Selim Türsen

Alaçatı’da bedava lokma ünlü turizm dergisinde

16 Nisan 2013

TÜRKİYE’nin hatırı sayılır bir bölümünü dolaşmama rağmen Ege’de özellikle İzmir’deki gibi yoldan geçenlere lokma dağıtma geleneğine hiçbir yerde rastlamadım. Genellikle lokma bir yakını kaybettikten ya da bir dileğin gerçekleşmesinden sonra dağıtılıyor. Bu gelenekte en hoşuma giden ise hemen herkesin kuyruğa girip lokmasını alıp gitmesidir. Çok yoksul biriyle hali vakti yerinde şık bir hanım ya da uzun saçlı, küpeli bir gencin hep birlikte sıraya girip lokmalarını almaları İzmirliler için çok olağandır. Türkiye’nin başka şehirlerinden gelenlere bu görüntüler çok değişik gelir. Yabancılar ise en çok lokmanın bedava dağıtılmasına şaşırır.
Avrupa’nın önde gelen turizm dergilerinden Traveller’ın yazarı Jonathan Bastable bir yazı için geldiği Alaçatı’da lokma dağıtımına denk gelince gördükleri çok ilgisini çekmiş. Derginin İngiltere’de yayımlanan Mayıs 2013 son sayısında Alaçatı’yı anlatırken bu konuya geniş yer ayırmış.

Yazar, Alaçatı’da cami meydanında avluya taşan cemaatin cuma namazı kılmasını izledikten sonra havayı mis gibi kızarmış hamur ve şeker kokusu kaplayınca önce ne olduğunu anlayamamış. Sonra kurulan tezgahı ve insanların kuyruğa girip sıcak sıcak lokmaları almaya başladığını görmüş. Bastable, “Ama kuyruk çok hızlı ilerliyordu çünkü lokmalar parasız dağıtılıyordu” diyerek şaşkınlığını ifade etmiş.
Akşam Alaçatı’da konakladığı Beyevi Butik Otel’e döndüğünde, sahibi Celal Bayraktaroğlu’na neden bedava tatlı çörek dağıtıldığını sormuş. Bayraktaroğlu, İzmir’de insanların hayatta olmayan yakınlarını anmak için lokma dağıtma gelenekleri olduğunu anlatmış. “Neden tatlı” diye sorduğunda da ise, “Aramızdan ayrılanları tatlı anılarıyla anmak için” diyen Celal Bayraktaroğlu gidip ev yapımı bir meyve likörü getirmiş. Yazarın kadehini doldurduktan sonra, “Bu likörü hiçbir zaman parayla satmam, çünkü aşkla, sevgiyle yapılmıştır” diyerek dostluğun şerefine kadeh kaldırmışlar.
Bir kahvenin 40 yıl hatırı vardır derler ya. Lokma hikayesi ve ardından gelen aşkla yapılan likör dünyaca ünlü turizm dergisinin yazarını çok etkilemiş ve yazısında uzunca konu etmiş.
Bize normal gelen değerlerimizi ancak dışarıdan gelen birileri yorumlayınca daha iyi farkına varıyoruz. Lokma dağıtımı da bunlardan biri. Umarım gelecek nesiller de aynı geleneği sürdürür.

Yazının Devamını Oku

Selçuk’ta leyleklerin zamanı

11 Nisan 2013

 

HAFTA sonu yolum Selçuk’a düştü. M.Ö. 8 binlere uzanan tarihinde üst üste en az beş büyük medeniyet yaşayan Selçuk’un kendine özgü bir atmosferi vardır. Her gidişimde zaman tünelinde çağlar öncesine akıyormuşum hissi uyandırır bende. Hemen her köşeden yükselen tarihi yapıların ihtişamı masalsı bir hava verir bu güzel kente.

Mısır’dan gelen leylekler de binlerce yıldan beri olduğu gibi bu sene de antik çağlardan, Romalılardan, Osmanlılardan kalma tarihi eserlerin üzerine yuvalarını yapmaya başlamış. Leyleklerle birlikte ilk turist kafileleri de gelmeye başlamış. Fotoğraf makinelerine sarılmış, belki de hayatlarında ilk kez gördükleri leyleklerin fotoğraflarını çekmeye çalışıyorlardı.

Ben de Selçuk’ta leyleği havada değil ama, ünlü İsa Bey Camii’nin  minaresi üzerine yaptığı yuvada tek ayağının üzerinde dikilirken gördüm. Uzun yıllar Almanya’da yaşadıktan sonra, kentin tarihi dokusuyla bütünleşmiş örnek bir ev yaparak Selçuk’ta ikinci baharlarını yaşamaya başlayan dostlarım Ayşen ve Kemal Ertan’a, “Leylekler ne zaman gelmeye başladı?” diye sordum. Öncü kafileler 15 Mart civarında görünmeye başlamış.

Sanırım leylek demek Selçuklular için turizm mevsimin başlaması demek. Önce kültür turizminin meraklıları görünmeye başlıyor. Almanya’dan İstanbul’a uçakla gelen gruplar otobüslerle yol üzerinde Çanakkale’de Truva, Bergama, Selçuk Efes gibi tarihi noktalarda konaklaya konaklaya Antalya’ya kadar iniyorlarmış. Oradan kendilerini almaya gelen uçakla ülkelerine dönerken de o uçaktan inen turistler aynı turu Antalya’dan İstanbul’a doğru yapıyorlarmış. Son yıllarda binlerce turistin bu turları yaptığını söyledi Kemal.

Yazının Devamını Oku

Leydi’li, Özal’lı yıllarda İzmir

10 Nisan 2013

GEÇEN ay Hürriyet’in toplantısında İzmirli bir işadamı, “İzmir iş dünyası başlangıçta Özal’ın politikalarını anlayamadı. Bu da İzmir için zaman kaybına neden oldu” demişti. Margaret Thatcher’ın ölüm haberi ajanslardan geçmeye başlarken aklıma bu sözler geldi.
İngiltere için Thatcher’lı yıllar ne ise Türkiye için de Özal’lı yıllar aynı anlama geliyordu.

Thatcher, İngiliz ekonomisini devir aldığı yıllarda Londra metroları dilenci doluydu. Sanayi devriminin öncüsü, üzerinde güneş batmayan imparatorluk ‘Büyük Britanya’ gün ışığına hasret hale gelmişti. İşsizlik alıp başını gitmiş, enflasyonla her geçen gün daha fazla yoksullaşan İngilizlerin artık dayanacak gücü kalmamıştı.

Thatcher, o günlerde yapılması çok güç köklü ekonomik değişimlere imza attığı için ‘Demir Leydi’ lakabını almıştı. O iktidara geldiğinde işçi sendikaları olağanüstü güçlüydü. İzinleri olmadan bir tek kişi işten çıkarılamıyor, yeni işçi alınamıyor, grev dalgaları patlatarak istedikleri ücreti alabiliyorlardı.

Yazının Devamını Oku

İzmir’de dinde hoşgörünün sırrı

3 Nisan 2013

İZMİR’in dindarlığı CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın programında konunun uzmanı dört profesör ve CHP İzmir Milletvekili Alaatin Yüksel’in katılımıyla tartışılırken şaşırıp kaldım. Cevabı çok basit olan bir soru dallanıp budaklanıp içinden çıkılamaz hale geldi. Program sona erdiğinde hala Diyanet İşleri Başkanı’nın İzmir’in dindarlığına irfan gelecek sözlerini hangi amaçla söylediği ve İzmir’de nasıl bir dindarlık anlayışı olduğu konusunda uzlaşma sağlanmamıştı.
Prof. Şaban Ali Düzgün, Diyanet İşleri Başkan’ının irfan gelecek diyerek hoşgörülü bir din anlayışından söz ettiğini, kendisinin de öyle düşündüğünü söyledi. Prof. Mehmet Bayraktar ise, ‘Gavur İzmir’ deyiminin tarihten gelen hikayesini anlatırken, aslında ‘Gavur İzmir’ diyenlerin bu sözleri pek iyi niyetle kullanmadıklarını ifade etti. ‘Gavur İzmir’in hikayesinin 1876 Abdülhamit Dönemi’ne uzandığını anlatan Bayraktar, o tarihte padişahın emriyle çıkarılan bir yasayla Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında yabancılara sadece İzmir ve Filistin’de toprak satın alma hakkı verildiğini hatırlattı. Bu yasanın ardından Avrupalılar yoğun bir şekilde göç eder, İzmir’in nüfusunun üçte biri yabancı olur. O zaman şehirdeki Müslümanlar, Padişah’a, ‘İzmir’i gavur yaptın’ diye serzenişte bulunurlar ve bu olay günümüze ‘Gavur İzmir’ şeklinde ulaşır.

Bunların hepsi birbirinden farklı görüşlerdi. Ama ben başını izleyemediğim program kapanırken hala İzmir’de mahalle baskısı olmadığı için dinde hoşgörü olduğu değerlendirmesini duyamadım.
Türkiye’nin birçok kentinde Ramazan aylarında lokantalar kapanıp herkes oruç tutmaya zorlanırken, başörtüsüz, türbansız dolaşmanın çok zor olduğu yerler var. İzmir’de de oruç tutan çoktur ama dışarıdan bakınca bunları anlamak zordur. İzmir’e dışarıdan gelenler, modern giyim kuşamına bakıp dinle ilgisi yoktur diye düşündükleri birçok hanımefendinin Ramazan’da gün kaçırmadan oruç tutmasını, yeri geldiğinde kendilerinden çok daha dindar olduklarını fark ettiklerinde şaşkına dönüyorlar.
İzmir’de cuma namazlarında kentin bütün semtlerinde cemaat sokaklara taşar ama namaza gitmeyenlere de kötü gözle bakılmaz.

Yazının Devamını Oku

5 milyar dolarlık fuar

2 Nisan 2013

EĞER İZFAŞ Genel Müdürü Mehmet Şakir Örs arayıp, “Bu fuarı mutlaka yaşayarak görmelisin” demeseydi ayağımıza kadar gelmiş olan dünyanın en büyük ikinci mermer fuarını bu yıl da pas geçmiş olacaktım. Her yıl dillere destan bu fuarı görmeye niyetlensem bile ya İzmir dışında olup ya da “Bugün şu toplantı var yarın giderim” derken kaçırmışımdır. Neyse ki Örs, “Ya bugün ya da yarın” diye şart koştu da bu yıl kaçırmadım.

İyi ki de kaçırmamışım. Her şeyden önce, bugüne kadar pek çok ülkedeki ve İstanbul’daki birçok fuarı görmüş ama İzmir’de yapılan dünya çapındaki bir organizasyona bu yıla kadar gidememiş bir gazeteci olarak utandım. Mermer gibi soğuk bir ürünün nasıl birbirinden sıcak sanat eserlerine dönüştüğünü, Türk üreticilerin kendilerini aşıp neler yaratabildiklerini bu fuarda keşfettim. Mermer ve doğaltaş sektörünün Türk ekonomisi için önemini de fuarda geçirdiğim birkaç saat içinde çok daha iyi anladım.
Zaten Mehmet Şakir Örs’le buluşmak üzere Kültürpark’a girdiğim ilk anda bambaşka bir dünyaya geldiğimi fark ettim. Mihrace gibi geleneksel başlığını takmış bir Hintliydi ilk gözüme çarpan. Hem üretici firma yetkilileriyle sohbet ediyor hem de dev mermer blokların fotoğrafını çekiyordu. Daha sonra İZFAŞ Genel Müdürü ile fuarı gezmeye başladığımızda hemen toplam bin 181 firmanın katıldığı stantlarda 38 ülkeden ve yurtiçinde 41 ilden gelen profesyonel katılımcıların başbaşa verilmiş yoğun iş görüşmeleri yapıldığını gözledim. Kiminde Çinliler vardı kiminde Güney Koreliler, Hintliler veya yerel beyaz giysileriyle Araplar.

Fuarın duayeni olan isimlerle sohbet ettim. Ege Mermer İhracatçıları Birliği Başkanı Aslan Erdinç’e fuarın nasıl geçtiğini sorduğumda geçen yıldan daha iyi olduğunu, özellikle Çin ve Güney Kore gibi Uzak Asya ülkelerinden çok sayıda alıcı olduğunu söyledi. Irak ve Suudi Arabistan’dan da yoğun talep varmış. Arap Baharı ülkesine sıçramasın diye Suudi Arabistan Kralı’nın vatandaşlarına 500 bin konut yaptırmak için 170 milyar dolar bütçe ayırdığını hatırlarsak bu ilgiye pek şaşmamak gerek.
Geçen yıllarla karşılaştırıldığında bu yıl ne kadar iş bağlantısı yapılacağını tahmin ettiğini sorduğumda Erdinç, Tükiye’nin mermer ihracatının 2.5 milyar dolar olduğunu, bu bağlantıların büyük bölümünün İzmir Fuarı’nda yapıldığını söyledi. Bu yıl da en az 3 milyar dolarlık ihracat öngördüklerini söyleyen Aslan Erdinç, “Madencilik sektörü Türkiye’ye en yüksek kar bırakan sektör. Madende hammaddenin tamamı Muğla, Denizli, Afyon, Elazığ gibi kendi mermer yataklarımızdan çıkıyor. Buradan işlenip satılıyor. Örneğin, 3 milyar dolar ihracat yapmak için otomotivde olduğu 2 milyar dolar ithalat yapmanız dolayısıyla size sadece 1 milyar dolar kalmıyor. 3 milyar dolar ihracat varsa tamamı net olarak Türkiye’ye kalıyor” dedi. Bu sektörün yan sektörler ve aileleriyle birlikte yaklaşık 4-5 milyon kişinin ekmek kapısı olduğunu belirten Erdinç, iş arayanlara mesaj göndererek, “Bu sektörde herkese iş var. Ücretler de çok iyi” diye konuştu.

Yazının Devamını Oku

Kartlar yeniden dağılırken

27 Mart 2013

TAM 40 bin can ve 400 milyar dolarlık ekonomik yük. Geçen 30 yılda terörün Türkiye’ye faturası bu iki rakamla özetleniyor. 40 bin canı geriye getirmek mümkün değil. Bundan daha fazla yaralı ve  gaziler, yarım kalan hayatlar, yaşanan travmalar ve dağılan yuvaları düşünecek olursak bu savaşın Türkiye’ye faturasının tahminlerin çok üzerinde olduğunu görürüz.
Bugünlerde İzmir’de pek çok kişiden, “Bugünkü noktaya bu kadar büyük fatura ödemeden gelmek mümkün olamaz mıydı?” sorusunu duyuyorum. Bunu tarih gösterecek. Ancak bilinen bir gerçek var, hiçbir savaşın galibi olmaz. İster alçak yoğunlukta olsun, ister normal, savaş yıkım demektir. Türkiye ekonomisinin bir yıllık milli gelirine yarısına yakın bir rakam terörle savaş için harcanmış. Bu, Türkiye’de insanların son 30 yıldaki yaşamlarının yaklaşık bir yılını terörün finansmanı için çalışıp üretmekle geçirdikleri anlamına geliyor.
Yazık, çok yazık. Bu kadar büyük bir kaynak zamanında akıllıca bir şekilde Doğu ve Güneydoğu ekonomisinin kalkınmasında kullanılsaydı ne insanlar çaresizlikten dağa çıkar ne de terör örgütü güç kazanabilirdi.
Tabii ki işin bölgeye para akıtmakla çözülecek kadar basit olmadığını geçmiş deneyimler gösterdi. Her savaş ortamının kazananları da vardır. Her şeyden önce geçmişte Türkiye’yi uluslararası siyasi gelişmelerde yola getirmek için bölgedeki savaş ortamı yoğun şekilde kullanıldı. Öyle ki, 90’lı yıllarda Türk ekonomisi zor günler geçirirken yılda 10 milyar doları bulan terörün finansmanını sağlayamayacağı ve sonunda her şartı kabul edeceği düşünüldü.
Ama o dönemde hesapta olmayan bir şey ortaya çıktı. Türkiye’ye o yıllarda Merkez Bankası bilançolarında net hata-noksan kalemi olarak gösterilen, kaynağı belli olmayan bir para girmeye başladı. Bu paranın miktarı 10 milyar doları buluyordu. Kimi bavul ticareti diyordu, kimi sınırdan kaynak girişi. Kimilerine göre ise bu para uyuşturucu trafiğinden geliyordu. Nitekim sonunda patlayan Susurluk skandalı kara para trafiğinin devlet içinde devlet oluşturmaya başladığını gösterdi.
Aslında bugünde çok farklı bir durum yok. Savaş ortamı nedeniyle kontrolün güç olduğu bölgelerde 2 milyar dolar civarında uyuşturucu, insan kaçakçılığı üzerinden dönen kara para trafiği olduğu tahmin ediliyor. Belirsizlik ortamından bu paraları kazananların barışla ilgili her adımı sabote etmek isteyecekleri çok açık.

YENİ SENARYOLAR

BUGÜNE kadar terörün devamı için çaba gösterip başarılı olanların bundan sonra işlerinin daha zor olacağı tahmin ediliyor. Daha zor olacak çünkü bölgede kartlar yeniden dağıtılıyor. Yeni senaryoların başında Kuzey Irak’taki Kürtlerin elinde bulunan zengin petrol kaynaklarından çıkarılan ürünün Türkiye üzerinden dünya pazarlarına açılması geliyor. Kuzey Irak Kürt yönetimi bu nedenle Türkiye ile iyi ilişkilerde olmak için uzun zamandan beri PKK’yı frenlemeye çalışıyor.

Yazının Devamını Oku

Sosyal kampanyalara milyonlarca teşekkür

26 Mart 2013

GEÇEN hafta İzmir’de artık geleneksel hale gelen atık pil kampanyası başlatıldı. Her şeyden önce böyle bir kampanyanın gelenekselleşmesi önemli. Çünkü bu şekilde toplanan pil miktarı katlanarak artıyor. Örneğin 2007’de 8 ton, 2008’de 8.6 ton pil toplanırken 2009’da 13.4 tona ulaşmış. Tarihler 2011’i gösterirken toplanan pil miktarı 25.7 tona, geçtiğimiz yıl ise tam 27.6 tona ulaşmış.
Bir kalem pilin 4 metrekare toprağı zehirlediği düşünülürse kanser vakalarının neden hızla arttığı çok daha iyi anlaşılır. Pil gibi elektronik atıklarla ilgili insanı dehşete düşen her gün yeni veriler ortaya çıkıyor. Bu konuları ileride daha detaylı şekilde paylaşacağım.
Benim bu hafta asıl üzerinde durmak istediğim sosyal sorumluluk kampanyaları. İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Pil İthalatçıları Derneği’nin ortaklaşa kampanyasının sonuçlarını yukarıda verdim. Bunun yanında yıllardır gözümüzün önünde olan pek çok sosyal sorumluluk kampanyasının tahminlerin çok ötesinde yararlı sonuçlar verdiğini Capital’de yapılan bir araştırma çok net şekilde gösteriyor. İşte bunlardan birkaçı:

· Turkcell’in 13 yıldır süren Kardelenler kampanyası ile 95 bin kişiye burs verilmiş, 3 bin 450 kız öğrenci üniversite okuyup bin 500’ü meslek sahibi olmuş.
· Opet’in Temiz Tuvalet kampanyası 13 yılda 5 bin 250 saat eğitimle 7 milyondan fazla kişiye ulaşmış.
· TNT Ekspress ise 13 yılda 2 bin 212 okula tam 4 milyon 750 bin kitap ulaştırmış.

Yazının Devamını Oku

Büyük hata

20 Mart 2013

İZMİR, 80 ve 90’lı yıllarda sık sık iktidarlara ters düştü. Bunun bedelini de kamu yatırımlarından pay alamayarak ödedi. Türkiye’nin dört bir yanına otoyollar giderken İzmir–İstanbul arasında bırakın otoyolu yakın bir zamana kadar duble yol bile yoktu.
İktidarlar İzmir’e yatırım yapmadıkça İzmirliler de iktidar partilerine oy vermedi. Bu durum AK Parti hükümetleri dönemine kadar devam etti. AK Parti iktidara gelince çok akıllı bir iş yaparak kendisine oy vermeyen İzmirlileri cezalandırma yerine, yatırım yağdırarak gönüllerini fethetmeye çalıştı. Başarılı da oldu. Oy oranları yükseldi, özellikle Bakan Binali Yıldırım hem yatırım projelerinin patronu olarak hem de sıcak kişiliğiyle İzmirlilerin kalbini fethetmeye başladı.
Ancak öğreniyoruz ki İzmirliler için hayati önemi taşıyan İzmir Metrosu yine Ankara’ya takılmış. İnşaatın devam edebilmesi için gerekli izinler Yıldırım’ın söz vermesine rağmen yedi aydır Bakanlar Kurulu’nda bekletiliyormuş. Zaten bundan önce Kamu İhale Kurumu’nda uzunca bir süre engellere takılmıştı.

İzmir Metrosu’nu İzmir Büyükşehir Belediyesi yapıyor. İzmirliler için büyük önem taşıyan metro inşaatının devamı için gerekli izinler, Büyükşehir’in başarı hanesine yazılacak kaygısıyla verilmiyorsa kaybeden iktidar partisi olur. Yıllar süren geçmiş deneyimler İzmirlilerin cezadan korkmadığını gösterdi. Buna karşılık kendisine uzatılan elleri de hiçbir zaman geri çevirmedi.

Bir twitlik canlar var

EGİAD Yönetim Kurulu Başkanı Seda Kaya, Ertuğrul Özkök’ü ağırladıkları toplantının açılış konuşmasına şu sözlerle başladı:

Yazının Devamını Oku