Mimar Sinan'ın uzmanı olunmaz ancak tutkunu olunur
Sinan, sadece yapı demek değildir. Onun izlerini takip etmek, biraz tarihi yarımadaya bakarken balık ekmek yemek, biraz sonsuzluğu düşünmek, biraz da kendini aramaktır. Baharda Sinan'ın ayak izlerini takip ederek İstanbul gezin. Kendinizi havadan hafif hissedeceksiniz.
Önce Eminönü’ne gidin. Köprü çıkışı üçüncü tepenin muhteşem siluetinde Süleymaniye’ye uzun uzun bakın. Sonra başınızı sola çevirip birinci tepeyi taçlandıran Ayasofya’yı izleyin. İki uygarlığın görkemini kıyaslayın. Ardından 2 bin yıllık Uzun Çarşı yokuşunu (Makros Embolos) tırmanıp, kıvrılarak Süleymaniye’ye düşürün yolunuzu. İçeri girince daha önce okuduğunuz her şeyi unutun. Bu anıtsal kütle size ne söylüyorsa siz o’sunuzdur. Ayrıntılar güneşe çarpan meteorlar gibi bilincinizde patlamalar yaratacaktır. İşte tam bu noktada Sinan’ın kozmozuna giriyorsunuz demektir. Sonrası size kalmış. Ya bu evrende bir seyyare olur, havadan hafif olmayı yeğlersiniz, ya da heyecansız, sıradan, düz hayatınıza devam edersiniz...
AŞKIN TAŞ VE IŞIK HALİ
Anıt yapıdan çıkınca geldiğiniz yoldan aşağı inip, Rüstem Paşa Camii’nde soluklanın. İznik çinilerinde yaratılan cennet bahçelerini dilediğinizce izleyip, ruhunuzu sağaltın. Bu butik camide ateş çiçeklerinin tüm kompozisyonları estetik bir tarzla anlatılmıştır. Yaradan’ın soluğuyla başı hafifçe yana eğilmiş lale’yi kendiniz arayıp bulun. İnanın ki her anına değecektir bu çabanız.
Sonra vurun Edirnekapı’ya. Mihrimah Sultan Camii’ne girin. Işıklar içinde yıkanırken, aklı şakülünden ayıran bu alan derinliği sakın şaşırtmasın sizi. Kadın ruhunun ışık ve taşla yontulmuş formudur bu. Bir kenara oturup iç dünyanızı serbest bırakın. Sinan’ın dehası 236 optik kırılmalı pencereden günün dönencesel ışıklarını gözbebeklerinizden içeriye doğru akıtırken sizi hep daha derinlere çekecektir. Çekildikçe batacaksınız. Battıkça Sinanlaşacak, onunla özdeşleşecek, hayatınızı paylaştığınız sevdiklerinizi onun yeni tanıştığınız evrenine taşıma isteği duyacaksınız.
Araştırma, daha fazlasını öğrenme isteği, harını düşürecektir aklınıza. Gülru Necipoğlu’nun ‘Sinan Çağı’ adlı harika kitabında ayrıntıya girin. ‘Ben El fakir-ül Hakir Sinan’ romanında tüm anıtsal Sinan yapılarının düşünceden forma ulaşma serüvenini izleyin. Nurhan Atasoy-Julian Raby’nin İznik adlı görkemli yapıtında ateş çiçeklerinin yaratılış serüvenini okuyun.
Sonra alıp başınızı gidin yeniden. Bu kez Kadırga’ya çevirin yönünüzü. Sokollu Mehmet Camii’nde kütlenin altın orana ulaşma çabasını izleyin. İç mekandaki İznik zenginliğinin seyri ise her türlü yorgunluk kahvesinden daha büyük bir haz verecektir size. Burada da, Sinan’ın Hicaz dönüşü yanında getirdiği Kâbe’nin Hacer-ül Esved taşından kopmuş parçaları mekânın gizemli yapısı içinde aramak, katmerli bir heyecana sokacaktır sizi.
Artık dur durak yoktur. Sinan’ın çekim kuvvetine kapılmışsınız bir kere. Şehzade, Cihangir, Molla Çelebi Cami, Kılıç Ali, Azapkapı ve Sokollu’yu turlar, doymak bilmez bir iştahla denizi aşıp, soluğu karşı kıtada alırsınız. Mihrimah’ı, Atik Valide’yi yutar, Şemsi Paşa’da tekrar denize ulaşırsınız. Burada, iki kıtanın rüzgârlarıyla hayatın akıntısına kapılır, karşınızda dünyanın en güzel çizgileriyle boy veren tarihi yarımadaya bakarken balık-ekmek yemezseniz kendinize karşı affedilmez bir günah işleyeceğinize inanırsınız... Sinan’a olan iştah bazen böyle de tezahür eder!..
BİR SONSUZLUK ARAYIŞI
O ana kadar okuduklarınız size Sinan’ın Osmanlı coğrafyasında üç kıtaya uzandığını söyleyecektir. Bu misyon belki hayatınızın kalan bölümüne yayılabilir, ama başeserle yüzleşmek için Edirne’ye hicret farz olmuştur artık. Selimiye’de cennetin yedinci katına çıkabileceğiniz düşüncesi ateş olur, tutuşur içinizde.
Sinan, bir sonsuzluk arayışıdır. Çıkacağınız bu serüvende bir konuda sakın yanılmayın derim. Sinan uzmanı olamaz, sadece Sinan tutkunu olabilirsiniz. O muhteşem eksen kayması da gerçekten yaşanmaya değer...
'USTA'DAN ETKİLENMEK İÇİN 4 NEDEN
Elif Şafak yazdı
Birincisi elbette mimarisindeki muhteşemlik....
İkincisi, Sinan’ın üretkenliği... Tuna’dan Dicle’ye kadar 350’den fazla eser bıraktı geride. İnanılmaz bir çalışma aşkı, sanatına ve zanaatına adanmışlık söz konusu.
Üçüncüsü ve az bilinen bir nokta, birlikte çalıştığı insanları motive edebilmesi. En zor şartlarda bile pes etmemesi. Neredeyse bir ordu insan ile çalışması gerekiyordu büyük camilerin inşasında. İşçilerin, çırakların haklarını hep gözetti. Onlara daha iyi şartlar sağlanması için padişaha yazdığı dilekçeler var.
Dördüncüsü ve hiç bilinmeyen nokta bence Sinan’ın manevi tarafı... “Dindar” demiyorum “manevi” diyorum özellikle. Bence dinsel ayrımların ötesine geçebilen, dinlerin özünü anlayabilen bir insandı. Hepimizin, yani Hıristiyan, Müslüman, Yahudi vs. hepimizin aynı görünmez kubbenin altında yaşadığına inandığını düşünüyorum.
MİMARİ DEHANIN ŞAHESERLERİ
Tarihe en büyük izi bırakan mimarlardan Sinan’ı, İstanbullular gündelik hayatta karşılaştıkları eserleriyle her an görüyorlar. Fakat onun bir de hayat hikâyesi, bu eserleri hazırlarken ortaya koyduğu felsefesi var. Bunları göstermeyi amaçlayan bir sergi geçen hafta kapılarını açtı: ‘Sinan ve Mimari Dehanın Şaheserleri’. Tophane-i Amire’deki sergi 25 TL karşılığı gezilebilir ve Mimar Sinan hakkında detaylı bilgiye ulaşılabilir.