Kara, bir yandan tedbirler alınırken, nüfusumuzun mevcut sağlık durumunun karşı karşıya olduğu tehlikelerin yeterince gündeme getirilmediğini dile getirdi. Kara özetle şu vurgulamalarda bulundu:
“- Türkiye de yaşlanma eğilimine giren nüfusu ve kendisine özgü başka şartlar nedeniyle, bu tartışmaların dışında kalamadı.
- Sözgelimi doğum oranındaki düşüş, iktidarı, içinde bulunduğumuz yılı ‘Aile Yılı’ ilan etmeye mecbur bıraktı; faydasının ve işlevinin ne olacağı konusunda pek de umutlu olmadığımız bir Nüfus Politikaları Kurulu ve Aile Enstitüsü kurmaya sevk etti.
- Bir tarafta kanser artışı bir tarafta da bütçe denkliği uğruna ödün verilmesi kabul edilecek bir konu değildir.
- SGK’nın ilaç ve tedavi bedellerin ödememesini eleştiren ve yurttaşların primleriyle oluşturulan kamu kaynaklarının kullanımında, ‘kapsanan’ ve ‘kapsanmayan’ tedaviler ve ilaçlar gibi yapay bir ayrım yapılıyor. Bazı kanser ilaçlarının karşılanmaması nedeniyle yargıya gidiliyor. Mahkeme, SGK’nın ilacın bedelini karşılaması gerektiğine hükmediyor. Kurumun buna karşı açtığı nihai davada ise ancak ‘korkunç’ diye niteleyebildiğimiz bir gerekçe hazırlanıyor: Mahkeme, ‘ilaç bedeli karşılanmadığı takdirde yaşamsal risk oluşabileceği düşünülse de tedbir kararı ile ilaç bedeli karşılansa dahi davacının kesin olarak iyileşeceğinin belli olmadığını’ söylüyor ve hastanın talebini reddediyor. Bir hastaya ‘Sen zaten öleceksin’ denilerek ilacının karşılanmamasının cinayet işlemekten ne farkı var? SGK, bir hastayı, açıkça, ölüme terk ediyor çünkü hastanın, harcama yapılmaya değmediğini ima ediyor; ‘Sen zaten öleceksin, ilacını karşılayamam’ diyor. Böyle bir hesap yapmayı akıl edebilmek bile büyük bir sorundur.
Kalan ‘sağlar bizimdir’ anlayışı olur mu? SGK alelade bir vergi toplayıcısı mıdır?
- SGK’nın finansman yaşlanma, doğum oranındaki düşüş konuları nedeniyle ‘Aile Yılı’, Nüfus Politikaları Kurulu ve Aile Enstitüsü gibi kurumlar yeterince gündeme getirilmiyor. Rakamların denkleşmesi dışında hiçbir hedefi olmayan bir anlayış hakim. Bütçe denkliği uğruna halk sağlığından ödün verilmemelidir. Böyle indirgemeci bir yaklaşımı kabul edemeyiz.”
GÜNÜN SÖZÜ
CHP’de sular bir türlü durulmuyor.
Her gün yeni sorunla CHP çalkalanıyor.
CHP yönetilemiyor, CHP savruluyor.
‘Tarihi başarı’ ne oldu?
CHP ateşe mi sürüklendi?
Hal böyle olunca AK Parti kendisini mi toparlıyor.
Çıkış formülü karmakarışık!
CHP BU İSİMLERİ NİYE DEĞERLENDİRMİYOR
Bolu halkı uykuda. Gerçekleri göremiyor. İtiraz etmiyor. Eleştirmiyor. Karşı çıkmıyor. Magazinden kurtulamıyor. Bir dostumuz dedi ki: Belediye çalışanlarına çok aşırı maaşlar ödeniyor. Bunun mali bütçesi halkın cebinden alınıyor. Suyun en bol olduğu bölgede en pahalı su nasıl olabilir? Katı atık bertaraf bedeli, çevre temizlik bedeli, yol bedeli, bakım bedeli, emlak vergisi gibi adlarla sürekli fatura çıkarılıyor. Belediyeye son 25 yılda alınan personel sayısı nedir? Sınav neden yapılmıyor? Şeffaf olmak yasak mı? Konser zırtapozluklarına toplumun parası saçılamaz. Kitaba, bilime, fenne, eğitime para saçılmalı. 45 yıldır elektrik, elektronik ile ilgiliyim. Başka hiçbir kentte bu kadar paçoz, bu kadar sakil, bu kadar kitsch, bu kadar Arap şeyhi tarzı, bu kadar estetikten yoksun, bu kadar israfçı dış aydınlatmalar görmedim. Burası Las Vegas değil. Burası Tayland değil. Burası Lefkoşa kumarhanesi değil. Sokaklara bolca takılan yüksek güçlü led ürünler yüzünden halkın ayda en az 2 milyon TL parası çöpe gidiyor. Bunu arzu eden herkese hesap yoluyla kanıtlayabilirim.
Dünyanın en zengin Finlandiya, İsveç, Danimarka, Almanya gibi ülkelerinde tüm dış aydınlatmalar sensörlüdür. Sokaklar boşken yüzde 10 aydınlatma vardır.
Son üç günde Bolu’nun 10 kadar semtini dolaştım. Aydınlatma direklerinin perişan, yoz halinden utandım. Halkın parası bu denli hoyratça harcanmamalı. Belediyecilik bu değil. Demokrasi bu değil. Sosyal demokrasi bu değil. Müslümanlık bu değil. Kur’an-ı Kerim istismarı ile bir yere varılamıyor. Sahte TV kanallarına konuşmak adaleti geliştirmiyor. X adlı site ile lak lak etmek ilerleme sağlamıyor. Mercedes makam arabası ile caka satmak hangi insanlık kitabında yazıyor?
GÜNÜN SÖZÜ
“Sesine güvenip bağırarak konuşan gerçekte kendisine güvenmeyendir. Sesin yüksekliği söylenenin içeriğini haklı kılmaz. Konuşmak her şeyi söylememek becerisidir. Kendisiyle konuşan başkasıyla konuşamaz.” Yekta Güngör ÖZDEN
‘PROTEST KAHTALI MIÇE’ TÜRKÜ SÖYLEDİĞİM İÇİN HEP DAYAK YEDİMANTALYA
“Rahmetli Baykal’ın istifasından sonra yerine Sayın Kılıçdaroğlu’nun geçmesini arzu ettiğini, buna benim tanıklık yapabileceğimi yazmışsınız. Önce benim için yazdığınız güzel sözlere teşekkür ediyorum. Baykal’la ilgili sözünü ettiğiniz görüşmenin içeriğini 2020 yılında Remzi Kitabevi’nin yayımladığı ‘Baskılara Direnirken’ başlıklı siyaset anıları kitabımda anlatmıştım. (S: 408) Baykal istifasının ertesi günü Sn. Önder Sav’ı, Mustafa Özyürek’i, Yılmaz Ateş’i ve beni evine davet etti. Baykal bize ‘Partinin başına kim geçebilir?’ diye sordu. Biz partideki genel beklentinin kendisinin istifasını geri alarak Genel Başkanlık görevine dönmesi olduğunu söyledik.
‘Bu ihtimali düşünmeyin, ben ölseydim ne yapacaktınız? Aranızdan biri genel başkan olabilir’ dedi. Hiçbirimiz buna istekli değildik! Görüşmenin sonunda ‘Aranızda konuşun ve üzerinde mutabık kalacağınız bir arkadaşın ismini bana bildirin’ dedi.
Görüşmenin özü budur.
Baykal’ın bize şu veya bu arkadaşın genel başkan olmasını istiyorum yolunda bir sözü olmamıştır.”
BUKET MÜFTÜOĞLU NE DİYOR?
O dönemin PM üyesi Buket Müftüoğlu, dünkü bu gelişmeler sırasında Onur Bey’in bize gönderdiği açıklamayı okuduğunu belirterek “Sayın Onur Bey’in sözlerine katılırım. O süreci içerden ve yakından bilen ve tanık olarak PM üyeliğim sırasında bildiğim şeyler var. Ancak Kemal Kılıçdaroğlu’na destek olan bazı isimler tarafından kendisine genel başkanlık makamı yakıştırılırdı. Bütün bunları Mustafa Özyürek, Deniz Bey’in evinde, bir MYK toplantısında söyledi, hatta Genel Merkez’deki bir toplantıdan sonra çıkışta gazetecilere ‘Deniz Bey’in Kemal Kılıçdaroğlu’nu işaret ettiğini’ ifade ettiği iddiası ile bunun gündemde bir süre yer aldığını da ifade etmek isterim” dedi.
GÜNÜN SÖZÜ
Geçtiğimiz günlerde yazdığımız üç günlük değerlendirme yazısı sadece ilgi görmedi, kulislerin doğruluğu ortaya çıktı. Anlaşılan nisan ayına kadar aday yoklama kararı alan CHP’yi biraz daha fazla yazmaya çalışacağız.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, bir önceki Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın üst üste yaptığı konuşmalarda CHP kurultayına şaibe karıştığı iddialarına ‘niye cevap verilmedi’ tespitine karşılık, Erdoğan’ın Deniz Baykal ve kumpas iddialarına cevap vermemesini gerekçe gösterdi. Yani nispet yaptı, her zamanki gibi.
Üstelik gazeteci Nuray Başaran bir TV kanalında yaptığı açıklamada konuyu Kemal Kılıçdaroğlu ile konuştuğunu ve ‘Her zaman cevap verdim’ dediğini aktardıktan sonra şu tespitte fayda var:
Deniz Baykal ile ilgili iddiaları dile getirmek, hele hele CHP Genel Başkanı sıfatını taşıyan Özgür Özel’in işgal ettiği koltuğa yakışmadı. O sebeple karşı tezi hatırlatan bu sözlerin sadece Baykal’ın hatırasını değil, başta dünya beyefendisi Ataç Baykal ve Baykal ailesini de zedeleme ihtimali taşıyan bir söylem olduğunu galiba fark etmedi. Kaset skandalında yaşananlar Kılıçdaroğlu ile direkt ilgili değildir. Davalara konu oldu ve tarihe mal edildi bile.
BAYKAL: KEMAL’İ SEÇİN
Yaşananlar sırasında merhum Deniz Baykal sağdı. Bir gün bile Kılıçdaroğlu’nu suçlamadığı gibi, kaset skandalından sonra partinin başına dönmesi için kendisine başvuranlara, ‘Dönmem, gidin Kemal’i seçin’ diye net bir tavır sergiledi. Onur Öymen özü sözü doğru bir isimdir. Bu bilgiyi teyit edecektir. Kemal Bey de Baykal ile iyi ilişkiler kurdu. Çoğu bugün Özgür Özel’in yanında olan bazı isimlerin itirazlarına rağmen milletvekili adayı gösterdi. Danıştı, tartıştıkları görülmedi, duyulmadı, çağırdığında evine kadar gitti, sağlıklı bir diyalog kurdu.
Kurultayda ve İstanbul İl Kongresi’nde şaibe iddiaları ile kaset skandalı birbirine benzemez, birbirine benzemeyen tamamen zıt konular. Şaibe iddialarının muhatabı, Özgür Özel, İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik ve bugün yönetimde olan bazı CHP’li isimlerdir. Ekrem İmamoğlu da Kurultay Başkanı sıfatıyla konunun diğer muhatabıdır.
BAYKAL’IN NİYETİ
Hem sağlığını korumak hem de sigaraya ayıracağınız paradan tasarruf etmek ve de en önemlisi sigaranın vücudumuza vereceği (ölümcül hastalıklar dahil) zararları gidermek için harcayacağınız zamanı ve parayı sigarayı bırakmakla kazanırsınız.
Diyoruz da raflar ile çeşit çeşit sigaralarla dolu. Alıcıların çoğu gençler; özellikle üniversiteli öğrenciler. Tayyip Bey’in o kadar uyarısına karşın sigara satışlarının artması şaşırtıcı, neden mi?
Bir dönem daha geriye gidelim; 1920-30’lu yıllara. Bu yılların başında Edward Bernays, 1928’de ünlü kitabı ‘Propaganda’yı yayımladı. 1928’de iktidara gelen Başkan Hoover, “Tüketim, Amerikan yaşam tarzının motorudur” demişti. Seçildikten sonra da reklamcılara “İnsanlara satın alma arzusu yaratmakla sorumlusunuz” dedi.
“Tüketin, tüketin! Her şeyi tüketin!”
Bernays elitlerin yanındaydı. Toplumun zeki bir grup tarafından yönetilmesi gerektiğini savunuyordu. Cahil halk sürü gibiydi ve neyi nasıl yapacağı üst akıl tarafından belirlenmeliydi; emirler, elitlerin çıkarları doğrultusunda verilecekti. Halk güdülürken içgüdülerin kullanımı gerekirdi. “Bir ürün veya hizmetle halkın duygusal bağ kurmasını sağlayarak satışları arttırmak.” Bu fikir Amerikan elitlerini büyülemişti. “Halk artık ihtiyaçları için değil, arzularına göre satın almalı. İnançları ihtiyaç kültüründen arzu kültürüne doğru eğitmeliyiz. Amerika’da yeni bir zihniyet şekillendirmeliyiz. İnsanın arzuları, ihtiyaçlarını gölgede bırakmalıdır.”
Bunun için kadın dergileri çıkartmaktan tutun da film yıldızlarını reklamlarda kullanmaya, filmlerde ürün yerleştirmeye, mağazalarda düzenlenen moda şovlarında ünlülere istediği cümleleri tekrarlatmaya kadar birçok teknik denendi.
Duygular dahil her şey tüketilmeliydi!
Batmakta olan sigara sanayisi canlandırılmalıydı. 31 Mart 1929, New York’ta Paskalya geçit töreninde bir grup genç kadın garip bir hazırlık içindeydi. Beklenen işaret verildi ve sigaralarını ağızlarına götürüp gösterişli bir hareketle çakmaklarını çaktılar. Ağız dolusu duman, her birinden göğe yükseldi.
Kısa bir süre önce yapılan duyuruya göre, ‘Dışişleri Şehitleri Anıtı ve Anı Mekânı’ Çankaya ilçesinde yer alan Botanik Bahçesi’nin Çankaya Caddesi girişinde bir anıt ve anı mekânı olarak tasarlanacak.
Bu amaçla açılan yarışmanın duyurusunda, 1973-1986 yılları arasındaki dönemde yaklaşık 200 saldırının gerçekleştirildiği, 31’i diplomatlarımız ve aile mensupları olmak üzere 58 Türk ve 16 yabancı uyruklu insanın öldürüldüğü, yüzlerce kişinin de yaralandığı hatırlatıldı.
“Diplomatlarımıza yapılan bu saldırılar dünya diplomasi tarihinde kara bir sayfadır” denilen açıklamada anıtın mesajı şöyle anlatılıyor:
“Esasen bu saldırılar sadece diplomatlarımızı değil, dünya barışını ve insanlığın ortak değerlerini de hedef almıştır. Yalnızca ülkesini temsil ettiği için insafsızca katledilen diplomatlarımıza yönelik sistematik saldırılar, tarihi tek taraflı ve eksik okumanın, radikal söylemler ve nefretle birleştiğinde, ne kadar insanlık dışı sonuçlar doğurabileceğinin en vahim örneğidir.
Bu bağlamda, başkent Ankara’da inşa edilecek ‘Dışişleri Şehitleri Anıtı’ hem şehitlerimizin aziz hatıralarının yaşatılması hem de çarpıtılmış bir tarih okumasından beslenen aşırı milliyetçiliğin ve nefret söyleminin neden olduğu terörizmin kınanması ve bu konuda kamuoyunda farkındalık yaratılması bakımından önem taşımaktadır.”
YARIŞMA AÇILIYOR
Yarışmanın tüm tasarımcılara ve sanatçılara açık olduğu açıklandı. Duyurulan takvime göre, yarışma koşullarıyla ilgili soru sorma için son tarih 21 Şubat, yarışmaya kayıt ve teslim için son tarih de 28 Nisan olarak belirlendi. Jüri değerlendirmesi ise 10 Mayıs’ta başlayacak.
Jüri, büyükelçi ve heykeltraş /ressam
Prof. Dr. Orhan Tatar’ın açıklamasına göre içinden aktif fay hattı geçen ilçemiz de 400 civarındaymış. Belde ve köy bazına inildiğinde ise rakamlar 6-7 bin civarındaymış.
- Söz konusu il ve ilçelerdeki yüzlerce yıllık yerleşim bölgeleri, bu fay hatlarından neden uzağa taşınmıyor?
- Bu bölgelerde yapılan yeni binalar, bu risklere karşı, 1999 yönetmeliğine göre neden imar edilmiyor?
- Neden daha yüksek katlı binalar inşa ediliyor?
Umarım, güzel ülkemizde, yaşadığımız deprem felaketlerinden alınması gereken dersleri çıkartarak, acil önlemleri de en kısa sürede alırız. Karşılaşacağımız kesin olan deprem riskini, sadece yıllık ve yaşanan güncel anımsamalarla gündeme almak yetmez. Olası depremlere karşı, devletimizi ve yerel yönetimlerimizi de depreme karşı hazır hale getirmek için gereken uyarıları önceden yaparak, acil önlemleri de almamız gerekiyor. Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
GÜNÜN SÖZÜ
“Vatan, dürüst bir adam tarafından inşa edilir ve bir hain tarafından yok edilir.” Sümer atasözü
MESAJ PANOSU