YENİ seçilen Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu üyeleri geçen hafta iki kez Ankara’ya gidip geri döndüler. Çarşamba günü Ankara’ya gelip Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile CHP ve MHP liderlerini ziyaret eden yeni yönetim kurulu üyeleri, cuma günü tekrar Ankara’da idi. Bu kez de TBMM Başkanı Cemil Çiçek ve BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ile görüştüler. Ardından da yönetim kurulu üyelerinin çoğu cuma gecesi yapılan Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlunun düğününe katıldılar.
İki kez Ankara’ya gelen TÜSİAD yönetim kurulu üyeleri, yine de “ziyaretleri artık tamamladık” diyemediler. Çünkü Başbakan Tayyip Erdoğan’dan bekledikleri randevu bir türlü gelmedi.
TÜSİAD yönetim kurulu oluştuktan sonra, artık geleneksel olduğu biçimiyle, hemen hemen 1 hafta sonra toplandıklarında, aynı zamanda Ankara’da cumhurbaşkanı, başbakan, siyasi parti liderleri ve ilgili bakanlardan randevu isterler. 17 Ocak’ta yapılan genel kurulla birlikte oluşan yeni yönetimin de aynı yolu izlediğini sanıyorum. Yani en geç ocak sonunda Başbakan başta olmak üzere Ankara’dan randevular istenmeye başlamıştır. Dolayısıyla TÜSİAD’ın yeni yönetiminin, 2 ayı aşkın süredir Başbakan’dan randevu alamadığını söyleyebiliriz. Bunun nedenini bilmiyoruz ama normal olmadığı kesin...
YORUM YOK AMA...
Başkan ve yönetim kurulu üyeleri bu konuda yorum yapmak istemiyorlar ama görüştüğüm TÜSİAD üyelerinin de bu kadar süredir randevu alınamamasını yadırgadıklarını gördüm. Çözüm süreci gibi, toplumsal mutabakatın gerektiği en kritik süreçlerden birini yaşadığımızı hatırlatan bazı üyeler, “Böylesine bir süreçte Başbakan’ın TÜSİAD yönetimine randevu vermemiş olmasının yadırgatıcı olduğu”nun altını çiziyorlar.
Eski Başkan Ümit Boyner’in zaman zaman TÜSİAD ilkeleriyle ilgili olarak siyasi otorite ile görüş ayrılıkları yaşadığını, bunların bir bölümünün kamuoyuna da yansıdığını hatırlatan üyeler, “Yeni Başkan Muharrem Yılmaz eski başkana kıyasla, hükümetle daha ılımlı bir ilişki götüreceğini belli etmiş olmasına rağmen randevu alamaması, daha da ilginç” şeklinde konuştular.
TÜSİAD yönetim kurulunun Ankara temaslarından, öğrendiğim kadarıyla, edindiğim izlenim; büyük sermayeyi temsil eden derneğin çabaları gerek yeni anayasa çalışmalarında, gerekse de önem verdikleri çözüm sürecinde mümkün olabildiğince geniş bir mutabakat zemini oluşturulmasına yoğunlaşmış.
TÜRK Sanayi ve İşadamları Derneği’nin (TÜSİAD) yeni yönetimi, ilk Ankara turuna dün başladı. Dünkü görüşmelerin ardından Yönetim Kurulu Cuma günü tekrar gelip Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve TBMM Başkanı Cemil Çiçek’le görüşecek. TÜSİAD bir süredir randevu beklediği Başbakan Erdoğan ile görüşerek ilk Ankara turunu tamamlamayı planlıyor. TÜSİAD’ın Ankara temaslarında ağırlıkla siyasi uzlaşma üzerinde durduğunu öğrendik. TBMM’de kurulu Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun mutlaka mevcut yapısı yani tüm partilerle çalışması, gerekirse sürenin uzatılması gerektiğini belirten TÜSİAD yönetiminin, uygulamaya konan çözüm sürecine destek verdiklerini belirtip, bu süreç için de tüm partilerin katkısının alınmasını istediği belirtildi.
ÇÖZÜM UZLAŞMAYLA ÇÖZÜLÜR
Bir başka deyişle Anayasa Uzlaşma Komisyonundaki uzlaşmanın bozulmamasını, çözüm sürecinde de yine benzer bir uzlaşmanın sağlanması gerektiğini aksi takdirde çözümün zorlaşacağını, dün görüştükleri Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, CHP Genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’a da söylemişler. Başkan Muharrem Yılmaz, Bahçeli ile görüşmesinden çıkarken yaptığı açıklamada çözüm sürecinin tüm partilerin ve kesimlerin uzlaşmasıyla gerçekleştirilmesi gerektiğini,demokratikleşme sürecinin başarıya ulaştırılmasında sivil topluma da görevler düştüğünü, Cumhurbaşkanı Gül’ün bu konuda beklentileri olduğunu kendilerine ilettiğini belirtti. Yılmaz, MHP’nin çekinceleri sorulduğunda ise, “Terör ve şiddetten arındırmayla ilgili kimsenin bir tereddütü yok. Hep beraber uzlaşarak mutabakat halinde bu konuyu çözmemiz lazım” şeklinde konuştu. CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun heyetle görüşmesinde “İlk günden beri uzlaşmayı kendilerinin istediğini ama Başbakanın uzlaşmaya ihtiyacı yokmuş gibi davrandığını” belirterek, “Biz bekliyoruz uzlaşmaya açığız. Ama içinde ne olduğunu bilmediğimiz bir şeye gözümüz kapalı destek veremeyiz” demiş.
YÜZDE 2.2 BÜYÜME DÜŞÜK
TÜSİAD Heyetinin ekonomiyle ilgili olarak da daha çok ‘düşük büyüme oranı’ndan yakındığını öğrendik. Geçen yılki yüzde 2.2’lik büyüme oranının çok düşük olduğunu, mutlaka çok daha yüksek oranlarda büyümek zorunda olduğumuzu belirtmişler. Bunun 2023 hedefleriyle birlikte ele aldıklarını, bu hedeflere ulaşmak için daha yüksek büyümenin şart olduğunu söylemişler. Merkez Bankası’nın uyguladığı politikalara destek veren TÜSİAD Yönetim Kurulu üyelerinin, bütçe harcamalarında artışın hızlandığına dikkat çekerek, mali disiplinin korunması gerektiği üzerinde de durduklarını öğrendik.
Gül: Ekonomi yönetimi deneyimli
TÜSİAD üyelerinin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile sohbette, ekonomik durumla ilgili daha detaylı fikir alışverişinde bulunduklarını öğrendik. Gül’ün sorusu üzerine küresel krizden az etkilenmemize neden olan bankacılık sistemindeki sağlıklı yapı ve düşük borçluluk oranlarında geriye dönüş sinyalleri alındığını belirtip, dikkat edilmesini istemişler. Bir çok altyapı yatırımının birlikte ihaleye çıkıldığını, bunlara yabancı kaynak bulunamadığını hatırlatan TÜSİAD üyelerinden bazıları, bu projelerin tümüyle Türk bankalarıyla finansmanının sağlanmasına çalışıldığını ama bunun mümkün olmadığını vurgulamışlar. Bir yandan bankaların yapılarına göre çok yüksek finansmanların içine sokulduğunu ama öte yandan kredilere yüzde 15 sınırı koyulduğunu hatırlatan TÜSİAD üyelerinin, büyük altyapı yatırımlarına seçilerek ihaleye çıkılması ve yayılması gerektiğini söylediklerini öğrendik. Türkiye’nin daha yüksek büyüme ihtiyacını Cumhurbaşkanına da ileten üyeler, büyümenin teşvik edilmesi gerektiğini kaydetmişler. TÜSİAD üyelerine Cumhurbaşkanı Gül ise “O kadar tedirgin olmayın, politikacıların konuştuklarını bakmayın. Ekonomi yönetimi ve bürokratlar artık çok deneyim kazandı, ihtiyatlı olma ihtiyacını onlar da görüyor” dediğini öğrendik.
Dün açıklanan Şubat ayı sanayi üretim verisi, geçen yıla kıyasla yüzde 1.6 oranında bir artış gösterdi. Gerçi piyasaların beklentisi, yüzde 2.2 ile daha yüksek bir artıştı ama analistler, detaylara baktıklarında canlanmanın başladığı konusunda mutabık kaldılar.
Bu veri sonrası yapılan banka analizlerine baktığımızda, sanayi üretim verisinin bu yılki büyüme tahminleri ve Merkez Bankası’nın faiz kararı açısından da değerlendirildiğini görüyoruz. Özet olarak söylersek; büyüme konusunda piyasaların tahminleri yüzde 5’e dayanmayı sürdürüyor. Yani yüzde 4,5-5 gibi olan büyüme tahminlerinin korunduğunu, dün açıklanan Şubat ayı sanayi üretim verisinin bu tahminlerle uyumlu olarak değerlendirildiğini görüyoruz.
Şubat ayındaki sanayi üretim artışının, takvim etkisinden arındırıldığında yüzde 4.4 oranında arttığının altı çiziliyor. Ayrıca takvim ve mevsimsel etki arındırıldığında ise bir önceki aya göre artış yüzde 1.5 olarak gözüküyor.
Bunun yanında piyasaların sanayi üretim verisi açısından öncü olarak takip ettikleri Mart ayına ilişkin gerçekleşen kapasite kullanım oranı, ihracat ve tüketici verilerinin de, sanayi üretiminin Mart ayında da ılımlı artışa devam ettiğini gösterdiğini kaydediyorlar.
Dolayısıyla Şubat ayı sanayi üretim verisindeki ılımlı artışın daha sonraki aylarda da devam edeceği iyice belirginleşmeye başladı.
Bence sanayi üretim verisindeki ve genel olarak büyümedeki bu ılımlı artışın devam etmesi hayati bir önem taşıyor. Bir başka deyişle bundan sonra artışın sıçrayarak gitmemesi gerekiyor.
Türkiye’nin geçen yılki gibi yüzde 2.2’lik büyüme oranlarıyla bir yere varması, bu oranlarla sermaye çekmesi mümkün değil ama büyürken de tedbirli olması gerekiyor. Demek istediğim o ki; bu yıl için hedeflenen yüzde 4’lük büyüme oranına sadık kalınması,hadi bilemediniz; şu andaki tahminlerde olduğu gibi yüzde 4,5-5 ‘lik büyüme oranlarıyla yetinilmesi gerekiyor.
Erdoğan, “Ben yüzde 6’lık faizin de bir baskı olduğunu özellikle ifade etmek istiyorum. Temenni ediyorum ki; kısa zamanda bunu daha da düşürmek suretiyle özellikle faiz baskısını bu ülkenin tüketicileri üzerinden kaldırmış olalım” şeklinde konuştu.
Hem de bu konuşmayı Borsa İstanbul’un açılışında, yanında ilgili bürokratların yanısıra Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile ilk gongu çaldıktan sonra yaptı. Konuşmayı dinleyenler arasında Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı da bulunuyordu. Bu konuşma her şeyden önce Başbakanın bir süredir tekrarladığı “enflasyon faizin sonucudur, faiz enflasyonu belirler” anlayışının devam ettiğini gösteriyor. Aksi takdirde Başbakan, tam da enflasyonun yeniden yükselişe geçtiği, 2013 Mart sonu itibariyle yıllık enflasyonun yüzde 7.3’e çıktığının belli olmasının ardından, yüzde 6 diye söylediği faiz için ‘daha ha indirin’ demezdi, herhalde...
Merkez Bankası yönetimi faiz konusunda bir türlü kendisini Başbakana beğendiremedi. Bir çok yerli ve yabancı kuruluş ve dergiden ‘Yılın en başarılı Merkez Bankası Başkanı ünvanı’nı son yıllarda sık sık alıyor ama yine de Başbakana beğendiremiyor.
Merkez Bankası yönetimi uluslararası çevrelerde hala anlaşılamayan, ‘faiz koridoru’ uygulamasını, tam da Başbakanın bu faiz tavrı nedeniyle yürürlüğe soktu. Faizler artıyor görünümü vermemek için, tek bir politika faizi yerine, faiz koridoru uygulamasıyla yaklaşık 5 değişik faiz oranını piyasaya sürüp hangisinin politika faizi olduğu konusunda kafaları karıştırdı. Zaman zaman bu faizlerden bazıları ile oynayıp, içlerinden düşük olanı, ‘faiz düşüyor’ diye alıp Başbakana gösterme imkanı kazandı.
Ama gördüğünüz gibi Başbakanın faiz inadı devam ediyor ve içlerinden en düşük olanını bile ele alıp, “Bunu da düşürün” diyebiliyor. Dolayısıyla Merkez Bankası bu tür dolambaçlı yolları seçmesine rağmen Başbakana bir türlü kendini beğendiremediği gibi, ‘bağımsızlık’tan yemeye de devam ediyor.
KLASİK POLİTİKALARA DÖNÜŞ
Ancak Başbakanın bu faiz anlayışına rağmen, ekonomi yönetiminin yine bildiğini okuduğunu söyleyebiliriz. İyi ki de böyle yapıyor...
Tüketici fiyat artışı (TÜFE) Mart ayında yüzde 0.7 oranında artarken, yıllık enflasyon ise yüzde 7’den, 7.3’e çıktı. Enflasyonun piyasa beklentilerinin üzerinde çıkmasında, yüzde 2 artan gıda fiyatlarının etkisi büyüktü.
Ekonomi yönetimi yine enflasyonun yeniden düşüş trendine gireceğini söylüyor ancak öyle anlaşılıyor ki; enflasyonda hedef bu yıl da aşılacak. Merkez Bankası’nın bir süre daha hedefleri değiştirmesi beklenmiyor ama piyasa beklentisi bu yönde. Buna karşılık dün Mardin’de konuşan Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın ekonomik gidişat için iyimser bir hava içinde olduğu görüldü; gıda fiyatlarındaki artışın geçici olduğunu, önümüzdeki aylarda gerileyeceğini söyledi.
Enflasyon yükselirken Başkan Başçı, reel efektif döviz kurunun 120’yi geçmesi halinde ölçülü bir politika faiz indirimine gidebileceklerini söyledi. Bugün açıklanacak reel efektif döviz kuru için piyasada, 120’in üzerine çıkabileceği beklentisi var. Dolayısıyla 16 Nisan’da Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında faiz indirim kararı alınabilir. Bununla birlikte tabi ki munzam karşılık oranları artırılacak yani faiz düşürülüp, bankaların mevduat maliyeti yükseltilecek.
Peki, hangi faiz oranı indirilecek? Piyasa uzmanları faiz oranı sayısının artık çok olduğunu, örneğin koridorun alt üst sınırlarındaki indirimin faiz indirimi anlamına gelmeyeceğini söylüyorlar. Piyasa uzmanları fonlama faizine bakıyor, o da bir süredir yükselmeye devam ediyor. Hazine kağıtlarında gösterge faiz bu açıklamadan sonra yüzde 6.3’e geriledi ama bu oran geçen ay yüzde 5.5’di...
Yani belirsizlik bilerek sürdürülüyor ve Hükümeti kızdırmayacağım diyerek her seferinde göstermelik faiz indirimleri yapılırken asıl piyasa faizi yükseliyor. Ancak bunun adı “Merkez Bankası faiz indirmeye devam ediyor” oluyor... Bir süredir, hala içinde olduğumuz söylenen dalgalı kur sisteminde kurların neredeyse “sabit kur” gibi gittiğini yazıyoruz. Bunun sonucu olarak dış kaynak kullanımı artmaya, yani ülkenin dış borcu hızla yükselmeye devam ediyor.
MEĞERSE YÜZDE 15 SINIRI YOKMUŞ…
Merkez Bankası Başkanı’nın piyasayı da etkileyen açıklamalarından biri de banka kredilerine ilişkin getirilen yüzde 15 sınırına ilişkindi. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve kendisi, bankaları bu oranı aşmamaları için uyarmışlardı. Ama dün Başkan Başçı yüzde 15’lik sınırın bankacılık sistemi için bir limit oluşturmadığını, bankaların bu oranı referans olarak kullanmaları gerektiğini söyledi.
Bunu daha önce de yapmışlardı; bir oran verip önce buna uyun diyorlar, sonra ya bu oranı artırıyorlar ya da “bu sınır değildir” diyorlar. Piyasa uzmanları, Merkez Bankası’nın sermaye hareketlerinde durgunluk gözlediğini, sermaye hareketlerinde düşüşün devam etmesini beklediğini kaydederek, “Sermaye hareketleri girişi azalırken öyle anlaşılıyor ki; kredilere bir sınır koymaktan vazgeçtiler” yorumunu yaptılar. Zaten bu oran yüzde 20’nin altına inmedi ama...
Geçen yıl içinde büyüme tahminleri sürekli düşürülmüştü ama düne kadar en kötümser tahminler büyümenin yüzde 2.5 civarında gerçekleşeceği yönündeydi. Dolayısıyla yüzde 2.2’lik büyüme rakamı herkes için sürpriz oldu. 2011 yılında yüzde 8.8 olan büyüdüğümüzü düşününce, tam anlamıyla keskin bir düşüş oldu.
Büyümenin detaylarına baktığımızda, iç talebin büyümeye yaptığı eksi katkının büyük olduğu, ihracatın olumlu katkısının ise son çeyrekte düştüğü belirlendi.
2012 yılı son çeyrekte dış talebin katkısı önceki çeyreğe göre sınırlı azalarak 3.1 puandan 2.9 puana düştü. İç talebin katkısı (stoklar dahil) ise önceki çeyreğe paralel bir seyirle 1.5 puanlık büyümeye azaltıcı etki yaptı. 2012 yılı genelinde dış talep büyümeyi 4.1 puan artırıcı, iç talep ise 1.9 puan daraltıcı katkı yaptı. Bu arada artan kamu harcamalarının büyümeye etkisinin çok yüksek olduğu da görüldü. 2012 yılı son çeyrekte özel sektör harcamaları yıllık bazda yüzde 2.8 ile 2012 yılındaki en derin daralmayı yaşarken, kamu harcamaları yüzde 11.0 ile son 3 yılın en hızlı artışını gösterdi. Böylece kamu hariç milli gelir, 2012 yılı son çeyrekte yüzde 0.6 ile 2009 3. çeyrek sonrasında
ilk kez daralmış oldu. Son çeyrekte özel sektör tüketim ve yatırım harcamalarındaki daralma derinleşti.
Büyüme rakamının piyasaları şaşırtmasının bir nedeni de, 2012 yılı son çeyreğine ilişkin öncü verilerin canlanmaya işaret etmesi idi. Özellikle özel sektör tüketim ve yatırımlarındaki daralma, beklentilerin üzerinde gerçekleşti. Buna karşılık bu yılın ilk çeyreğine ilişkin veriler, son çeyrektekine kıyasla çok daha hızlı bir canlanmaya işaret ediyor ve bu nedenle 2013 büyüme hedefinde sorun olmayacağı da tahmin ediliyor.
CARİ AÇIKSIZ BÜYÜME YOK
Piyasa uzmanları yüzde 4’lük büyüme hedefine mutlaka ulaşılmasını, baz etkisi nedeniyle artık bunun garanti olduğunu belirtirlerken, büyüme tahminleri yüzde 5’e kadar çıkabiliyor. Bu yılın büyümesine ilişkin en önemli riskler ise Avrupa ekonomi kaynaklı risklerin artması, sermaye girişlerinin zayıflaması ve son günlerde olduğu gibi Merkez Bankası’nın piyasadaki parayı aşırı biçimde daraltması olarak belirtiliyor.
Sadece yerli bankalar kanalıyla bu büyük işlerin finansmanı sağlanmaya çalışılıyor. Bunun için bankalar konsorsiyumu kuruluyor ama burada da büyük zorluklar var. Hem yerli bankalar haklı olarak, konulan özkaynak oranının çok artırılmasını istedikleri için yüklenicilerin riski çok büyüyor, hem de kredi sınırlamaları nedeniyle yerli bankaların finansmanı giderek daha zora giriyor. Yani işi ihaleye çıkmak yetmiyor, bunun finansmanını da birlikte düşünmek gerekiyor. 3.Köprü, Gebze-İzmir otoyolu örneklerinde de gördüğümüz gibi, finansmanı sıkıntılı olduğu için, ihaleye konu işler bölünerek yapılmak zorunda kalıyor. Ancak bunun bile işlerin finansmanı için yetmediği görülüyor.
Geçen haftayapılan Deloite sohbetlerinin konusu ‘Altyapı finansmanı için sermaye piyasasındaki fırsatlar’ idi. Benim konuşulanlardan anladığım; bu projelerin finansmanı için bazı ülkelerde büyüyen ‘proje bonoları’ ile bizim bu büyük projeleri finansa etmemiz hemen hemen imkansız. Örnekler var ama uygulama bizde çok yeni ve tüm dünyada da olduğu gibi büyük projelerin finansmanı için geleneksel mekanizmalar daha uzun süre hakim olacak.
Yani büyük altyapı projelerinin finansmanında sermaye piyasasından umut yok.
Sohbetin açışını yapan Deloite Türkiye CEO’su Hüseyin Gürer, Türkiye’de fiziki yatırım iştahının arttığını belirtirken, özel olarak enerji yatırımları üzerinde durdu. İçerdiki talebi karşılamak için 10 yıl içinde 100 milyar dolarlık enerji yatırımına ihtiyaç olduğunu belirten Gürer, toplam yatırım oranı yüzde 20’ler civarında gezinirken, tasarruf oranının bunu karşılamaya yetmediğini, ideal olanın bu yatırım oranının yüzde 25’lere çıkması ve buna paralel olarak tasarruf oranın yükselmesi olduğunu kaydetti. Gürer, yatırımlara özel sektörü çekmek için sektördeki kumu payının daha da düşürülmesinin yanında enerji piyasasının serbestleştirilmesi ve destekler verilmesi gerektiğini belirtti.
10 YILDA 400 MİLYAR DOLARLIK PROJE
3 yıl önce bu göreve gelen Vakıfbank Genel Müdürü Süleyman Kalkan sürpriz bir biçimde görevinden alınırken, yerine eski AKP milletvekili olan Yönetim Kurulu Başkanı Halil Aydoğan getirildi. Ziraat Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın ile Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan yeniden bu göreve getirildiler. Kamu bankası olarak adlandırılan ama “özel yasa ile kurulmuş banka” olan Vakıfbank’ın Genel Müdürlüğü görevini bırakan Hüseyin Kalkan ise Halkbank Yönetim Kurulu üyeliği görevine getirildi. Halk Bankası yönetim kurulu üyesi olan Mehmet Emin Özcan’ın ise Vakıfbank yönetim kurulu üyeliğine getirildiği öğrenildi.
ARINÇ’A YAKIN İSİM
Vakıfbank Yönetim Kurulu Başkanı olup dün genel müdürlüğe getirilen Halil Aydoğan ise daha önce aynı bankada genel müdür yardımcılığından emekli olup siyasete girmiş bir kişi. 2 dönem iktidar partisinden Afyon milletvekili olarak görev yaptıktan sonra Bankanın yönetim kuruluna girmişti. Aydoğan, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a yakın bir isim olarak biliniyor. Bu atamanın bankacılık kesiminde yadırgandığını söyleyebiliriz. Aynı bankadan emekli olmasına rağmen 2 dönem milletvekilliği yapmasının, Halil Aydogan’ı artık “siyasi kimlik sahibi” yaptığını hatırlatan bankacılar, “Halka açık bir Bankanın genel müdürlüğüne eski bir iktidar partisi milletvekilinin getirilmiş olması, bankanın görünümü açısından hoş bir atama olmadı” yorumunu yapıyorlar.
KALKAN’IN VEDA MESAJI
Vakıfbank genel müdürü Süleyman Kalkan’ın görevinden alınması hem bankacılık kesimi hem de kendisi için sürpriz oldu. Görevinden alınacağını genel Kurul toplantısına girmeden hemen önce öğrenen Kalkan’ın Banka çalışanlarına gönderdiği yazılı mesaj içinde çarpıcı değerlendirmeler vardı.
Vakıfbank’ın Türkiye’nin en önemli en köklü bankalarından biri olduğunu, kendi deyişiyle “kamunun en özel bankası” olduğunu kaydeden Kalkan, 3 yıl boyunca önemli bir değişim projesini hep birlikte yürütmeye çalıştıklarını, banka içinden veya dışından bu değişimi istemeyenlerin çabalarına rağmen çok büyük mesafeler katettiklerini söyledi.
Banka tarihinde ilk defa 5 yıllık bir stratejik plan yaptıklarını, 2015 hedeflerini ortaya koyduklarını, kamuda ilk özel bankacılık uygulamasını başlattıklarını kaydeden Kalkan, Bankanın merkezini Ankara’dan İstanbul’a taşıyarak, 25 yıllık bir hayali gerçekleştirdiklerini de söyledi.