün bu yanlış politikalar sonucu ne oldu derseniz her şeyden önce Merkez Bankası’nın bağımsızlık algısı yitirildi. Bu ekonomide sanılandan çok daha büyük yaralar açabilir.
Bunun da ötesinde koridor gibi “günü kurtarma cinlikleri” yapmış olsanız dahi, enflasyon hala çift hanede, şu anda Hazine’nin borçlanma faizi de yüzde 9.5’e çıkmış durumda.
Hazine’nin borçlanma faizi 1 puan yükselince, kamunun maliyetinin ne kadar büyüdüğünü, yanlış politikaların halka faturasının ne olduğunu hesaplardık, hatırladınız mı?
Yazının Devamını Oku

Ekonomide Suriye riski

26 Mart 2012
İKİ hafta önce Antalya’da turizmcilerle konuşurken, sürekli olarak “Suriye’de ne olacak?” sorularına muhatap oldum. Suriye’nin

Antalya’ya uzak olduğunu, bir şey olsa bile az etkileneceğini söylediğimde ise, “Olur mu, daha önce yaşadık herhangi bir komşumuzda bir sıcak çatışma olduğu an, turist gelişi bıçak gibi kesiliyor” dediler. Sadece Antalya’ya gelenler değil, tümüyle turist akışının durmasından korkuyorlar. Bu korku sadece turizmcilere ait değil, turizme mal ve hizmet sağlayan, tarımcısından ulaştırmacına tüm sektörler için geçerli.
Peki, Suriye ile ilgili sıcak çatışma ihtimali var mı derseniz, bence giderek yükseliyor.
Ne zaman olur derseniz, birkaç ay içinde olma ihtimali de epeyce fazla.
Türkiye Suriye işine bu kadar müdahil olmasaydı da, elbette oradaki bir sıcak çatışma turizm başta olmak üzere ekonomimizi olumsuz etkileyecekti. Ancak gelinen noktada, normalin çok üzerinde bir olumsuz etkilenme tehlikesi mevcut. Ekonomide Suriye riskini artıran neden ise Hükümetin işin içine, dibine kadar girmiş olması. Ortadaki görünüm o ki; Türkiye Suriye’ye, gerekirse asker sokarak, müdahale edip, Beşar Esad’ı biran önce devirmek istiyor.
Tabi ki Hükümet yetkilileri niyetlerini bu kadar açık söylemiyorlar. Ancak Başbakan Tayyip Erdoğan, Obama ile görüştüğü Güney Kore nükleer zirvesine giderken yaptığı açıklamada, biran önce bu işin bitirilmesi gerektiğini, İran, Rusya ve İran’ın desteğinin çekilmesiyle Esad’ın hemen düşeceğini, Şam ile ilişki kalmadığını Büyükelçinin yakında çekilebileceğini, bu arada da tampon bölge kurulabileceğini uluslar arası normlara uygun olduğunu söylemiş.
Obama ile yaptığı görüşmeden sonra yaptığı açıklamada ise “Suriye meselesinde ABD ile aynı fikri paylaşıyoruz” gibi daha genel bir açıklama ile yetindi.
Özetle; Türkiye daha iki yıl önce “ortak kabine toplantısı” yaptığı, Başbakanın Esad’a “kardeşim” dediği noktadan, Suriye karşıtlığında başı çeken bu duruma geldi.

Yazının Devamını Oku

Merkez Bankası Başkanı her şeyi birden istiyor, ama...

22 Mart 2012
DÜN bir bankacı ile son dönemde piyasada yaşananları, bununla birlikte yapılan açıklamaları, bu açıklamaların etkilerini konuşurken, “Merkez Bankası Başkanı ne istiyor?” diye sordum ve birlikte yanıtları sıraladık: -Merkez Bankası Başkanı kurun düşük kalmasını istiyor,

-Merkez Bankası Başkanı, faizin düşük kalmasını istiyor,

-Merkez Bankası Başkanı çıkan enflasyonu düşürmek istiyor,

-Merkez Bankası Başkanı yüksek büyümenin sürmesini istiyor,

-Merkez Bankası Başkanı yüksek cari açığı düşürmek istiyor,

-Merkez Bankası Başkanı bankaların karlılığını sürdürmesini istiyor.

Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın son dönemde söylediklerini, bu arada dünkü açıklamalarını okuyun, siz de bu yanıtlara yenilerini ekleyebilirsiniz. Ne iyi değil mi?

Geçen gün Başkan Başçı faiz koridorunu daraltacağını söyleyince, kurlar yeniden yükselmeye başladı. Bu gelişme üzerine piyasalar Başçı’dan bir düzeltme beklerken, dün yeni bir açıklama yapmış ve her şeyi birden istediğini açıkca ortaya koyan sözler etmiş.

Zorunlu karşılıklara tanınan opsiyonlara ilişkin ince ayar niteliğinde kararlar ile sektörün Merkez Bankası’ndan fonlanma ihtiyacını azaltacaklarını kaydeden Başçı, “Demek ki aynı çizgide devam ediyoruz. Makro ihtiyati alanda teşvik vermeye devam ediyoruz, bu ekonomiye destek anlamında. Fakat kontrollü parasal sıkılaştırmaya da devam edeceğiz. Parasal tarafta da sıkılaştırmaya devam edeceğiz enflasyon açısından” demiş. Zaman zaman ek parasal sıkılaştırma yaptıklarını, bunun güçlü, etkili ve geçici olacağını kaydeden Başkan Başçı, sıkılaştırmanın sınırının ne kadar güçlü olacağını bir yerde faiz koridoruyla belirlediklerini, enflasyonu hedefleri olan yüzde 5’e indirene kadar bunu yapacaklarını söylemiş. Tüm bunları faiz koridoru ile yapacaklarını kaydeden Başçı, “Yani enflasyonu düşürmek için ne gerekiyorsa yapacak Merkez Bankası. Bunu yaparken de bankacılık sektörüne hasar vermeyecek. İkisini aynı anda yapacak. Böyle bir imkana sahibiz. Çünkü iki boyutta politika yapıyoruz. Tek boyutta politika yapmıyoruz. Böyle bir avantajımız var. Şartlar değiştiğinde politika araçlarımızı farklı şekilde kullanıyoruz” demiş.

TERCİH YAPMAK ZORUNDAYIZ


Bunları okuyunca, Merkez Bankası Başkanı’nın, imkansız bir biçimde, hala her şeyin bir arada olabileceğini düşündüğünü görünce eski bir anım geldi aklıma.
Gençken bir yakınımın yazdığı şiirleri, kendisinden gizli, bir şiir ustasına gönderip, samimi olarak bu şiirleri nasıl bulduğunu duymak istemiştim. Gelen yanıt hiç aklımdan çıkmadı: “Herhalde arkadaş çok genç; hala her şeyin birarada olabileceğini düşünüp tercih yapma ihtiyacı hissetmiyor” demişti. Yani hem hayatın, hem de doğal olarak şiirin, sanatın acemisi demek istemişti.

Hayatın hiçbir alanında, her şeyin bir arada olma ihtimali, herkesin her şeyi isteyip elde etme imkanı, maalesef, bulunmuyor. Olsa iyi olurdu ama bu nedenle insanlar ince eleyip sık dokuyup, mümkün olduğunca sağlıklı tercihler yapmak zorunda kalıyorlar.

Hele ki bir Merkez Bankası’nın uyguladığı politikalarla, saydığımız bunca ekonomik hedefe birden ulaşma, her şeyi elde etme imkanı hiç bulunmuyor. Her ne kadar Bakana da “Merkez Bankası yeni bir şey deniyor ve başarıyla uyguluyor” dedirtseniz de, böyle bir başarı yok, o nedenle de zaten hiç kimse uygulanan politikalara inanmıyor.

Eğer piyasa inansaydı zaten siz “faiz koridorunu daraltıyorum” dediğinizde kurlar ve faizler bu şekilde yukarı doğru çıkmazdı.

Enflasyon birkaç aya tek haneye inecek de diyoruz, bakalım ne olacak?
Yazının Devamını Oku

Piyasa bu yıl ilk yarı için iyimser

20 Mart 2012
PİYASALARDAKİ genel beklenti; küresel ekonomide bu yılın ilk yarısında sorun yaşanmayacağı yönünde. Suriye  ile sıcak çatışma gibi özel olumsuzluklar olmadığı takdirde, küresel ekonomi kaynaklı bu iyimserliğin aynen Türkiye’ye de yansıması, dolayısıyla iyimser bir ilk yarı yıl geçmesi bekleniyor.
Genel beklentiler hakkında konuştuğumuz piyasa oyuncuları, sıcak para girişinin devam ettiğini, arada birkaç dalgalanma olsa bile, yılın ilk yarısı için bu eğilimin devam edeceği tahmininde bulunuyorlar.
Şu anda, “ABD ekonomisindeki büyüme eğiliminin başlaması” odaklı bir iyimser havanın estiğini hatırlatan piyasa oyuncuları, “Avrupa’da ise Yunanistan sorununun lokalleştirildiği düşünülüyor” dediler. Dolayısıyla Yunanistan’ın sorununun kendi iç sorunu haline geldiği yönünde bir yargı oluştuğu, bunun da genelde Avrupa ekonomisi hakkındaki kötümser havanın dağılmasına yol açtığı söyleniyor. Bu havanın, bu iyimserliğin herkesin işine geldiğini hatırlatan bazı bankacılar, “Geçen yıl olduğu gibi; ilk yarının olumlu geçmesi ancak ikinci yarıda işlerin değişebileceği bir piyasa süreci görülebilir” tahmininde bulunuyorlar.
Avrupa ekonomisi için bundan sonraki en önemli sınav Haziran sonu bilançoları üzerinden hesaplanacak sermaye yeterlilik oranları olacak. AB bazında bu tarihte hesaplanacak sermaye yeterlilik oranının yüzde 9 olması, eksik kalan sermayenin belirli bir sürede tamamlanması ilkesi benimsendi. Daha önce yapılan stres testinde yüzde 9’luk sermaye yeterlilik rasyosuna ulaşmaları için Avrupa bankalarının toplam sermaye açığı rakamının 110 milyar euro olduğu açıklanmıştı. Bankacılar, bu rakamın daha da artmış olabileceğini belirtiyorlar.
Kesin rakamın Haziran sonu bilançoları ile birlikte ortaya çıkacağını hatırlatan bankacılar, ikinci yarıda banka sermayeleri kaynaklı dalgalanmalar yaşanabileceği görüşündeler. Sermaye açığı kapatılamadığı takdirde ülke yönetimlerinin sermaye katkısı kararı vermesi gerekeceğini hatırlatan bankacılar, “Hükümetler buna yanaşmayacaklardır” diyorlar. Bu nedenle de Haziran sonu için belirlenen sermaye yeterlilik oranlarının tamamlanması için, daha uzun bir geçiş süreci saptanabileceği, bir başka deyişle sorunun yine ötelenebileceği de konuşuluyor.
OLUMSUZ RAKAMLARA BAKILMAZ AMA
Dolayısıyla ilk yarıda küresel ekonominin genelde olumlu seyretmesi, bu iyimser havanın içeriye de yansıması bekleniyor. Son dönemde sıcak para girişinin devam ettiğini ancak bunun daha çok hisse senetlerine kaydığını hatırlatan bir bankacı, “ABD’deki faiz oranlarının artmaya başlaması, yatırımcıların hazine kağıtlarından çıkıp hisse senetlerine dönmelerini, kısa dönemli kar maksimizasyonu eğilimine girmelerini beraberinde getirdi. Türkiye’de de benzer eğilim gözüküyor” yorumunu yaptı.
İçeride çok önemli bir gelişme olmadığı takdirde küresel ekonomideki olumlu havanın içeride de hissedileceğini kaydeden aynı bankacı, sorumuz üzerine, bütçe rakamlarında son aylarda görülmeye başlayan bozulma, cari açığın düşürülememesi, petrol fiyatlarının yüksekliğinin getireceği ek yükler gibi risk unsurlarının ise, piyasa tarafından özellikle ilk yarıda görülmek istenmeyeceğini söyledi.
Bunların ciddi birer risk olduğunu, eninde sonunda görülmesi gerekeceğini, dikkat edilmediği takdirde ileride başımıza büyük işler açacağını de ekleyerek.
Küresel ekonomide ilk yarı olumlu geçebilir, bu bize de aynen yansıyacaktır ama bence Suriye meselesinde gelinen nokta, ekonomide de, umulandan çok daha büyük olumsuzluklara yol açma tehlikesi taşıyor.
Yazının Devamını Oku

Babacan’ın ekonomi adına yargı ve eğitim eleştirisi

19 Mart 2012
BAŞBAKAN Yardımcısı Ali Babacan’ın geçen hafta, hukuk sistemi ve eğitime ilişkin söylediklerini büyük bir memnuniyetle izledim. En azından ilkesel bazda, istikrarlı yüksek büyümeye ulaşmanın önünde engel oluşturan bu sıkıntılara değinilmesi içimi biraz ferahlattı.
Türkiye’nin gerçek anlamda bir hukuk devleti olmadıkça, birinci sınıf bir ekonomi de, birinci sınıf bir demokrasi de olamayacağının altını çizen Babacan, “Gerçek anlamda hukuk devleti olmayan bir Türkiye’nin dünyanın en büyük 10 ülke ekonomisinden birisi olması da hayal” demiş. Bu kapsamda yargı sürelerinin mutlaka kısalması gerektiğini kaydeden Babacan, uzun tutukluluk süreleri nedeniyle insanların hayatının karardığını kaydederken, “Ya adalet yerine gelmediği için insanların hayatı kararıyor, ya da insanları tutuklayıp içeri atıyorsunuz yıllarca kendileri hakkında hükmün ne olacağını bilmeden hapislerde duruyor insanlar” demiş.
Elbette Babacan, kendi Hükümetinin politikası doğrultusunda bu soruna bir çözüm bulunacağına savunuyor. Savcı ve hakim sayısını artıramadıklarını belirtirken, yargının da kendilerine engel olduğunu savunuyor. Bence kendisi de ideolojik yaklaşımların artık yargıdan arındırılması gerektiğinin bu konuda eskiye tepki için bir çok yeni yanlışlar yapıldığının, yargının bağımsız kılınamadığının, bilerek bağımlı halde bırakılıp iktidarın kendi yargısını oluşturmaya çalıştığının, en önemlisi de bireye saygı gösteren bir yargı sisteminin kurulamadığının farkındadır, değilse bile olması gerekir...
Yine geçen hafta, bir TV programında  “Şu anda Türkiye’nin en zorlu sorunu olarak neyi görüyorsunuz?” şeklindeki soru üzerine Babacan, 2023 yılı hedeflerine ulaşmada “takoz olan” iki önemli sorunun eğitim ve yargı olduğunu söylemiş. Gerçek anlamda bir hukuk devleti olmadan ekonomik anlamda gelişmenin olamayacağını tekrarlamış.
Türkiye’de 25 yaş üstü kişilerin ortalama eğitim seviyesinin 6.5 yıl olduğuna dikkati çeken Babacan, değişen şartlara adapte olabilecek, her 4 yılda bir seçenek değiştirme ya da arzu ettiği alanlarda yoğunlaşma konusunda teşvik programı başlatılacağını ifade etmiş. Bir başka konuşmasında da yine eğitim yapısında esnekliğin şart olduğundan söz etmiş.
ASIL TAKOZ OLAN
Babacan’ın eğitim ve hukuk sistemi üzerine söz etmesi, eleştiride bulunması, her şeyden önce de ekonomik kalkınma için hukuk, eğitim gibi üst yapı kurumlarının artık engel olduğunu görmesi, bence çok olumlu. Ekonomide kafasının açık olduğunu, kuramasa bile, çağdaş bir ekonomik sistem amacı olduğunu biliyoruz. Siyasi konularda saptamayı doğru yaparken de, ideolojik kalıplardan uzak, bilimsel çözüm araması kendisi ve ülke için yararlı olacaktır.
Örneğin eğitim konusunda Hükümetinin getirmeye çalıştığı 4+4+4 sisteminin, Başbakan’ın da sık sık söylediği gibi, 28 Şubat’ın rövanşı olarak getirildiği ortada. Halbuki 8 yıllık temel eğitimin o tarihte uygulamaya konsa bile, yıllar öncesinden Eğitim Şüralarında konuşulup doğru bir sistem olarak ortaya çıktığının, uygulandığı süre içinde büyük yararlar sağladığının farkında olunması lazım ki; gerçekten doğru bir eğitim sistemi üzerinde kafa yorulabilsin...
TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, geçen hafta bir toplantıda “kadının ekonomiye katılımında 135 ülke arasında sondan 4. olduğumuzu” hatırlattı. Kadının katılmadığı bir demokrasi, hukuk sistemi, ekonomik kalkınma olabilir mi, mevcut anlayışla bu sıralama değiştirilebilir mi?
Babacan’ın ekonomi için de hayati öneme sahip olduğu için, bence artık imam hatip okullarıyla mesleki eğitimin ayrı ayrı ele alındığı, kız çocuklarının eğitiminin sağlanacağı bir sistem üzerinde kafa yorması gerekiyor. Hükümetinin getirmeye çalıştığı sistemin kadınların okumasına da, mesleki eğitime de, genelde eğitimin kalitesinin yükseltilmesine de bir yararı olmayacağını görmesi, bu ideolojik inattan geri dönülmesini savunması gerekir.
Aksi takdirde rövanşla gelecek sistemin, kalıcı istikrarlı bir büyümeye hizmet etmeyeceği gibi, demokrasiye de, büyümeye de, kendi deyimiyle “takoz” olacağını görmesi gerek...
Yazının Devamını Oku

Bölgesel kriz ve cari açığımız

15 Mart 2012
ULUSLARARASI basında Türkiye için yapılan yorumlarda bir yandan içerideki siyasi çekişmeler, öte yandan bölgesel durum ele alınırken, ekonomik durumun da irdelenmeye başladığına şahit oluyoruz. Bu yorumlara kolaycı açıdan bakarsanız, “dış mihrakların oyunu?” diyebilirsiniz. Ancak rakamların detayına ve ileriye ilişkin tahminlere baktığınızda da kırılganlığın arttığını gerçekten görüyorsunuz. Yani ne yapıyorsak biz kendimize yapıyoruz...

Piyasalar önceki gün FED’in alacağı kararlara, çıkacak toplantı metnine kilitlenmişti, korkulacak bir şey gelmedi. Yunanistan için hazırlanan kurtarma mekanizmasının adımları atılıyor, orada da bir sorun gözükmüyor. Şimdi gözler 2 gün sürecek nisan ayındaki FED toplantısına dikildi, bu kez onu bekleyeceğiz. Piyasaların hâlâ olumlu havayı görme eğiliminde olduğu, ancak iyileşme havası vererek, büyümeye başlayarak bu işi atlatılacağına inanmaya devam ettiği açık. İlk hedef mart sonu, yani 2012’nin ilk üç aylık bilançosu. Bu bilançoda kar yazarlarsa, ileriye daha umutlu bakacaklar. O nedenle belli ki küçük iniş çıkışlarla bu eğilim mart sonuna kadar devam edecek.

Ancak piyasalar da iyi biliyor ki, tek tek çeyrekler itibariyle kar yazmakla bu iş bitmiyor, kriz hala geçmiş değil ve kırılganlıklar devam ediyor.

Bu genel görünüm küresel ekonomi için geçerli. Gelişmekte olan ülkeler ise Avrupa ve ABD’deki fazla likiditeye bel bağlamaya devam ediyorlar. Oradaki para bol kalmaya devam ederse, kendilerine para gelecek, o da kendi büyümelerine yardım edecek. Gelişmekte olan ülkeler arasında ise tabiki farklılıklar var. O nedenle küresel likidite bol olsa bile, bazı ülkelere daha çok, bazı ülkelere daha az para gidecek.

İşte bu noktada Türkiye’ye özgü koşullar gündeme geliyor. Yani küresel likidite bol kalmaya devam ederken, Türkiye istediği kadar sıcak para çekebilecek mi? Sıcak paraya dayalı büyüme sağlıklı değil onu biliyoruz ama yine biliyoruz ki; hükümet sıcak paraya dayalı büyümeye devam etmek istiyor ve tüm politika bunun üzerine kuruluyor. Yani Türkiye ekonomisi için bu siyasal tercihi, artık bir veri olarak kabul etmek gerekiyor.

İşte bu noktada da bize özgü ekonomik ve siyasal koşullarımız gündeme geliyor. Dış basında yeralan Türkiye’ye ilişkin ekonomik kaygılar da, bu bize özgü koşullardan kaynaklanıyor.

PETROL FİYATLARININ YIKICI ETKİSİ

CIA Başkanı’nın Ankara’ya gelip görüşmeler yapması, sadece güvenlik ya da siyaset haberi değil aynı zamanda bir ekonomi haberi. Çünkü herkes tahmin ediyor ki; Suriye’ye yapılacak müdahale, bununla birlikte Türkiye’nin kürt meselesini çözmek için atılacak adımlar, Kuzey Irak’la yaşanacak yakınlaşma, hemen hepsi açık ya da örtük olarak bu görüşmelerde ele alınmıştır. Yani bölgenin geleceği, Türkiye’nin içinde bulunacağı, bir hareketlenme yaşanması kaçınılmaz. Suriye’nin ardından İran da yaşanacaklar da cabası...

Bu durumda Türkiye’nin kırılganlığı artacak ve zaten cari açık gibi, bu yıl da çözülemeyeceği açığa çıkan problem büyüyecek. Cari açığın yanında enflasyon da risk yaratıyor çünkü iki haneye çıktı ve biran önce yeniden düşürülmesi gerekiyor. Ama hem komşularımızda bizim de dahil olacağımız bir kargaşa, hem bu kargaşanın küresel petrol fiyatlarını artıracak olması, bizi diğer gelişmekte olan ülkelerden olumsuz biçimde ayrıştırmaya aday...

Tüpraş’ın ürün alımlarına göre son bir ayda akaryakıta zam ihtiyacının yüzde 12-13 oranına vardığı, dün yapılan zamma rağmen, Tüpraş’ın bunu uzun süre taşıyamayacağı söyleniyor. Rusya’dan alım fiyatlarını düşürseniz bile, doğalgaza yeniden zam ihtiyacı doğdu. Elektriğin yaklaşık yüzde 60’ı doğalgazdan üretiliyor, yani elektrik fiyatlarını etkilemesi de kaçınılmaz. Mevcut durumda bile zam ihtiyacı bulunurken, küresel petrol fiyatlarının daha da artacağını bir düşünsenize... Bölgedeki durumun bizim ticaretimize olumsuz etkisini, sıcak para girişini yavaşlatacağını, bu takdirde kurların nerelere varacağını da buna ekleyin.. Bu takdirde  içeride yapılacak zamları, enflasyonu, bu faturanın iyice büyüteceği cari açığı varın siz hesap edin...

Tüm bu riskler önlenebilir miydi derseniz, büyük bölümü önlenebilirdi, yapılamadı...
Yazının Devamını Oku