Erdal Sağlam

Huzur ve ticaret varsa zenginlik olur

28 Mart 2013
TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, İsrail ve Filistinli işadamları arasında çıkacak ihtilaflarda “hakem” olacak. Milletlerarası Ticaret Odası (ICC) adına kurulan Kudüs Tahkim Merkezinin uluslararası Başkanlığını yapacak olan Hisarcıklıoğlu, dün İsrailli ve Filistinli işadamları ile birlikte protokolü imzaladı.

Protokol töreninden önce Filistinli işadamları ile biraraya gelen Hisarcıklıoğlu, her zaman Filistinli işadamlarının arkasında olduklarını vurguladı ve daha önce kurulan Ankara Platformu içinde birlikte yaptıklarını hatırlattı. Oluşan yeni olumlu havanın iş ilişkilerine de olumlu yansımasını beklediğini kaydeden Hisarcıkloğlu, Dünya Bankası raporlarında kurumsal gelişme ve krize dayanıklılık açısından Filistin ekonomisine yapılan olumlu vurgudan memnun olduğunu söyledi. Hisarcıklıoğlu, Avrupa birliği ülkeleri ile birlikte Türkiye, Filistin, Mısır ve Tunuslu işadamlarının ortak yatırımlara girişmesi için bir platform oluşturduklarını belirterek, Filistinli işadamlarının bu girişime aktif katılımını da istedi.

Daha sonra İsrailli işadamlarıyla biraraya gelen ve İsraillilerinin Pesah-Hamursuz bayramını kutlayan Hisarcıklıoğlu, oluşturulan tahkim Merkezinin çok iyi düşünülmüş yararlı bir gelişim olduğunu belirterek, kendisine bu kurulun başkanlığının teklif edilmesini memnuniyetle karşıladığını, onur duyduğunu söyledi. “Ben huzur, ticaret ve zenginliğin birbirine destek olduğuna inanıyorum” diyen Hisarcıklıoğlu, birinin olması için diğerinin de var olması gerektiğini, eğer huzur varsa ticaretin yapılabileceğini, huzur ve ticaret olursa zenginliğin de olacağını kaydederek, “Dolayısıyla, iş dünyası huzur-ticaret-zenginlik zincirinin en önemli halkalarından biridir” dedi

İsrail’in, Filistin’in en önemli ticari ortağı olduğunu kaydeden TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu, “Filistin ve İsrail halklarının zengin geleceğini inşa etmek için gerekli olan sağlam temeller esasen vardır. Bu sağlam temelden daha fazla yararlanmalıyız” dedi.

Diyaloğa ihtiyacımız olduğunubirlikte çalışmak için daha fazla platform kurmak gerektiğini belirten hisarcıklı oğlu, “İşte bu sebeple, Kudüs Tahkim Merkezi çok değerli bir girişim. Bu merkezin ekonomik ve ticari ilişkileri daha fazla kolaylaştıracağına olan inancım tam” şeklinde konuştu.

Ticaretin kendi dinamikleri olduğunu, siyasetçilerin rolününün ticari ilişkileri kolaylaştırmak olması gerektiğini belirten Hisarcıkloğlu, bu anlamda, kota ve gümrük vergilerinin kaldırılmasının büyük önem taşıydığını belirterek, bu konuda çalışan siyasetçilere de teşekkür ettikerini kaydetti.

Yazının Devamını Oku

Merkez’den sürpriz faiz hamlesi geldi

27 Mart 2013
MERKEZ Bankası faiz koridorundan klasik faiz politikasına aşamalı bir şekilde dönüyor. Piyasa faizlerini değiştirmeyen, munzam karşılıklarda artırım yapmayan banka faiz koridorunu 1 puan daralttı.

MERKEZ Bankası, yine bir sürpriz yaptı ve faiz koridorunu daralttı. Piyasa faizlerde bir değişiklik olmayıp, munzam karşılık artırımı bekliyordu ama Merkez Bankası sadece politika faizini değiştirmeden oluşturduğu faiz koridorunun aralığını 4 puandan 3 puana indirme kararı aldı.

Bu uygulama piyasa tarafından sürpriz olarak karşılandı ve “Merkez Bankası’nın koridoru daraltarak klasik faiz politikasına geri dönüş sinyali verdiği” biçiminde yorumlandı.

Bu arada Merkez Bankası zorunlu karşılık uygulamasındaki rezerv opsiyon katsayılarında da küçük oranlı ayarlamalara gidip, yabancı para ve altın olarak tutulabilecek kısma ilişkin katsayıyı 0.4-0.5 puan yükseltti.

Politika faiz olan bir hafta vadeli repo ihalesi faiz oranı yüzde 5.5 seviyesinde aynen kalırken, koridorun alt bantını oluşturan borçlanma faizi yüzde 4.5 olarak korundu. Buna karşılık koridorun üst sınırı olan borç verme faiz oranı ise yüzde 8.5’den 7.5’e indi.

Merkez Bankası açıklamasında koridorun daraltılmasının klasik tek politika faizi uygulamasına geri dönüş anlamına geldiği gibi bir ibare yer almadı. Piyasa uzmanları, kesinleştirmeden böyle bir açıklama yapılmayacağını, bir süre daha gelişmelere bakıp, Merkez’in esnekliği korumak istemiş olabileceğini bu nedenle aşamalı bir plan uygulanabileceğini belirtiyorlar.

CARİ AÇIK KIPIRDADI

Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı sonrası yapılan açıklamada, iç talebin sağlıklı bir artış içinde olduğu, canlanmaya bağlı olarak cari işlemler açığında bir miktar yükseliş gözlendiğini ama mevcut politika çerçevesinin cari işlemler açığındaki artış eğilimini sınırlayacağı belirtildi.

Yılın ilk aylarında sermaye akımlarındaki güçlü seyrin etkisiyle kredilerdeki artışın öngörülen seviyelerin üzerinde seyrettiği, ancak, son dönemde küresel belirsizliklerin artması sonucu sermaye girişlerinde tekrar bir yavaşlama olduğuna dikkat çekilen açıklamada, “Sermaye akımlarında artan oynaklığa karşı Kurul, Rezerv Opsiyonu Mekanizmasının etkinliğini kademeli olarak artırmaya karar vermiştir. Otomatik dengeleyici özelliği sayesinde bu mekanizma geniş faiz koridoruna duyulan ihtiyacı büyük ölçüde azaltmaktadır. Bu nedenle gecelik borç verme faizlerinde 100 baz puanlık indirime gidilerek faiz koridoru daha simetrik bir hale getirilmiştir” denildi.

Yazının Devamını Oku

Misak-ı Milli’den günde 3 milyon varil petrol

26 Mart 2013
ABDULLAH Öcalan’ın Nevruzda verdiği mesaj içerisinde yer alan “Misak-ı Milli” vurgusu üzerinde durulmuş, bunun ne anlama geldiği yoğun olarak tartışılmıştı. Yorumlardan biri de, “Türkiye’nin barış süreciyle birlikte parçalanması iddialarının aksine büyümesinin amaçlandığı” şeklinde idi.

Siyasi olarak ne anlama geliyor, bu vurgu asıl ne için yapıldı bilmiyorum ama ekonomik anlamda Misak-ı Milli sınırlarının anlamı, Türkiye’nin bu sınırlar içerisindeki doğal kaynakları kullanması anlamında kabul edilebilir.

Türkiye zaten bir süredir bu kaynakların kullanımı için adımlar atıyordu ve sağlanan barış ortamıyla birlikte, diğer dış koşulları da uygun hale getirerek, bu kaynakların kullanımı konusunda çok daha somut adımlar atma noktasına geldi.

K. Irak’taki ham petrol ve doğalgaz kaynaklarına ortak olma, işletme, boru hatlarıyla bu kaynakların Türkiye’ye aktarılması, bu kaynakların bir bölümünün ihtiyaçlar için kullanılıp, özellikle Batı’ya satış için bir merkez olması amacıyla yapılan çalışmaların artık son aşamaya geldiğini görüyoruz.

K. Irak yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani’nin dün Ankara’ya gelmesi, yaptığı temasların bu anlamda da büyük önemi olduğu tahmin ediliyor.

Yapılan hazırlıkların detayları açıklanmıyor ama çok kapsamlı olduğunu biliyoruz. K. Irak petrollerinin Türkiye üzerinden pazara açılması mümkün olacağı gibi, Türkiye’nin üretimden satışa kadar her aşamada işin içinde olacağı ve hem ucuz enerji kaynaklarına erişim, hem de ticarette büyük pay sahibi olacağı anlaşılıyor.

Yapılan hazırlıkların bir başka önemi de sadece K. Irak sınırları içindeki enerji kaynaklarıyla sınırlı olmamasında yatıyor. K. Irak sınırları içindeki doğalgaz ve petrol kaynaklarının yanında özellikle Ninava eyaleti içinde yer alan Musul ve Anbar bölgesindeki enerji kaynaklarının da aynı kapsamda değerlendirildiğini, aynı proj  kapsamında, birlikte düşünüldüğünü söyleyebiliriz.

HAZIRLIKLAR SON AŞAMADA

Bu proje hayata geçtiğinde çok büyük kaynakların Türkiye adına kullanımı söz konusu olacak. Rakamsal olarak belirtecek olursak; K. Irak ve Sünni bölgesinin petrol kaynakları birlikte ele alındığında, günde 3 milyon varil petrolün Türkiye’ye akacağını söyleyebiliyoruz. Türkiye’nin günlük petrol tüketiminin 650 bin varil olduğunu düşünürsek, Türkiye ihtiyacının yaklaşık 4-5 katı bir petrolden söz ediyoruz.

Yazının Devamını Oku

İsrail’le barış, Kuzey Irak enerjisinin yolunu da açıyor

25 Mart 2013
GERÇEKTEN de, Orta Doğu’da ve Türkiye’de önemli kırılmaların yaşandığı bir dönemden geçiyoruz.

Bu gelişmelerde bizim inisiyatifimizin ne kadar olduğunu açıkcası bilemiyorum ama bizim abarttığımız kadar büyük değil gibi gözüküyor.
Uzun zamandır yaşanan karmaşık gelişmelerin artık yönünü belirleyecek bir inisiyatif gerekiyordu, bence ABD’nin yeni bölge politikası netleştikçe bu yön de belirlenmeye başladı. Görünen o ki; ABD yine İsrail odaklı bölge politikalarına geri döndü ve buna bağlı gelişmeleri adım adım izleyeceğiz.  Türkiye’nin İsrail’le barışmasının ilk açıklandığı yerin ABD Başkanlık Ofisi olması, bence asıl inisiyatifin kimde olduğunu tartışmasız biçimde ortaya koydu.
Türkiye’nin bölgedeki yeni politikayı iyi okuyup, ona göre adım atması gerekiyor. Bence İsrail’le barış yaparak Başbakan iyi okuduğunu gösterdi.
Kanaatim o ki; Suriye politikamızda da yakında ciddi tavizler vereceğiz ve her kesimin çıkarlarının korunacağı bir çözüm yolunu da kabul etmek zorunda kalacağız. Tabi ki içeride bu, İsrail’de olduğu gibi, zafer olarak yorumlanacak…
Öyle ya da böyle, Başbakanımızın da sevdiği deyimle; su yolunu bulacak…
Türkiye’nin yapması gereken de yolunu bulacak olan suyu iyi anlayıp, değerlendirip, ülke çıkarları için mümkün olduğunca kovasını doldurmak…
İşte İsrail ile yapılan barışın, Türkiye’nin çıkarları açısından, sanıldığından çok daha büyük imkanlar sunacağını düşünüyorum. Bu köşede defalerca K. Irak’taki enerji kaynakları için elimize büyük bir fırsat geldiğini, İsrail’le barış yapıp Doğu Akdeniz gazını da Türkiye’ye çekmek zorunda olduğumuzu söyledim. Bu sadece Türkiye için değil İsrail için de, Batı için de, dolayısıyla ABD çıkarları için de gereken bir formüldü. Sonunda yapılan barışla bunun yolu açıldı.

Yazının Devamını Oku

‘Borç alan, emir alır’ sözü herkes için geçerli

21 Mart 2013
TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklı-oğlu’nun, Anadolu’daki işadamlarına yaptığı, ekonomik disiplinin önemini işlediği konuşmalarında sık kullandığı bir söz vardı: “Bugün borç alan yarın emir alır”. Hisarcıklıoğlu, Sultan Süleyman’ın bu meşhur sözünü örnek gösterip, “Eğer hükümetler birilerinden emir almaktan hoşlanmıyorsa, kemikli duruş istiyorsa, bütçe açığı vermemeyi becerecek. Bütçeniz sürekli açık verirse, dış borca muhtaçsanız IMF’nin de, Dünya Bankası’nın da, ABD’nin de, AB’nin de karşısında dik duramazsınız” derdi…

Güney Kıbrıs Rum Parlamentosu’nun AB’nin kendisinden talep ettiği “mevduata vergi”yi reddettiğini duyunca, ister istemez bu sözler geldi aklıma.

Halkın, AB’nin istediği bu düzenlemeye karşı ciddi direnç göstermesi üzerine, Hükümet partisinin bile çekimser kaldığı bir oylamada muhalefetin oylarıyla bu vergi reddedildi. AB’nin vereceği yardım olmazsa Rum ekonomisi çökecek. Bunun için Rum bakanları, bu ülkede büyük yatırım ve tasarrufu bulunan Rusya Cumhuriyeti’nden yardım istiyor. Daha önce verdiği borçları ertelemesini, banka satın almasını, yeni borç vermesini istiyorlar.

AB ise Rusların bu işe karışmasını istemiyor. Zaten Rus ekonomisi ile fazla yakın bulduğu Rum ekonomisinin daha fazla Rusya’ya bağlanması, AB’nin istediği bir şey değil. 

Yani AB de biliyor ki; borç başta olmak üzere her yönden bağımlı olan dolayısıyla siyasi olarak etkisi altındaki Rum Cumhuriyeti, Ruslara bu kadar bağlanırsa, siyasi yaptırımı hiç kalmaz. Birlik içinde kalmasının da anlamı olamaz. Yani “bugün borç alan yarın emir alır” sözünün, kendileri için olduğu kadar, Ruslar için de geçerli olduğunu iyi biliyorlar.

Bu kadar küçük bir ekonominin tüm AB’yi, euro’nun değerini nasıl olumsuz etkilediğini, hafta başından itibaren yaşıyoruz. Sadece AB değil tüm küresel ekonomi, küçücük Rum ekonomisi nedeniyle yeniden dalgalanmaya başladı. Demem o ki; Yunanistan’da nasıl olduysa, Rum Cumhuriyetinde de öyle olacak; itirazlara rağmen sonunda bir çözüm bulunacak, yani Rumlar emir alacak...

Bu arada Türkiye’nin son dış borç rakamlarını gördünüz mü? Sadece Ocak ayında kısa vadeli dış borç 6.6 milyar dolar arttı, 1 yıl için ödenecek dış borç miktarı 150 milyar doları buldu.

Böylesine bir bıçak sırtı iç siyasi süreçte, İsrail, Suriye, Irak, İran örneklerindeki gibi dışarıda yalnız kaldığımız bir ortamda, borcun bu kadar artması hayra alamet olabilir mi?

KREDİ ARTIŞ HIZINDA TARTIŞMA BÜYÜYOR

Yazının Devamını Oku

Küresel sıkıntının yeni adresi G.Kıbrıs

19 Mart 2013
AVRUPA Birliği iflas aşamasına gelen Güney Kıbrıs için 10 milyar euro yardım kararı alırken, bunun karşılığında mevduata getirilen vergi, piyasaların yeniden karışmasına neden oldu.

Avrupa piyasaları bu haberin getirdiği panikle dün oldukça kötü bir gün geçirdiler. G. Kıbrıs’taki vergi kararıyla birlikte “Acaba Avrupa’da diğer ülkelere de yansıyacak bir yöntem mi uygulanmaya çalışılıyor?” tartışması başladı. Asıl panik yaratan unsurun İspanya, Fransa gibi ülkeler için bile bu kararın yaygınlaştırılması olduğu söylenebilir.
Ancak bankacılarla konuştuğunuzda, Avrupa’daki tüm sıkıntıdaki ülkeler ya da Avrupa’daki bankaların tümü için böyle bir verginin söz konusu olmasına pek ihtimal vermiyorlar. G. Kıbrıs’ta, biraz da yüksek miktardaki Rus mevduatının vergilendirilmek istendiğini kaydeden bankacılar, bu kararın sadece G.Kıbrıs’a özel bir karar olarak kalacağı görüşündeler. Bunun yanında krizin iyi yönetilemediği kesin.Dün alınacağı söylenen Meclis kararının bugüne ertelenmiş olması bile, ikircikli durumu açıkca gösteriyor.  
Ancak sadece G. Kıbrıs değil, Avrupa’nın tümünde bu son olaydan bağımsız olarak, hala sıkıntılı günler beklendiği için, belli ki sorunlar büyüdüğünde bu kararın yaygınlaşması ihtimali akla geliyor ve korkutuyor.
Özetle; G. Kıbrıs’ta yaşanan sorun, biraz da ölçek küçük olduğu için, yakın zamanda halledilebilir ama belli ki Avrupa ekonomisindeki sıkıntılar daha devam edecek. ABD’deki olumlu verilere karşılık Avrupa’nın sorunlarını halledememiş olması, Japonya’nın hala sorunlarını çözme noktasına gelememesi küresel ekonomiyi yeniden kırılgan hale getiriyor.
Dün G. Kıbrıs nedeniyle 1.29 seviyesine kadar gerileyen euro-dolar paritesi belli ki bu yıl içerisinde ciddi dalgalanmalar gösterecek ve bu da tümüyle küresel ekonomideki dengeleri etkileyecek.

KUR İSTİKRARI DIŞBORCU ARTIRIYOR

Piyasalarda son günlerde sık sık “güzel günlerin artık geride kalmış olabileceği” konuşulur oldu. Bunun en önemli nedenlerinden biri, seçim süreci yaklaşırken, faiz dışı bütçe harcamalarının artmaya başlaması, içerideki ekonomik aktivitenin hızlanmasına ilişkin işaretlerle birlikte dış ticaret açığı ve cari açığın yeniden artışa geçmesi olarak özetlenebilir.

Yazının Devamını Oku

Kredi artışında yüzde 15 sınırı sözde kalıyor

18 Mart 2013
EKONOMİ yönetiminin, kredi artış hızının yüzde 15’le sınırlanması talebi sözde kalıyor. Daha doğrusu ekonomi yönetiminin böyle bir sınır koymasına rağmen, uygulamadığı görülüyor.

Aslında hem ekonomi yönetimi içinde hem de bankalar arasında, bu sınırın tartışması devam ediyor. Böyle bir sınırın yararı, uygulanıp uygulanamayacağı, genel bir sınır koymak yerine kredilerin türlerine göre sınırlamalar getirilmesinin daha doğru olacağı, hala tartışılıyor.
Mart başı itibariyle kredi artışlarının hızına baktığımızda, bu sınırın getirildiği döneme kıyasla fazla bir değişiklik olmadığını görüyoruz. Yani kredi artış hızı yüzde 20 civarında kalmaya devam ediyor. Halbuki Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, ekonomideki dengelerin korunabilmesi, iç talep ile dış talep arasında kurulan dengenin sürdürülmesi için, enflasyon ve cari açığın yeniden artışa geçmemesi için kredi artış hızının yüzde 15’de kalması gerektiğini bir çok kez söylemişlerdi.
Sınırın oranı, yararlı olup olmayacağı tartışmalı olabilir ama ekonomi yönetimi bir sınır açıkladı, buna uyumu istedi ama sağlayamadı. Nedeni nedir diye baktığımızda bankacılardaki genel kanı; böyle bir sınır konmasına rağmen ısrarlı olunmadığı yolunda. Daha çok da Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK)nun bu sınırı uygulamadığı, banka bazında artışları izlediği ama buna uyum için gerekli iradeyi ortaya koymadığı düşünülüyor.
Merkez Bankası ile BDDK arasındaki görüş farkı da, son günlerde daha fazla konuşulur oldu. 
Anladığımız kadarıyla BDDK yönetimi, bu sınırlamayı esnetmekten yana...
Bir banka üst düzey yönetici mevcut tutumu şöyle yorumladı: “Aslında BDDK’nın yeni yönetiminin Başbakana daha yakın olması nedeniyle, iç talebin daha yüksek seyretmesi yönünde inisiyatif kullandığını söyleyebiliriz. Eski Başkan bu tür durumlarda daha sıkı durur, ekonomi yönetiminin, daha doğrusu  Bakan Babacan’ın koyduğu vizyona daha sadık kalırdı”
Yani Hükümet içindeki “daha fazla büyümeci” anlayış, belli ki BDDK’da da geçerli...

Yazının Devamını Oku

SPK atamalarının hatırlattıkları

14 Mart 2013
SERMAYE Piyasası Kurulu’nun (SPK) Turkcell yönetimine yaptığı atamalar, haklı olarak mevcut durum ve kısa vadeli sonuçlarıyla ele alınıyor. Geçmişi de göz önüne alarak, olaya kurumsal ve makro açıdan da bakmak gerektiğini düşünüyorum. O zaman mevcut tablo daha iyi anlaşılabilir...

-Her şeyden önce çok ortaklı, uluslararası yatırımcıların yer aldığı şirket deneyimimiz çok az. Uluslararası hukukun ağır işlediği de kesin ama, ulusal hukuk sistemimizin, küresel bir özel sektör yapısına uygun olarak henüz örgütlenemediği çok açık.

-Böylesine bir hukuk sisteminin oluşmaması,aynı zamanda siyasi iktidarların iş dünyasında yetki ve egemenliğini artırıp, hareket alanını genişletiyor. Bu nedenle hükümetlerin bilerek kurallı piyasa ekonomisini kurumsallaştırmadığını bu örnekte de rahatlıkla görebiliyoruz. Yerli özel sektör şirketleri, ne kadar büyüseler de, kendilerini hükümetlerin etkisinden kurtaramıyor. Bu da hükümetlerin rekabeti bozacak ayrımlar yapmasına rağmen, haksız rekabete uğrayan özel sektörün ses çıkarmamasına yol açıyor. 

Bu yapı, Türkiye’nin uluslararası yatırımlarla büyümesinin önünde çok ciddi bir engel oluşturuyor,sorunsuz ekonomik büyüme potansiyeli de artmıyor.

-Bağımsız düzenleyici, denetleyici kurumlar sağlıklı ekonomi için çok önemli. Kurumsal bir yapı oluşturmak için oluşturulan bağımsız kurumlarda hızlı geri gidiş var. SPK bağımsız kurumların ilklerinden biri ve bağımsızlık yolunda büyük yol almıştı. SPK’nın yeni yönetimi bağımsız karar alabilse, sorunları aşmak için cebren yönetim kurulu üyesi atama noktasına getirilmiş olsa bile, o sektörde uzman kişileri atamayı tercih ederdi. Hükümetin isteği doğrultusunda eski bakan ve siyasileri atayarak kendisi zor durumda kaldı. SPK’nın kurucusu, bağımsızlık için politikacılarla çatışmayı göze alan Prof. Dr İsmail Türk hocayı hatırladım...

YÖNETİCİLERİN PROFESYONELLİĞİ

Yazının Devamını Oku