16 Şubat 2004
<B>HÜKÜMET</B>; AB önündeki çakıl taşlarını bir bir temizledikçe bize sadece teşekkür etmek düşüyor. Ancak, galiba hepimiz Türkiye'nin önündeki en büyük 21. yüzyıl projesi olan AB üyeliğinde sadece görünen şekil şartları ile uğraşıyoruz. Halbuki...
AB yolunda ve 21. yüzyılın eşiğinde Türkiye'nin en büyük ödevi insanımızı yeniden yaratmaktır!
Daha açık bir deyimle görev insanı ters yüz etmektir.
Elimizdeki insan sermayesi ile ne AB'nin, ne de 21. yüzyılın saygın ve etkin bir ülkesi olabiliriz.
Eğer, aklımızın bir köşesinde, zerre kadar dahi olsa bir 21. yüzyıl projesi var ise, muhakkak ki şu üç konuda akıl yormak ve bir şeyler yapmak zorundayız:
1) Bilişim teknolojisi,
2) Eğitim,
3) Kültür.
* * *
Ben kendimizi AB önünde bu kadar şanslı hissettiğimiz bir haftada, iki gün keyif yaşadıktan sonra, günlük gailelerin dışına çıkıp yeni ödevlerle uğraşmak istiyorum.
Bilişim teknolojisi ile başlayacağım.
Bilişim teknolojisi ile uğraşan insanlarımız var, ancak onlar daha çok özel sektörde bulundukları için insanlara büyük ölçekte ulaşmaları mümkün değil.
Kamuda da benim bildiğim Yalova'yı kocaman bir bilişim şehri yapmaya çalışan Belediye Başkanı Yakup Koçal ve danışmanı Süleyman Balkan gibi öngörüleri çok güçlü insanlarımız var ama bunlar iki elin parmakları kadar azlar.
Bilişim teknolojisi denince de aklıma, ABD, İrlanda ve Japonya'dan önce; Karl Marx'ın ‘‘İnsanlar ancak akıl erdirebildikleri meseleleri kendilerine mesele ederler’’ sözü çerçevesinde bizim Avrasyacıların bir kısmının bihaber olduğu Asya'nın yükselen 2 yıldızı geliyor:
Hindistan ve Çin!
* * *
Bu iki ülke; bilişim teknolojisine büyük yatırım yaparak, insanlarını bu yöne kanalize ederek 21. yüzyıla girebileceklerini bizden çok önce çözmüşler.
Öte yanda biz ‘‘Gelin Güneydoğu'ya nitelikli sanayi bölgeleri kuralım’’ diyen ABD'ye ‘‘Yok boş ver sen bizim tekstil kotalarımız artır’’ derken dünyaya hem öngörümüzün zayıflığını, hem de tekstilde de ABD sanayisini dahi altüst eden Çin gerçeğini görmediğimizi vurguluyoruz.
Hele hele bilgi teknolojisini ilkokul seviyesinde dahi algılayamayan eski solcu-yeni gericilerimizin ABD'nin nitelikli sanayi bölgesi kurma teklifini ‘‘Vay! CIA Kürtleri kışkırtmak için bölgede dinleme merkezi kuruyor’’ diye bangır bangır bağırarak geri püskürtmeye çalışmaları da Anadolu ağzı ile ‘‘hem gülüşlü, hem ağlayışlı’’ eski Yeşilçam filmlerine benziyor.
* * *
‘‘Bilgi teknolojisi’’, ‘‘Çin’’, ‘‘Hindistan’’ gibi kelimeleri ağızlarına almayan Avrasyacılar ile eski sol-yeni gerici entellerin ‘‘İstemezük’’ durağında nasıl buluştuklarını ise bunların düşünce haritalarını biraz çözünce daha iyi anlıyorum.
Çarşamba günü Çin ve bilgi teknolojisini irdeleyeceğim.
Yazının Devamını Oku 
14 Şubat 2004
<B>HÜKÜMET Kıbrıs meselesinde</B> çok bocaladı, zikzaklar çizdi. İki arada bir derede kaldı. Birbiri ile çelişen manevralar yaptı. Yine bir gerçektir ki, bu meseleye ABD'nin el koyması, ağırlığını hissettirmesi, hükümetin aldığı kararlarda etkin oldu.
Hükümet Rauf Denktaş'a káh söz geçirdi, káh geçiremedi, káh onu ikna etti, káh Denktaş ikna olmuş gibi yapıp bildiğini okudu.
* * *
Yaşadıklarımızın en önemli uzantısı ise bir iç kavgadır.
Hükümet iktidar olma sınavından geçti ve geçiyor.
Türkiye'de seçimleri kazanmak, iktidar olmaya yetmiyor.
Hele hele AKP hükümeti gibi aykırı bir hükümetin iktidarı ele geçirmesi epey zorlu bir kavga.
Hükümete karşı mücadele veren unsur da çok garip bir konumda. Devletin içinde ama resmi değil. Etkin ama o da temsil edildiği kurumlarda iktidar değil.
Mücadelesini açık vermesi ise zaten hiç mümkün değil.
O mücadelesini daha çok çelme atma ve köşeden seyretme stratejisine dayandırıyor; ortaya sadece Rauf Denktaş ve Mümtaz Soysal gibi görüşlerini açık ifade eden aktörleri çıkarıyor.
Hükümet statüko ile de baş etmek zorunda.
* * *
Kıbrıs meselesini izlerken hükümete kızdığım anlar oldu.
Bu görüşümü de açıkça belli ettim.
Ama kimse reddedemez ki, statükoya karşı hep hükümeti tuttum.
Atanmış statükonun seçilmiş hükümeti ham yapmasından korktum, hálá da korkarım.
* * *
Ancak sonunda bizzat Rauf Denktaş'a, ‘‘karşılıklı müzakereler ardında planda kalan boşlukları Kofi Annan doldursun’’ dedirten hükümeti kutlamak gerekiyor.
Bu satırların yazıldığı anda Rum tarafı sadece ve sadece ayak sürümek durumunda.
Zaten önemli üyelerinin BM Güvenlik Konseyi'ndeki oyları ile Annan Planı'nın arkasında olduğu aşikár olduğu bir ortamda, AB'nin Kıbrıs meselesinde Annan Planı'nı esas aldığını açıklamış olduğu konumda Rum tarafının ‘‘müzakerelere AB de katılsın’’ demesi abes.
Yunanistan, genel seçim öncesinde köşeye sıkışmış durumda.
Kofi Annan'ın son sözünü dinlemek zorundalar.
Ancak görüşmeler ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın, artık AB sürecinde Türkiye'nin önünde bir engel olarak duran ‘‘Kıbrıs kozu’’ ortadan kalkmış durumda.
Türkiye artık muazzam bir yükten kurtuldu.
* * *
Türkiye'ye 28 yıllık sancısında çok büyük bir adım attıran Başbakan'a, önemle Dışişleri Bakanı, müsteşarı ve yetkilerine; gönüllerindeki çözüm ne olursa olsun, son kertede aklıselimi ön plana çıkaran Rauf Denktaş ve Mümtaz Soysal'a ve tabii ki KKTC hükümetine çok teşekkür ederim.
Yazının Devamını Oku 
12 Şubat 2004
<B>NEW York toplantısına</B> 21 saat ara verildiği bir ortamda, bir nefes soluklanıp, Kıbrıs meselesini <B>‘‘hayırcıların’’</B> nasıl kavradığını, meselenin kavramlaştırılması sırasında <B>Törkiş düşünce sistematiğinin</B> nasıl sırıttığını vurgulamakta fayda var. Dünkü yazısında Ertuğrul Özkök Kıbrıs'ta taviz vermeye karşı çıkanların özelleştirmeye de karşı çıktıklarını vurguluyor, ‘‘istemezükçülerin’’ milli ekonomiye ne kadar zarar verdiklerini rakamlarla açıklıyor.
Ben de bugün ‘‘istemezükçülerin’’ düşünce haritasını çizmeye çalışacağım.
* * *
1) Millete katiyen güvenmezler. Analizlerinde ‘‘Millet ne istiyor?’’ sorusuna aranan hiçbir cevap yoktur.
2) Demokrasiden ise açıkça nefret ediyorlar. Millete güvensizlik had safada olunca, düşünce haritasına demokrasiyi koymanın bir anlamı yoktur.
En entelleri durup durup ‘‘olağanüstü hükümet’’ ister, en diplomatları hiç sıkılmadan ‘‘liberallerin susturulmasıdan’’ bahseder.
3) Referansları hep geçmişle ilgilidir. Şanlı tarihten bahsetmeye bayılırlar. Ama ilaç niyetine bile olsa, gelecek ile ilgili hiçbir tahayyülleri yoktur.
Tarihten aldıkları ders ise ‘‘Bizim tarihten gelen kendi şartlarımız var’’ kalıbı ile sınırlıdır.
* * *
4) Gelecek ile ilgili tahayyül kurmak, düşünce sistematiklerine uymadığı için, hiçbir konuda ‘‘alternatif öneri’’ geliştirmezler, geliştiremezler. Örneğin, Türkiye'nin 28 yıllık Kıbrıs politikalarının bir yüz karası olduğunu inkár edemezler ama şu ana dek Kıbrıs ile ne önerdiklerini duyan bir Allah'ın kulu çıkmamıştır.
5) Görüş ifade eder veya bir görüşe karşı çıkarken, aklın en büyük nimeti olan gerekçelendirme becerisinden hiç yararlanmazlar.
İddiaları somut verilere dayandırma sorumluluğu bunlar için geçerli değildir.
6) Gerekçelere dayanarak analiz yapma becerisini geliştirmek emek istediği için onlar ellerine tutuşturulan şablonları terennüm etmeyi düşünce açıklamak zannederler.
* * *
7) Genellikle, halk ağzı ile ifade edildiği şekilde ve rahmetli Aziz Nesin'in Zübük romanında kullandığı metafor üzre, kağnı gölgesini kendi gölgeleri zannetmeye bayılırlar.
Kendi kendilerine gelin güvey oldukları bir ortamda, durup dururken ‘‘TSK'ya dokundurtmam arkadaş!’’ demeye ‘‘Ne bu TSK düşmanlığı’’ diye bağırmaya bayılırlar.
Vergi ödeyenin vergiyi harcayanı eleştirme hakkını reddederler.
TSK'yı bir tabu haline getirip, kendilerini de bu tabunun gölgesine sığdırmaya bayılırlar.
8) Düşünce kalıplarının elverdiği tek tartışma metodolojisi sövmektir.
9) Milleti kaale aldıkları tek nokta ise onları korkutma gayretidir. Gerici, cahil, kendisi için ne istediğini bilmeyen millet sadece sopadan ve korkudan anlar.
* * *
Benim gelecekle ilgili en büyük umudum, gerek sağdan gerek soldan gelip yeni-gericilik durağında buluşan ‘‘istemezükçülerin’’ çok sığ bir düşünce haritasına sahip olmalarıdır.
Yazının Devamını Oku 
11 Şubat 2004
<B>BU </B>yazıyı okurken; sizler <B>New York toplantısının</B> akıbetini biliyor olacaksınız, ama bu satırlar yazılırken toplantı henüz başlamamıştı. Allah var, Rauf Denktaş-Mümtaz Soysal ikilisi hükümeti kündeye getirdi. İnisiyatif şimdi hükümetin elinde değil, Türkiye'de % 0.005 oy alamasa dahi, hükümete açık muhalefet yapan ve AB'ye düşman olduğu Demirel'in Fırat'taki sağır çobanının dahi bildiği bir partinin genel başkanının vereceği akıl ile hareket eden Rauf Denktaş'ın elinde.
Her ikisini de kutlarım.
Statükonun, Erdoğan-Gül ikilisini tuş eden manevralarının hakkını vermemek hak değil.
* * *
Açıktır...
Statüko Bush'a, Annan'a güvenmiyor, De Soto'ya hiç güvenmiyor, Allah göstermesin; Papadopulos, Simitis, Papendreau'ya güvenmemeye bile güvenmiyor.
Onlara göre, zaten günde 24 saat Türkiye'ye nasıl madik atsak diye kafa yoran AB, ABD, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi can düşmanlarımız.
Ayrıca; Rusya, Çin, Arap dünyası, Türki cumhuriyetler, dost ve kardeş Pakistan, karındaş Bangladeş, hatta gitmesek de görmesek de Mançurya, Patagonya milli davamızı henüz anlayamadılar.
Bunların hiçbirine güvenilmez.
Türk'ün Türk'ten başka dostu yok!
Hatta kerameti kendinden menkul olsa dahi, Türkiye'yi herkesten fazla sevme hakkını kazanmışlardan başka bir tek dost yok.
Hepsi kabul!
Ancak, yine de bir noktayı anlamak mümkün değil.
Tamam, kimseye güvenmemek lazım da...
Bunlar millete neden güvenmiyorlar?
Neden referandum kelimesi geçince şeytan görmüş gibi oluyorlar?
* * *
Annan mektubu ne diyor?
Müzakereler sırasında aranızda anlaşabildiğiniz maddeleri tespit edin, anlaşamadığınız konuları sizleri dinledikten sonra ben doldurayım, sonra da bu planı KKTC ve Rum Kesimi'nde referanduma götürün diyor.
Denktaş ve Papadopulos, referandum kelimesini duyunca birden ana bir baba bir kardeş oluyorlar.
İkisi de referandumdan çekiniyor, ikisi de milletinden korkuyorlar.
Ne diyor Rauf Denktaş?
‘‘Ben milletimi satamam!’’ diyor.
O halde Annan'a, Bush'a, AB'ye, ABD'ye verilecek en güzel cevap, adına hareket ettiği milletin cevabı olmaz mı?
Denktaş çıkar ortaya, hangi maddelere neden karşı olduğunu açıklar, milleti uyarır, referandumda alır milleti yanına ve millet Annan Planı'nı elinin tersiyle iter.
Tüm dünyaya KKTC halkının duyuracağı ‘‘hayır!’’ cevabından daha anlamlı cevap olur mu?
Böyle bir cevap tüm dünyayı ebediyen susturmaz mı?
* * *
Rauf Denktaş referandum kelimesinden neden bu kadar çok çekiniyor? Neden?
Yazının Devamını Oku 
9 Şubat 2004
<B>KORKARIM,</B> <B>tutarsızlığı</B> nedeni ile <B>1 Mart tezkeresinde</B> ABD'ye önce <B>‘‘gel gel!’’</B> çekip sonra <B>‘‘nanik!’’</B> yapan 58. Hükümet'ten sonra şimdi de Kıbrıs meselesinde <B>‘‘gel gel!’’</B> yapıp, ardından <B>‘‘nanik!’’</B> yapmak zorunda kalacak 59. Hükümet'i de tatsız bir <B>akıbet</B> bekleyecektir. Üstelik bu akıbet daha beterdir. Statükonun Hükümet'i ham yapmak için en ciddi hazırlıklarla pusuya yattığı bir ortamda Erdoğan, tüm ülkelerin güvenini (hem ABD, hem BM, hem AB) kaybederse, Denktaş ve yoldaşlarının hedeflediği şekilde mefta olacak, Türkiye yeniden çapsızların ufku ile sınırlı bir döneme girecektir.
Erdoğan her şeyden önce Kıbrıs meselesi çerçevesinde hedefteki ilk adamın bizzat kendisi olduğunu fark etmeli, gün geldiğinde gemisini kimlerin terk edebileceği hesabını doğru yapmalıdır.
* * *
Açık yazmak gerekir; şahsi kanımca Abdullah Gül son dönemin en fazla zikzak çizen politikacısıdır. Kör inadı analiz yapma becerisi zanneden Korucuları ve adı sanı sadece Gül tarafından bilinen akademisyenler ile ulaşılan dış politika hep yanlışa kulp bulma yarışıdır.
* * *
Bakın hükümet Kıbrıs meselesinde nerelerde yalpalıyor:
1) Başbakan'a verilen bilginin tersine Kofi Annan'ın mektubunda yeni hiçbir şey yok.
a) ‘‘Annan 7 Nisan 2003 tarihinde BM Güvenlik Konseyi'ne sunduğu ve oy birliği ile kabul edilen raporun 47 ve 48. paragrafında ne dedi ise 5 Şubat 2004 tarihli mektubunda da onu diyor.’’ (Erdal Güven. Radikal-08.02.2004)
b) Ayrıca, Annan'ın mektubunda kullanacağını ifade ettiği yetkiler ve referandum talebi Davos'ta bizzat Erdoğan'ın kendisine teslim ettiği noktalardır.
* * *
2) Mektupta Türk tarafının itirazlarının yer almamasını yadırgamak, safdillikten öte cehaletin ta kendisi. Rum tarafının itirazları da yok, olamaz da.
* * *
3) Tarihleri Annan değil, Kıbrıs Rum Kesimi'nin AB üyeliğinin başlayacağı 1 Mayıs tarihi dayatıyor. Biz planı yeni görmedik, plan 14 aydır masada, Denktaş'ın cebinde.
* * *
4) Referandumdan korkmak milletten korkmaktır. Annan Planı'nın son halini beğenmeyen, madem her şeyi millet için yapıyor, millete tüm itiraz gerekçelerini anlatır.
* * *
5) Annan, karşılıklı anlaşamadığımız noktalarda cari maddelerin aynen işleyeceğini söylemiyor. İki tarafı dinleyecek ve nihai kararı verecek. Ayrıca, meramımızı anlatmak için şimdi ABD de devrede. Dünyada tek başımıza olduğumuz bir konuda derdimizi yine de anlatamazsak, milletin oyuna gitmekte ne zarar var?
* * *
6) Başbakan şu üç noktayı da hatırlamak durumundadır:
a) MGK karar makamı değil, danışma makamıdır. Millet yetkiyi kendisine vermiştir.
b) Yerel seçimlerden korkuyorsa çok dar düşünmektedir.
c) Hükümet Mümtaz Soysal'ı istemediğini açıkça ve iki kez ortaya koymuştur.
Eğer, Soysal Denktaş heyetinde yer alırsa, bu basit tercih ‘‘patron kim?’’ sorusuna dünyada anlamlı bir cevap oluşturacaktır.
Yazının Devamını Oku 
7 Şubat 2004
<B>ÖNCE </B>şu iki sözü hatırlayalım: Erdoğan, Davos görüşmesinde Kofi Annan'a ‘‘boşlukta kalan noktaların kendisi tarafından doldurulabileceğini’’ söylememiş miydi? Ayrıca Başbakan Erdoğan ‘‘Rumlar ne yaparsa biz bir adım önde olacağız’’ dememiş miydi?
Ancak, Annan'ın 10 Şubat davetinden sonra:
Rauf Denktaş, Erdoğan'ın bu sözlerini boşa çıkardı, hükümetin son haftalarda Batı'da yarattığı olumlu imajı tek bir kalem darbesi ile çizdi!
* * *
Erdoğan Davos'a ve ABD'ye gitti, orada esti gürledi. Medyada ‘‘Artık Rumlar düşünsün!’’ başlıkları atıldı.
Rum tarafı ‘‘Türkleri pratikte görelim’’ dediğinde ‘‘Şimdi çuvalladılar’’ diyerek kendileri ile dalga geçildi.
Ancak...
Kofi Annan; Bush'un Erdoğan'a güvenerek tüm garantileri vermesi ardından ve ‘‘10 Şubat'ta davet çağrısını’’ yapmasından sadece birkaç saat sonra Simitis Kıbrıs Rum yönetimine sormaya tenezzül etmeden daveti kabul etti, bizim Başbakan ise akşam otelde bizzat ayağına gittiği Rauf Denktaş'ı bir türlü ikna edemedi!
Denktaş ‘‘Canım isterse giderim, istemezse gitmem!’’ diyor.
Bu ne biçim iktidardır?
Dışişleri Bakanı Denktaş'ı ikna etmeden Başbakan'ı Batı'da nasıl estirmiş, gürletmiştir?
Şu an itibarıyla; 200 bin nüfusu, hatta son seçime göre 100 bin insanı temsil eden Rauf Denktaş 65 milyonun %35'inin oyunu alan Erdoğan Hükümeti'nden daha güçlü bir resim vermektedir.
* * *
AKP yetkilileri iktidar sorunları kendilerine hatırlatıldığında, seslerini kısıyorlar ve fısıltı halinde ‘‘Sen de biliyorsun, bu işler statükonun işleri’’ diyerek kendilerini aklamaya çalışıyorlar.
İşte ben de buna çok kızıyorum. Baş edemediği meseleler karşısında suçu bir başkasında, hatta çok sıkışırsa kaderde bulan mantığa köylü mantığı denir.
Siz statüko ile yeni mi tanıştınız?
Statükonun sizi istemediğini bilmiyor muydunuz?
Sizleri zorla mı iktidar yaptılar?
İktidar olmanın kurallarını bilmez misiniz?
Kıbrıs meselesini çözmez, Aralık'ta AB'den müzakere tarihi almazsanız, statükonun ilk önce sizi ham yapacağının hálá farkında değil misiniz?
Madem statüko sizi bu kadar korkutmuş, başbakanınız neye güvenerek Batı'da esti gürledi?
* * *
Rauf Denktaş her türlü itirazını yaptıktan sonra büyük bir ihtimalle New York'a gidecek, Kofi Annan ve Alvero De Soto'yu kurdeşen ettikten sonra 1 Mayıs'a dek ipe un sermeye devam edecek.
Onun esas misyonu Türkiye'nin AB üyesi olmasına engel olmaktır.
Mehmet Ali Talat Hükümeti Rauf Denktaş'tan bağımsız hareket etmeye kalkarsa ne olur?
Denktaş onun tedbirini de çoktan aldı. KKTC Anayasa Mahkemesi 3 DP'li bakanın hukuki zaafı gereği zaten batıl kurulan bu hükümeti iptal eder!
* * *
AKP hükümeti iktidar olmayı bir an önce öğrenmelidir.
Yazının Devamını Oku 
5 Şubat 2004
<B>KONYA-Selçuklu'</B>da yaşanan vahşet, bayramın kalbine acı bir ok olarak saplandı. Çöken binadan gazete ve TV'lere yansıyan görüntüler hepimizin yüreğini dağladı.
Yaşananların nedenini arayan beyinlerimiz bir konuda birleşti:
İnsanın en büyük düşmanı bizzat kendisidir!
Kimimiz haklı olarak, büyük ihtimalle malzemeden çalarak binayı inşa etmiş olan müteahhidi, kimimiz yine çok haklı olarak, böyle abuk bir yapılaşmaya göz yuman ve imar izni veren belediyeyi suçladık.
* * *
En azından vicdani saiklerle belediye başkanının anında istifa etmesi gerekirdi.
Ancak ne gezer!
Siyasilerimiz öyle yoğun bir ihtiras dalgası içinde yaşıyorlar ki, dini akidelerinin en yüksek seviyede olduğunu habire yüzümüze vuran siyasiler bile, makam sahibi olmayı vicdan sahibi olmaya tercih ediyorlar.
Her faciada olduğu gibi ortada bir adet bile sorumlu yok, kimi araziye uyma, kimi cinayet seviyesindeki ihmaline kulp arama peşinde.
Üstelik herkes biliyor ki, bu ülkenin sosyal hafızası zayıftır, üç gün sonra her şey unutulur.
* * *
Bütün bu tepkiler haklı ama bence eksik.
Müteahhit katları kimseye zorla satmadı!
Hatırlıyorum, 1997 depreminde bir dede ekranın önünde ağlıyor ve haykırıyordu:
- Torunlarımın katili benim, üç kuruş ucuz olsun diye bu binadan kat aldım, pahalı bulduğum için kat almadığım bina dimdik ayakta, bizimki yerle bir oldu.
* * *
Rize'yi sel götürdüğünde sulara kapılan evler karşısında bir profesör adeta kendinde geçmiş haykırıyordu:
- Bu yamaçlara ev yapılamayacağına dair kaç kez rapor verdim, ev sahiplerini uyardım; dinlemediler, bildiklerini okudular.
İstanbul'u kar fırtınası bastığında nerede ise hiçbir arabada zincir yoktu.
Fırtınanın ertesi günü bile arabaların çoğu zincirsizdi.
Dünyada trafiğe en fazla kurban veren ülkelerden birisiyiz.
Ancak, trafik cinayetlerini biz değil trafik canavarı işliyor!
* * *
Bizde bir ádet var; rahmetli dostum Onat Kutlar'ın, başka kelam kullanmak istemediği için, bizlere deyim olarak kazandırdığı üzere necip Türk milletine kabahat bulmak racona uymuyor.
Siyasiler, enteller, solcular, İslamcılar, gazeteciler, akademisyenler, istisnaları hariç, aksak giden işlerde herkese ama herkese kabahat buluyorlar ama millete dokunduran yok.
Halbuki ısrarla tekrar eden aksaklık artık bir sistem olmuştur ve başta necip Türk milleti olmak üzere bu aksaklığa şu veya bu nedenle destek verilmese/göz yumulmasa/facialar unutulmasa/aksaklıktan bir menfaat beklenmese aksaklıklar habire tekrar eden facialar haline dönüşmezler.
Memet, kabahatin büyüğü sende!
Yazının Devamını Oku 
4 Şubat 2004
<B>KİŞİSEL </B>kanıma göre; Başbakan <B>Recep Tayyip Erdoğan'</B>ın ABD gezisinden geri kalan en önemli gelişme, ABD Savunma Bakan Yardımcısı <B>Paul D. Wolfowitz'</B>in <B>stratejik ortaklığın</B> artık <B>askeri</B> alanda değil, <B>siyasi</B> ve <B>ekonomik</B> alanda oluşacağının işaretini vermesidir. Stratejik ortaklığın devam etmesi sevindiricidir, ama artık debisini oluşturacağı yatak değişmiştir.
ABD, bundan böyle Türkiye ile ilgili hesaplarını, eski dönemin aksine; TSK üzerinden değil, sivil hükümet ve ekonomik aktörler üzerinden yapacağını beyan etmiştir.
* * *
Bir yıldır Türkiye'nin Kuzey Irak ile ilgili kırmızı çizgilerini değiştirmesi gerektiğini söylüyorum.
Bana göre yeni çizgiler:
1) Bizim Güneydoğumuzda halen geçerli kişi başına 400 $ milli gelir ile Kuzey Irak'ta oluşacak olan tahmini2.000 $ gelir arasındaki fark,
2) GAP çerçevesinde Dicle ve Fırat nehirlerinin sularının artık ‘‘su, kaynağının bulunduğu ülke tarafından kullanılır’’ doktrini ile değil ‘‘su, yatağının geçtiği tüm topraklar tarafından eşit paylaşılır’’ doktrinine göre kullanılması için üzerimizde oluşacak baskılardır.
Artık Kuzey Irak'taki gelişmelere karşı tedbirlerimizi salt askeri hesaplarla değil, siyasi ve ekonomik tedbirlerle almak zorundayız.
* * *
Öte yanda, Kuzey Irak'taki Kürt unsurlar, Irak'ta merkezi hükümetin tekrar ve olası soykırım saldırılarından kendilerini korumak için, kastettikleri federasyon formülünü:
1) Kerkük ve Musul'da oluşacak petrol gelirinin merkezi Irak hükümetine bırakılmaması ve Kürtler tarafından kontrol edilmesi,
2) Vergi toplama hakkına sahip olunması,
3) Kendi askerlerini (Peşmergeler) geliştirmeleri,
4) İç güvenlik sistemlerinin (polis gücü) kendileri tarafından kurulması olarak belirliyorlar.
Bu talepler olası bir Kürt devletine altyapı oluşturması ihtimali ile tarafımızdan kaygıyla karşılanıyor.
Bağımsız bir Kürt devletinin komşulardaki Kürtler için cazibe alanı haline gelmesinden korkuluyor.
* * *
Yeni dönemde Türkiye ne yapmalı?
Türkiye, Güneydoğu'sundaki ekonomik gerçekler ve su meselesi ile ivedilikle yüzleşmeli.
Benim bu konular çerçevesinde anlamadığım bir durum var:
ABD, ısrarla Güneydoğu Bölgesi'nde Nitelikli Sanayi Bölgesi (Bilişim Parkı) kurulması için yardımcı olacağını söylüyor. Biz de ‘‘boş ver, sen bize tekstilde yeni kota ver’’ diye beyhude bir karşı görüş oluşturuyoruz.
ABD Büyükelçiliği, Güneydoğulu işadamları için bölgede ABD ile ticaret yapma olasılıklarını araştıracak merkezler kurmaya kalktığında bunları CIA istasyonları olarak addediyoruz.
* * *
Yeni dönemde Güneydoğu'daki kırmızı çizgilerimizi siyasi ve ekonomik saiklere oturtmak zorundayız
Yazının Devamını Oku 