Kazalardan sonra uzmanlar dediler ki “Radyoaktif etki yalnız, yakın coğrafyaya değil az çok bütün dünyaya yayılır”. Ukrayna’daki Çernobil, Japonya’daki Fukuşima gibi nükleer facia olmasa da bu yolun bitmeyen bir çilesi var: Santrallerde kullanılan uranyumun atıkları -atık uranyum- nereye gömülecek? Çin, bin metre gömdü yine de radyasyon etkisini azaltmıyor. Ama bir yerlere satıyorlar. Gaziemir’de görülen Çernobil benzerini istemiyoruz. Kim almış kim gömmüş?
RUSYA İLE NÜKLEER SANTRAL ANLAŞMASI
Dört adet konteynerin eş güvenliğinde olması gerektiği, Akkuyu Antlaşmasında bulunmuyor. Bu konu Rosatom’la görüşülmeli ve Castor eş güvenliği ilgili testlerle kanıtlanmalıdır. Ayrıca, kullanılmış yakıt elemanlarının Rusya’ya hangi yol/güzergâhla götürüleceği de anlaşmada bulunmuyor. Olabilecek bir kaza veya terör saldırısı durumunda etkilenecek olan Türk halkı ve kentleri olacağından, koruyucu önlemlerin şimdiden planlanması çok önemlidir.
Özellikle İstanbul’un güvenliği için, herhangi bir olaya karşı ön önlem olarak, Boğazların güzergâh olarak seçilmemesi düşünülmelidir. (HBT: 463 07 Mart 2025 S: 15–Yüksel Atakan Dr.) (http://www.akkuyu.com/tr )
Bu atıkları Akkuyu’dan nereye götürecek Rusya? Boğazlardan geçirmesin! Denize de bırakmasın.
Anlaşma yapılırken bizim heyette bulunanlar elektrik fiyatına kadar her şeyi düşünmüşler ama asıl sorunu dikkate almamışlar.
Alaettin HACIMÜEZZİN - İzmir Çevre Gönüllüleri Platformu (İZÇEP)
GÜNÜN SÖZÜ
Koleksiyonundan yaklaşık 300 kitabın merkezinde olduğu, Batı edebiyatının kurmaca yapıtlarındaki İstanbul temsilcilerine odaklanan Meşher’in yeni sergisi ‘Hikâye İstanbul’da Geçiyor’ hakkında Ömer M. Koç ne diyor? Haftanın altı günü, İstiklâl Caddesi’ndeki adresinde ücretsiz gezilebilen Meşher, bu kez Ömer M. Koç koleksiyonundaki ‘İstanbul’ ağırlıklı 300’ü aşkın nadide kitabı, çağırdığı nice harita, film karesi, çeviri, küpür, koleksiyon nesnesi ve türlü ses kaydı eşliğinde ilk kez bir araya getirdi. Şeyda Çetin ve Ebru Esra Satıcı küratörlüğündeki ‘Hikâye İstanbul’da Geçiyor’ sergisi, temmuz ortasına kadar açık kalacak. İstanbul tutkunu ve senarist, yazar, eleştirmen merhum Selim İleri’nin kentte hatıraları ve ilk kez açıkladığı film projesiyle İstanbul’a son kez selam verdiği etkinlik, 1600’lü yıllardan 2024’e dek çeşitlenen kitapların çağırdığı filmler, sohbetler ve sergideki orijinal eserlerin Türkçeleri ile oluşturulan seçme ‘okuma odası’ ile de zenginleşiyor.
EVRİM ALTUĞ RÖPORTAJI
İstanbul Beyoğlu’nda haftanın altı günü açık olan ve Vehbi Koç Vakfı’nca (VKV) kurulan kültür-sanat mekânı Meşher, kapılarını bu kez de İstanbul ve ‘Küçük Asya’-Anadolu’nun kültürel, politik, toplumsal ve estetik tarihine odaklamış, yüzlerce kitap ve kültürel nesneyi buluşturan özel bir sergiye açtı. Salı-pazar arası 11.00 ve 19.00 arası görülebilen sergi, resmi tatiller, dini bayramlar ve yılbaşı dışında yine tümüyle ücretsiz. Direktörlüğünü Nilüfer H. Konuk’un üstlendiği mekânda, sergi eşliğinde sunulan yeni gösterim alanı ve İstanbul’u ‘okuma’ salonuyla da çeşitlenerek 13 Temmuz’a kadar yer alacak ‘Hikâye İstanbul’da Geçiyor’ sergisi, Ömer M. Koç Koleksiyonu’ndan yola çıkarak yapının üç katına yayılıyor.
Etkinlik, 16. yüzyıldan bugüne türlü biçim, üslûp ve tasarımdaki ‘İstanbul’un peşine, koleksiyondan derlenen, 1600’lü yıllardan 2024’e taşan yaklaşık 300 özgün eserle düşüyor. Sergide, özel gün ve saatlerde rehberli turlarla izlenebilecek çoğunluğu edebi eserlere, küratörler Şeyda Çetin ve Ebru Esra Satıcı’nın titiz araştırmaları sonucu çeşitlenen pek çok obje, nota kitapçığı, biblo, desen ve film afişi gibi kültürel ve sosyal unsurlar da refakat ediyor.
Ömer M. Koç, Milliyet Sanat’ın Mart 2025 sayısı için Evrim Altuğ’a verdiği röportajda hem sergiye hem de koleksiyonuna dair soruları yanıtladı. Sergi, beraberinde büyük boy, yaklaşık 360 sayfalık özel bir koleksiyon kataloğunu da taşıyor. Meşher’deki sergi yayınında, ayrıca sırasıyla Zeynep Çelik, Şeyda Çetin, Ebru Esra Satıcı, Kaya Genç, Melis Behlil gibi kalemlere ait metinler de kayda geçiyor. Ancak etkinlik ve yayının, içeriğinde 8 Ocak’ta yitirdiğimiz Kadıköy doğumlu İstanbullu yazar, senarist ve eleştirmen Selim İleri’ye ait ‘Ölümsüz İstanbul’ metniyle de benzersiz bir değer kazandığı görülüyor.
GÜNÜN SÖZÜ
- Kendi inancınıza karşı yapılan saygısızlıkları dile getiriyorsunuz ama öte yandan kendiniz, Türkiye’nin 4’te 1’inin sahip olduğu inanca saygısızlık ediyor ve yok sayıyorsunuz.
- Çocuklarımız sırf Alevi oldukları için mülakatlardan eleniyor, öğretmenleri tarafından ayrımcılığa maruz kalan çocuklarımız da var.
- Alevi oldukları için kamuda üst düzey yönetici olamıyorlar, mobbinge maruz kalıyorlar.
- Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanımız Sn. Seher Şengünlü Yılmaz’a dernekte almış olduğu bir görevden alma kararı yüzünden disiplin cezası uygulanıp hapis cezası veriliyor. Üstelik ceza kararı mahkemeden önce alınmış ve verilmiş. Bu karar hukuk dışıdır.
- Sultangazi’deki Pir Sultan Abdal Cemevi Başkanımız Zeynal Odabaşı, 5 yıl hapis cezasıyla yargılanıyor. Ve cemaatimizin icraya verildiğinden haberdar mısınız?
- Hacı Bektaş-ı Veli Türbesi’nin de içerisinde bulunduğu Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı’nın, yani Serçeşme’nin müze statüsünden çıkarılarak, tarihi dokusu bozulmadan halkımızın ziyaretine, Cem ibadetimize ve Alevilere iade edilmesini talep ediyoruz. Tıpkı Ayasofya’nın müze statüsünden çıkarılması gibi.
- Ayrıca bizim köylerimizin yollarını yapın artık. Gelin, Aleviler olarak bizlerin bu çeşit yurttaşlık taleplerini hep birlikte çözüme kavuşturalım.
GÜNÜN SÖZÜ
Bisikletle ya da yürüyerek şehrin etrafını sık sık dolaşıyorum. Tarlalar birer birer lüks villalara dönüşmekte. Bu doğa katliamına sağcı, solcu, liberal, sosyalist, komünist, faşist siyaset ağaları sessiz kalıyor.
Abant, Gölcük, Yedigöller, Aladağ gibi pırlanta beldelerde bilime, çevreye aykırı binlerce beton yapılar mevcut.
Siyasi derebeyleri ile yoğun irtibatı olan zatlara orman arazileri 49 yıllığına kiralanıyor. Buraları kapanlar ağaçları çaktırmadan öldürüyorlar. Oteller, tatil köyleri vb. her yeri sardı.
Turizm işi yapanların yüzde 99’u deterjanları, yanık yağları, foseptikleri, çöpleri arıtmadan derelere veriyorlar. Bunlar Gölköy Baraj Gölü’ne ulaşıyor. Oradan evlerdeki çeşmelerden kanser yapıcı olarak insanların bedenine akış söz konusu.
Çevre cinayetlerine hayır diyen vali ve kaymakamlar, feodal siyaset dayıları tarafından anında tayin ediliveriyor...
“Çevreciyim, çağdaşım, ilericiyim, modernim, ağayım, feodalim, lümpenim, sonradan görmeyim, kayıtdışı işler yaparım, vergiden kaçınırım” diyenlerin çoğu 15-30 milyonluk iri villalarını tarlalara kondurmaktalar. Okçular, Sağlık, Kılıçarslan gibi mahallelerde Ortadoğu ülkelerinin kara paracı, karanlık tosunlarının villaları da yoğun olarak var. 4-5 eşli, 10-20 çocuklu bu tiplere vatandaşlık da verilmiş halde.
Kuveytli bir elektrik mühendisi ile tanıştım 2 yıl önce. 3 hanımı var. Bursa, Sapanca ve Bolu’dan ev almış. Lüks içinde sefa sürüyor. Beyni Türkleri cani olarak gören bilgilerle örülü. Okul ders kitaplarında bizi katil, İngilizleri mübarek insan olarak okumuş.
Tarlalara olan saldırıyı durdurmak için 4-5 kat sınırı değiştirilmeli. Japonya’da daha şiddetli depremler oluyor ama 50-100 katlı binaları var. Bilim ile depreme dayanıklı binalar üretilebiliyor.
“Eskiden, Güneydoğu’da bir Kürdistan kurulması düşünülüyordu. Şimdi amaç sulara el koymak olunca, Dicle-Fırat havzasını oluşturan tüm Doğu Anadolu’ya göz koydular. Hatta Gürün’de Tohma Çayı ile birleştirecekleri Kızılırmak’ın Fırat’a bağlanmasından ve böylece Sivas’tan Hatay’a kadar olan bölgenin Türkiye’den koparılmasından, dahası buna Çukurova’nın eklenmesinden bile söz ediliyor.
İşte asıl amaç bu. Yoksa Kürtler Siyonistlerin ve emperyalistlerin umurlarında değil!..
Birinci Dünya Savaşı’nda, İngiltere Arapları kışkırtarak Osmanlı’yı parçalamak isterken, ona uşaklık yapan Peygamber’in torunu Şerif Hüseyin, “Büyük Arabistan Kralı” olmayı düşlüyordu. Fakat İngiltere, Osmanlı’yı yıktıktan sonra, cetvelle sınırlar çizerek 10’un üzerinde küçük devletçik oluşturdu. Çünkü ‘böl, vuruştur ve yönet’ politikası bir büyük devlet değil, birbirleriyle didişecek birçok küçük devlet oluşturulmasını gerektiriyordu. Zavallı Şerif Hüseyin Arabistan Kralı bile olamadı!..
Aynı politika gereği, çok konuşulan ‘Türkiye, Suriye, Irak, İran Kürtleri’ birleştirilerek Büyük Kürdistan’ın kurulmasına da izin verilmeyecektir. Hatta 4’ten de çok devletçik oluşturulacaktır. Örneğin, Irak Kürdistan’ının Barzanistan ve Talabanistan olarak ikiye bölünmesi olası. Sonuçta Siyonist emperyalistler bereketli Mezopotamya topraklarında sulu tarım yaparak insanları kontrolleri altına alıp ‘Dünyanın Efendisi’ olacaklar, bu bölgede yaşayan Türk, Kürt, Arap, Alevi, Sünni vs. tüm insanlar ise onların ırgatı olacaktır.
Ayrıca hiçbir bölünme iç savaş çıkmadan gerçekleşmemiştir. İç savaş demek büyük acılar demektir. Buna Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Afganistan’da tanık olduk.
Bugün Kürtler Güneydoğu’dan çok İstanbul’da, İzmir’de ve diğer Batı illerinde yaşıyor. İç savaş çıkınca en büyük acılar buralarda yaşanacaktır. Onun için sözde barış masallarına kanarak yüz yıllardır var olan gerçek barış ve huzur ortamının bozulmasına izin vermeyin.
Dizayn edilmiş partilere güvenmeyin.
Tek kurtuluş, sizin ‘azim ve kararınız’ olacaktır!..”
“Örgütün kurucusu olduğu için ‘sözünün dinlendiği’ öne sürülen bölücübaşı, 1999’da da PKK’lılara “Silahları bırakın” demiş ama o zaman kimse takmamıştı! Bu durumda örgütün gerçek kurucusu bölücübaşı değil de başkası olmasın? Şimdi istek, perde arkasındaki kurucudan geldiği için mi her şey istenildiği gibi gelişti? Bu sorunun yanıtını bulabilmek için ‘Tarih Baba’nın tozlu sayfalarını karıştıracak olursak, PKK’nın bölücübaşı tarafından değil çok daha önce, işgal yıllarında İngiltere tarafından “Kürt Teali Derneği” adıyla kurdurulduğunu öğreniriz. İngiltere, bunun yanında “İngiliz Hayranları (Muhipler)” ve “İslam Teali” adlı iki dernek daha kurdurmuştu. Emperyalistler, Kurtuluş Savaşı yıllarında, bunları kullanarak birçok isyan çıkarttı. Hatta özel bir ordu (Kuvayı İnzibatiye) oluşturarak Kuvayı Milliyecilerin üzerine saldırttı. Kurtuluş’tan sonra da Sevr’i diriltmek için isyanlar çıkartarak Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya çalıştı.
Atatürk zamanında isyanların hepsi kısa sürede tepelendi. Atatürk’ten sonra Türkiye emperyalistlere teslim olunca işler değişti.
Emperyalistlerin patronluğunu İngiltere’den devralan Amerika, Soğuk Savaş yıllarında, Sovyetlere karşı ileri karakol olarak kullandığı için Türkiye’yi bölme işini erteledi. Fakat Cumhuriyet’in altını oymak üzere örgütleme ve planlama çalışmalarını sürdürdü. Bu iş için Adana Konsolosluğu’nda, gerçekte CIA ajanı olan bir konsolos yardımcısını görevlendirdi. Bu kişi, günlerini Adana’dan çok Doğu ve Güneydoğu’da geçiriyor ve buralarda bölücü odaklar oluşturmaya, bunlar arasında eşgüdüm sağlamaya çalışıyordu. Bunun yanında, Cumhuriyet karşıtı İslam Tealici gericileri ve Muhipleri de örgütlüyordu. MİT’i ele geçirmişlerdi. Ayrıca ünlü Siyonist Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın açıkça söylediği gibi “hem iktidarı hem de muhalefeti istedikleri şekilde düzenlemiş (dizayn etmiş)” oldukları için bu işleri kolayca yapıyorlardı. Bu arada İsrail kurulmuş ve CIA, MOSSAD gibi becerikli bir ortak kazanmıştı!...
*
Sovyetler yıkılınca Ortadoğu’yu yeniden düzenlemek ve Sevr’i yaşama geçirme zamanı geldi. Bu amaçla Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) hazırlandı! Projeye bahane bulmak için, New York’taki İkiz Kuleler’e saldırı düzenleterek 5 bin yurttaşlarını öldürmekten çekinmediler. Bunu Müslümanların üzerine atan Başkan Bush, “Bu bir Haçlı seferidir” diyerek Afganistan’a saldırdı. Ardından Irak, Libya ve Suriye parçalandı. İşin ilginç tarafı, Haçlı seferine diğer Müslüman ülkelerin yardımcı olmasıydı. Kimi eşbaşkanlık görevi yaptı. Kimileri de Amerika’nın savaş giderlerini karşıladı!...
BOP’ta sıranın İran ve Türkiye’ye geldiği düşünülürken, küresel ısınma ile su petrolden daha değerli olunca, Siyonist-emperyalist ortaklığının “Mezopotamya Projesi” adlı yeni bir proje hazırladıkları öğrenildi.
Deniz suyunu arıtarak çölde topraksız tarım yapan Siyonistler, “Bereketli Hilal” denilen Mezopotamya topraklarını Doğu Anadolu’nun suyu ile buluşturarak, “Petrolü kontrol ettiğinde devletlere, besini kontrol ettiğinde insanlara egemen olursun” diyen Kissinger’ın ruhunu sevindirip, dünyaya egemen olacak ve 2000 yıllık rüyalarını gerçekleştireceklerdi!”
Yarın: Sivas’tan Hatay’a kadar olan bölgenin koparılması...
Yayladağı Sınır Kapısı üzerinden gönderilen üç tır dolusu gıda yardımı, savaşın gölgesinde yaşam mücadelesi veren Çerkeslere umut oldu.
KAFFED heyeti, geçtiğimiz günlerde, 3-7 Ocak tarihlerinde Suriye’ye giderek sahadaki ihtiyaçları yerinde inceledi. Şam’da, Türkiye’nin Şam Maslahatgüzarı Büyükelçi Prof. Dr. Burhan Köroğlu ile görüşen heyet, insani yardımın yanı sıra Türkiye-Suriye ilişkilerine katkı sağlama misyonunu da vurguladı. KAFFED Genel Başkanı Ünal Uluçay, kampanyanın yalnızca bir yardım faaliyeti değil, aynı zamanda iki ülke arasında bir dayanışma köprüsü olduğunu belirtti.
Öte yandan, KAFFED Suriye Çerkeslerine Destek Komisyonu üyesi Selva Aksoy, İsrail’in kontrolündeki Kuneytra bölgesinde yaşayan Çerkesleri ziyaret ederek bölgedeki temel ihtiyaçları tespit etti. Tüm bu değerlendirmeler doğrultusunda, Suriye Çerkeslerinin karşı karşıya olduğu zorlukları hafifletmek amacıyla kampanya başlatıldı.
RAMAZANDA YARDIMLAR SÜRECEK
KAFFED, kampanyanın ramazan ayı boyunca devam edeceğini duyurdu. Toplanan yardımlar, Suriye Çerkes Hayır Derneği aracılığıyla ihtiyaç sahiplerine ulaştırılacak. KAFFED heyeti ayrıca Suriye rejimi yetkilileriyle de temaslarda bulunarak, tüm Suriyelilerin barış içinde yaşayabileceği adil bir düzenin önemine dikkat çekti.
Ünal Uluçay, kampanyaya destek veren tüm hayırseverlere teşekkür ederek, “Suriye Çerkesleri ile bağlarımızı güçlendirerek sürdüreceğiz. Bu dayanışmaya katkı sağlayan herkese minnettarız” ifadelerini kullandı.
Sonuç mu? Türkiyesiz bir şey olmuyor!
GÜNÜN SÖZÜ
Edip Akbayram dostumuzun bu sözü iki gündür haberlerde ‘damga’ oldu. Yazı böyle başlasın istedim. Cenaze törenini önceki gün yazacaktık, ama tören yaklaşık 6 saat sürdüğü için bugüne bıraktık. 11.00’de İBB Cemal Reşit Rey Konser salonundaki törende ailesi ve sevenlerinin yanı sıra Ekrem İmamoğlu, Zülfü Livaneli ve sanat dünyasından çok sayıda isim vardı. Törende ilk olarak Nebil Özgentürk tarafından hazırlanan Edip Akbayram’ın hafızalara kazınmış şarkıları, türküleri ve marşlarının sözleriyle bağlantılı belgeseli gösterildi. Livaneli, “Akbayram, adı gibi edip bir insan altını çizdi ve namuslu yaşayanların belki de en başındaydı. Hayatında hiçbir lekesi olmadı” dedi. Törende eşi Ayten Hanım, oğlu Ozan, kızı Türkü ve torunu Lavin de vardı.
En önemlisi de onun Antalya’daki dostlarının cenazeyi düzenlemesiydi; Ramazan Aslan, Abdullah Keleş, Kadir Dursun, Bülent Ecevit, Salih Uçar, Dursun Gündoğdu’nun eşi Nezaket Gündoğdu aksaklıkları anında giderdiler. Avanos’taki yakınları da gelmişlerdi. Belediye Başkanı Mustafa Kenan Sarıtaş’ın da çelengini gördük. Her üç mekânda, Karacaahmet Mezarlığı da dahil olmak üzere bağış yapılmış yüzlerce çelenk vardı. CHP’li grup başkanvekilleri, İBB’den üst yöneticiler ve ilçe belediye başkanlarından gelenler ile Sol Parti ve bazı sol gruplar da dikkat çekti. Cenazeden sonra Akbayram ailesinin Moda’daki evinin yakınındaki kafeteryada konuklar ve komşuları ağırlandı.
Bir siyasetçi, Teşvikiye Camisi’ndeki tören için “Bu son yıllarda sol grupların ağırlıklı katıldığı cenaze töreni, Edip Akbayram’ın cenazesi oldu” dedi. Kendisini sevenler de üç mekânda hazır bulundular.
Kendilerini ya da isimlerini gördüğümüz isimleri de aktarmak istiyoruz:
Fazıl Say, Zülfü Livaneli, Volkan Konak, Hüseyin Turan, Onur Akın, Nilüfer, Müjdat Gezen, Selami Şahin, Zuhal Olcay, Suavi, Kubat, Erol Evgin, Mazlum Çimen, Engin Evin, Ferhat Tunç, Nur Sürer, Gülben Ergen, Rutkay Aziz, Ferhat Göçer, Hülya Süer, Şanar Yurdatapan, Melike Demirağ, Cahit Berkay, Sümer Ezgü, Ahmet Selçuk İlkan, Berhan Şimşek, Menderes Samancılar, Halil Ergün, Nezih Berktaş, Bülent Fortan, Dr. Gürbüz Çapan, Onuncu Köy Derneği, Fermani Altun, Most Prodüksiyon, Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu, Kemal Kılıçdaroğlu, Mansur Yavaş, Muharrem İnce, Doğu-Şule Perinçek, Filiz Otyam, Derya Şensoy, YÖN Radyo, Bakan Mehmet Ersoy, Deniz Gezmiş Vakfı ve ailesi, Orhan Keçeli ve çocukları, Milletvekilleri Gülizar Biçer Karaca, Sezgin Tanrıkulu, Aylin Nazlıaka.
Bu arada gözler Orhan Gencebay ve Arif Sağ’ı aradı. Mahsun Kırmızıgül mazeret bildirdi.