Erdal Sağlam

Faiz indirimi devam edecek beklentisi

7 Mayıs 2013
Piyasalarda faiz oranlarında indirimlerin devam edeceği beklentisi hakim. Nisan ayı enflasyon oranlarının açıklanmasından sonra yapılan piyasa yorumlarında bu ayki Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında Merkez Bankası’nın bir indirim kararı daha alacağı tahminleri yer alıyordu.

Faiz indirimi beklentisinin asıl nedeninin küresel gelişmeler olduğunu söyleyebiliriz. Hem, ABD başta olmak üzere, ekonomide yeterli toparlanma yaşanmadığı için likidite bolluğunun daha uzun süre devam edeceğine ilişkin  kararların çıkması, hem de emtia fiyatlarındaki düşük seyir faiz indirimi için uygun bir zemin oluşturuyor. Özetle; tüm dünyada negatif faiz uygulaması en azından 1 yıl daha devam edecek gözüküyor. Dolayısıyla Türkiye’nin de negatif faiz uygulamasını artırarak devam ettirmesi için uygun bir zemin bulunuyor.

Yine küresel likidite bolluğuna bağlı olarak Türkiye’ye sıcak para girişlerinin tekrar hızlandığını görüyoruz. Bu durum kurlar üzerinde baskı yaratıyor ve döviz fiyatlarının dengelenmesi için Merkez Bankası’nın yaptığını söylediği faiz indirimlerinin devam etmesi için, yine uygun bir ortam bulunuyor.
Dolayısıyla küresel ortam ve Türkiye’ye etkileri, düşük faiz ortamını, faiz indirimlerini yaratan en önemli unsur olarak ortaya çıkıyor.
Bunun yanında piyasalarda Türkiye’nin rating puanının tekrar artırılacağı beklentisi bulunuyor. Rating şirketlerinin tavırlarıyla ABD yönetiminin tercihleri arasında ciddi bağlantı olduğunu evvelden beri savunan bir bankacı, hiçbir somut gerekçe olmasa bile, sırf bu ilişki nedeniyle, Türkiye’nin rating puanının 16 Mayıs’taki Obama-Erdoğan görüşmesi öncesi ya da sonrasında, yani bu ay artırılacağı görüşünü savunuyor. Bu artırım Moodys’den bekleniyor.
Faiz indirimlerinin devam etmesi konusunda, en önemli iç motivasyonun Hükümetin faiz konusundaki, bazen takıntılı hale gelen, tavrı olduğu konusunda ise bence şüphe yok. Merkez Bankası yönetiminin Hükümetin bu konudaki baskısı nedeniyle ilginç yöntemlere başvurduğunu, para politikalarında bu amaca dönük atraksiyonlara giriştiğini tüm dünya biliyor.
İşte Merkez Bankası, küresel ortam da uygun olunca, Hükümetin bu yöndeki baskılarını yerine getirmekte fazla risk görmüyor ve faiz indirimlerine devam ediyor. Tüm bunlar da piyasalardaki indirim beklentisini artırıyor.

Yazının Devamını Oku

Obama görüşmesi enerji geleceği için hayati öneme sahip

6 Mayıs 2013
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın 16 Mayıs’ta ABD Başkanı Obama ile yapacağı görüşmenin, Türkiye’nin hem siyasi hem ekonomik geleceği açısından sahip olduğu önem, giderek büyüyor.

Bölgedeki gelişmelerin yanı sıra çözüm süreci başta olmak üzere iç siyasi gelişmelerin de ele alınacağı toplantılarda, Türkiye ekonomisinin geleceği açısından hayati öneme sahip AB-ABD serbest ticaret anlaşmasındaki konumumuz da ele alınacak. Bence bu görüşmede Türkiye’nin K. Irak yönetimiyle yaptığı enerji anlaşması ve bu anlaşmanın geleceği büyük bir yer tutacak. Türkiye’nin bu konudaki planlarını hayata geçirmesi ekonomik geleceği açısından hayati öneme sahip bulunuyor.
ABD’ye yakın kaynaklardan edindiğim izlenim; Obama’nın Türkiye’nin, Irak merkezi yönetiminin onayı olmadan, K. Irak enerji kaynaklarını kullanmasına kesin olarak karşı çıkacağı yönünde. Bu yönde bazen yumuşama belirtileri görünse de, ABD yönetiminin son tavrının, kesin olarak Irak merkezi yönetiminin yanında yer almak şeklinde olduğu anlaşılıyor. Başbakan Erdoğan ise bu anlaşmaya çok büyük önem veriyor ve mutlaka bu kaynaklara erişimi maksimum seviyeye çıkarmak istiyor. Bu nedenle Obama-Erdoğan görüşmesinde bu konunun ağırlıkla yer alacağına artık kesin gözüyle bakılıyor.
Son günlerde Irak’ta yaşananların da bu çerçevede değerlendirildiğine şahit oluyoruz. Geçen hafta K. Irak yönetiminin Irak merkezi yönetimiyle Bağdat’ta buluştuğunu ve bazı konularda ortak çalışma grubu oluşturulup, Kürtlerin çektiği iki bakanın Irak Merkezi Hükümetine geri dönmesinin kararlaştırıldığı biliniyor. Bunun ABD’nin zoruyla olduğu ve böylece Erdoğan görüşmesi için Obama’nın elinde bir koz bulunmasının da amaçlandığı belirtiliyor. Yani Obama Erdoğan’a ‘Bak onlar anlaşıyor, siz karışmayın’ diyebilecek...
ABD’nin asıl amacı ise, Irak merkezi yönetimini İran’ın yanına iyice itmemek  için, Maliki yönetimiyle iyi geçinip mevcut statükonun korunmasını sağlamak. Bunun için de zaten Sünni kesimle çatışmalar arttığı için zor durumda kalan Maliki yönetimiyle Kürtlerin arasındaki sorunu çözmek işine geliyor. Başka deyişle;  Irak’ın parçalanmaması konusunda ABD ve İran aynı tarafta yer alıyor.
Ancak konuyla ilgili yetkililer Irak için karamsarlıklarını koruyorlar. Son görüşmede aslında en önemli sorun olan K. Irak’ın hak ettiği enerji bedelinin merkezi yönetim tarafından ödenmesi, bundan da önemlisi; bundan sonra enerji kaynaklarının üretimi, ihracatı konusunda yeni bir çözüm yolu bulunamadığını hatırlatıyorlar. Dolayısıyla ABD’nin zoruyla Irak Merkezi yönetimiyle anlaşmış görünse de, K. Irak’ın sorununun bitmediği görüşündeler.

ERDOĞAN’IN TAVRI

İşte Obama görüşmesinde Erdoğan’ın, “Irak’ın bütünlüğü için Kürtlerin petrol ve gazı pazara akıtıp, hak ettikleri bedeli almaları lazım, bu durum Irak merkezi yönetiminin de işine gelir” tezini işleyip, “Güney Irak’la da anlaşma yapıp, buradan da boru hatları kurup kaynakları Ceyhan’a akıtalım” diyecek. Buna karşılık Obama’nın böyle bir şeye izin verilmesi halinde Irak’ın bölünüp, bunun hem kendileri hem de Türkiye’nin aleyhine olacağı tezini işleyip, anlaşmaya karşı çıkmasına artık kesin gözüyle bakılıyor.

Yazının Devamını Oku

Faizde düşüş ve ihtiyatı tedbirler devam

2 Mayıs 2013
Piyasalar önceki günkü ‘Enflasyon Raporu’ açıklamasından, faizde düşüşün süreceği buna karşılık ihtiyatı tedbirlerin de aynen devam edeceği mesajını aldı.

Özetle Merkez Bankası’nın mevcut politikalarının devam edeceği beklentisi ‘Enflasyon Raporu’yla teyit edilmiş oldu. Bir başka deyişle; önümüzdeki dönem küresel ekonomideki canlanmanın  yine gecikeceği, bu nedenle para bolluğunun bir süre daha devam edeceği, bunun da sıcak para girişini artıracağı tahmin ediliyor.
Türkiye son gelişmelerle diğer gelişmekte olan ülkelerden daha fazla sıcak para çekiyor. Fazlasıyla girecek sıcak paranın TL’nin aşırı değerlenmesine yol açmaması için de Merkez Bankası faiz indirimlerine devam edeceğinin sinyalini veriyor.  Ancak bir yandan da düşük faizin yaratacağı içtalepteki patlamayı önlemek için, ihtiyatı politika tedbirleri dediğimiz, olağandışı para politikası araçlarını kullanmaya devam edileceği de anlaşılıyor.

DÖVİZİN DENGELENMESİİhtiyatı tedbirlerin amacı ise ekonomideki büyümenin dengeli şekilde yürütülmesi. Klasik faiz politikasının bu tür dengesiz piyasada ekonomideki dengeleri tutmak için faizi yukarıda tutma ihtiyacı gerektirmesi, Hükümetin faizlerin mümkün olduğunca aşağı indirilmesi yönündeki tercihiyle çelişiyor. Bunun için ekonomi yönetimi faizleri indirip, ihtiyati tedbirlerle içtalebi ve büyümeyi dengelemeyi, dolayısıyla dengelerin bozulmasını engelleme yöntemini bulmuştu, belli ki bu yöntemi uygulamaya devam edecek.
Bu tercihin küresel ekonomideki canlanmanın uzaması ile birlikte daha bir süre daha devam edeceği anlaşılıyor. Bir başka deyişle faizleri indirip, mevduat munzam karşılık oranları ve karşılıkta  döviz tutma oranı uygulamaları ile bankacılık kanalıyla döviz rezervlerinin artırılmasıyla piyasalardaki aşırı dövizin dengelenmesine çalışılıyor. “Artık küresel ekonomide normalleşme başlayacak, bu nedenle yavaş yavaş klasik para politikalarına geri dönüş başlayacak” derken, son dönemde büyümeye ilişkin gelişmiş ülkelerden gelen olumsuz haberler ve bunun yarattığı para bolluğunun daha bir-iki yıl daha süreceği beklentisi, klasik para politikalarına dönüşü de uzatacak gibi gözüküyor.

KREDİLER VE BÜYÜME İÇİN DEĞİŞEN SÖYLEM‘Enflasyon Raporu’nda yılın ilk çeyreğinde enflasyonda yaşanan artışa rağmen, dünya enerji fiyatlarındaki düşüş nedeniyle enflasyon hedefi değiştirilmedi. Buna karşılık sadece söylemde kalan “kredilerdeki artışın yüzde 15’le sınırlandırılması” konusunda daha esnek bir tutum alındığı görülüyor. Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın büyümede de söylem değişikliğine gittiği görüldü. Daha önce “Hükümetin yüzde 4’lük büyüme hedefine rahatlıkla ulaşılacağını” kaydeden Başçı, önceki gün sorular üzerine “2013 büyümesi 2012’nin üzerinde olacak” yanıtını verdi. Bu durum dış talebin azalması nedeniyle içtalepte fazla artışa izin verilmemesine çalışılacağı, dolayısıyla büyümenin de daha düşük tutulmasına çalışılacağı şeklinde yorumlandı. Başçı’nın bu söylem değişikliğine karşılık Hükümetin ne yapacağını ise bekleyip göreceğiz. Bu arada Başçı’nın önümüzdeki dönem mevduat artışının yavaşlayacağı beklentisini dile getirmesi, krediler yoluyla dış borçların artma tehlikesini de ortaya koyuyor. Başçı’nın bunun da rezerv opsiyon mekanizması ile dengeleneceğini söylemesi dikkat çekti.

Yazının Devamını Oku

Küresel kriz döşemelik deride fırsat yarattı

30 Nisan 2013
KÜRESEL krizin hala devam ettiği, ABD ve Almanya’daki son büyümede duraklama gösteren verilerle teyit edildi.

Belli ki normalleşme dönemi daha zaman alacak ve olağanüstü koşullar bir süre daha devam edecek. Küresel krizin asıl etkisi para bolluğunun sürmesi biçiminde kendini gösterirken, ülke ve sektörler itibariyle de önemli değişimler yarattığı gözleniyor. İşte Deri Sanayicileri Derneği Başkanı Burak Uyguner ile sohbet ederken, küresel krizin deri sektöründe, özellikle de döşemelik deride Türkiye için önemli fırsatlar yarattığını öğrendim. Bu arada Uyguner ile görüşürken, hangi sektörde olursa olsun, dışarıdaki gelişmeleri yakından izlemenin, değişimlere açık olmanın, hem işletmeler hem ülke için ne kadar önemli olduğunu gördüğümü de söylemeliyim.
Deride katma değeri yüksek ürünlere yönelmenin önemi yıllardır konuşulur. İşte Burak Uyguner, Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Uyguner Deri için bu hareketi başlatmış. İtalya’da yaşanan kriz nedeniyle deri fabrikaları da kapanıyor. Burak Uyguner krizi fırsata çevirerek, İtalya’da kapanan döşemelik deri fabrikasının makine ve ekipmanlarını satın alarak Bursa’ya getirmiş ve yeni yapılan Organize Sanayi bölgesinde Döşemelik Deri Fabrikasını kurmaya başlamış.
Uyguner mobilya sektörünün talebini hedeflemiş. Sektörün iç ekonomide payı yüksek görünse de küresel pazar içindeki payının ancak yüzde 1.2’de olduğunu, ihracat içindeki payının ise arttığını ama ancak yüzde 2 olduğunu söylüyor.
Dolayısıyla sektörde alınacak daha çok yol olduğunu, yeni ve katma değeri yüksek ürünlerle, hem iç pazarın hem de dış pazardaki paylarını deri sektörü olarak yükseltebileceklerini düşünüyor.
Şu anda pazarın en önemli oyuncuları olan Çin, ABD, Almanya ve İtalya’nın dünya mobilya üretiminin yüzde 55’ini oluşturduğu, yine dünya üzerinde mobilya sektörü ihracatında ise bu 4 ülkenin 72’lik paya sahip olduğu görülüyor. Bu fotoğrafa fırsatçı olarak yaklaştıklarında son 3 yıl içinde Çin’de maliyetlerin giderek artması, İtalya’da  ekonomik kriz nedeniyle fabrikaların kapanması, Almanya’da uygulanan sıkı tedbirlerin, ABD’de ise Çin menşeili ürünlerden korunma politikalarının öne çıktığını gözlemlediklerini kaydeden Uyguner, “Mobilya- koltuk üreticilerimizin son yollarda bu fırsatlar ışığında pazarlama ve satış kanallarını hızla geliştirmeye başladıklarını ve kıtalar ötesi konumlanma faaliyetinde bulunduklarını gözlüyoruz” dedi.

SEKTÖR BÜYÜYOR

Mobilya sektöründeki bu gelişmenin döşemelik deride yeni fırsatları da beraberinde getirdiğini kaydeden Burak Uyguner, küresel anlamda 7.7 milyar dolarlık döşemelik doğal deri pazarının Türkiye’deki büyüklüğünü ise 47.5 milyon dolar olarak hesapladıklarını söylüyor. İç pazarın tedarik kanalına bakıldığında ise doğal derinin yüzde 95’lik kısmını ithalatın oluşturduğunu kaydeden Burak Uyguner, İtalya, İspanya, Pakistan, Hindistan, İskoçya ve İngiltere’den ithalat yapıldığını kaydediyor.

Yazının Devamını Oku

‘Cep’te paraya yasal güvence

29 Nisan 2013
Merkez Bankası tarafından hazırlanan kanun tasarısıyla, cep telefonlarıyla gerçekleştirilen para hareketleri ve ödemeleri yasal güvenceye alınıyor. Taslak halindeki tasarı GSM şirketleri tarafından memnuniyetle karşılanırken, bankalar ise kendilerine rakip çıkacağı için itiraz ediyor.

MOBİL iletişim sektöründeki, yani cep telefonlarıyla gerçekleştirilen para hareketleri ve ödemeler yasal güvenceye kavuşuyor. Şimdiye kadar Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun (BTK) bir düzenlemesi çerçevesinde gerçekleştirilen bu para hareketlerinin hızla büyümesi ve karmaşıklaşması üzerine böyle bir yola gidildi. Merkez Bankası tarafından “ödeme ve menkul kıymet mutabakat sistemleri, ödeme hizmetleri ve elektronik para kuruluşları hakkında kanun tasarısı taslağı” hazırlandı. Bu taslakta ödeme sistemlerine mobil iletişim sektörünün dahil edilmesinin yanında, AB’de uygulanan sistemle uyumlaşmanın sağlandığı görülüyor. Bu taslağın GSM şirketlerince memnuniyetle karşılandığı açık.

BDDK TARAFINDAN İNCELENİYOR

Ancak buna karşılık bankacılık sisteminden yeni taslağa itirazlar geldiğini de biliyoruz. Merkez Bankası tarafından hazırlanan taslağın şu sıralarda BDDK tarafından incelendiği, BDDK’nın bankacılık aleyhine olabileceğini düşündüğü maddelere karşı çıktığı ve bu yönde taslakta değişiklik istediği konuşuluyor. Bu arada AB sistemine uyumlu bir ödeme sisteminin getirilmesiyle “bankacılık dışı ödeme kurumları” kavramının gündeme geldiğini, GSM şirketlerinin bu kapsamda yer almayı istediklerini, buna karşılık bankacıların da doğal olarak ödeme sistemlerindeki hakimiyeti yitirmek istemediklerini biliyoruz. Kısacası; bankacılar mobil ödemelerin olmasını ama kendileriyle bağlantılı ve kendilerine rakip olmayacak içimde yap ılmasını, GSM şirketleri de ödeme sisteminde bankacılık dışında işlem yapma yetkisinin tanınmasını istiyorlar. Bence bu işin doğasından gelen doğal bir tartışma, nasıl sonuçlanacağını da yakında göreceğiz.

YENİ PİYASA AKTÖRLERİ

GSM şirketleri taslağın AB’ye uyum öngörmesinden memnunlar çünkü istedikleri sistemin AB’de uygulandığını düşünüyorlar. Banka dışı ödemelerin AB üye ülkelerinde elektronik para direktifi ve ödeme sistemi direktifi çerçevesinde yürüdüğünü belirterek, banka dışı ödeme sisteminin ülkemizde de kurulup işletilebilmesi için böyle bir mevzuata ihtiyaç olduğunu söylüyorlar. Ayrıca, AB üye ülkelerinde uygulanan sistemin ülkemiz iç dinamikleri de göz önünde tutularak rekabetçi ve yeni piyasa aktörlerinin pazara girişini kolaylaştıracak şekilde bizde de uygulanması gerektiği düşüncesindeler.

Banka dışı ödeme hizmeti

MERKEZ Bankası’nın hazırladığı kanun taslağının tanımlar kısmında elektronik haberleşme işletmecilerinin tanımı yapılıyor. Ayrıca taslakta “gönderen tarafından ödeme işleminin yapılmasına ilişkin onayın bir bilişim veya elektronik haberleşme cihazı aracılığıyla verildiği ve ödemenin ödeme hizmet kullanıcısı ile mal veya hizmet sağlayan arasında sadece aracı olarak faaliyet gösteren bir bilişim veya elektronik haberleşme işletmecisine yapıldığı ödeme işlemleri” ödeme hizmeti olarak değerlendiriliyor.

BDDK adil olacak mı

Yazının Devamını Oku

Elektrik dağıtımının tümü ağustosta özel

25 Nisan 2013
TÜRKİYE’nin uzun süredir hayata geçirmeye çalıştığı enerji sektörünün liberalleşmesinde, hızlanan özelleştirmelerle birlikte, artık somut sonuçlar görülmeye başladı.

Yasal işlemleri tamamlanacak özelleştirmelerle bu yıl Ağustos ayında elektrik dağıtımının tümüyle özel sektöre geçmesi bekleniyor. Elektrik dağıtıcıları 1999 yılında kurdukları Elder adlı bir dernek altında örgütlenmişler ama şimdiye kadar fazla sesleri çıkamamış. İşte özelleştirmelerin hızlanmasıyla ile birlikte Elder’i de güçlendirip seslerini yükseltmeye karar vermişler. Uzun süre Başkanlık yapan duayen Ceyhan Saldancı yardımcılığı kabul etmiş, Başkanlığa ise son dönemde dağıtımda ciddi bir atağa kalkan Limak’ın sahibi Nihat Özdemir’i seçmişler. Derneğin tüzüğünde değişiklik yapıp, yönetim kurulu üyeliği sayısını artırmış ve “şirketlerin ya sahipleri ya üst düzey yöneticisi üye olacak” diyerek temsil gücünü yükseltmişler.
Önceki akşam dernek yöneticileri ile birlikte gazetecilerle biraraya gelen Başkan Nihat Özdemir, belki de sektörün yüzde 100’ünü kapsayan, yani sektördeki herkesin üye olduğu tek sivil toplum kuruluşu olduklarını söyledi. Dağıtım şirketlerinin anlatmak istediklerine gelince; her şeyden önce kamuoyunun dağıtım işinden detaylı haberi olmadığını, elektrikle ilgili her şeyin, inisiyatiflerinde olsun olmasın, kendilerinden bilindiğini, yetki ve sorumluluklarını halka anlatmak istediklerini söylüyorlar. Özdemir,Örneğin eskiden 3 kez elektrik kesildiği zaman sesini bile çıkarmayanlar şimdi 1 kesinti olsa bile, özel olduğu için, kendilerinden rahatlıkla şikayette bulunduklarını” söylüyor. Kendilerinin aldıkları elektriği verdiklerini, örneğin üretimden gelen sıkıntıların bile dağıtıma çıkarıldığını kaydediyor. Kısacası; elektrik dağıtım şirketleri kendilerini daha iyi anlatmak istiyorlar.
Nihat Özdemir ile birlikte yemekte bulunan Sabancı Holding Enerji Grup Başkanı Selahattin Hakman, Aydem’den Ceyhan Saldancı, Ali Murat Korkmaz ve Limak Yatırım Genel Müdürü İsmail Ergüneş’le sohbet imkanı bulduk. Konuşmalardan çıkardığımız sonuç dağıtım şirketlerinin çalışma alanını, elektriğin alımından satışına kadar, hatta yapacakları yatırıma kadar neredeyse her şeyi, tüm parametreleri devlet tarafından belirleniyor. Örneğin daha önce uygulamaya soktukları 5 yıllık plan çerçevesinde, ne kadar kayıp kaçak oranı indirimi sağlayacakları, mevcudun yenilenmesi ve yeni tüketiciler için ne kadarlık yatırım yapacakları Enerji Piyasası Düzenleme ve Denetleme Kurumu (EPDK) tarafından belirlenmiş durumda ve buna göre faaliyette bulunuyorlar. Çünkü yapacakları yatırımların bedeli tarifelere yansıyor, bu nedenle de istedikleri gibi yatırım yapıp, bunu tahsil edemiyorlar. Ancak 5 yıllık planın yanında EPDK’nın onayı ile, değişen ihtiyaçlara göre planda revizyona gidip, yatırım artırımına gidebiliyorlar.

ÖZELLEŞTİRMELERİN KATKISI

Son 2-3 yıl içinde yani dağıtım hızlandığından bu yana yaptıkları yatırımın 1.3 milyar dolar civarında olduğunu, bunu kendilerinin finanse ettiğini belirtiyorlar. Dağıtım şirketleri olarak aldıkları elektriğin parasını, takip eden ayın 18’inde peşin olarak yatırmak zorundalar. Daha önce bu hizmet devlette olduğu için zamanında ödeme yapılmadığı biliniyor ve Nihat Özdemir kendi uzmanlarının bu yolla yani zamanında bedelini ödeyerek, son 4 yılda Hazine’ye 10 milyar dolar katkıda bulunduklarını hesapladıklarını söylüyor. Özdemir, 2010 yılında yüzde 17 olan kayıp-kaçak oranının, 2012 yılı sonunda yüzde 13’e düşürüldüğünü, bunun da 2 milyar TL’lık katkı anlamına geldiğini belirtiyor.
EPDK’nın kuracağı mekanizma tamamlandığında sektöre performans kriterleri konup takip edileceği, böylece kaliteli; yani hem kesilmeyen, hem de voltajı değişmeyecek nitelikte elektrik verilip verilmediğinin kontrol edileceği, başarıya göre bonus ve ceza sisteminin devreye sokulacağının altını çiziyorlar.
Yanısıra bireysel elektrik üretimlerini bile almak zorunda kalınca akıllı sistemlere ihtiyaç duyacaklarını kaydediyor, tüketicinin istediği yerden elektrik almaya başladığını ileride bu uygulamanı da yaygınlaşacağını söylüyorlar.

Yazının Devamını Oku

Sayıştay denetimi ve demokrasi

23 Nisan 2013
KÜRESEL kriz nedeniyle tüm dünyada, temel ekonomik önceliklerde ciddi bir değişim yaşanıyor.

Henüz normalleşme konuşulamıyor ama eninde sonunda işleyişin normalleşeceği unutulmamalı. İşte şimdi göz ardı ettiğimiz bazı temel ilke ve yaklaşımları tümüyle unutacak olursak, normalleşme döneminde yeni sıkıntılar yaşamamız kaçınılmaz olacak.

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, ekonomide gelinen bu noktada, temel ilke ve yaklaşımların kilit rol oynadığı unutuluyor. Bunların başında da demokrasi ile piyasa ekonomisi arasındaki doğrudan ilişkinin unutulması, bu çerçevede şeffaflık ve kamunun denetiminden vazgeçilmesi ilk sırayı tutuyor. Şimdi çok daha başka siyasi tartışmaya konu edilen, 1999 yılında başlayıp 2007 yılına kadar süren ekonomideki yapısal dönüşümün temel unsurlarından bazılarını; kamunun günlük ekonomiden elini çekmesi için alınan önlemler, bunun için Merkez Bankası’nın tam bağımsızlığının sağlanması, kamu alımlarında yolsuzluk ve kayırmacılığın önlenmesi için İhale Kurumu’nun oluşturulması, yeni bağımsız kurumlarla küresel sisteme açık sektörlerde siyasi kararların engellenip rasyonel denetim ve gözetimin sağlanması, bankacılık sisteminin hem kamu sübvansiyonları kesilip hem siyasi kararlardan bağımsız denetim ve gözetimle birlikte gerçekleşen büyük konsolidasyonla geleceğe dönük sağlam yapının kurulması için alınan önlemler, mali kontrol yasası ile mali disiplinin kalıcı hale getirilmesi tedbirleri olarak sayabiliriz. İstenenlerin tümü tam anlamıyla gerçekleştirilemedi, gerekli yapısal tedbirlerden bazıları eksik kaldı ama Türkiye ekonomisinin bugünkü sağlam ve küresel anlamda güçlü görünen yapısı, büyük ölçüde bu alanlarda yapılan reformlarla gerçekleşti.
Mevcut Hükümetin ise, güçlü oy oranı ve çoğunluğa dayanarak, bazı alanlarda geri adımlar atmaya baştan beri meyilli olduğunu, bağımsız kurumlar, şeffaflık ve denetimle ilgili geri adımlar atmaya çalıştığını hep birlikte izliyoruz.
Bu geri adımlardan en yenisi ise Sayıştay Yasasında yapılacak değişiklikle bu Kurumun, yani TBMM adına siyasi otoriteyi denetlemekle görevli bu kurumun göstermelik hale getirilmesi girişimi. Geçen yıl Sayıştay raporlarının Meclise gelmesinin önlendiğini dolayısıyla muhalefet partileri ve kamuoyunun, kaba bir tabirle “kamu kurumlarında dönen dolaplar”ı öğrenmesinin engellendiğini biliyoruz. İşte iktidar partisi milletvekilleri yeni verdikleri yasa teklifi ile bu bilgilerin öğrenilmesini, kalıcı olarak engellemeye çalışıyorlar.         

ŞEFFAFLIK TÜMÜYLE YOK OLURSA…

Konuyla ilgili herkes, teklifin bu haliyle yasalaşması durumunda Sayıştay’ın bağımsızlığının, denetim işlevinin ve kurumsal işleyişinin olumsuz etkileneceğini belirtiyor. Sayıştay meslek uzmanlığı da bu yasayla bitiriliyor.
Uzun süredir kamu bürokrasisini izleyen bir gazeteci olarak, Sayıştay’ın şimdiye kadar düzgün ve çağdaş bir sistem içinde rasyonel çalıştığını söyleyemem. Siyasi iradenin etkisinde kaldığının, ekonomi bürokrasisi üzerinde bazen büyük baskı uyguladığının, orta kademe bürokratlara örneğin “petrolde kur farkı” gibi siyasi kararlar nedeniyle tazminat ödettiğinin, devletçi bir anlayışla çalışıp piyasa ekonomisine uyuma direndiğinin örneklerini çok gördüm. Ancak bu yanlış uygulamalar Sayıştay’ın tümüyle devre dışı kalmasını gerektirmiyor. Çünkü aynı zamanda Sayıştay, kamu idarelerindeki yolsuzluklar, kayırmaların ortaya çıkarılıp kamu zararının önlenmesi ve şeffaflık adına büyük işlev gördü. Zaten sağlıklı bir mekanizma kurulmamışken kamu idarelerinin, TBMM ve kamuoyu denetiminden tümüyle uzaklaştırılması, aynı zamanda halkın kendi parasının nerelere harcandığını görmesini tümüyle engellemek demektir. Demokrasinin 4 yılda bir oy kullanmak olmadığını, herhalde herkes kabul eder.

Yazının Devamını Oku

ABD’de Babacan’a AB ve özgürlük soruları

22 Nisan 2013
GEÇEN hafta geniş bir gazeteci grubuyla birlikte TOBB’un ABD’de organize Türkiye Yatırım haftası etkinliğindeydim. Her şeyden önce söylemek gerekir ki; ekonominin küresel kriz döneminde gösterdiği başarılı performans, Türkiye’ye olan ilgiyi artırmış durumda. Bunu toplantılarda, ABD’de yerleşik Türk ve yabancılarla konuştuğunuzda açıkca görüyorsunuz.

ABD ziyaretinde Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’a gösterilen yoğun ilgi Türkiye’nin başarısına ilişkin bir ilgiydi ama bence, yerli ve Türk katılımcıların ilgisinde, sağlanan ekonomik başarıda Ali Babacan’ın rolünü bilmeleri, yani şahsi başarı da önemli rol oynuyordu. Babacan’ın yaptığı konuşmalarda, bu süreçteki başarının sağladığı kendine güvenle konuştuğunu izledik. Türkiye ekonomisindeki gelişmeleri anlatmanın yanısıra, sık sık dünya ekonomisine ilişkin makro yorumlara girdi, yapılan yanlışlıklara değindi ve yapılması gerekenler üzerinde durdu.


Ekonomide sağlanan başarının, tümüyle ülkeye olan ilgiyi artırdığını, yani Türkiye’nin en önemli başarı dayanağının ekonomi olduğu açıkca ortada. Bir başka deyişle siyasi hataların bile ekonomik başarının altına gizlenebildiğini, özellikle içinde yaşamadıktan sonra, dışarıdan bakışta bunların daha rahat göz ardı edilebildiğini de gözledim. Uluslararası kuruluşta çalışan, çağdaş bir Türk uzmanla konuştuğumda, sadece parıltıların görünüp, ilkesel ve teorik yaklaşımın bırakıldığını görmek üzücüydü. Tabi ki bu durum genel olarak kriz havasının yarattığı ağır hava nedeniyle “geçici bir vazgeçiş” olarak da görülebilir ama genel olarak ekonomi çevrelerinde “günlük bakış”ın daha hakim olduğu da açık.


Özetle; ekonomik başarının kalıcı olup olmadığı, çağdaş bir ekonomik sistem ve buna bağlı siyasi sistemin kurumsallaştırılma sorunları, her alanda şeffaflık ve adalet, olası ekonomik ve siyasi risklerin konuşulmadığı bir iklim hakim…


Buna karşılık Babacan’a özellikle üniversite çevrelerinde gelen sorular arasında Türkiye-AB ilişkileri ve özgürlüklerin kısıtlanmasına ilişkin eleştiri ve sorular dikkat çekti. Babacan, AB konusunda artık daha tepeden konuşup, “Artık AB’nin bize ihtiyacı var” izlenimi veren yanıtlar verdi. Özgürlükler konusunda ise “O nedenle AB tam üyeliğini istiyoruz” diye söz başlayıp, yol alındığını ama bu alanda daha yapılacak şeyler olduğunu dile getirdi.


Yazının Devamını Oku