Erdal Sağlam

Bankaların beklediği mevzuat değişiklikleri

12 Mart 2013
REKABET Kurumu’nun verdiği son cezalarla, bankacılık yine gündeme oturdu...

Bu cezanın, bütçeye ciddi gelir sağlarken, sektör üzerine önemli bir mali yük bindirdiği de kesin. Bunun da ötesinde bu tür cezalar bankalara olan güvensizliği artırdığı, sektörün algısını bozduğu için de moral bozukluğunu büyütüyor.

Sektörün genelinde bu cezaların ‘salma’ olduğu, yani yönetimin ‘kârlı sektöre ek vergi’ gibi görüp ona göre bir karar aldığı yargısı hakim. Bu cezaların tümüyle bütçeye yazılacak olması, elbette bu görüşü pekiştiriyor.

Rekabet Kurumu’nun özerkliği, her bağımsız kurum gibi, son dönemde ciddi biçimde tartışılıyor. Dolayısıyla normal olarak, teknik gerekçelerle kesilen ceza olsa
bile, Kurumun siyasi bir karar almış olma ihtimalini gündeme getiriyor.

Yazının Devamını Oku

Ekonomi yönetimine göre yeni katılım bankası ihtiyacı

11 Mart 2013
GEÇEN hafta Hürriyet’te Ziraat Bankası ve Halk Bankası’nın 2 yeni katılım bankası kuracağı haberini okuduk. Ekonomi yöneticilerine dayanılarak verilen bu haber, özellikle bankacılık sisteminde bazı soru işaretlerine neden oldu.

Bu işin nedenini araştırdığımda, bir süredir ekonomi yönetiminde yeni katılım bankası ihtiyacı üzerinde kafa yorulduğunu gördüm. Buna karşılık somut bir hazırlık olmadığını ama önümüzdeki günlerde çabaların artacağını öğrendim.
Bu fikrin altında yatan nedenin ‘Mevcut katılım bankalarının hem yönetim hem de büyüklük olarak yetersiz kalması’nın olduğunu öğrendim. Öğrendiğim kadarıyla Ankara’da mevcut katılım bankaları için şöyle bir görüş hakim:
Mevcut katılım bankalarının çoğu yabancı kaynaklı, arap sermayesine dayalı. Bunlar Türkiye’deki katılım bankalarını, biraz da bilinçli olarak büyütmek istemiyorlar, daha çok ana ülkeye bağlı işlem yapmak için kullanıyorlar.
Sermayesi Türk olan katılım bankalarının ise daha çok ‘grup çıkarı’ adına çalıştıkları, kendi mensupları veya cemaat işleri için bankayı kullanmakla yetindikleri görüşü hakim. Bu görüşte bazı cemaatlere bağlı oldukları için son dönemde tepki görmelerinin etkisi var mı, bilinmez.
Hemen hepsinin yönetimlerinin yetersiz olduğu düşünülüyor. Katılım bankacılığı konusunda dar bir grubun hakimiyetinin bulunduğu, hep kendi adamlarını bu bankaların yönetimlerine getirerek, yönetimin geliştirilmesinden çok belli bir grubun yönetimde kalmasının gözetildiği fikri hakim.
Özellikle Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın, birçok açıdan katılım bankalarının biraz daha gelişmesini, büyümesini istediği söyleniyor. Bu açıların başında Hazine’nin borçlanmasına yardımcı olunması da geliyor. Ekonomi yönetimi Hazine’nin çıkarmayı planlayıp bir türlü başaramadığı islami bono denilen, sukuk borçlanma kağıtlarını çıkaramadı. Bunun bir nedeni olarak da işin asıl sahibi olması gereken katılım bankalarının yönetimlerinin yetersizliğini, bu kağıt için pazar bulamamalarını görüyor. İslami bononun ötesinde mevcut Hazine kağıtlarına olan katılım bankası talebinin de çok az olduğu düşünülüyor. Dolayısıyla yeni katılım bankaları kanalıyla hem mevcut bankaların yönetimlerinin rekabete açılıp daha verimli çalışmaları, hem de Hazine’ye daha fazla katkı yapmaları amaçlanıyor.

ZİRAAT VE HALK ADI OLMAMALI

Bu arada Babacan’ın ‘tasarrufların artırılması’ üzerinde ciddiyetli durduğunu, bireysel sigorta gibi tasarrufu artırıcı yöntemleri denediğini hatırlatan yetkililer, ‘Babacan, hala muhafazakar kesimin tasarruflarının çekilemediğini, dolayısıyla yeni katılım bankaları ve gelecek rekabet sayesinde, toplam tasarrufların daha da artırılmasının mümkün olduğunu düşünüyor’ diyorlar.

Yazının Devamını Oku

Sosyal takılıyoruz az para harcıyoruz

8 Mart 2013
TÜRKİYE’de internet ekonomisinin 22 milyar TL’ye çıktığı belirtilirken, büyüme potansiyelinin yüksekliğine dikkat çekiliyor.

İnternette daha çok oyun ve sosyal ağların kullanıldığı, asıl büyümeyi sağlayacak olan e-ticaretin ise ‘güven’ sağlanamadığı için yetersiz kaldığının altı çiziliyor. Google Türkiye tarafından The Boston Consulting Group’a (BCG) hazırlatılan ‘Türkiye İnternet Ekonomisi’ başlıklı raporun önceki gün Ankara’da basına sunumu yapıldı. Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın da katıldığı bir toplantıda raporun bulguları tartışıldı.
Basına sunum yemeğine de katılan Yılmaz, konuya büyük önem verdiklerini, 2023 hedeflerine uygun olarak Bilgi Teknolojileri konusunda kendilerinin de çalışma yaptığını söyledi. Google Türkiye Ülke Direktörü Bülent Hiçsönmez’in yer aldığı toplantıda, internetin ekonomik ve sosyal dönüşüme yaptığı katkıdan sıklıkla söz edildi. Raporun sonuçlarını özet olarak sunan  BCG Direktörü Deran Taşkıran, genç nüfusun bu alanda Türkiye’nin en önemli avantajı olduğunu belirtirken, Türkiye’deki internet kullanıcıları oranının yüzde 47 olarak belirtti. Bu oranın Avrupa’da yüzde 71 olduğu ancak Türkiye’deki artışın hızlı olduğu, 2007-2012 yılları arasında internet erişimi olan hanelerin oranının yüzde 19.7’den yüzde 47.2’ye ulaştığı kaydedildi. TÜİK verilerine göre kullanıcı sayısı 5 yılda 21 milyondan 36 milyona çıktı ve artış hızının yükselmesi bekleniyor.

38 SAAT ONLINE

Türk internet kullanıcıları haftada ortalama 38 saat online. Bu rakam Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Endonezya’dan oluşan BRICI ülkeleriyle paralel. Haftada 20-26 saat olan ABD, Avrupa ve İngiltere’den fazla. Yüzde 73’ü online gazete, dergi okuyor. Ürün ve hizmetlere ilişkin bilgi arayanların oranı yüzde 61. Google’ın ardından en fazla ziyaret edilen site olan Facebook’un Türkiye’de 31 milyon kullanıcısı var.

e-ticaretin payı 4.5 milyar lira

RAPORDA internette ticaret konusunda  güvensizlik nedeniyle geride kaldığımız  ortaya çıkıyor. Bir mal veya hizmeti seçmek için internet kullanılıyor ama alışveriş bizzat mağazadan yapılıyor. Türkiye’de internet ekonomisi 22 milyar TL’ye ulaşırken milli gelire katkısı yüzde 1.7. Nüfusun yüzde 47’si internet kullanmasına rağmen perakende satışların yüzde 1’ine bile ulaşamıyor. Çekincenin nedenini kullanıcıların yüzde 27’si güvenlik, yüzde 17’si gizlilik endişesi olarak belirtiyor. İnternet harcamalarının yüzde 70’ini tüketim oluştururken, e-ticaretin tutarı 4.5 milyar TL.

Yazının Devamını Oku

Ekonomi için de yargı reformu şart

7 Mart 2013
BAŞBAKAN Yardımcısı Ali Babacan, Türkiye’de öngörülebilir bir hukuk devleti olabilmesi için yargı alanında yapılması gereken çok iş olduğunu söylemiş.

“Hukukun üstünlüğü bir ülkede egemen olmadıktan sonra, o ülkenin ne birinci sınıf demokrasi olması mümkün, ne de gelişmiş bir ekonomi olması mümkün” diyen Babacan, dolayısıyla yargıda mutlaka daha hızlı, daha öngörülebilir, daha tutarlı bir çalışma ve karar sistemini oluşturacak reformları yapmaları gerektiğini belirtmiş.
Babacan’ın daha önce de, “ekonomi için yargı reformu ihtiyacı”na değindiğini duymuştum. Bence bu konuya daha fazla ağırlık verilmesi, tüm partiye ekonomi ile yargı sistemi arasındaki ilişkinin anlatılması gerekiyor. Sürdürülen ekonomik sistem anlayışının aslında ne olduğu, artık faize karşı durulan dönemin geri bırakıldığı, demokratik bir hukuk sistemi kurulmadığı takdirde, ekonominin de gelip bir yerde takılacağı mutlaka anlatılmalı. Babacan’ın bu sözlerini duyunca geçen yıl hukuk sisteminde belirleyici konumda bir yetkiliyle konuşmalarımı hatırladım. Kendisine, “yıllar içinde eksikleri çok olmakla birlikte piyasa ekonomisi yani bireye dayalı bir ekonomik anlayışın kurulduğunu ancak hukuk sisteminin buna ayak uyduramadığını, devletçi bir sistemin korunduğunu, böyle sürdüğü takdirde hukuk sistemindeki yanlışların ekonomiyi de boğacağını” anlatmaya çalışmıştım. İşin iyi tarafı o yetkilinin de söylediklerime aynen katılması, bireyin hakkını koruyan bir hukuk sistemin kurulamadığını,özellikle hukuku uygulayan kişilerin bu anlayışa getirilemediğini itiraf etmesiydi...
Uzun tutukluluk süreleri, belli bir dönemin öcünü almaya dönük ideolojik tavırlar, hukuk sisteminde son dönemde, haklı olarak, sıkça konuşuluyor. Bence bunlar birer sonuç ve sistemin tümüyle yenilenmesi gerekiyor. Yani o ya da bu ideolojiye sahip bir yargı adamı, “Ben devlet adına karar veriyorum, ne karar verirsem o doğrudur” anlayışıyla, her türlü sübjektif yargısını o karara katabiliyor, çıkar gözeten karar alabiliyorsa, bu sistem doğru değildir. Bence eskiden beri süren bu anlayış son dönemde iyice arttı.
Yani insan haklarına saygılı, özgürlüğü ve bireyin hakkını temel alan yeni bir hukuk sistemi oluşturup, devletçi hukuk anlayışını tasfiye etmek zorundayız. Aksi takdirde görüyoruz; devleti eline geçiren sistemi kendine göre işletiyor.

STK’LAR POPÜLİZME KARŞI ÇIKABİLİR Mİ?

Bunun ekonomi için önemine gelince: çok basit bir örnek vereyim: Milyarlarca dolarını Türkiye’ye gelip yatıran bir yabancı firma ya da kişi, sadece bir ya da birkaç kişinin iki dudağı arasına bu kadar parayı bırakır mı? Bu paraları getirmek için hukuk sisteminin güvencesi aranmaz mı? Kişiye göre farklı hukuk uygulaması, bu yatırımcıyı caydırmaz mı? Hukuk sistemi sağlıklı olmadan, sözlü teminatlarla gelen yabancının, kısa süre fazla para kazanayım diye, yani vurup kaçayım diye geldiği, rahatlıkla söylenemez mi?
Örneğin; yıllardır enerji sektörüne yapılan yabancı yatırımın azlığının en önemli nedeni elektrik fiyatlarının Hükümet tarafından belirlenmesi ve EPDK’nın teknik değil siyasi kararlarla sektörde güven kazanamamasıdır. İnanın; elektrik piyasası kurulur, fiyat belirlemesi hukuken güvenceye kavuşursa, bu sektöre çok büyük yatırımlar gelecek, büyüme ve istihdama katkı yapacak.

Yazının Devamını Oku

Enflasyon ve cari açığın seyri

4 Mart 2013
BUGÜN Şubat ayı enflasyon verisi açıklanırken, asıl olarak Ocak’tan sonra yıllık tüketici fiyatlarında meydana gelecek düşüşe bakılacak.

Merkez Bankası’nın daha çok Şubat’tan sonraki aylarda ciddi düşüş beklediğini biliyoruz. Ancak yine de bugün açıklanacak rakamlar ileriye dönük ipuçları verecektir.
Geçen hafta Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan Ocak ayı dış ticaret verileri ile İhracatçı Meclisi TİM’in Şubat ayına ilişkin öncü ihracat kayıtları da yakından izlemeye alındı. Çünkü açıklanan rakamlar yeni yılla birlikte ithalatın hız kazanmaya başladığını, ihracatta daha düşük oranlı artışlar kaydedildiğini gösteriyor. Bu eğilim, Şubat’tan sonra ithalatın artmasını bekleyen Merkez Bankası tarafından, cari açık nedeniyle ciddi takipte olacak.
Öyle anlaşılıyor ki; iç talepteki kıpırdanmayla birlikte geçen yıl makul seviyelere inen cari açık ve enflasyonun yeniden yönünü yukarı çevirme ihtimali yüksek. Belki de bu nedenle yabancı ekonomi basınında ilk aylara ilişkin veriler takip edilip, yorumlar yapılmaya başladı.
Geçen hafta sonu İngiltere’de bankacılarla konuşan Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın ise, bu iki konu hakkında da iyimser olduğunu gördük. Özet olarak söylenecek olursa Başkan Başçı, cari açığın milli gelire oranı ve enflasyon konusunda 2013’de yatay bir seyir bekliyor. Bunu söylerken artmaya başlayan iç talebin kontrol altına alınacağını, likidite politikasının aşırılıkları önlemek için, Türkiye’ye özgü olarak, iyi çalıştığını da söylüyor. Kredi büyümesini önleyici olarak son dönemde atılan adımların önümüzdeki aylarda etkisini göstereceğini tahmin ediyor. Bu arada yüklü bir yabancı sermaye çıkışı halinde likiditeyi kısarak bunu dengeleyebileceklerinin de altını çiziyor.
Özetle; iç talebin kontrol altında tutulabileceğini, yüzde 4 büyüme ile birlikte dengenin bozulmayacağını, duruma hakim olduklarını söylemeye çalışıyor.
Piyasaların merak ettiği husus da zaten, gerçekten duruma hakim olunup olunamayacağı. Son dönemde biraz da Avrupa ekonomisinde ciddi sıkıntı beklentilerinin artması ve ABD ekonomisindeki bütçe kesintilerinin devreye girmesi, küresel ekonomi için endişeleri artırmış bulunuyor. Buradan yola çıkılarak, giderek daha fazla biçimde Türkiye’deki ekonomik dengelerin sorgulandığını, en çok da kısa vadeli sermaye çıkışı halinde nelerin yaşanabileceği sorularının sıkça gündeme geldiğine şahit olmaya başladık.

2013 TAHMİNLERİNİ YAPARKEN…

İstanbul Ticaret Odası(İTO) Şubat ayı enflasyon verileri, gıda kaynaklı olarak Şubat’ta tüketici fiyat artışının beklenenden yüksek çıkabileceği, yıllık enflasyonda Ocak’a kıyasla fazla bir değişiklik olmayacağının habercisi gibiydi.

Yazının Devamını Oku

Rusya’nın Kuzey Irak ve İsrail’de enerji atağı

28 Şubat 2013
TÜRKİYE’nin Kuzey Irak ve İsrail’de varolan enerji kozunu bu kez kullanıp kullanmayacağı merakla beklenirken, Rusya’nın atağa geçtiğini görüyoruz.

Yabancı enerji ajansları Gazprom Neft’in Kuzey Irak’a güçlü bir giriş yaptığına özellikle dikkat çekiyorlar. ABD’li şirketlerin ardından Rusya’nın petrol şirketi de K. Irak’ta arama ve üretim faaliyetleri için ciddi yatırımlara başladı. Dün Gazprom’da yapılan başka bir açıklamada ise Gazprom Pazarlama ve Ticaret’in, İsviçre AG ile Levant LNG Pazarlama şirketinin, 25 Şubat’ta Tamar Yüzer, Sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) tesisinde 20 yıllık bir süre boyunca münhasıran alım yapabilmeye olanak tanıyacak anlaşmanın ana koşullarını ortaya koyan çerçeve anlaşmaya imza attıkları duyuruldu. Aynı açıklamada Tamar yüzer LNG tesisi projesinin Güney Akdeniz’de İsrail deniz sahasında Tamar üretim konsorsiyumu(Hoble Enerji Akdeniz, Delek Sondaj, Avner Petrol Arama, İsramco Negev-2 ile Dor gaz) tarafından geliştirilmekte olan Tamar ve Dalit doğalgaz sahalarından beslendiği kaydedildi. Tamar ortaklarının 2011 sonunda, 2017’de devreye girecek biçimde yıllık 3 milyon ton üretim yapacak bir anlaşmayı imzaladıkları hatırlatıldı.

Özetle; bu sütunlarda sık sık sözünü ettiğimiz Türkiye’nin K. Irak ve İsrail’deki enerji kaynakları konusunda Rusya harekete geçti ama biz hâlâ bekliyoruz.

Bilindiği gibi ABD’nin baskısı nedeniyle Türkiye’nin yaptığı çerçeve anlaşma bir türlü açıklanıp yürürlüğe sokulamıyor. ABD bize anlaşma konusunda izin vermiyor ama K. Irak’ta kendi şirketleri, Exxon, Chevron ve Total ciddi yatırımlara girdiler, duyumlara göre Exxon K. Irak’ta sondajlara bile başladı.

Üstüne üstlük hem Gazprom’un hem de bu Batılı dev şirketlerin Irak’ın  güneyinde de sahaları var ama K. Irak’ta harekete geçmekten geri durmadılar.

Yazının Devamını Oku

Özelleştirme ihalesi iptalinin etkileri

26 Şubat 2013
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın otoyol ve köprü ihalesinin iptal edileceğini duyurmasının ardından, bunun sadece bir ihale iptali olmayacağı, başka etkileri olacağı yönündeki tahminlerimi belirtmiştim.

Başbakan bu haberi verdi ama ekonomi yönetiminde hatta özel sektör firmalarında bile “iptal edilmeyeceği” konusunda umut vardı. Geçen hafta Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası yapılan açıklama ile bu umutlar da bitti ve ihalenin iptali kesinleşti. İhalenin iptal edilmesiyle birlikte bundan sonraki ihalelere katılım için özellikle yabancı firmalarda bir kuşku doğabileceğini söylemiştim. Aldığım son bilgiler, bazı yabancı firmaların böyle bir kuşkuyla hareket etmeye başladıklarını gösteriyor.

Türkiye’nin önünde büyük altyapı yatırımları var. Bu işlerin çoğu, yabancı büyük firmaların ortaklıkları ile yapılabilecek kadar büyük işler. Her ihale için yurt dışına Hazine garantisi verilemeyeceğine göre, yerli firmaların işlerin yapılacağı konusunda yabancı partnerlerini ikna etmeleri gerekiyor.

İşte otoyol ve köprü ihalesinin iptali ile birlikte, zaten sayıları sınırlı olan büyük yabancı firmaların ürktüğüne ilişkin sinyaller gelmeye başladı. Yabancı firmaların korkusu “milyonlarca dolarlık hazırlıklar yapılıp hazırlanılan işlerde, en uygun teklifi verene bile iş verilmiyorsa bu kadar masrafa ne gerek var?” noktasında. Yani eğer bir ihale yapıldıysa, şeffaf biçimde yarışma yapılıp en uygun teklif bulunduysa, bu ihalenin neden iptal edildiğini anlayamıyorlar.

Bundan sonraki işlerin ille de özelleştirme ihaleleri olması gerekmiyor, büyük altyapı inşaları için de aynı kaygı ve çekimserlik söz konusu. Gelen bilgiler İstanbul’a yapılacak yeni havaalanı için niyetli olan, bunun için teklif zarfı alıp yerli firmalarla konsorsiyum oluşturmak için müzakereler yapan bazı büyük yabancı firmaların son gelişme üzerine “Bizim yeniden değerlendirme yapmamız gerekiyor” diyerek, çekimserlik göstermeye başladığı yolunda…

Yazının Devamını Oku

İletişimde fiber dönemi

25 Şubat 2013
İletişimde eskiye kıyasla çok daha önemli hale gelen kapasite ve hızı artırmak için teknolojik arayışlar devam ediyor.

Kabaca söyleyecek olursak; yeni dünya düzeni bilgi üzerine kurulu, ekonomiler bilgiyle rekabet gücü kazanıyor, bilgi aktarımında hızın artması ülkelerin stratejik önemi ve rekabet gücünü artırıyor...

İşte buradan hareketle iletişim alanında Türkiye’de de fiber kablo kullanımının hızla arttığını görüyoruz. Bu alana 5 yıl önce adım atarak ön alan Süperonline’nin fiber yatırımlarının hem ana şirketi Turkcell, hem ülke ve sektör açısından ciddi öneme sahip olduğunu gördüm. Hızla büyüyen faaliyetleri özellikle Avrupa’da dikkat çektiği için, şirketin genel müdürü Murat Erkan, geçen hafta Londra’da yapılan FTTH, CEO Paneline konuşmacı olarak davet edildi. Uluslararası sektör temsilcilerinin katıldığı panelde Türkiye deneyimini anlattı ve sorular üzerine Avrupa ülkelerinde yapılabilecekleri özetledi.

Erkan’ın hem bu paneldeki konuşmasından, hem özel sohbetlerimizden edindiğim izlenim; Süperonline 5 yıl önce bu sektöre girerek büyük avantaj sağlamış ve içerideki bu atağını, yurt dışına yaymak adına da önemli adımlar atmış. Fiber kabloları, bir yandan seçtikleri büyük şehirlerde hane halkına ve kuruluşlara ulaştırmada önemli yol almışlar, öte yandan Doğu ve Güney Doğu’da sınırlarımıza kadar kabloları döşemiş, bazı ülkelerle kullanıma bile başlamışlar. Genel Müdür Murat Erkan, her alanda Doğu ile Batı arasında köprü olan Türkiye’yi iletişim ve haberleşmede de köprü ülke konumuna getirmek, bunun için de fiber bağlantıları kurmak gerektiğini söylüyor. Bu alanda düzenleyici kurumun atması gereken adımlar olduğunu, ilk adımın BTTK’nın önderliğinde Türkiye’deki tüm operatörlerin bu alanda birlik sağlaması olduğunu söylüyor. Böylece Doğu’daki merkez Dubai’yi Batı’ya Türkiye üzerinden bağlayıp, ciddi bir merkez olunabileceğini söylüyor. Stratejik öneme de sahip bu konuma ulaşmak için hukuki ve idare düzenlemeler gerekiyor.

Fiber internet çok yüksek hız ve geniş bant erişimi sağlayan dünyanın en hızlı internet teknolojisi. ADSL teknolojisinde bakır kablolar kullanıldığı için sınırlı olan hız, fiberoptik teknolojisi ile elektrik değil, ışık enerjisi ve hızıyla yapılan bir iletişim imkanına yerini bırakıyor.

Yazının Devamını Oku