Sedat Ergin

İlter Türkmen’e veda ederken... Türk diplomasi tarihinin en parlak isimlerinden biriydi

9 Temmuz 2022
Gazeteciliğe ağırlıklı olarak diplomasi, yani Dışişleri muhabiri olarak başladım. Bu dönemdeki muhabirliğim sırasında izlediğim, tanıdığım şahsiyetler açısından kendimi hep şanslı addettim. Örneğin, Ankara’da 1976 yılında genç bir gazeteci olarak basın toplantılarını izlediğim ilk dışişleri bakanının İhsan Sabri Çağlayangil olmasının meslek hayatımın hoş bir başlangıcı olduğunu bugün çok daha iyi anlıyorum.

O yıllarda bu ayrıcalığı yaşadığım pek çok şahsiyet oldu. Dün son yolculuğuna uğurladığımız İlter Bey’in bu isimler içinde benim açımdan çok ayrı bir yeri olduğunu belirtmeliyim.

İlter Türkmen’i önce Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı olarak izlemeye başladım 1980 yazında. Demirel azınlık hükümeti işbaşındaydı o sırada. 12 Eylül darbesinden sonra Dışişleri Bakanlığı görevini üstlendi. Cumhuriyet gazetesinin Ankara Bürosu’nun diplomasi muhabiri olarak bu dönemini çok yakından izledim. İlter Bey’in, askeri rejimin zaman zaman yayınını durdurduğu bu gazetenin diplomasi muhabirine makamında özel mülakat vermesi kayda değer bir tarzdı doğrusu.

Bakanlık görevi sona erip yeniden kariyer diplomatlığına dönmesi ve ardından emekli olmasından sonraki dönemde de İlter Bey ile temasımız kopmadı. Ardından bu gazetede köşe yazarı olarak da buluştuk kendisiyle farklı sayfalarda.

Bakanlık sonrası dönemde 1985 ekim ayında New York’ta BM Daimi Temsilcisi olarak görev yaptığı sırada Cumhuriyet için yaptığım bir mülakatta kendisine, “Bakanlıktan sonra yeniden diplomatlığa dönmek nasıl bir şey?” diye sorduğumda, kahkahayı patlatarak “Bakanlığınızı unutmak şartıyla iyi geliyor...” karşılığını vermişti.

“Unuttunuz mu?” diye sorduğumda, “Tamamen unuttum, hatırlamıyorum...” diye yanıtlamış ve ardından yine bir kahkaha atmıştı.


1983 yılı Kasım ayı, Strasbourg’daki Avrupa Konseyi merkezi. Sedat Ergin , Selçuk Korkut, Raşit Gürün, İlter Türkmen, Yalım Eralp, Rıza Türmen, Selim Kuneralp, Ömer Ersun.

40’LI YAŞLARDA

Yazının Devamını Oku

Üçlü mutabakatın içeriği bütün NATO’ya teşmil edilebilir mi?

8 Temmuz 2022
Bu köşedeki son yazılarımız geçen hafta Madrid’de yapılan NATO Zirvesi’nde alınan kararlar ve ayrıca bu toplantı sırasında Türkiye, Finlandiya ve İsveç tarafından imzalanan “Üçlü Mutabakat” üzerinde yürümekte olan tartışmalara odaklandı. Bugünkü yazımla bu seriyi -şimdilik- kaydıyla kapatmak istiyorum.

Yapmak istediğim, geçen hafta üçlü mutabakatın imzalanmasından sonra kısaca değindiğim bir meseleyi biraz daha açmak. Bu mesele, NATO’ya üye olmak için başvuran Finlandiya ve İsveç’in mutabakata attıkları imzalarla Türkiye karşısında üstlendikleri taahhütlerin, mevcut NATO ülkeleri ve genelde bir bütün olarak NATO açısından ne anlam taşıdığı sorusudur. Birçok insanın zihninde, bu mutabakatın şimdi halıhazırdaki NATO üyeleri açısından ne ölçüde sonuç yaratacağı sorusu asılı duruyor.

NATO’NUN KAPISINDA PKK’NIN TERÖRİST KİMLİĞİNİN TEYİDİ

Önce bu tartışmanın çerçevesini çizelim. Bir kere mutabakatın beşinci maddesinde PKK’dan açıkça bir “terör örgütü” olarak söz ediliyor ve imzacı iki ülke, PKK ve onun uzantısı olan ya da bağlantılı grup ve şahısların faaliyetlerini önleme yükümlülüğü altına giriyor.

Ancak her iki ülkenin bu müzakere sürecinin öncesinde PKK’yı zaten terör örgütü olarak kabul ettikleri hesaba katıldığında, metne bu hususun girmiş olması yeni bir pozisyon olarak görülmeyebilir.

Bu çerçevede PKK’nın Batılı ülkelerin önemli bir bölümü tarafından terör örgütü kimliğiyle kabul edildiğini hatırlayabiliriz. PKK, örneğin 1997 yılından bu yana ABD Dışişleri Bakanlığı’nın terör örgütleri listesinde yer almaktadır.

Keza, Avrupa Birliği’nin en üst karar organı Konsey’in 2 Mayıs 2002 tarihli kararında kabul ettiği terör örgütleri listesinde 6’ncı sırada “PKK” yazılı. Finlandiya ve İsveç de bu karara katılan AB üyeleri arasındaydılar.

Hâl böyle de olsa, bu iki ülkenin NATO’ya katılabilmek için PKK ile mücadele etme taahhüdünü Türkiye ile akdettikleri ayrı bir anlaşmada kayda geçirmiş olmaları yine de kendi başına anlamlıdır. Bir olgunun teyidinin yaptırılmasında ve güçlendirilmiş bir taahhüt şeklinde NATO üyeliğine giden yolun bir koşulu olarak irtibatlanmasında hiçbir mahzur yoktur.

YPG/PYD VE FETÖ 

Yazının Devamını Oku

NATO’nun yeni ‘Stratejik Konsepti’ ve Erdoğan’ın Rusya ile denge politikası

7 Temmuz 2022
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen hafta perşembe günü Madrid’deki NATO zirvesi tamamlandıktan sonra düzenlediği basın toplantısında zirvenin sonuçlarından oldukça memnun görünüyordu. “NATO tarihinin en önemli zirvelerinden birinin başarıyla sonuçlandığını” söyledi Cumhurbaşkanı. Zirvenin “Müttefiklerin mevcut meydan okumalar karşısındaki birlik ve dayanışma anlayışını teyit ettiğini” belirterek, birlik ve dayanışma ilkelerini ön plana çıkarttı.

Erdoğan, bu çerçevede zirvede onaylanan ve ittifakın önümüzdeki yıllarda izleyeceği politikalara damgasını vuracak olan yeni “Stratejik Konsept”ten kuvvetli vurgularla söz etti. Yeni konseptin temel mesajını aktarırken İttifakın gelecekteki güvenlik ortamına kendisini adapte etmesine yönelik bir vizyon ortaya koymuştur” diye konuştu.

Özetle, ittifakın kendisini önümüzdeki dönemin güvenlik koşullarına uyarlamasını sağlayacak vizyonda mutabık görünüyor Cumhurbaşkanı. Zaten, sahiplendiği stratejik konsept belgesinin bir NATO kararı haline gelmesi, 30 müttefikten biri olarak Türkiye’nin karar alma sürecindeki onayının da bir sonucudur.

Bu arada, yeni vizyondan söz ederken Türkiye’nin NATO içinde oynadığı etkin rol ve verdiği kapsamlı katkılar ile “müttefiklik ruhuna her zaman uygun hareket ettiğini” de belirtiyor Erdoğan. Devamında “Türkiye, şüphesiz bu gelecek vizyonunda da söz sahibi olan başlıca müttefikler arasında yer alacaktır” diye konuşuyor.

Cumhurbaşkanı’nın bu ifadeleriyle Türkiye’ye NATO’nun yeni vizyonunun hayata geçirilmesinde kuvvetli bir rol atfettiğini söylemek mümkündür.

TEMEL KABUL: ANA TEHDİT RUSYA’DIR

Şimdi projektörlerimizi bu belgenin içine çevirelim. Madrid Zirvesi’nde onaylanan “Stratejik Konsept”in en önemli mesajı, Rusya’dan kaynaklanan tehdidin önümüzdeki dönemde NATO’nun karşında bulduğu birincil tehdit olduğu gerçeğidir.

2010 yılındaki Lizbon Zirvesi’nde kabul edilen bir önceki stratejik konsept belgesinde, o dönemin farklı konjonktürü içinde Rusya karşısında göreceli olarak yapıcı bir bakışa yer verilmişti. Rusya karşısında “diyalog” ve “işbirliği” kavramları daha çok ön plandaydı. Ancak 2014’te Ukrayna toprağı Kırım’ı işgal ederek ilhak etmesi ve ardından geçen 24 Şubat’ta Ukrayna’yı işgali sonrasında, Rusya bir kez daha başat tehdit olarak yerini almıştır NATO’nun bakışında.

Rusya Federasyonu, NATO’nun yeni konsept belgesinde

Yazının Devamını Oku

Büyükelçiler gözünden üçlü mutabakatın değerlendirmesi

6 Temmuz 2022
Belli ki Türkiye, Finlandiya ve İsveç arasında NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in kolaylaştırıcılığında imzalanan “Üçlü Mutabakat” daha uzun bir süre Türkiye’de siyasetin, dış politikayla ilgili çevrelerin, medyanın, genelde kamuoyunun gündemini meşgul etmeye devam edecek.

Dikkat çekici bir nokta, bu belgenin diplomasi profesyonellerinin oluşturduğu camia içinde de canlı bir tartışmaya sahne olması. Birçok emekli büyükelçi katıldıkları TV programlarında ya da muhtelif medya mecraları için kaleme aldıkları yazılarda alınan sonuçla ilgili değerlendirmelerini kamuoyuyla paylaştı.

Bugünkü yazımızda bu makalelerin bir bölümündeki gözlemleri çok özet olarak okurlarımızın dikkatine getirmek istiyoruz.

HASAN GÖĞÜŞ: ‘PAZARLIK YAPILDI, AYIP DA OLMADI’

Alıntı yapacağımız makalelerden biri, daha önce Hindistan, Yunanistan, Avusturya ve Portekiz’de Türkiye’yi büyükelçi olarak temsil eden Hasan Göğüş’e ait. Türkiye ilk kez veto sinyali verdiğinde 17 Mayıs tarihinde T-24 sitesi için kaleme aldığı bir yazıda Gögüş, “Diplomaside pazarlığın nesi ayıp?” diye sormuştu.

Göğüş, geçen cumartesi günü aynı sitedeki son yazısında “NATO Genel Sekreteri’nin deyişiyle son on yılın en büyük güvenlik krizi yoğun pazarlıklar sonucunda çözüldü. Hiç de ayıp olmadı” diye yazdı. Büyükelçinin dikkat çekici bulduğu bir nokta, imza törenine katılanların hepsinin yüz ifadelerinin “asık” olmasıydı. Göğüş’e göre bu durum “adil bir uzlaşıya varıldığı gösteriyordu.

Göğüş’ün değerlendirmesinde şu vurgular ön plana çıktı:

Üçlü muhtıra Türkiye açısından önemli kazanımlar içeriyor. Tabiatıyla müzakere masasına oturduğunuzda tüm istediklerinizi almanız mümkün olmaz. Konsey sonuç bildirgesinin 18. paragrafında üçlü mutabakata atıf yapılarak bağlantı kurulmuş olması, üçlü mutabakata kalıcı bir nitelik kazandırılması açısından son derece yararlı olmuş.

- Ş

Yazının Devamını Oku

NATO’nun yeni 'Stratejik Konsept' belgesinde demokrasi vurgusu

5 Temmuz 2022
Geçen hafta Madrid’de düzenlenen NATO Zirvesi sırasında Türk kamuoyunun dikkati, daha çok Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in üyelik başvurularını veto etmesiyle ilgili tartışmalara, Türkiye’nin beklentilerinin karşılanmasına dönük müzakerelere ve sonunda üçlü mutabakat belgesinin imzalanması hadisesine odaklandı.

Yürütülen tartışmalar ağırlıklı olarak üçlü mutabakat metni üzerindeki tahliller, masaya konan talep listesi ile alınan ödünlerin karşılaştırılması, alınan sonucun bir diplomatik zafer mi yoksa geri adım mı olduğu gibi soru başlıkları üzerinden şekillendi.

Bütün bu münazaranın örttüğü perdeyi kaldırdığımızda, Madrid Zirvesi’nin NATO açısından tarihi önemde kararlara sahne olduğunu, ittifakın geleceğini ilgilendiren bir dizi kritik adımın atıldığını görüyoruz.

Zirveye damgasını vuran en kritik gelişmelerden biri, Finlandiya ve İsveç’in üyeliğe davet edilerek yeni bir genişleme hamlesi yapılması,  diğeri ise NATO’nun önümüzdeki döneme ilişkin kavramsal yol haritası olan “NATO 2022 Stratejik Konsepti”nin onaylanmasıydı.

Stratejik Konsept”in önemi, NATO’yu içinde bulunduğumuz 21. yüzyılın ikinci çeyreğine taşıyacak bir vizyon belgesi olması noktasında beliriyor. Bu belgede getirilen bakış, ortaya konan perspektif ve hedefler, ittifakın oldukça uzun bir zaman kesitine uzanacak yolculuğundaki yol gösterici çerçeve olacaktır.

Madrid Zirvesi’nin bir bu kadar önem taşıyan tarafı, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden dört ay sonra yapılması, bu yönüyle uluslararası alanda yeni bir soğuk savaş dönemine girildiği bir dönemin başlangıcına rastlamasıydı.

DEMOKRASİYE DAHA GENİŞ VURGU

Türkiye’nin de altına imza attığı ve kendisini bağladığı bu metnin pek çok yönden analizi yapılabilir. Hepsini tek bir yazının sınırları içinde değerlendirebilmek mümkün değil. Bugünkü yazımda belgenin önemli gördüğüm ve sınırlı istisnalar dışında yeterince vurgu almadığını düşündüğüm bir boyutunu irdelemek istiyorum.

Kanaatimce “

Yazının Devamını Oku

Biden-Erdoğan görüşmesi: İlişkide bir yıl önce bir yıl sonra...

2 Temmuz 2022
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen çarşamba günü Madrid’de ABD Başkanı Joe Biden ile yaptığı görüşmeyi değerlendirmeden önce kısaca bir yıl öncesini hatırlayalım.

Geçen yıl tam bugünlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden’ın 14 Haziran 2021 tarihinde Brüksel’deki NATO Zirvesi sırasında yaptıkları görüşmenin hemen ertesinde yine Türk-ABD ilişkilerinin akıbeti tartışılıyordu.

Bu görüşme, ABD’nin yeni Başkan’ı Biden’ın 20 Ocak’ta yemin edip göreve başlaması sonrasında Erdoğan’a uzun bir süre mesafeli durmasının ardından kurulan ilk yüz yüze temastı.

Buluşmanın ağırlık noktasını, ABD’nin Afganistan’dan çekilme planları çerçevesinde Türkiye’nin Kabil Havaalanı’nın işletmesini üstlenmesi projesi oluşturmuştu.

Afganistan’da talip olunan rol, Rusya’dan S-400’lerin alımı, Türkiye’nin F-35 savaş uçağı projesinden çıkartılması, Suriye’de YPG’ye verilen ABD desteği gibi kriz başlıklarıyla kilitlenmiş olan Türk-ABD ilişkilerini kurtaracak bir sihirli değnek gibi görülüyordu, en azından Türk tarafınca.

Ancak geçen ağustos ayında Taliban’ın yaptığı bir hamleyle erken bir şekilde Kabil’e girmesi ve ABD’nin Afganistan’dan apar topar çıkması üzerine bu planlar altüst olunca, ilişkileri kurtarması için umut bağlanan proje de gündemden çıktı ve başa dönülmüş oldu.

Bunu Erdoğan’ın geçen eylül ayında BM Genel Kurulu toplantısı için gittiği New York’ta yaşanan randevu krizi izledi. Erdoğan, aynı tarihlerde New York’ta bulunan Biden ile görüşmek için yaptığı öneriye olumsuz yanıt geldiğini basından gizlemeyerek, tepkisini sert ifadelerle dile getirdi. Erdoğan, 23 Eylül tarihinde İki NATO ülkesi olarak şu andaki gidiş hayra alamet değil. Sayın Biden ile iyi başladık diyemem” diye konuştu. Bunu, Erdoğan’ın bir hafta kadar sonra Soçi’ye giderek 29 Eylül’de Rusya Lideri Vladimir Putin ile baş başa yaptığı görüşme izledi.

BIDEN F-16’LAR İÇİN ‘ELİMDEN GELENİ YAPACAĞIM’ DEMİŞTİ

Erdoğan,

Yazının Devamını Oku

Madrid Zirvesi öncesinde NATO’da yaşanan krizi tersinden okuduğumuzda

1 Temmuz 2022
Bir NATO zirvesi daha geride kaldı. Önceki gün ve dün Madrid’de gerçekleşen, NATO’ya üye 30 ülkenin devlet ya da hükümet başkanları düzeyinde temsil edildiği zirve, Finlandiya ve İsveç’in ittifaka resmen üye olmak üzere davet edildikleri, bu yönüyle NATO tarihinde özel yeri olan bir toplantı olarak hatırlanacaktır.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiği bir dönemde düzenlenmesi nedeniyle Batı dünyasının dayanışmasını etkili bir şekilde sergilemesine sahne olmuştur Madrid Zirvesi. Finlandiya’nın üyeliği sonucu NATO’nun Rusya ile sınırının 1.300 kilometreden fazla genişleyecek olması bile tek başına zirvede atılan bu adımın ağırlığını göstermek bakımından fikir vericidir.

Tabii gelecekte bu zirve hatırlanırken, öncesinde Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in üyelik işlemlerini veto etmesi nedeniyle son ana kadar ciddi bir belirsizliğin yaşandığı da akıllara gelecektir. Türkiye’nin bir dizi alandaki güvenlik kaygılarının giderilmesini amaçlayan üçlü bir mutabakatın imzalanması sonucudur ki, bu kriz aşılarak NATO kapısını iki aday ülkeye açabilmiştir.

TÜRK KAMUOYU BU HADİSEDE NEYİ GÖRDÜ?

Türkiye’nin engellemesi nedeniyle Finlandiya ve İsveç’in başvurularının ilk aşamada içinden geçtiği sarsıntılı süreç uluslararası camiada nefeslerin tutulduğu bir egzersiz oldu. Burada yaşanan egzersiz, Türk kamuoyu açısından Türkiye’nin NATO içindeki konumunu, Batı dünyasındaki yerini farklı bir gözle değerlendirmek bakımından bir vesile olarak da değerlendirilebilir.

Türkiye’nin itirazlarını ve beklentilerini masaya getirirken geleneksel diplomasiye yönelmek yerine, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kamuoyu önünde yüksek sesle mesajlarını duyurması şeklinde başvurulan yöntem ve burada kullanılan üslup kuşkusuz tartışılabilir, eleştirilebilir.

Ancak yöntem ve üsluba dönük bütün çekincelerin varlığında bile, hadisenin bunların da üzerine çıkarak bize anlattığı ana öykü, Türkiye’nin NATO’nun bir üyesi olarak istediğinde ittifakın karar alma mekanizmasında majör bir etki icra edebildiğidir.

TÜRKİYE’Yİ BATI’YA BAĞLAYAN ANA KÖPRÜ

NATO, neresinden bakılırsa bakılsın, bugün Batı dünyası içinde Türkiye’nin karar alma mekanizmasında işleyen konsensüs ilkesi gereği gerektiğinde karar süreçlerini kilitleyebildiği, sonuçta Batı’nın güvenliğiyle ilgili kritik kararlarda söz sahibi olabildiği en temel örgüttür.

Yazının Devamını Oku

Mutabakatın içerik analizi: Metne geçen beyanlar önemli ama uygulama da önemli olacak

30 Haziran 2022
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 13 Mayıs tarihinde yaptığı bir açıklamayla birlikte patlak veren, Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelik başvurularını veto etmesinden kaynaklanan ve haftalardır bütün NATO başkentlerini meşgul eden büyük kriz, Madrid Zirvesi’nin dün resmen açılmasından bir gün önce kabul edilen bir formülle aşılmış bulunuyor.

Türkiye’nin vetosu, zirvenin bir kriz ortamında açılacağı, hatta krizle kapanabileceği ihtimalinin pek çok çevrede ciddiye alınmasına yol açmış, bunun sonucu Batı medyasında, düşünce kuruluşlarında sayısız haber ve yoruma konu olmuştur.

Gelgelelim bu dikenli konu son anda gündemden çıkartılabilmiş ve NATO liderleri dün Madrid’de zirve toplantısının yapıldığı salondan içeri krizin gölgesinin kalktığı bir ortamda adım atabilmişlerdir.

Zirvenin bu iki ülkenin başvurularıyla ilgili bir karar alamadan dağılması, muhtemelen NATO’nun 70 yılı aşkın tarihinin en büyük başarısızlık öykülerinden biri olurdu. Rusya’nın ateşlediği seyir füzelerinin Ukrayna üzerine inmeye devam ettiği bir dönemde, bu işgal nedeniyle güvenliklerini NATO üyeliğinde arayan iki ülkenin Türkiye’nin vetosu nedeniyle NATO’nun kapısının dışında tutulması, ittifakın birliği, dayanışması ve dünyadaki görüntüsü bakımından devasa bir sarsıntıya yol açardı.

Sağduyu en kötü durum senaryosunun bir şekilde önlenmesini gerekli kılıyordu. Bu düşünceden yola çıkarak, geçen cumartesi günü bu köşede çıkan “Türkiye’nin Vetosu Kalkacak mı?” başlıklı yazımızı “Türkiye’nin güvenliğiyle ilgili beklentilerine karşılık veren, aynı zamanda ittifakının ortak tutum almasını tehlikeye düşürmeyecek makul bir uzlaşı formülünün geliştirilebilmesi bütün tarafların çıkarına olacaktır” tespitiyle noktalamıştık.

Bu makul çözüm sonunda şekillenmiş bulunuyor.

Kuşkusuz, herkes bulunduğu noktadan ortaya çıkan bu uzlaşı formülünün kendine göre bir muhasebesini yapacaktır. Bir tarafa Türkiye’nin müzakere süreci içinde talep ettiklerinin listesi konacak, diğer tarafa nelerin alındığı yazılacak, bunlar üzerinden herkes karşılaştırmalı bir okuma yapacaktır. Tabii, müzakere sürecinde muhatapların vermeye yanaştıkları ödünlerin ne kadarının somut adım, ne kadarının taahhüt kategorisinde olduğu bu muhasebede hesaba katılacak bir başka ölçüt olacaktır.

Ancak yapılacak bir muhasebede öncelikle vurgulanması gereken, büyük fotoğrafta temel kazanımın NATO’nun iki yeni üyeyi bünyesine alarak bir bütün halinde Rusya’ya 24 Şubat’ta başlayan Ukrayna’yı işgali sonrası en etkili yanıtlardan birini vermiş olduğu gerçeğidir.

FETÖ, PYD VE YPG 

Yazının Devamını Oku