Erdal Sağlam

İslami vakıflar ve demokrasi ilişkisi

28 Mayıs 2013
Uluslararası alandaki sayılı ekonomistlerden olan Prof. Dr Timur Kuran, dün Ankara’da, İslami vakıfların demokrasi ve ekonomiyle ilişkisini anlattı.

Özet olarak İslami vakıf geleneğinin özellikle Arap ülkelerinde demokrasinin gelişimini, ekonomik başarıyı engelleyen bir yapı sergilediğini söylüyor. Osmanlı’da İslami vakıf geleneğinin daha esnek olmasının ise Türkiye’nin Arap ülkelerine kıyasla demokrasi ve ekonomik gelişime daha çabuk başlayıp ileri gitmesinde önemli rol oynadığı görüşünde.

Timur Kuran, vakıf sisteminin önceleri sosyal bir dağıtım mekanizması olarak kullanıldığını ancak ekonomik değişimin hızlanmasıyla birlikte vakıfların daha çok iktidardaki kişilerin gelirlerini ve ailelerinin geleceğini devam ettirmek için kullandıkları kurumlar haline geldiğini söylüyor. Dolayısıyla adam kayırma ve yolsuzlukların da vakıflar kanalıyla yaygınlaştığı görüşünde.

Daha sonra vakıf sisteminin mecburen değiştiğini, Türkiye’de ise eskiden kalan cami vakıfları gibi, nispeten daha küçük ve statüko gerektiren vakıfların hayatiyetlerini devam ettirdiği görüşünde. İslami vakıf sisteminin katı, ihtiyacı karşılamayan bir kurum olduğu için yerini daha esnek vakıf sistemine bıraktığını kaydeden Kuran, İslami vakıf geleneğinin etkilerinin ise ister istemez günümüze kadar geldiğini söylüyor.

Prof. Dr. Timur Kuran ünlü iktisatçı Prof. Merih Celasun anısına Türkiye Ekonomi Politikalarını Araştırma Vakfı (TEPAV) tarafından üçüncüsü düzenlenen etkinlik kapsamında bu konuşmasını yaptı. Duke Üniversitesi ekonomi profesörü Timur Kuran’ın verdiği bu dersin adı “Orta Doğu’da otoriter yönetimlerin kurumsal kökenleri: İslami vakıfların politik mirası” başlığını taşıyor.

Yazının Devamını Oku

Ekonomilerin sorunu yetersiz iyileşme ve belirsizlik

27 Mayıs 2013
Geçen hafta iç piyasalar rating artırımlarına rağmen çalkantılı, genellikle aşağı giden bir seyir izledi.

Bunun şüphesiz en önemli nedenlerinden birini küresel ekonomideki gelişmeler oluşturdu. Ancak bunun yanında içeride şişmiş fiyatların etkisinin olduğu da açık. Yani rating artırımları önceden satın alındı, beklentiler gerçekleşip, küresel ekonomideki karışıklık da eklenince piyasalar ister istemez aşağı gelmeye başladı.
Özetle; kurların ve faizlerin yükseldiği, hisse senedi fiyatlarının düştüğü bir hafta yaşadık. Buna kâr realizasyonu diye bakacak olursak, bunun geçici bir düşüş olduğunu söyleyebiliriz. Piyasa oyuncularının çoğu da buna geçici bir düşüş olarak bakıyor.

Ancak hem dünya ekonomilerinin hem de bizim ekonomimizin şu anda en önemli sorunlarının yetersiz iyileşme ve krizden bir türlü çıkamama nedeniyle politikalarda yaşanan belirsizlik olduğunu da söyleyebiliriz. Bir başka deyişle piyasalarda hala tedirginlik var. Her an bir kaza olabilirmiş beklentisi kaybolmadı ve bunun yanında politika yapıcıların “öyle de olabilir, böyle de olabilir” şeklindeki yönsüz tavırları piyasalardaki belirsizliği artırıyor.

Geçtiğimiz hafta bir bankacıyla konuşurken şaka yollu “Biz dünya ülkelerine örnek olduk diyorduk ya, evet olduk; çünkü artık Bernanke bile bir dediğini ertesi gün değiştiriyor, her yöne çekecek söylemlerle ortalığı karıştırıyor” yorumunu yaptı. Bu nedenle de piyasadaki oyuncuların pozisyonlarına göre aynı açıklamayı bir dönem başka, öbür dönem  başka farklı algıladıklarını söyledi.

Yazının Devamını Oku

K.Irak gazı petrolünden daha önemli

23 Mayıs 2013
Başbakan Erdoğan’ın ABD Başkanı Obama ile yaptığı görüşmede Türkiye’nin K.Irak’la yaptığı enerji anlaşmaları, beklendiği kadar önemli yer tutmadı.

Öğrendiğimiz kadarıyla Enerji Bakanı Taner Yıldız, ABD Enerji Bakan Yardımcısı ve Başkanın Enerji Danışmanı ile konuyu görüşmüş. Görüşmelerde önemli bir yakınlaşma ya da tartışmanın yaşanmadığı, iki tarafından da mevcut pozisyonlarını koruduğu söyleniyor.
Bu arada Başbakan Erdoğan’ın ABD’ye gitmeden önce yaptığı açıklamada TPAO’nun Exxon-Mobil ile anlaşma yaptığını söylemesi de dikkat çekti. Başbakanın bunu bilinçli mi yoksa ağzından kaçırarak mı söylediği tartışmalı ama öte yandan da “K.Irak’la enerji anlaşmaları ifşa oldu” yorumları da yapıldı.
Her şeyden söyleyelim ki; anlaşmaları yapan kuruluş TPAO değil. Başka bir organizasyon hazırlanıyor ve henüz kuruluşu tam olarak tamamlanamamış kamu şirketleri ile anlaşmalar söz konusu.

İkinci konu bu yapılan anlaşmaların petrol arama ve çıkarma konusunda yapılmış olması. Türkiye, K. Irak’la vardığı anlaşmaları hayata geçirmek için ABD’nin direncini kırmak istiyor. Bu nedenle Exxon Mobil ve Chevron gibi en büyük petrol şirketleri ile anlaşmalar imzalayıp, bu süreci hızlandırmak istiyor. Bu işbirliğinin devam edeceği anlaşılırken, bu şirketlerin ABD yönetimindeki etkileri nedeniyle işler hızlandırılabilir diye umuluyor. Ama asıl sorun Irak’ta hidro-karbon ve gelir paylaşımı yasalarının çıkmamış olması. Sadece Kürt tarafında değil Sünni kesimde de, hatta bazı şii kesimlerde de, merkezi hükümetin yeterince hizmet götürememesi, üretilen kaynakların paralarının hak eden kesimlere ödenmemesi büyük sorun. Elbette Suriye’deki kargaşanın da etkisi var ama Irak’ta Maliki yönetimine duyulan tepki ve içeride yayılan çatışmaların en önemli nedenlerinden biri de Merkezi yönetimin bu tavrı.

ABD buna rağmen “Irak bölünmesin” gerekçesiyle Maliki yönetimini destekler gözüküyordu ama son gelen haberler bu ısrarının yumuşadığı yönünde. Özet olarak Türkiye de ABD’ye, “bu sadece bizim meselemiz değil, bir çok şirket anlaşma imzalıyor, hak edişleri ödemediği sürece Irak merkezi yönetimi bu tavrıyla ülkeyi zaten bölüyor” görüşünü savunuyor ve ABD’yi iknaya çalışıyor. Öyle ya da böyle Irak’ta yapılacak seçimler sonunda işler zaten netlik kazanacak. Ama paylaşım yasası öne alınırsa çatışmalar da azalabilir.

Yazının Devamını Oku

Kısa vadeli borç ilk çeyrekte 16 milyar dolar arttı

21 Mayıs 2013
Uygulanan ekonomik politikaların kamu borcunu düşürüp, Türkiye’nin toplam dış borcunu büyüttüğü zaten biliniyor.

Ancak dün açıklanan yılın ilk üç ayına ilişkin borç verileri, özellikle bankalar başta olmak üzere, özel sektörün artan kısa vadeli borcunun ciddi bir ivme kazandığını gösteriyor. Türkiye’nin toplam kısa vadeli borcu, sadece ilk üç ayda, yaklaşık 15 milyar dolar arttı…
Sadece Mart ayında kısa vadeli dış borç stokunun 5.8 milyar dolar arttığı, ilk üç aydaki artışın ise 14.2 milyar doları bulduğu açıklandı. Parite etkisi gözönüne alındığında ise Mart ayındaki artış 6.7 milyar dolara, ilk üç aydaki artış ise 16 milyar dolara çıkıyor. Bu artıştaki hızın ne kadar yükseldiğini ortaya çıkarıyor.
İlk çeyrekte kısa vadeli dış borç stokundaki bu artışta 9.6 milyar dolarlık özel banka payı bulunurken, kamu bankalarının borcu 1.5 milyar, reel sektör kısa vadeli dış borcu ise 3.1 milyar dolar arttı. İlk çeyrekte bankalar, yurt dışı bankalardan 7 milyar dolar kredi kullanırken; yurt dışı bankaların yurt içi bankalarda 3 milyar dolarlık döviz mevduat artışı ve yurt dışı yerleşiklerin 0.8 milyar dolarlık TL cinsi mevduat artışı oldu.

İlk çeyrekte özel sektörün uzun vadeli dış borcunda ise sadece 200 milyon dolarlık artış kaydedildi. Ancak parite etkisi çıkarıldığında eklenen 1.7 milyar dolarlık artışla birlikte, uzun vadeli özel sektör borcunun toplamda 1.9 milyar dolar arttığını söylemek mümkün.
Özetle; Türkiye’nin toplam uzun vadeli borcu 138.5 milyar, kısa vadeli borcu 115 milyar doları aştı. Neredeyse uzun vadeliye ulaşan bir kısa vadeli borç rakamından söz ediyoruz ve bunun ne kadar büyük risk oluşturduğu ortada.
Türkiye’nin önümüzdeki bir yılda ödemesi gereken toplam dış borcu ise 155.9 milyar dolar. Bu borcun yüzde 86’sını özel sektör ödeyecek, bunun içinde bankaların payı ise yüzde 47 ile 72.8 milyar dolar olacak.

Yazının Devamını Oku

Not artırımı ve doğrudan yabancı sermaye girişi

20 Mayıs 2013
MOODY’S Türkiye’ye ilişkin rating artırımını, itibarını ciddi tehlikeye atıp, Başbakan Erdoğan’ın ABD Başkanı Obama ile görüşmesinin ardından açıkladı.

Açıklamanın zamanlamasını tartışma gereği bile duymadık. Herkes artık yatırım yapılabilir ülke puanı veren rating şirketi sayısı 2’ye çıktığı için özellikle yabancı fonlardan ciddi bir yatırımın geleceğini konuşmaya başladı.
Bu artırım zaten önceden satın alındığı için, piyasaların tersine dönme ihtimali belirince, piyasada “Standart and Poor’s da yakında rating artırımı açıklayacak” spekülasyonu çıktı. Ancak herkes biliyor ki; bu şirketin puan artırması zor. Daha yeni yaptığı açıklamada, cari açık ve borç sorununa ciddi risk olarak değindi. 
Hatırlayın; Hazine çalıştığı rating şirketlerini değiştirmiş, S& P’yi listeden çıkarıp, Fitch’i almıştı. Fitch bunun ardından hemen yatırım yapılabilir ülke puanı verdi, listede kalan Moody’s de şimdi artırıma gitti. Daha geçen gün ABD’de Başbakana konu sorulduğunda “Birini attık” demiş...
Özetle; 1 yıl önce küfredilen rating şirketleri puanlar gelince göze girdiler...
Gelelim bu artışın Türkiye’ye getireceklerine... Her şeyden önce Fitch’e kıyasla Moody’s, itibarını tehlikeye atsa da, daha kredibl bir şirket. En büyüğü ise Başbakanın “attık” dediği S&P. Buna rağmen rating artırımının faydası elbette olacaktır ama abartıldığı kadar olmayacağını da söylemek gerek. Bir gün önce Moody’s’in notu uygun değil diye Türkiye’ye gelmeyen yatırımcı varsa, ertesi gün “Hadi artırdı gidelim” diye Türkiye’ye gelmeye kalkmaz.
Ancak Ali Babacan’ın işaret ettiği gibi; kendi iç mevzuatı gereği bir ülkeye yatırım için 2 rating şirketi puanı bekleyen emeklilik fonları varsa onların yolu açılmış olur. Bunların da hesaplarını değerlendirme dönemleri vardır..
Başbakan Erdoğan’ın Washington’dan söylediklerine bakacak olursak, rating artırımına, mega projelere kaynak açısından umutlu bakılıyor. Bu kadar proje sadece Türk bankaları ile finanse edilemez, umarız yabancılar devreye girer.

Yazının Devamını Oku

Alkolde ideolojik yaklaşım ve ekonomi

16 Mayıs 2013
Serbest piyasa ekonomisi ile özgürlüklerin birbirinden ayrılmaz olduğundan, bu köşede sık sık söz ediyorum.

Çünkü sık sık bu yönde, yani piyasa ekonomisi uyguluyorum derken özgürlükleri kısıtlayıcı, bireyin seçme hakkını elinden alan düzenlemeler gündeme geliyor.
Biraz daha ileri gideyim; muhafazakarlık derinleşirken, piyasa ekonomisinden uzaklaşılmasının kaçınılmaz olduğu fikrindeyim. Küresel kriz nedeniyle ekonomiye müdahaleci eğilimlerin artmış olması, bu temel gerçekliği değiştirmez, aksine bu gerçekliğe daha sıkı sarılmak gerekiyor.

Bana bunları yeniden hatırlatan Torba yasa ile gündeme getirilen özellikle alkol kullanımına ilişkin yeni kısıtlamalar. Daha doğrusu yasaklar...
Gelen yasak maddelerinin “halkı zararlı maddelerden korumak” amacını çoktan aştığı, ideolojik bir kimliğe büründüğü açık. Zaten kameralar önünde TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yapılan tartışmalarda iktidar milletvekillerinin, bu maddelere karşı çıkan muhalefet milletvekillerine ”bunlar içer de o nedenle…” gibi karşı çıkışları, olaya ideolojik yaklaşımın bir ispati gibiydi.

Yasa aynen geçerse turistik tesislerde bile içki satılamayacağı açık. İçki satış ruhsatı olan turistik işletmeler, restoranlar, bakkallar, büfeler tekel bayileri ve marketlerin yaklaşık yüzde 60-70’inin içki ruhsatları otomatik olarak iptal edilmiş olacak. Yasa aynı zamanda ruhsat işini belediyelerin elinden alıp, valilerin inisiyatifine veriyor. Son dönemde valilerin ideolojik yaklaşımları, tüm şehirde içkiyi yasaklamak gibi uygulamaları hatırınızdadır, herhalde...

Yazının Devamını Oku

Borcumuz bitti ama IMF gerçeği devam ediyor

14 Mayıs 2013
TÜRKİYE, Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yaptığı 19. Anlaşma ile aldığı borçları artık temizledi.

Bu durum Hükümet tarafından, haklı olarak “IMF’le ilişkimiz bitti, artık borç alan değil borç veren ülke olduk” denilerek, bir süredir politika malzemesi olarak kullanılıyor. Hangi hükümet olsa aynısını yapardı...
IMF’e borcumuz bitti ama bu hem bizim için, hem de tüm dünya için IMF gerçeğinin artık var olmadığını göstermiyor. IMF veya benzeri bir kuruluş hep var olacak. Çünkü küreselleşme böyle bir kurumun varlığını gerektiriyor.
Yıllardır IMF hakkında yazı yadım; nasıl baktığımı bir kez daha anlatayım.
IMF, borç veren zengin ülkelerin alacaklarını tahsil etmeyi garantiye almak için oluşturuldu. Küreselleşmenin yaygınlaşmasıyla birlikte IMF bu fonksiyonunun yanı sıra, kapitalizmin yaygınlaşması ve kurumsallaşması adına da önemli görevler üstlendi.
Kamuoyundaki yanlış kanı; IMF’in gelip zorla ümüğümüzü sıkan bir Kurum olduğudur. IMF zora düşmüş bir ülkenin ayağına gitmez genellikle o ülke yönetimleri IMF’i çağırır ‘Gel durumumu düzeltelim’ der. IMF de makro bakıp; tasarrufları artırıp gelirleri artırıcı önlemler istediği için, halklar nezdinde IMF’in adı kötüye çıkmıştır. IMF tedbirleri doğası gereği ‘kemer sıkma’ önlemleri olduğu için halktan hep tepki görmüştür. IMF son dönemde bu bakışını biraz yumuşattı ama yine de algısını değiştiremedi. İşte bu nedenle politikacılar “IMF’den kurtuluyoruz” diye propaganda yaparlar.
Bir ülke ile IMF’in ilişkisi, kabaca bakıldığında, bir banka ve müşterisi arasındaki ilişki gibidir. Gelirinizden fazla harcama yaptığınızda borç alırsınız, bu işi abartır, gelir-giderinizi yönetemezsiniz, artık kimse size borç vermez hale gelir işte o zaman IMF’i çağırıp “hadi gel bu işi kurtaralım” dersiniz. IMF de size varlıklarınızı satmanızı, harcamalarınızı azaltmanızı, borcunuza ödediğiniz faizi çıkardığınızda net ödeyici olmanızı, yani yıllarca faiz dışı fazla verip, zaman içinde borcunuzu tasfiye etmenizi sağlayacak bir plan önerir. Sanıldığının aksine o ülkenin bürokratları ve politikacıları, IMF’in dediğini aynen yapmaz. Politikacılara kalsanız hiçbir zaman harcamaları azaltmayacakları için, genelde kriz dönemleri geldiğinde IMF’e mecburen gider, acı reçeteye razı olurlar.

PATLAYINCA ORTAYA ÇIKAR

Türkiye IMF’le en çok anlaşma yapan ülkelerin başında geliyor. Çünkü politikacılar popülist kaygılarla başlattıkları programları yarım bıraktılar, sözlerini tutmadılar ve biri biterken öteki anlaşmaya mecbur kaldılar.

Yazının Devamını Oku

Tasarruf oranı ve dolarizasyon uyarısı

9 Mayıs 2013
“Faizler hızla iniyor” diye sevinirken, bunun yarattığı ve küresel ekonomideki gelişmelerin biriktirdiği riskleri göz ardı ediyoruz.

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan da geçen gün yaptığı bir konuşmada dayanamadı; küresel likiditenin çekilmesi sürecinde bizim gibi gelişmekte olan ülkelere çıkacak faturaya dikkat çekerek, şimdiden o döneme ilişkin hazırlık yapmak gerektiğini söyledi.
Önceki gün Ufuk Üniversitesi’nde 2013’de Türkiye ekonomisine ilişkin gelişmeler ve beklentileri tartıştık. Prof.Dr. Mehmet Tobanbay’ın yönettiği panelde Prof. Dr. Fatih Özatay ve Yrd. Doç. Dr. Niyazi Erdoğan’la birlikteydik. Fatih Özatay, Radikal’deki köşe yazılarında da bir süredir üzerinde durduğu tasarruf oranlarındaki düşüş ve dolarizasyon tehlikesi üzerinde durdu.
Özatay’ın da haklı olarak belirttiği gibi; negatif faiz uygulaması giderek derinleşiyor. Tüm dünyada aynı eğilim söz konusu, bizde de bu eğilimin giderek güçlendiği görülüyor. Piyasalar Merkez Bankası’nın bu ay da faiz indirim kararı vermesini bekliyorlar. Hele, kurlarda belirlenen 120’lik hedef aşıldığı için, TL’deki değerlenmeyi önlemek için Merkez Bankası’nın faiz indiriminin şart olduğu, hatta kuvvetli bir indirim yapılacağı beklentisi giderek artıyor.
Ancak Özatay’ın hatırlattığı gibi; tasarruf oranlarımız yeniden hızla aşağı gelmeye başladı. Negatif faizin derinleşmesi, tasarruf oranlarının daha da düşmesine yol açacak.

Babacan’ın gayretiyle devreye sokulan bireysel emeklilik fonlarına devlet katkısının da yeterli olmadığı çok açık biçimde ortada. Bu konuyu, iktidar partisinin bir ekonomi kurmayı ile de tartıştık. O da tasarruf oranlarına dikkat etmemiz gerektiğini, bireysel emeklilik sigortasının iyi adım olduğunu ama yetmediğini, kamunun tasarruflarının artırılması gerektiğini söyledi.
Özatay’ın dikkat çektiği dolarizasyon tehlikesi de, hiç konuşulmuyor ama ileriye dönük ciddi risk biriktiren bir unsur. 3. Havaalanı neredeyse tümüyle TL bazında girdiyle yapılacak ama euro bazında çıkan tekliflere bayram ediyoruz...

Yazının Devamını Oku