Paylaş
GEÇEN ay Hürriyet’in toplantısında İzmirli bir işadamı, “İzmir iş dünyası başlangıçta Özal’ın politikalarını anlayamadı. Bu da İzmir için zaman kaybına neden oldu” demişti. Margaret Thatcher’ın ölüm haberi ajanslardan geçmeye başlarken aklıma bu sözler geldi.
İngiltere için Thatcher’lı yıllar ne ise Türkiye için de Özal’lı yıllar aynı anlama geliyordu.
Thatcher, İngiliz ekonomisini devir aldığı yıllarda Londra metroları dilenci doluydu. Sanayi devriminin öncüsü, üzerinde güneş batmayan imparatorluk ‘Büyük Britanya’ gün ışığına hasret hale gelmişti. İşsizlik alıp başını gitmiş, enflasyonla her geçen gün daha fazla yoksullaşan İngilizlerin artık dayanacak gücü kalmamıştı.
Thatcher, o günlerde yapılması çok güç köklü ekonomik değişimlere imza attığı için ‘Demir Leydi’ lakabını almıştı. O iktidara geldiğinde işçi sendikaları olağanüstü güçlüydü. İzinleri olmadan bir tek kişi işten çıkarılamıyor, yeni işçi alınamıyor, grev dalgaları patlatarak istedikleri ücreti alabiliyorlardı.
Aslında kömür ocaklarından başlayıp sanayi devrimiyle tekstil, otomobil derken İngiliz ekonomisini dünya devi haline getiren işçilerin yarattıkları değerden pay istemeleri normaldi. Zaten işçi sendikaları da o dönemde güçlenmişti.
Ekonominin iyi olduğu zamanlarda bu büyük bir sorun değildi. Patronlar da, işçiler de kazanıyordu. Ama önce 70’li yıllarda petrol krizi, ardından 80’li yıllardaki durgunluk sırasında işçi ücretleri ağır bir yük haline gelmeye başladı.
Özelleştirme kavgaları
Thatcher iktidara gelince işe devleti küçülterek başladı. Bunun için özelleştirme gerekiyordu. Devlete ait maden ocakları, otobüs, petrol ve akaryakıt şirketleri özelleştirilmeye başlandı. Grevler patladı, Londra savaş alanına döndü.
Hele bir ‘Kelle Vergisi’ olayı vardı ki hiç unutamam. Herkesten bir kereliğine vergi alınmasını öngören yasa benim Londra’da olduğum günlerde çıkarılmıştı. Bir akşam Trafalgar Meydanı yakınlarında eşimle yürürken aniden ortalık savaş alanına döndü. Vergiyi protesto eden İngilizler motolofkokteylleri patlatıyor, cam çerçeve önlerine ne gelirse aşağı indirip araçları ateşe veriyordu.
Ama Demir Leydi kararlarından bir adım geri adım atmadı. Özelleştirmeye karşı çıkan işçileri hisselerin önce onlara satılacağına, kendilerinin çalıştıkları fabrikaların sahibi olacağını, ne kadar çok çalışırlarsa o kadar çok kazanacaklarına ikna etti.
Özelleştirmeler başarılı oldu. Devletin üzerindeki yük giderek azaldıkça kaynaklar yeni ve verimli iş alanlarına aktarılmaya başlandı. 90’lı yıllarda artık İngiliz ekonomisi düzlüğe çıkmıştı. Bugün de Avrupa’da yaşanan krizden daha az etkilendiği görülüyor.
Özal ve Thatcher
Özal, Thatcher’ın ekonomi politikalarını çok beğenirdi. Özelleştirmede Thatcer’ı örnek aldı. O dönemde Türkiye’de Kamu İktisadı Kuruluşları, iktidarı ele geçiren siyasi partilerin kendi yandaşlarını doldurdukları, yönetim kurulu üyeliklerinin de arpalık haline getirildiği kuruluşlardı. Bunun için sürekli zarar ediyorlar, bu zarar da vatandaşın ödediği vergilerle veya para basarak kapatılıyordu. Karşılıksız para bastıkça enflasyon tırmanıyordu.
Enflasyonu düşürmek için sıkı para politikaları uygulanıyor bunda da model yine Demir Leydi idi.
İzmirliler itiraz etti
Özal’lı yıllar gümrük duvarlarının yıkılıp Türkiye’nin kapalı ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçiş yıllarıydı. İzmir iş dünyası kısa vadede çıkarlarına dokunduğu için bu politikalara karşı çıktı. Ama dünya başka bir dünya oluyordu. Sovyetler Birliği bile dağılmış serbest piyasa ekonomisine geçmişti. Çin’in sadece adı komünist Çin olarak kalmıştı. Böyle bir dünyada eski düzenle ayakta kalmak mümkün olamazdı.
Nitekim yıllar geçip Türkiye serbest piyasa ekonomisine kurallarına uygun ayak uydurmakta zorlanıp bunun üzerine siyasi beceriksizlik ve istikrarsızlıklar eklendikçe ülke olarak kafayı duvara vurduk.
Sonraki ilk seçimlerde de Türkiye’yi krize götürenler, kendi elleriyle krizden çıkaracak acı ilacı halka içirdiler. Bedeli ise seçim barajını bile aşamayıp iktidarı altın tepside AK Parti’ye sunmak oldu.
Paylaş