19 Nisan 2012
MERKEZ Bankası, nihayet ekonomide canlanma adına enflasyonla mücadeleyi ihmal ettiğini kabul etmiş görünüyor.
Dün yapılan Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı sonrasında yapılan açıklamada, bundan sonra enflasyonla mücadelenin sertleştirileceğinin ipuçları verildi.
Piyasaların beklediği gibi, dünkü PPK toplantısında mevcut faiz oranlarında bir değişiklik yapılmadı. Zaten piyasalar tarafından da, faiz kararından çok, açıklama metninde yer alacak ifadeler merak ediliyordu. Çünkü açıklama metnine bakarak bundan sonra izlenecek para politikası tedbirlerini kestirmeye çalışacaklardı.
Piyasa uzmanlarının dünkü açıklamada en çok dikkatlerini çeken cümle ise “önümüzdeki dönemde ek parasal sıkılaştırmanın daha sık uygulanabileceği” cümlesi oldu. Yani Merkez Bankası’nın “istisnai gün” uygulamaları önümüzdeki dönem daha sık gündeme gelecek, bir başka deyişle parasal sıkılaştırmaya daha sık başvurulacaktı. Bu da faiz oranlarının yükselmesi demekti. Ama hangi faizler?
Geçen gün Radikal’de, eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Fatih Özatay’ın mevcut faizlerle ilgili, artık hangi faizin ne anlama geldiğiyle ilgili güzel bir yazısı vardı. Özatay böyle söylemiyor ama “politika faizi” ya da “gösterge faiz”in artık gösterge filan olmadığını, olsa olsa “göstermelik” hale geldiğini, bir başka deyişle sadece kağıt üstünde bir faiz olduğunu açıkca ortaya koyuyordu.
Merkez Bankası dünkü toplantısında faiz oranlarını değiştirmedi. 5.75 olan politika faizinde değişikliğe gitmediği gibi, yüzde 5 olan gecelik borçlanma ve yüzde 11.50 olan gecelik borç verme faiz oranlarını da değiştirmedi. Bir başka deyişle de, bon dönemde uygulamaya koyduğu faiz bantında bir değişikliğe gitmedi. Piyasa analistlerinin yazdıkları raporlarda eskiden politika faizi, gösterge faiz denildi mi herkes aynı şeyi anladığı için, bu nitelemeler sade biçimde yazılırdı. Ancak, “patika” kılıfı adı altında uygulama faizleri o kadar karmaşık bir yapıya dönüştü ki; örneğin raporlarda artık politika faizi yazılıp, sonra parantez içinde “1 haftalık repo faizi” diye açıklama yapılıyor.
ENFLASYON GÖRÜNÜMÜ
Bir başka deyişle; Merkez Bankası yönetimi Başbakana “faiz artırmadım” demek için, patikanın alt sınırını yükseltmiyor, ancak Merkez Bankası’nın “istisnai” gün uygulaması ile daha yüksek faizden fonlayıp, asıl gösterge olan faizleri yukarı çekmiş oluyor. Uygulamadaki faizleri yukarı çekmek zorunda çünkü enflasyon çift hanede kalmaya devam ediyor ve alınan önlemler yeterli olmuyor. “Patika” adı altında, aslında artırdığı faizleri artırmamış görünüyor.
Yazının Devamını Oku 
17 Nisan 2012
UZUN zamandır bütçe disiplini nedeniyle rahat olan piyasa oyuncuları, son bütçe verilerini gördükten sonra, “Bundan sonra bütçe gelişmelerinin daha yakından izlenmesi gerektiği” yönünde yorumlar yapmaya başladılar. Dün açıklanan Mart ayı bütçe verilerini değerlendiren piyasa uzmanları, kötüleşmenin Mart ayında biraz durakladığının görüldüğünü ama yapısal olarak bütçede bundan sonrasında bozulma tehlikesinin görüldüğünü söylüyorlar.
Bütçe dengesi Mart’ta 5.5 milyar TL açık verirken, faiz harcamalarını dışarıda tutan birincil denge ise 2.1 milyar TL açık verdi. Detaylara bakıldığında vergi gelirlerinin geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre reel bazda yatay seyrettiği, gelir üzerinden alınan vergilerin ise geçtiğimiz yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 7.5 oranında arttığı izlendi. Mal ve hizmet üzerinden alınan vergilerin ise reel olarak yüzde 2.1 oranında yükseldiği görüldü. Dış ticaretten alınan vergiler azalan ithalata bağlı olarak reel olarak yüzde 10.8 oranında geriledi.
Harcamalar ise daha çok faiz harcamalarındaki reel gerilemeye bağlı olarak reel olarak yüzde 7.6 oranında azalırken, faiz dışı harcamalar da cari transferlerdeki yüzde 8.3 oranında gerilemenin etkisiyle, yüzde 4.6 oranında geriledi. Personel harcamaları ise aynı dönemde yüzde 4 oranında reel artış kaydetti.
Bu arada bazı analistler geçen yıl Mart ayında bütçeye giren kamu bankaları karları üzerinden kesilen temettü gelirlerinin bu yıl Nisan ayına sarktığını hatırlatarak, aslında bu tablonun daha iyi olduğunu, Nisan’da bütçenin daha iyi olacağını söylediler. Mevcut bütçe tablosuna bakıp, Hükümetin planladığı yeni projelerin de etkisini düşünerek, piyasa oyuncuları bundan sonra bütçe rakamlarının çok daha yakından izlemeye karar vermiş gözüküyorlar. Banka iktisatçıları, bundan sonra bütçeyi olumlu ve olumsuz etkileyecek çeşitli projelerin gündemde bulunduğunu, bütçe üzerindeki etkilerinin bu projelerin detaylanıp hayata geçmesiyle çok daha yakından izleneceğini söylüyorlar.
MALİ DİSİPLİN BOZULMAMALI
Örneğin teşvik yatırımlarının bütçe üzerinde yaratacağı ek yüklerin henüz bilinmediğini hatırlatan bir iktisatçı, yanısıra Hükümetin tasarrufu artırma planı yaptığını, bunun vergi oranlarının azaltılması yoluyla yapılması gerekeecğini, dolayısıyla tasarruf paketinin bütçe üzerinde yaratacağı yükün de görülmesi gerekeceğini söyledi.
Aynı şekilde 2B yasasının uygulamaya girmesiyle bütçeye gelebilecek ek gelirler konusunda da henüz netlik olmadığını hatırlatan aynı iktisatçı, dolayısıyla bu yıl bütçeye etki edecek artı ve eksi faktörlerin netleşmesiyle bütçe üzerinde daha rahat söz söylenebileceğini kaydetti.
Banka iktisatçıları bunu pek dikkate almasalar da, bence Hükümetin, daha doğrusu Başbakanın harcama eğilimine de dikkat etmek gerekiyor. Başbakanın ekonominin büyümesi konusunda hassas olduğu biliniyor ve büyüme oranları düştükçe, canlandırılması için yeni adımlar atılmasını istiyor.
Türkiye’de vergi yapısı çarpık olduğu için, bir önceki yılki yüksek büyümenin gelir etkisi çok sınırlı kalıyor. Gelir üzerinden alınan vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüksek olsaydı, bu yıl Türkiye bütçe dengesinde fazla sıkıntı çekmeyecekti. Halbuki ithalat ile mal ve hizmet gelirlerinden alınan vergilerin payı yüksek olduğu için, bu yıl ekonomi yavaşlayınca, ister istemez doğrudan gelirleri, dolayısıyla bütçe disiplinini de derinden etkileyebiliyor.
İşte Başbakan, ekonominin yavaşlamasına tahammül edemeyip yeni harcama kararları verirse, bu yılki bütçe disiplininin bozulma tehlikesinin büyüyeceği unutulmamalı.
Görüldüğü gibi; tüm bu nedenlerle piyasalar mali disiplini, bütçe disiplinini bu yıl çok daha yakından izlemeye aldılar. Unutmayalım ki; ekonominin küresel krize rağmen istikrarlı seyretmesinin en büyük dayanağı, mali disiplinin korunması idi.
Yazının Devamını Oku 
16 Nisan 2012
ENERJİ ve Tabi Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, yüklü doğalgaz ve elektrik zamlarının ardından, ister istemez hedef tahtasına kondu. Belli ki bu görüntüden biraz kurtulmak için, Yıldız geçen haftayı basınla ilişkilere ayırdı. Her şeyden önce şunu söylemem lazım ki; ben de dahil, enerjide yüklü zammı eleştirdik ama bu zammın tüm faturasının bizzat Bakana çıkmaması lazım. Uzun süredir yapılan temel yanlışlar sonunda bu tablo ortaya çıktı. Son 10 yılda da yapılabilecek çok şey vardı ama yapılamadı ve yönetim hatalarının bedeli tabii ki Hükümete ait. Yani o kadar uzun süredir bu bakanlığı yürütmese de, hükümetin enerjideki hatalarının kendisine yüklenmesini, Bakan da doğal karşılamalı. Tabii ki, kendisinden önceki Bakan gibi zamanında küçük oranlı zamlar yapılmasını önerdi ama kabul ettiremedi. Ancak sonuca bakılır; kendisi de “Başbakan bana bu zamları yaptırmadı” diyemeyeceğine göre, bu tepkileri karşılamak zorunda.
Bakan tabloyu değiştirmeye çalışıyor ama temel yanlışlar nedeniyle, bu yanlışlar üzerine bulunan formüller de uygun olmuyor. Örneğin doğalgazda yüzde 20 zam yapıldı ama yetmedi. Açık o kadar büyük ki; Temmuz’da en az yüzde 10 daha zam gerekiyor ama belli ki Başbakan izin vermeyecek. Bakanın söyledikleri, bu zammı yapmadan başka formüller bulmaya çalıştıklarının işareti gibi. Geçen hafta basın toplantısında “gazda az kullanandan düşük, çok kullanandan daha yüksek fiyat alma formülü üzerinde çalışıyoruz” demiş. Bunun üzerine TV’lerde vatandaşların verdikleri yanıtları eğer Bakan gördüyse, ne kadar yanlış bir formül üzerinde çalıştıklarını da herhalde anlamıştır. Benim seyrettiğim vatandaşların hepsi bu formüle karşı çıkıyordu. Kimisi “benim küçük çocuğum var, çok yakmaya mecburum” diyordu, kimisi “soğuk olacak yakmayacak mıyım?” diye soruyordu, kimi “vergiyi indirsinler o zaman” diyordu, kimisi “onlar bildiklerini okuyacaklar ne diyeyim?” diye tepki gösteriyordu.
Bakan Milliyet’te Fikret Bila’ya da konuştu, halkın cep telefonlarına para verirken ses çıkarmayıp, doğalgaz parasını çok gördüğünden yakındı. İyi de Sayın Bakan, yüzde 20 zammın bir arada yapılmasının tepki çekeceğini, parça parça gerektiğinde zam yapılsaydı bu noktaya gelmeyeceğini görmediniz mi, ucuz gazla tüketimi artıracağınızı hesaplayamadınız mı? Ayrıca cep telefonunu kısmak buna çözüm olabilir mi? Bu hatalar halkın mı?
SORUMLULUK YÖNETİME AİT
Bakan Yıldız, Bila’nın akaryakıt zamlarını sorması üzerine de “Onu Maliye Bakanına sorun, verginin payı yüzde 65” demiş. Aslında haklı da, aynı hükümettesiniz, vergiyi Başbakana, Maliye Bakanına söylemediniz mi, eğer indirmiyorlarsa, bu da mı halkın kusuru.
Bakanın ayrıca, siyasi kaygılarla Doğu-Güneydoğu’daki ödenmeyen elektrik faturalarının tüm halka ödetilmesini haklı çıkartmaya çalıştığına şahit olduk ki; bu hem devletin aciz kalmasını, hem ekonomik anlayışın yanlışlığını gösteren çok önemli bir örnekti.
Bütün bunların sebebi ekonomik mantığın yanlışlığı, piyasa kurallarının işlemeyişi..
Neresini söyleyeyim ki; bu ülkede vergi adaleti yok, gelir üzerinden değil tüketim üzerinden vergi alıyorsunuz, fakir halk temel mallara en zengin kadar vergi ödüyor, bunu değiştirmiyor, akaryakıt, sigara, otomobil vergisiyle bütçe yapıyor, uluslar arası fiyatlar halkın ödeyemediği yükler çıkarınca esnek olamıyor, vergi oranlarıyla oynayamıyorsunuz.
Enerjide piyasa kurallarını geçerli kılamıyor, bağımsız kurumu yok edip, hem fiyatları hem de en küçük yatırım kararını bile Başbakana bırakıyorsunuz, ondan sonra da halk zamlara tepki verince kızıyorsunuz. Doğalgaza bağımlılığımızı hem de tek ülkeye bağlı artırdınız, şimdi hem o ülkenin her dediğine evet diyorsunuz, hem de istediği yüksek fiyata bu halkı mecbur bırakıyorsunuz. Hesapsız hidroelektrik santralleri kurdunuz, köprü yıkılıyor, insanlar ölüyor.
Sorumluluk sizde mi, Başbakanda mı halk bilmez, bildiği cebinden çıkandır, kaybettikleridir.
Siz halkın bu refleksleri koalisyon döneminde harekete geçtiği için hükümet olmadınız mı?
Yazının Devamını Oku 
12 Nisan 2012
MERKEZ Bankası dün “istisnai gün” uygulamasına geri dönerek piyasadaki parayı ciddi biçimde kıstı. Piyasalara göre istisnai güne dönmek için önemli bir gerekçe yoktu ama Merkez Bankası böyle uygun gördü. İstisnai günün ardından kurlar 1.80’e kadar aşağı gelirken faizler 9.44’e kadar yükseldi.
Piyasa oyuncuları Merkez Bankası’nın niye böyle bir uygulamaya geçtiğini bilemediklerini, “halbuki piyasalar iyi gidiyordu” diyerek açıklamaya çalıştılar. Piyasa analistleri ve dealar’lar dünkü bu sürprizin ardından, bugün de istisnai gün uygulamasının devam edip etmeyeceğini merak ediyorlar.
Çünkü bugün de istisnai gün uygulaması devam ederse, “Merkez Bankası’nın TL’nin değerlenmesini istediği” algısı pekişecek. Böyle bir eğilimin olması, piyasaları bundan sonrası için yakından ilgilendiriyor çünkü hesaplarını ona göre yapmaları gerekecek.
“Merkez Bankası’nın kaygısının sadece dolar kurunun 1.80’i geçmesi olup olamayacağını” sorduğumda ise bir piyasa analisti, böyle bir kaygının gereksiz, hatta tehlikeli olacağını söyledi. Kurları bu kadar dar bir bantta hedeflemenin bir tür sabit kur anlamına geleceğini, bunun da piyasalar tarafından böyle algılanması halinde, Merkez Bankası’nın bu dar bantı tutmakta çok zorlanacağını kaydeden aynı analist, “Merkez’in bu kadar tehlikeli bir oyuna gireceğini sanmıyorum” dedi.
Bu konuda daha kesin bir şey söylemek için ise bugünden başlayarak Merkez Bankası’nın bundan sonraki tavrının dikkatle izlenmesi gerektiği söyleniyor.
Piyasaların Avrupa kaynaklı son hareketlerden fazla tedirgin olmadığı gözleniyor. Avrupa’daki yatırımcıların bir tür kâr realizasyonu yaptığını, o nedenle sadece kötü haberlerin satın alındığı bir dönem yaşandığını kaydeden bankacılar, “Yakında, bu kâr realizasyonunun ardından, yeniden bir yukarı yönlü gidişin başlayabileceğini” tahmin ediyorlar.
İşte bu nedenle içeride de Avrupa’ya bağlı son hareketlerin fazla ciddiye alınmaması görüşünde olan piyasa oyuncuları, “Merkez Bankası’nın neden bu kadar telaşlanıp istisnai gün uygulamasına geçtiğini” anlayamadıklarını tekrarlıyorlar.
Bu arada “Merkez Bankası’nın ne yapmak istediği”ni sorduğumuzda bazı piyasa oyuncuları espriyle karşılık, “Merkez Bankası’nın ne yaptığını tartışmak artık çok zor. Kendisi her gün farklı politika uygulayabilirim dediği için, neyi ne için yaptığını da artık fazla sorgulayamıyoruz” yanıtını veriyorlar.
CARİ AÇIK BEKLENDİĞİ GİBİ
Dün açıklanan ödemeler dengesi verileri ise piyasaların beklentisi doğrultusunda geldi.. Şubat ayı cari işlemler açığı, ortalama beklentinin 400 milyon dolar altında, 4.2 milyar dolar olarak gerçekleşti. 12 aylık kümülatif cari açık ise Ocak ayındaki 77.1 milyar dolarlık düzeyden Şubat ayı sonunda 75.3 milyar dolara indi. Bu arada Şubat’ta altın ihracatının cari dengeye 500 milyon dolar katkı yaptığı da görüldü.
İçeride büyümenin yumuşak inişiyle birlikte, piyasalarda cari açığın bu seviyelerde düşmesi de bekleniyordu. Enerji fiyatlarındaki yüksekliğin, cari açığın daha da düşmesini engellediği ise zaten rakamlarla açıkca gözüküyor.
Buna rağmen piyasaların 2012 yılı cari açık tahminlerinde yukarı yönlü revizyon yaptıkları gözleniyor. Hükümetin hedefleri doğrultusunda daha iyimser bir cari açık tahmini yapılmışken, son rakamların cari açığın beklendiği kadar düşmeyeceğini ortaya çıkarması bu revizyonun gerekçesi oluyor.
Piyasalar bu yıl büyüme oranının yüzde 4’e düşmesi halinde bile, 2012 yılında milli gelirin yaklaşık yüzde 9’una ulaşacak bir cari açık rakamı tahmin ediyorlar.
Konuştuğunuz zaman, bunun hâlâ çok yüksek bir oran olduğu konusunda, ekonomik dengeler için ciddi risk unsuru olmaya devam ettiği konusunda herkesin hemfikir olduğu gözleniyor.
Yazının Devamını Oku 
10 Nisan 2012
DÜN açıklanan Şubat ayı sanayi üretim verileri, “büyümede yumuşak iniş” tartışmalarını yeniden alevlendirecek gibi.
Zaten yumuşak inişin gerçekleştiği konusunda endişeler vardı, beklentilerin üzerinde gelen üretim verileri bu endişeleri iyice artırdı. Bununla birlikte doğal olarak “Merkez Bankası’nın uygulaması gereken politikalar” ın da tartışılması gerekiyor.
Ekonomide yumuşak inişin gerçekleşmesi gerektiği konusunda, iktidar partisinin bazı milli görüşçü yöneticileri ve yazarları dışında, zaten herkes hemfikir gözüküyor. Çünkü cari açık tehlikesinin büyüdüğünü, sıcak para azaldığı takdirde kurlardan başlayarak, aşırı büyümenin ekonomiyi vurmaya başlayacağını artık herkes görüyor.
İşte bu nedenle, büyümede yumuşak inişin olması gerektiği değil, daha çok mevcut trendin yavaşlamaya işaret edip etmediği konusunda tartışmalar yaşanıyor.
İşte dün açıklanan Şubat ayı sanayi üretimi verileri, daha çok bu açıdan ele alınacak. Piyasa beklentisi yüzde 2.7 iken, Şubat ayında sanayi üretimi yüzde 4.4 oranında büyüdü. Ocak ayında mevsim ve takvimsel arındırma sonucu üretimin yüzde 3 azaldığı saptanmışken, Şubat ayında yine aynı bazdaki artış yüzde 0.7 olarak belirlendi. Bu da çok açık biçimde sanayi üretiminde ciddi bir artışın yaşandığına işaret ediyor.
Şubat ayındaki olumsuz hava koşullarına rağmen sanayi üretiminin ilk 2 ayda yüzde 3 büyümesi, büyümede yumuşak inişin tartışılmasının en önemli nedeni. Yüzde 4 yıllık büyüme hedefinin, küresel ekonomi de böyle sürdüğü müddetçe, hedefleri aşması bence doğal olacak. Çünkü Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve bürokratların aksine, partiden gelen baskıların da sonucu, Hükümetin genel tavrının “Mümkün olduğunca fazla büyüme rakamının yakalanması” olduğunu açıkca görüyoruz.
Merkez Bankası’nın bu çerçevede sıkı para politikasını devam ettirmesi kaçınılmaz. Ancak harcamalardaki artış devam ettiği sürece, Hükümetin etkisinde faizleri de artırmak niyetinde olmayan Merkez Bankası’nın, günlük likidite ayarlamaları dışında fazla bir şey yapamayacağı da görülüyor.
Hükümetin tercihleri doğrultusunda iç talep ve üretimin canlı seyretmesi, ister istemez ithalatı da artıracaktır. Bu da, artan enerji fiyatlarının da etkisiyle, cari açığın geçen yılki gibi milli gelirin yüzde 10’u seviyesini koruması anlamına gelir. Bu oranın her an tehlikeye yol açacak bir oran olduğu da açık.
Yazının Devamını Oku 
9 Nisan 2012
HÜKÜMETİN geçen hafta açıkladığı 4. Teşvik Paketi’ne ilişkin tartışmaları izliyorsanız, Hükümet gibi işaleminin de “kurtarıcı” havasında yaklaştığını görmüşsünüzdür. Teşviklerle ilgili şunun hakkını verelim; Hükümetin şimdiye kadar çıkardığı en iyi teşvik paketi. Başbakanın teşviklerle ilgili yaklaşımının zaman içerisinde bir hayli olgunlaştığını da söylemek lazım. Çünkü daha önceki 49 ilde teşviklerle ilgili o zaman yaptığımız eleştirilere çık kızmıştı ama son çıkardığı pakette bu eleştirilerin işe yaradığını görüyoruz.
Ancak bu pakete bir “kurtarıcı” gibi sarılmak kadar yersiz bir şey olamaz. Hükümet üyeleri, milletvekilleri bunu sanki ekonomiyi kurtaracak bir paket gibi lanse edebilirler de, işalemine ne oluyor? Eğer “harika teşvikler” türü demeçleri, yine korkularından, Hükümetle çatışmamak için vermiyorlarsa o zaman daha kötü. Çünkü o zaman böyle düşündükleri, gerçekten bu pakete “ekonominin kurtarıcısı” gibi baktıkları anlamı çıkar.
Teşvik paketinde orta ve uzun dönemli bir perspektif, genel bir vizyon gören oldu mu acaba?
Şunu demek istiyorum; küreselleşen bir ekonomi olarak, Türkiye’nin 20-30 yıl sonrasında küresel anlamda rekabet edebileceği sektörlerin saptandığını, özel sektörün hangi sektör ve alanlara kayması için nasıl bir vizyon sunulduğunu, bu alanlarda gerekirse kamunun özel sektöre nasıl destek vereceğinin, izlenecek yolda nasıl rol oynayacağının belirlendiğini, buna göre selektif bir planlama yapıldığını, yatırımların da tüm bu belirlenen hedeflere ulaşmak için gereken bütünlüklü bir sistem içinde teşvik edileceğini gören oldu mu?
Ölçek ekonomisi, belirlendiği gibi 50 milyon TL’lik yatırımlara bile stratejik sektör teşvikleri verilerek mi sağlanacak, bu yatırımlarla mı cari açığımızı kalıcı biçimde düşürecek tüm dünyaya mal satacak üretimlere ulaşacağız?
Yıllardır cari açığı kalıcı olarak düşürmek için, dolayısıyla Türkiye’nin kalıcı olarak yüksek büyümesini sağlamak için söylediğimiz, “Türkiye’deki üretim yapısının tümüyle değişmesi lazım”dan kastımız, kesinlikle bu değildi...
Bilmiyorum; son teşvikler için övgüler düzen TÜSİAD’ın kastı bu muydu?
Yoksa, sadece, yönetimde de bulunan, bazı üyeleri bu teşvikler nedeniyle planladıkları yatırımları daha ucuza mal edecekleri için mi, böyle demeçler verdiler? En azından ekonomik ve siyasi olarak çağdaş vizyonuyla bildiğimiz Başkan Ümit Boyner’in imzası olmasaydı...
TÜSİAD’ın büyümeyle ilgili son dönemdeki, “sonu ne olursa olsun büyüyebildiğimiz kadar büyüyelim” anlamına gelen tavrın nasıl makro ekonomiyle ve ülkenin geleceğiyle hiç uyuşmadığını düşünüyorsam, son teşviklerle ilgili yaptıkları büyük övgüleri de, “vizyon sahibi olmak”la hiç bağdaştıramadım.
ZENGİNLERİN UCUZ PARALARI
Hep söylüyorum; hangi teşviği verirseniz verin, örneğin enerjide elektrik ve doğalgaz fiyatlarını Başbakanın belirlendiği bir ülkeye, yabancı ya da yerli yatırımcı gelip, milyarlarca dolar yatırım yapar mı? 1 milyar doları kaybetme tehlikesi varken, bu teşviklerle kaybı
700-800 milyon dolara iner. Durup dururken kim bu parayı,
iki dudağın arasında kaybetmek ister?
Özetle; makro ekonomi istikrarlı, kurallar piyasa ekonomisine uygun olmalı...
Geçen hafta teşviklerle ilgili bu tartışmalar yapılırken The Economist’te Türkiye ile ilgili bir makale yayımlandı. Özetle; Türkiye ekonomisinin iyi durumunun ülke ekonomisine olan güvenden ziyade zengin dünyanın merkez bankalarının cömertliğinden oluştuğu, zengin dünyadaki ucuz paranın Türkiye’yi krizden kurtardığı, likidite bolluğu sürerse bir süre daha beladan uzak duracağımızın altı çizilip, “Ama gidişat değişmezse eninde sonunda bir çarpışma yaşanabilir” deniyor. Türkiye’nin tehlikeyi azaltmak için tasarrufları artırıp rekabet gücünü geliştirmesi gerektiği, bu reformlar zaman alacağı için hemen başlanması gerektiğini ama liderlerin bu aciliyeti görmediği kaydedilip, “bu kibire makroekonomik dengesizliklerin eşlik etmesi, ülkenin beklentilerine dair ihtiyatlı olmak için geçerli bir sebep” deniyor.
Bırakın orta uzun dönemi bir–iki yıllık vadeden söz ediliyor; bu teşvikler engeller mi?
Yazının Devamını Oku 
5 Nisan 2012
HEM küresel iklim nedeniyle, hem de içeriden kaynaklı unsurlarla, ekonomideki kırılganlık yaratan hava devam ediyor. İşin kötü yanı; bu hava daha uzun süre devam edecek gibi. Bu hafta başında açıklanan 2011 yılına ilişkin büyüme rakamları, ardından gelen mart ayı enflasyon verileri, ekonomide yumuşak bir inişin olacağını gösteriyordu. Bu iniş piyasaların moralini düzelten bir veri olarak algılandı. Yüksek oranlı enerji zamlarına rağmen mart ayı enflasyon rakamı beklentilerin altında gelince morallerin düzelmesi beklenirdi ama son zamların nisan ayına etkisinin de ister istemez tartışılmaya başlaması, bu etkiyi sınırladı.
Bu rakamların ışığında Merkez Bankası’nın enflasyon hedefine ulaşmada başarılı olup olamayacağı yeniden tartışılmaya başladı, çünkü piyasalar açısından enflasyon hedefi için yapılacaklar, pozisyonlarını belirleme açısından büyük önem taşıyor.
Düne kadar, yani haftanın ilk iki gününde genelde olumlu bir hava vardı. Buna bağlı olarak da kurların düştüğünü, hisse senedi fiyatlarının arttığını gördük.
Ancak dün sabah piyasaların havası değişti çünkü ABD Merkez Bankası FED’in son toplantısının tutanakları açıklandı. FED üyelerinin 2014’e kadar piyasada likiditenin bol olması gerektiğini düşünmeye devam ederken, yeni bir genişleme hareketine ise gerek olmadığını kuvvetle belirttikleri görüldü. Piyasalar önümüzdeki dönemde yeni bir likidite pompalanmasına o kadar kendilerini alıştırmış ki; bunun olmayacağını görmek piyasaların moralini bozdu. Bu da aynen içeriye yansıdı ve piyasaların bozulmasına neden oldu.
Şu son üç günde yaşananlar bile, tek başına, küresel iklimdeki belirsizlik ve kırılganlığın devam ettiğini ve bu havanın kolay kolay kırılamayacağını göstermesi açısından çok ilginçti.
Düşünün; piyasalar bu kadar karşılıksız para basımına rağmen, hâlâ yeni likidite hareketi, yeniden bol ve ucuz para dönemi istiyor. Bu olmadığı zaman da ciddi biçimde bozuluyorlar.
Düşünün diyorum, çünkü normal bir ekonomik trendde bu kadar bol likiditenin piyasaya sürülmesi, bu kadar bol ve ucuz paranın ortada dolaşmasının piyasaları büyük ölçüde bozacak bir unsur olduğunu unutmuş gibi görünüyoruz.
Şunu da unutmayalım diye söylüyorum; yaşadığımız küresel ekonomi süreci eninde sonunda geçici bir süreç ve nihayetinde bu bol ve ucuz paranın piyasadan çekildiği bir sürece girmemiz, yani piyasaların normalleşmesi gerekecek. Bu döneme hiç hazırlığımız var mı?
YUMUŞAK İNİŞİN DEVAM ETMESİ ÖNEMLİ
2011’in son çeyreğine ilişkin veriler, yıllık yüzde 8.5 gibi çok önemli bir büyüme oranına ulaşılırken, son çeyrekte yumuşak inişin başladığının da işaretlerini veriyordu. Yine bu yılın ilk çeyreğine ilişkin veriler de bu eğilimi doğruluyor. Bu çok önemli çünkü 2011 yılının tümünde iç talebe bağlı büyümenin yaşandığı ve bunun ilelebet süremeyeceği açık. Yumuşak inişle birlikte iç talep ile dış talebin dengelenmeye başladığı gözüküyor. Bu da 2011 yılında yüzde 10 gibi rekor seviyeye çıkan cari işlemler açığının milli gelire oranının acilen düşürme ihtiyacını karşılaması açısından çok önemli. Çünkü bu kadar büyüme, sıcak para ile büyüdüğümüzü, bu da ekonomide kırılganlığın büyüme arttıkça arttığını gösteriyor.
Demem o ki; bu küresel sürecin tersine dönmesi kaçınılmaz, sıcak paranın kendi ülkelerine geri döneceği sürece hazırlıklı olmamız gerek. Bu hazırlığın en önemli ayaklarından birini daha dengeli büyüme oluştururken, diğer yandan enflasyonu biran önce yüzde 5’lere indirip, gereken yapısal tedbirleri acilen yapmalıyız ki; gelecek zor günlere hazırlıklı girebilelim.
Aksi takdirde ne olur derseniz; hep yaşadığımız gibi, ciddi kırılmalar kaçınılmaz olur.
Yılın son çeyreği ve 2012’nin ilk aylarında yumuşak inişi hissettik ama bundan sonrasında iç talebin yeniden artacağı, tüketimin canlanacağına ilişkin belirtileri de görüyoruz. Bu nedenle yumuşak inişin devam ettirilmesinin çok önemli olduğunu tekrar hatırlatmak gerekiyor.
Yanısıra, bugün açıklanacağı söylenen yeni teşvik sisteminin orta ve uzun dönem için gerçekten ciddi yatırım iklimi oluşturacak bir sistemi öngörmesi, sadece “ithal ikamesi” algısı yaratacak, ucuz, günlük teşvik tedbirleriyle yetinilmemesi de çok önemli.
Yazının Devamını Oku 
3 Nisan 2012
ABD’li ve Avrupalı büyük enerji şirketleri uzun süredir Türkiye’de yatırım yapmak, özelleştirmelere katılmak istiyorlar ama uygulanan yanlış politikalar nedeniyle, bu yatırımlar bir türlü gerçekleşmiyor.
Halbuki Türkiye’nin kaynakları kısıtlı ve bu tür büyük yatırım gereken alanlara yabancı sermayeyi çekmemiz lazım ki; ileriye dönük olarak arz güvenliği sağlanıp, istikrarlı bir büyüme rakamı yakalanabilsin…
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, “Zamları kendisinin de sevmediğini” belirterek, bölgedeki siyasi gerginlik nedeniyle petrol fiyatlarının arttığını, içeride o nedenle bu kadar yüksek oranlı zamlar yapmak zorunda kaldıklarını söylemiş. Yani “Biz istemiyorduk ama yapmak zorunda kaldık” demeye çalışıyor.İyi de, zaten hiçbir hükümet, politikacı isteyerek zam yapmaz ki…
Politikacılar istedikleri için zam yapmazlar ama zammın da içinde bulunduğu sektörü ve ekonomiyi iyi yönetmek durumundalar. Zaten önemli olan, yönetim zaafı dedeğimiz unsur, zam yapmak değil, bu kadar yüksek oranlı zamlar yapmak…
Kötü yönetim dediğimiz de zaten bu yönetme biçiminden kaynaklanıyor. Bakanın kendisinin zamanında, küçük oranlı zamlar yapmak istediğini biliyoruz, o nedenle kötü yönetim suçlamasını tümüyle Bakana yapmak haksızlık olur. Ancak karar veren Başbakanı, Kabineyi ikna edecek olan, yani gerekenin yapılması konusunda bastıracak olan Bakan olduğunu göre, istemese de zammın faturasının kendisine çıkmasını Bakan Yıldız doğal karşılamalı…
Her şeyden önce; zamanında zamlar yapılsaydı, örneğin doğalgaza toplamda yüzde 19’u bulan zammın yapılması gerekmeyecekti. Çünkü zamanında yapılmayan zamlar, ilgili kuruluşların zarar yazmalarını, zarar nedeniyle kuruluşlar açık verince pahalı finansman kullanmalarını, sonunda bu finansman yükünün de zamlara dahil edilmesini beraberinde getiriyor. Yani zamanında yapılmayan zammın katlanması buradan kaynaklanıyor.
Enerjide liberalizasyon kararını uygulayacak olan merci de hükümet. Zamanında gerekli kararlar alınamadığı için, daha doğrusu zamlar dahil sektörde her şeyin politikacı kararında olmasını istedikleri için liberalizasyonu çarpıtıp, gerekli adımların zamanında atılmasını geciktiriyorlar. Aynı anlayış çerçevesinde, sektörün rasyonel yönetimi için getirilen bağımsız ve düzenleyici kurum olan EPDK’ya sadece siyasi atamalar yapıp, son elektrik zammında olduğu gibi, Kurumu göstermelik siyasi bir kurum haline getirdiler.
ZAM GEREKİYORDU AMA BU KADAR DEĞİL
Öyle olunca da rasyonel kuralların olmadığı, politikacının keyfine göre düzenlenen bir sektör ortaya çıkıyor ve yabancı sermaye bu nedenle gelmiyor. Gelip de milyarlarca dolarını, bir politikacının iki dudağı arasında tehlikeye atmak istemiyor.
Yazının Devamını Oku 