Selim Türsen

Aman ‘Mobil Rönesans’ çağını kaçırmayalım

22 Ocak 2013

Geçen hafta Capital Dergisi’nin İzmir’de ödül töreninde Vodafone’un en üst düzey yöneticisi Serpil Timuray’ın verdiği çok önemli mesajlar dikatimi çekti. Timuray’a göre dünya yeni bir Rönesans devrine girmişti. Bunun adı ‘Mobil Rönesans’tı.
Mobil Rönesans çağında artık iletişim sesten veriye dönüştüğü için finanstan tarıma, sağlıktan eğitime iş ve özel yaşamımızda mobil cihazlar bilgisayarların bile yerini almaya başlıyor. Artık  e–ticaretten sonra  mobil ticaret, m-tarım, m-finans, m-sağlık, m-eğitim gibi her işin akıllı telefonlanla yapıldığı yeni bir çağa adım atmış bulunuyoruz.
Belki günlük yaşamımızda farkında değiliz ama Timuray’ın verdiği bilgilere göre 2012 yılı itibariyle dünya nüfusunun neredeyse 10 katı, tam 50 milyar makine birbirine bağlanmış. Türkiye’de mobil teknoloji kullanımındaki bir birimlik artış ekonomiye 1.8 birim büyüme olarak katkı yapıyormuş. Bu sonuç, bilişimin yoksulluğun bile ilacı olacağı anlamına geliyor. Geleceği başkalarından önce yakalamanın rekabet gücünü artırdığını biliyoruz. O nedenle dünyanın yeni düzenine bir an önce ayak uydurmakta yarar var.
Törende, iş dünyasının vizyonu açısından bence çok önemli bir ödülün İzmir’e geldiğini öğrendik. Vodafone’un yeni bir ürünü olan Vodafone Locate’ı Türkiye’de ilk kez Yaşar Holding kullanmış. Bu öncülüğü nedeniyle gruba ‘Yenilikçi Uygulama Ödülü’ verildi. Grup bu ürünle mobil dağıtım ekiplerini özel bir cihaza ihtiyaç duyulmadan uydu haritaları üzerinden çok hassas verilerle yönlendirme imkanına kavuşuyor. Hem verimliliği hem de rekabet gücü artıyor.  Ege Orman Vakfı’na da orman yangınlarını önceden tespit eden erken uyarı telemetri sistemini kullanmaya başladığı için özel ödül verildi.
Teknolojide ilklere yapılan bu yatırımların Türkiye’de ilk kez İzmir’den çıkması önemli ve umut veren bir gelişme. Mobil Rönesans çağına İzmir erken ayak uydurursa kaybolan yıllarını çok daha hızlı geri alacağına şüphe yok.

İzmir’deki çılgın dahiAHMED Adnan Saygun Kültür Merkezi’ndeki Dali sergisi, bu çılgın dâhinin eserleri hakkında fikir verebilmesi açısından iyi bir etkinlik olmuş. Birkaç ay önce Barcelona’ya trenle yaklaşık 2 saatlik uzaklıktaki Dali’nin doğduğu köy olan Figueres’e gitmiştim. Bugün Dali Müzesi olan, sanatçının ilk sergisini  açtığı eski belediye binası dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçilerle dolup taşıyordu.

Yazının Devamını Oku

Haydi gençler siyasete

16 Ocak 2013

Başkan Aziz Kocaoğlu, kendisini ziyarete gelen genç işadamlarının derneği EGİAD’ın üyelerine siyasete girmeleri çağrısında bulunmuş. Bence çok önemli bir çağrı. Siyasette ve siyasetçilerde kalitenin artması ülke yönetiminin de kalitenin artmasını beraberinde getirir.
Ülkeyi yönetenleri, muhalefetteki siyasi partilerin yöneticilerini eleştirmek kolay. Zor olan, onların yerinde olmak. O nedenle gençler, Kocaoğlu’nun çağrısına cevap verip ülke yönetiminde görev almaya talip olmalılar. Eğer kendilerinden önceki kuşakların hatasına düşüp siyasetle uğraşmayı küçümserlerse yarın o beğenmedikleri insanların başlarına geçip hayatlarını, yaşam tarzlarını etkileyecek kararlar verdikleri zaman söyleyecekleri bir şey kalmaz.
Tabii buna karşılık siyasi partilerin de şeffaf ve gençlerin önünü açacak bir yapıda olmaları gerekir. Çeşitli ayak oyunlarıyla daha başlangıçta gençlerin şevki kırıldıkça partiler büyük bir enerji kaybına uğruyor ama bunun farkına varamıyorlar. Ne zaman ki sandık başında hezimetler yaşanmaya başlanıyor o zaman gençlerin değeri anlaşılıyor. Ama o zaman da iş işten geçmiş oluyor. Yakın tarihte örnekleri bolca mevcut.

En kötüsü bitti

GÜZEL haber Avrupa’dan geldi. Avrupalı liderler ekonomik krizde en kötü günlerin geride kaldığını açıkladı. Alman Maliye Bakanı borç krizinin aşıldığını, artık finansal yapıyı sağlamlaştırıp ekonomiyi büyüterek işsizliği azaltacak politikalara yoğunlaşacaklarını söyledi.
Alman Bakan, dağıldı dağılacak denen Avrupa Para Birliği için en kötü günlerin geride kaldığını açıkladığı sırada İzmir’de de ihracat rakamları açıklanıyordu. Buna göre 2012 yılında en fazla ihracat yine Almanya’ya yapılmıştı. Ege’den geçen yıl 223 ülkeye 17 milyar 457 milyon dolarlık ihracat yapılmış. Bunun yarısı, 8.5 milyar dolarlık bölümü İzmirli firmaların ihracatı. Hemen ardından Manisa’nın ihracatı ise 4.3 milyar dolar.

Yazının Devamını Oku

Biz hala kendimizi köylü sanıyoruz

15 Ocak 2013

İLKOKULDAN üniversiteyi bitirdiğimiz 70’li yılların sonuna kadar “Türkiye, nüfusunun yüzde 60-70’i köylerde yaşayan bir tarım ülkesidir” diye öğrettiler bize. Halbuki, 60’lı yılların ortalarından itibaren sanayileşme hamleleri hızlanmış, buzdolabı, çamaşır makinesi, otomobil fabrikaları kurulurken bunların ihtiyacı olan işgücü de köylerden kentlere göç etmeye başlamıştı. Ancak göç eden kitleler genellikle gecekondu ağalarının işgal ettiği Hazine arazilerindeki gecekondularda yaşadıkları için nüfus kayıtlarında hala köy nüfusunda görünüyorlardı. Zaten o zamanlar bilgisayar filan da olmadığı için kimin nerede olduğu belli değildi. Bu durum 80’li yıllarda gecekondu sahiplerine tapu verip artık kentli oldukları resmileşinceye kadar devam etti.
Ama et ve süt fiyatlarının yüksekliğinden anlaşılan o ki, Türkiye’de tarım politikaları hala nüfusun yüzde 70’i köylerde, yüzde 30’u şehirlerde yaşıyormuş gibi yapılıyor. Devletin izlediği bu politikaların sonuçları ise çok vahim. Avrupalılar eti, sütü Türkler’den yüzde 30 daha ucuza alıp yüzde 40 daha fazla tüketiyorlar.
Ege ve İzmir, tarım ve hayvancılıkta Türkiye’nin önde gelen bölgesi olduğu için bu konuda yapılan bütün araştırmaları yakından takip etmek zorunda. Araştırmalarına en önem verdiğim kurumlardan biri olan TEPAV’ın Direktörü Güven Sak, Türkiye’de et ve sütün neden pahalı olduğuna dair alışılmışın dışında analizler yaptı geçen hafta. Türkiye’de artık nüfusun yüzde 75’inin kentlerde, köylerde sadece yüzde 25’inin yaşadığını söyleyen Sak, buna karşılık hala 1950’li yılarda tasarlanmış tarım politikaları uygulanmaya çalışıldığını söylüyor. Sanki dünya yerinde duruyormuş gibi 60 yıl öncesinin politikaları uygulanınca et de pahalı oluyor, süt de.
Nedeni belli olmayan kotalar ve kısıtlamalar gibi birçok yanlış politikayla işletmeler büyütülemediği için üretimin yetersiz kalması, Avrupa’da en uzak 90 kilometre mesafeden işletmelere süt temin edilirken, Türkiye’de bu mesafenin 650 kilometreye kadar çıkarak maliyetlerin artması, devletin yem politikaları gibi pet çok neden pahalı et ve sütün ana kaynağı olarak gösteriliyor.
Devletin tarım politikalarını belirleyenler Türkiye’yi hala nüfusunun büyük bölümü köylerde yaşan bir ülke zannetse de artık 2013 yılındayız ve tarım politikaları nüfusunun yüzde 75’i şehirlerde yaşayan nüfusa göre belirlenmek zorunda. Aksi takdirde sağlık ve zekanın en önemli protein kaynaklarından et ve sütü Avrupa’ya göre yüzde 40 daha az tüketen toplum olmaya devam ederiz.
Cumhuriyet’in 100’üncü yıldönümü 2023 yılı için büyük projeler hazırlandığı Türkiye’de insanların koyun gibi bir toplum olmamızı herhalde ülkesini seven hiçbir yönetici istemez.

İzmir öncülük yapmalı

Yazının Devamını Oku

Yenilikçi İzmir’e yenilikçi AKP

11 Ocak 2013

ÇARŞAMBA günü yayımlanan ‘İktidarın kara sevdası İzmir’ başlıklı yazım üzerine Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay aradı. Hafta sonu İzmir’de AK Parti’li gençlere hitaben yaptığı konuşmasından alıntılar yaparak yaptığım değerlendirmelere katıldığını, ama bir cümleye itirazı olduğunu söyledi.
“Hangi cümleye itirazınız var sayın Bakan?” diye sorduğumda, “Ben Türkiye’de bütün milliyetçi hareketler İzmir’de şekillendi değil, bütün ‘yenilikçi’ hareketler İzmir’de şekillendi demiştim” dedi. Sonra da, “Demokrat Parti hareketi, 27 Mayıs’a tepki, Ecevit hareketi, Özal hareketi önce İzmir’den gelişmiştir. AK Parti de yenilikçi bir parti olduğu için yenilikçi İzmir’in partisi olacaktır” dedi. Böylece, “AK Parti hareketi bu seçimde İzmir’i kazanamazsak bunu kime nasıl anlatacağız” sözlerine daha bir açıklık getirmiş oldu.
Aslında Günay’ın konuşmasından alıntı yaptığım zaman benim de dikkatimi çekmişti, “Milliyetçi hareketler İzmir’de başlar” sözü. Ama bunun haberin yazılışında bir deşifre hatası olduğuna ihtimal vermemiş, Kurtuluş Savaşı’nda ‘İlk kurşun ve Hasan Tahsin’le bağlantılı olabileceğini düşünerek üzerinde fazla durmamıştım. O konuşmada benim en çok ilgimi çeken, okuma yazma oranı düşük olan yerlerden oy olmayı yeterli görmedikleri sözüydü. Bununla ilgili değerlendirmemde, AK Parti’nin ekonomik nedenlerle hızla yön değiştirebilen yüzer gezer oylara güvenmediği için Türkiye’de sağın kalıcı partisi olabilmek için İzmir’in oylarını önemsediğini belirtmiştim. Zaten Bakan Günay da tek bir cümle dışında yazıma katıldığını söylüyordu.
Demokrat Parti’nin, Adalet Partisi’nin ortada kalmış seçmenlerini kucaklayarak gerçek bir sağ parti olmayı hedefleyen AK Parti için İzmir’in oyları sayı olarak değil ama manevi olarak İzmirli seçmenlerin tahminlerinden çok daha önemli.

Yazının Devamını Oku

İktidarın kara sevdası İzmir

9 Ocak 2013

YEREL seçimlere 15 ay kala yapılan açıklamalardan, iktidarın İzmir’i kazanmayı gurur meselesi haline getirdiği anlaşılıyor. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay hafta sonu genç AKP’lilere, “Türkiye’de bütün milliyetçi hareketler İzmir’de şekillendi. 27 Mayıs’a karşı tepki yine İzmir’de şekillendi. Özal hareketi de burada başarılı oldu. Şimdi AK Parti hareketi olarak bu seçimde İzmir’i kazanamazsak bunu kime nasıl anlatacağız” diyordu.
İzmir’in AK Parti için adeta kara sevda haline geldiğini, Günay’ın, “Bu hareket okuma yazma oranı düşük yerlerden oy almayı yeterli göremez. İstanbul, Ankara’yı yönetebiliyorsak; İzmir, Antalya, Aydın, Balıkesir’i bugünden çok daha iyi yönetiriz. Şimdi hedef budur. Bundan sonra genel merkezin tüm imkanları emrinizde” sözlerinden iyice anlıyoruz.
Ancak Bakan Günay’ın konuşmasındaki okuma yazma oranı düşük yerlerden oy almayı yeterli görmedikleri ifadesi daha da dikkat çekici. AK Parti’nin yüzer gezer oylar diyebileceğimiz okuma yazma oranı düşük kesimlere fazla güvenmediği anlaşılıyor. Çok da haksız değiller. En büyük kaygıları ekonomik olarak ayakta durabilmek olan bu kitleler ideolojik olarak hareket etmeyip işler biraz bozulduğu anda başka partilere dönebilir. O nedenle AK Parti’nin kendini eğitimli kitlelere daha iyi tanıtıp bu kesimin sağlam desteğini almayı, sağın kalıcı bir partisi olmayı hedeflediği anlaşılıyor.
Genel Merkez’in tüm imkanlarını sunması hizmet ve yatırım için iktidarın tüm olanaklarını seferber edeceği anlamına gelir ki, şüphesiz bundan İzmirliler kazançlı çıkar. CHP’de ise İzmir’in kaybedilmesi durumunda Kılıçdaroğlu’nun başkanlıktan inmesi dahil büyük depremler yaşanabilir. O nedenle ana muhalefet partisinin de tüm olanaklarını İzmir için seferber edeceğinden emin olabiliriz.
Anlaşılan, 2013 ve 2014’te İzmir’e belki de tarihinde görmediği kadar çok yatırım ve hizmet gelecek ve önümüzdeki seçimlerin galibi İzmirliler olacak. 

Deve kervanlarından enerji koridoruna

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, İzmir’in tarihteki eski gücüne kavuşabilmesi için, “İpek Yolu nereye kadar gidiyorsa, İzmir’in yayının da o ölçüde gerilmesi gerekir. İpek Yolu’ndan kervanların geçtiği koridora eğer biz bu kez enerji hatları, trenler, kara ve hava ulaşımları kurmazsak bu coğrafyayı kullanamayız. İzmir, Pekin’e kadar uzanan eski İpek Yolu’nun bugünkü karşılığı haline dönüşebilir” demiş.

Yazının Devamını Oku

Güneş artık tutulmasın

8 Ocak 2013

NİHAYET sesimizi bir duyan oldu. Hafta sonu Hürriyet ekonomi sayfalarının manşetinde ‘Güneş Tutulması’ başlıklı bir haber vardı. Hangi ülkenin güneş enerjisinden ne kadar yararlandığının bir listesi yapılmış. Türkiye son sırada. Haberde, güneş enerjisinden yararlanmak isteyenleri bezdirecek bürokratik uygulamalar petrol, doğalgaz ve belki de nükleer santral lobilerinin etkisiyle olduğu anlaşılan sık sık yapılan yasal değişiklikler geniş bir şekilde yer alıyor.
Halbuki çok pahalı denilen güneş enerjisi yatırımlarının maliyeti son 5 yılda yüzde 75 azaldı. Daha birkaç gün önce ABD’nin en zengin işadamlarından Warren Buffet tam 2.5 milyar dolar harcayarak dünyanın en büyük güneş enerjisi tarlasını kuracağını açıkladı. İlk yatırım yapıldıktan sonra hammaddesi bedava ve sonsuz olan bundan daha karlı bir iş olabilir mi?
Almanya nükleer santrallerini kapatırken, Japonya’da iş başına gelen yeni hükümet 2030 yılına kadar ülkede nükleer santral kalmayacağını açıklarken, İzmir gibi yılın 300 günü pırıl pırıl güneş altında birçok bölgesi olan Türkiye hala nükleerde ısrarlı. Ana muhalefet partisi sadece bu konu üzerinde çalışsa bile dünyanın malzemesi çıkar, oy toplar.
Kısa bir elektrik kesintisiyle bile hayatın durduğu günümüzde enerji, ekmek, su kadar önemli bir ihtiyaç maddesi. Doğal kaynak fakiri Türkiye her yıl petrole, doğalgaza bütçesinin büyük bölümünü 70 ile 100 milyar dolar kadar ayırmak zorunda kalıyor. Biz çalışıyoruz, petrol şeyhleri, İran, Rusya gibi doğalgaz tüccarları zengin oluyor. Onlara ödediğimiz parayı eğitime, sağlığa, bilimsel araştırmaya, halkın refahını artıracak yatırımlara harcasaydık ne terör olurdu ne de ikinci sınıf ülke olarak yıllarca patinaj yapardık.
Aslında son teknolojik gelişmelerden sonra Türkiye’nin önünde güneş enerjisiyle sınıf atlayabilmesi için tarihi bir fırsat var ama nedense kimse oralı değil. Güneş fakiri Almanya’da bile güneşten elde edilen enerji miktarı 25 bin megavata ulaşmışken Türkiye sadece 5 megavat güneş enerjisiyle son sırada. Başımızın üzerinde parlayan sonsuz enerji kaynağından yararlanma yerine başka yatırımların peşinde koşuluyor. Büyük bir ihtimalle bilgi eksikliği var. Yoksa ülkelerini seven politikacıların yapacağı işler değil bunlar.

İzmir’in geleceği ‘İzmir Farkı’nda

Yazının Devamını Oku

Geçmişi yakaladık, geleceği yakalayabilecek miyiz?

2 Ocak 2013

DÜNYADA ilk  metro 1863’te Londra’da açılmış. Yani bizim İzmir Metrosu’nun son açılan Hatay ve İzmirspor istasyonlarından tam 150 yıl önce. Zaten İzmir’deki ilk metro seferleri de 2000’de başlamıştı. Aradaki yaklaşık 1.5 asırlık fark bir anlamda iki kent arasındaki gelişmişlik ve yaşam kalitesinin farkının da göstergesi.
Medeniyet ve teknolojinin imkanlarından yararlanmak için bugüne kadar geciktik ama geleceği ne ölçüde yakalayabileceğiz asıl buna bakmak gerek. Örneğin, ABD ve Almanya’da 2013’te test sürüşlerine başlanan şoförsüz otomobiller yine 1.5 asır sonra mı Türkiye’ye gelecek? “Haydi Düldül eve” dediğinizde siz arka koltukta oturup gazetenizi okurken “Düldül” adını verdiğiniz otomobiliniz otomatik pilotla sizi evinize götürecek ve kendi kendine park edebilecek.
Google’un kurucularından Sergey Brin’e göre sürücüsüz otomobiller bazı yerlerde beş yıl içinde düzenli kullanılmaya başlayabilecek. Verilen rotaya göre yönünü tayin edip sensörler aracılığıyla öndeki ve arkadaki araçlarla mesafelerini ayarlayıp hızlanan ya da yavaşlayan bu otomobiller üzerinde General Motors, Ford ve Mercedes yoğun bir şekilde çalışıyor.  Daha ileriki aşamada birbirleriyle araçtan araca iletişim halinde olarak hareketlerini buna göre ayarlayıp riski sıfıra indireceği belirtiliyor.
Yeni metro istasyonları, yeni altyapı yatırımları hepsi güzel ama Batı’yla aradaki farkı kapatabilmenin tek yolu geleceği yakalamaktan geçiyor. Yıllardır ‘Bilişim Vadisi’ olmaktan söz edip henüz çok az adım atan İzmir neden böyle vizyonlar geliştirerek mesela sürücüsüz otomobillerin ilk kullanılacağı kent olmasın? Böylece tarihten gelen öncü kent özelliğini de yeniden yakalama fırsatını eline geçirmiş olur.
Unutmayalım, hayal etmek bile bir işin yarısının yapılmış olması demektir.

SÜRÜ

Yeni yıla çocuklarla birlikte girmek için birkaç günlüğüne İstanbul’daydım. İzmir’e söyleniyoruz ama onca yol, tünel yapılmasına rağmen İstanbul trafiği gerçek bir kabus. Normal şartlarda 15 dakikada gidilebilen mesafelerin 1-1.5 saatte alınabildiğine şahit olduğumdan, ulaşımda tren, metro, tramvayı tercih ettim. Bazı saçmalıklar dışında da genellikle de memnunum. Ama yaşadığım bazı olaylar vardı ki güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim.

Yazının Devamını Oku

2013'te nerede doğmalı?

1 Ocak 2013

ECONOMIC Intelligence Unit’in (EIU) her yılbaşında yayımladığı bir ‘Hayat Piyangosu’ endeksi var. Piyango, bir bebeğin o yıl hangi ülkede doğarsa daha şanslı olacağını gösteriyor. Bebeğin doğduğu ülke, büyüyüp yetişkin bir birey olacağı 20 yıl sonrasının tahmini koşullarına göre uluslararası sıralamada yerini alıyor.
Endekste kriter olarak, ülkedeki yaşam kalitesini ölçen kişi başı zenginlik, yaşanılan ülkeden duyulan memnuniyet, suç oranı, kamu kuruluşları ve yerel yönetimlere duyulan güven, sağlık hizmetlerinin yeterliliği gibi 11 istatistiki veri kullanılıyor. Bu veriler, ülkenin bulunduğu coğrafya, yaşam süresi, sosyal ve kültürel özellikler, politik durum, demokrasi ve düşünce özgürlükleri gibi daha birçok faktörle birleştiriliyor.

Türkiye 51’inci sırada
İngiliz The Economist dergisinin yan kuruluşu olan EIU, bu yılki endeksi, “2013’te doğan bir bebek 2030’da nasıl bir ülkede yaşayacak?” varsayımına göre hazırlamış. Bugünden itibaren doğan bebeklere nasıl bir hayat piyangosu vuracağı endekste görülüyor. Toplam 80 ülkenin yer aldığı endekste Türkiye’yi aradığımda, ortanın biraz gerisinde 51’inci sırada bulabildim. Açıkçası, 2023’tea dünyanın en büyük ekonomilerinden birinin arasına girmeyi hedefleyen Türkiye’nin neden hala bu kadar gerilerde olmasına ilk başta şaşırdım. Zaten sıralamada altımızda yer alan ülkelerin büyük çoğunluğu İran, Mısır, Suriye, Bangladeş... Sadece 72’nci sırada yer alan Rusya gücüyle göz dolduran bir ülke olarak yer alırken, son yılların yükselen değerlerinden 66’ncı sırdaki Hindistan’ın da gerilerde olması dikkat çekiciydi.

İlk sırada İsviçre var
Bebeklerin hayat piyangosu listesinde birinci sırada İsviçre yer alıyor. Türkiye’nin üzerinde yer alan ülkeler arasında 16’ncı sırada ABD ve Almanya, 18’inci sırada İzmir’in EXPO 2020 rakibi Birleşik Arap Emirlikleri, 37’nci sırada bir başka rakibi Brezilya, 34’üncü sırada Yunanistan, 38’inci sırada Suudi Arabistan’ın yer alması da ilginç. Buna karşılık, artık dünya ekonomisin lideri sayılan Çin, Türkiye’nin sadece iki basamak önünde 49’uncu sırada yer alıyor.

Yazının Devamını Oku