ULUSLARARASI basında Türkiye için yapılan yorumlarda bir yandan içerideki siyasi çekişmeler, öte yandan bölgesel durum ele alınırken, ekonomik durumun da irdelenmeye başladığına şahit oluyoruz.
Bu yorumlara kolaycı açıdan bakarsanız, “dış mihrakların oyunu?” diyebilirsiniz. Ancak rakamların detayına ve ileriye ilişkin tahminlere baktığınızda da kırılganlığın arttığını gerçekten görüyorsunuz. Yani ne yapıyorsak biz kendimize yapıyoruz...
Piyasalar önceki gün FED’in alacağı kararlara, çıkacak toplantı metnine kilitlenmişti, korkulacak bir şey gelmedi. Yunanistan için hazırlanan kurtarma mekanizmasının adımları atılıyor, orada da bir sorun gözükmüyor. Şimdi gözler 2 gün sürecek nisan ayındaki FED toplantısına dikildi, bu kez onu bekleyeceğiz. Piyasaların hâlâ olumlu havayı görme eğiliminde olduğu, ancak iyileşme havası vererek, büyümeye başlayarak bu işi atlatılacağına inanmaya devam ettiği açık. İlk hedef mart sonu, yani 2012’nin ilk üç aylık bilançosu. Bu bilançoda kar yazarlarsa, ileriye daha umutlu bakacaklar. O nedenle belli ki küçük iniş çıkışlarla bu eğilim mart sonuna kadar devam edecek.
Ancak piyasalar da iyi biliyor ki, tek tek çeyrekler itibariyle kar yazmakla bu iş bitmiyor, kriz hala geçmiş değil ve kırılganlıklar devam ediyor.
Bu genel görünüm küresel ekonomi için geçerli. Gelişmekte olan ülkeler ise Avrupa ve ABD’deki fazla likiditeye bel bağlamaya devam ediyorlar. Oradaki para bol kalmaya devam ederse, kendilerine para gelecek, o da kendi büyümelerine yardım edecek. Gelişmekte olan ülkeler arasında ise tabiki farklılıklar var. O nedenle küresel likidite bol olsa bile, bazı ülkelere daha çok, bazı ülkelere daha az para gidecek.
İşte bu noktada Türkiye’ye özgü koşullar gündeme geliyor. Yani küresel likidite bol kalmaya devam ederken, Türkiye istediği kadar sıcak para çekebilecek mi? Sıcak paraya dayalı büyüme sağlıklı değil onu biliyoruz ama yine biliyoruz ki; hükümet sıcak paraya dayalı büyümeye devam etmek istiyor ve tüm politika bunun üzerine kuruluyor. Yani Türkiye ekonomisi için bu siyasal tercihi, artık bir veri olarak kabul etmek gerekiyor.
İşte bu noktada da bize özgü ekonomik ve siyasal koşullarımız gündeme geliyor. Dış basında yeralan Türkiye’ye ilişkin ekonomik kaygılar da, bu bize özgü koşullardan kaynaklanıyor. PETROL FİYATLARININ YIKICI ETKİSİ
CIA Başkanı’nın Ankara’ya gelip görüşmeler yapması, sadece güvenlik ya da siyaset haberi değil aynı zamanda bir ekonomi haberi. Çünkü herkes tahmin ediyor ki; Suriye’ye yapılacak müdahale, bununla birlikte Türkiye’nin kürt meselesini çözmek için atılacak adımlar, Kuzey Irak’la yaşanacak yakınlaşma, hemen hepsi açık ya da örtük olarak bu görüşmelerde ele alınmıştır. Yani bölgenin geleceği, Türkiye’nin içinde bulunacağı, bir hareketlenme yaşanması kaçınılmaz. Suriye’nin ardından İran da yaşanacaklar da cabası...
Bu durumda Türkiye’nin kırılganlığı artacak ve zaten cari açık gibi, bu yıl da çözülemeyeceği açığa çıkan problem büyüyecek. Cari açığın yanında enflasyon da risk yaratıyor çünkü iki haneye çıktı ve biran önce yeniden düşürülmesi gerekiyor. Ama hem komşularımızda bizim de dahil olacağımız bir kargaşa, hem bu kargaşanın küresel petrol fiyatlarını artıracak olması, bizi diğer gelişmekte olan ülkelerden olumsuz biçimde ayrıştırmaya aday...
Tüpraş’ın ürün alımlarına göre son bir ayda akaryakıta zam ihtiyacının yüzde 12-13 oranına vardığı, dün yapılan zamma rağmen, Tüpraş’ın bunu uzun süre taşıyamayacağı söyleniyor. Rusya’dan alım fiyatlarını düşürseniz bile, doğalgaza yeniden zam ihtiyacı doğdu. Elektriğin yaklaşık yüzde 60’ı doğalgazdan üretiliyor, yani elektrik fiyatlarını etkilemesi de kaçınılmaz. Mevcut durumda bile zam ihtiyacı bulunurken, küresel petrol fiyatlarının daha da artacağını bir düşünsenize... Bölgedeki durumun bizim ticaretimize olumsuz etkisini, sıcak para girişini yavaşlatacağını, bu takdirde kurların nerelere varacağını da buna ekleyin.. Bu takdirde içeride yapılacak zamları, enflasyonu, bu faturanın iyice büyüteceği cari açığı varın siz hesap edin...
Tüm bu riskler önlenebilir miydi derseniz, büyük bölümü önlenebilirdi, yapılamadı...