Sedat Ergin

Demokrasilerde siyaset ile şiddet arasına mesafe koyma zorunluluğu

9 Mayıs 2023
***

HİÇBİR gerekçe ve mazeret, herkesin gözü önünde meydana gelen bu hadisenin, buradan fotoğraf ve videolarda kayda geçen çıplak gerçeğin üstüne çıkamaz.

Karşımızdaki görüntülerde, isabet eden taşlar nedeniyle yüzleri, başları kanayan çocuklar, yaşlı insanlar var. Bir seçim otobüsünün kırık camları, otobüsün içine yayılmış cam parçaları bu görüntüleri tamamlıyor.

Otobüsün üstünde ise çaresizlik halinde taşlardan korunmak için açılan şemsiyeleri görüyoruz.

***

Erzurum’da önceki gün yaşananları burada tekrar anlatacak değilim. Buna ihtiyaç da yok. Ülkenin en büyük metropolünün büyükşehir belediye başkanı olan kişi, Ekrem İmamoğlu, seçim çalışması yapmak üzere gittiği Erzurum’da taşlı bir saldırıya hedef olmuş, bunun sonucu konuşmasını tamamlayamamıştır.

Bir bu kadar vahim olan, kendisini dinlemek üzere toplanmış vatandaşların da saldırıya maruz kalması, aralarında yaralananlar olmasıdır.

Ve çok düşündürücü görsellerden birinde, ellerinde taşlarla yürüyen mütecaviz gençleri polisin yanından geçerken gösteren bir fotoğrafla karşılaşıyoruz. Yani, vatandaşları her türlü saldırıdan korumakla görevli olan bazı polislerin olaya seyirci kaldıklarına tanıklık ediyoruz.

Farklı bir siyasi görüşe yakınlık duymak, ne zamandan beri devletin kolluk gücünün korumasından yararlanma hakkının kaybedilmesiyle sonuçlanıyor?

Yazının Devamını Oku

İnönü 1950 seçimini kaybedince eşi Mevhibe Hanım’a hangi soruları yöneltti?

29 Nisan 2023
1950’ler, Demokrat Parti yılları...

İki ayrı dönemde milli savunma bakanı olarak görev yapan Ethem Menderes bir gün makam arabasıyla Çankaya’da yol almaktadır. O sırada Çankaya otobüs durağına doğru yürümekte olan dönemin ana muhalefet lideri, eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün eşi Mevhibe İnönü’yü görür. Siyah makam arabasını durdurur. Mevhibe Hanım’a “Hanımefendi, isterseniz arabam sizi istediğiniz yere götürsün” der.

Mevhibe Hanım, “Teşekkür ederim beyefendi. Ben otobüsle gidiyorum” diye yanıt verir.

Aktardığımız bu diyalog, İsmet ve Mevhibe İnönü’nün en küçük çocukları Özden Toker’in “Cumhuriyet’le Özdeş Bir Yaşam, İsmet İnönü’nün Kızı Anlatıyor” başlıklı kitabında okuduğumuz birçok renkli olaydan yalnızca biri. Bundan kısa bir süre önce yayımlanan kitap, soruların Tarih Vakfı Başkanı Prof. Mehmet Alkan tarafından yöneltildiği bir nehir söyleşi formatında.


Bu fotoğraf 27 Eylül 1934 tarihini taşıyor. Ömer ve Erdal İnönü’nün Pembe Köşk’teki sünnet düğününde çekilmiş. En önde İnönü’nün annesi Cevriye Hanım oturuyor. Soldan sağa Mevhibe İnönü, Özden İnönü, Ömer İnönü, İsmet İnönü, Erdal İnönü, İnönü’nün kardeşleri Hayri ve Rıza Temelli.

İSMET İNÖNÜ’DEN SEÇİM GECESİNİN ÜÇ SORUSU

Bu nehir söyleşide geçen belediye otobüsünü kullanma meselesi, ilginçtir ki Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimi kaybetmesinden sonra Çankaya Köşkü’nde eşiyle yaptığı ilk diyalogda da karşımıza çıkıyor.

İnönü,

Yazının Devamını Oku

14 Mayıs seçimi üzerinden Alevi sorununa bakmak

28 Nisan 2023
Önümüzdeki ay yapılacak olan seçim öncesindeki kampanya döneminin en çok iz bırakan olaylarından biri, “Millet İttifakı”nın cumhurbaşkanı adayı CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir video mesajı aracılığıyla Alevi kimliğini kayda geçirmiş olmasıdır.

Daha önceki seçimlerde Alevi kimliğinin siyasi saiklerle mesele edilmesine genellikle suskun kalmış olan Kılıçdaroğlu’nun, bu kez ölçülü bir üslup içinde kimliğini vurgulaması, pek çok siyasi gözlemciye göre bu konunun kendisine karşı kullanılmasının önünü kesmek bakımından etkili olmuştur.

Buna karşılık “Cumhur İttifakı”nın adayı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu noktada da kendisini eleştirmiş, “Dini kimliğimizin tek bir adı var, o da Müslümanlıktır... Şiilik, Alevilik, ne karıştırıyorsun bunları? Kim sana bugüne kadar böyle bir şeyi sordu ki, ama dert başka...” diye konuşmuştur.

Ancak Erdoğan’ın 2011 genel seçiminden önce miting meydanlarında birçok kez Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliğini doğrudan gündeme getirdiği arşiv bilgisi olarak bütün kayıtlarıyla mevcuttur.

*

Adaylığının açıklanması öncesinde yürütülen tartışmalar sırasında Kılıçdaroğlu’nun Alevi kökeni, kabul edelim ki çok yüksek sesle telaffuz edilmese de adaylığıyla ilgili değerlendirmelerde üzerinde durulan faktörlerden biriydi.

Türkiye’de 2023 yılındaki bir seçim kampanyasında ülkenin ana muhalefet partisi liderinin mezhebinin mevzu olabilmesi bile Türkiye’nin sancılı bir Alevi sorununun bulunduğunun açık bir tezahürüdür.

Bu sorun, özellikle 1999 yılı sonunda Türkiye’nin AB’ye tam üyelik adaylığının açıklanmasından sonra başlayan süreçte ülkenin en çok tartışılan konularından biri haline gelmiştir.

AK Parti iktidarının inisiyatifiyle çalıştaylar düzenlenmiş, AİHM ve AYM’den muhtelif ihlal kararları çıkmış, mevzuatta bazı düzenlemelere gidilmiş, ardından bu adımların yeterli olup olmadığı yolundaki tartışmalar gündeme girmiştir.

Yazının Devamını Oku

Namık Kemal’in ruhu Anayasa Mahkemesi salonunda gezinirken

26 Nisan 2023
Anayasa Mahkemesi Başkanı Prof. Zühtü Arslan’ın belli vesilelerle yaptığı konuşmaların önemli bir yönü, genellikle görüşlerini hem Doğu hem de Batı dünyasından, aynı zamanda Osmanlı döneminden tarihe mal olmuş filozoflar, yazarlar, şairler ve hukuk insanlarından alıntılarla desteklemesidir.

Bu geniş alıntılar bugün karşımızda duran ve hukuk düzenini, siyaseti, toplum hayatını ilgilendiren birçok güncel meselenin, tarih boyunca insanlığı meşgul etmiş olduğunu ve atıf yapılan şahsiyetler tarafından asırlar boyunca ortaya konmuş olan düşüncelerin, yüceltilmiş değerlerin bugünlere de ışık tuttuğunu bize anlatır.

Prof. Arslan’ın Anayasa Mahkemesi’nin 61’inci kuruluş yıldönümü dolayısıyla dün düzenlenen törendeki konuşmasında bu kez antik dönemden ünlü Yunan düşünürü Aristo, Ortaçağ İslam dünyasının önemli düşünürü ve bilim insanı Farabi ve 19’uncu yüzyılın ikinci döneminden “hürriyet şairi” ve fikir insanı Namık Kemal’den yaptığı alıntılar dikkat çekti.

Ve bir de Abdülhamid döneminin yüksek yargıçlarından Abdüllatif Suphi Paşa...

Bu alıntılara geleceğiz ama öncesinde Prof. Arslan’ın konuşmasının bütününe baktığımızda, özgürlükler, güçler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı meselelerine ilişkin mesajların en geniş yeri tuttuğunu, ana ağırlık noktalarını oluşturduğunu vurgulamalıyız.

Bu arada, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun o sırada AYM salonunda ön sırada oturdukları koltuklardan kendisini dinlemekte olduklarını belirtirsek, Prof. Arslan’ın konuşmasının gerçekleştiği ortamı da tasvir etmiş oluruz.

FARKLILIKLARIMIZLA BİR ARADA YAŞAYABİLMEK

Prof. Arslan, konuşmasında demokratik anayasaların özgürlükleri korumak amacıyla “güçlerin ayrılması ve sınırlanması” yönünde ilke ve kurallar getirdiklerini anlatıyor. Bu çerçevede kuvvetler ayrılığı ilkesinin “yetki aşımlarının ortaya çıkmasını ve temel hakların ihlal edilmesini engellemeyi” amaçladığını vurguluyor.

AYM Başkanı, bu vurgudan sonra yüzüncü yıldönümüne girmekte olan Cumhuriyet’in demokratik bir hukuk devleti olarak yoluna devam edebilmesi hedefini biri toplumsal diğeri hukuksal ve siyasal düzlemde olmak üzere

Yazının Devamını Oku

Niyazi Dalyancı’nın ardından... Hiç ‘melek’ olarak adlandırılan bir gazeteci duymuş muydunuz?

21 Nisan 2023
Bazı özel insanların ölümü, yakınları ve onu tanıyanlar arasında o insanın kimliğinde vücut bulan değerler, hasletler üzerinde bir muhasebeyi de davet eder.

O şahsın hayat öyküsünün izlediği çizgi kadar, kişiliği, insani yönleriyle bıraktığı iz üzerinde derinlemesine bir düşünme hali içinde bulursunuz kendinizi.

Gazeteci Niyazi Dalyancı’nın ölümü sonrasında onu tanıyanların çoğu bu duyguyu yaşadı. Bu çerçevede ardından yapılan konuşmalara, kaleme alınan yazılara baktığımda, en çok karşıma çıkan kavramlardan biri “iyilik” oldu. İyilik ve onu tamamlayan, ona eşlik eden bütün yüksek değerler...

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde düzenlenen törende yapılan konuşmaların özetlendiği bültenin başlığında “İyi gazeteci, iyi insan” ifadeleri yan yana duruyor. TGC Başkanı Turgay Olcayto, Evrensel’de yayımlanan yazısında Dalyancı’yı, “iyi” sözcüğünün “belki de en çok yakıştığı insan” olarak tanımlıyor.

Liseyi okuduğu Robert Kolej’in mezun olduğu döneme ait “1963 Yıllığı”nda, onun için kaleme alınan yazıda “Umursamaz görünüşünün arkasında yatan narin ve hassas bir kalp”ten söz ediliyor.


Niyazi Dalyancı

* * *

Benim için de çok özel biriydi

Yazının Devamını Oku

KHK’lı korgeneral göreve iade davasını kazanınca...

20 Nisan 2023
Kendisi hakkında bilgi edinmek üzere bilgisayarınızda arama yaptığınızda, ismine ve fotoğrafına muhtelif haber linklerinde 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden iki gün sonra “Bursa İnegöl’de Köftecide Yakalanan Darbeci General” başlığı altında rastlayabilirsiniz.

Bu kişi, kalkışma sırasında korgeneral rütbesiyle İstanbul’da Üçüncü Kolordu Komutanı olarak görev yapmakta olan ve hadise üzerine tatilini kesip eşiyle birlikte İstanbul’a dönerken gözaltına alınan Erdal Öztürk’tür.

Açık kaynaklarda yapacağınız bu araştırmada, kendisinin polis tarafından İnegöl’de gözaltına alınıp tutuklanmasından sonra, o dönemde çıkartılan bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile rütbesi alınarak ordudan atıldığını ve 14 ayı aşkın bir süre hapis yattığını da okuyabilirsiniz.

Erdal Öztürk’e “Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme” ve “Darbeye teşebbüs” suçlamaları yöneltilmiştir.

Gelgelelim, aynı araştırma Öztürk’ün birinci derece mahkemede görülen yargılamasında 2019 yılında beraat ettiğini, bunu izleyen süreçte beraat kararının önce istinaf ardından temyiz aşamalarında onandığını da ortaya çıkartacaktır.

Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nin onama kararını 18 Haziran 2020 tarihinde alması ve birinci derece mahkemenin buna katılması ile birlikte, Türk yargısının Öztürk hakkındaki kararı 13 Ekim 2020 tarihinde kesinleşmiştir.

Kesinleşmiş yargı kararı çerçevesinde, Öztürk, artık kendisine yüklenen darbecilik suçlamasından beraat etmiş, bir başka anlatımla masumiyeti teslim edilmiş bir vatandaştır. Bu durumda 15 Temmuz’dan sonra maruz kaldığı tasarruflar nedeniyle mağdur edildiği anlaşılmıştır.

Ancak geride bıraktığımız iki buçuk yıl içinde hakkındaki yargı kararı uygulanmış değildir.

Nedenine gelirsek...

Yazının Devamını Oku

‘Tito artıkları’ meselesi

19 Nisan 2023
Gazeteci olarak izlediğim ilk seçim, 1977 yılında yapılan milletvekili genel seçimiydi. Geçen süre içindeki bütün seçimleri izledim. Bu seçimlere damgasını vuran pek çok tartışmaya tanıklık ettim. Bu tanıklığın ardından önümüzdeki ay yapılacak cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçiminde daha önce yaşandığını hiç hatırlamadığım bir tartışmayı karşımda buldum.

Evet, Yugoslavya’nın eski Cumhurbaşkanı Josip Broz Tito, yani İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi işgaline karşı direnişi örgütledikten sonra 1940’ların ortalarından öldüğü 1980 yılına kadar muhtelif görevlerde Yugoslavya’yı yönetmiş olan tarihi şahsiyetle ilgili tartışmayı kastediyorum. Tito açısından bu sürenin 1953 sonrası dönemi Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı makamında geçmiştir.

Bundan önceki seçim kampanyalarında Tito’nun isminin geçtiğini hiç hatırlamıyorum; keza Tito dönemine atıfla Türkiye’de seçime katılan bir parti liderinin ya da siyasetçinin Boşnak kökeninin tartışma konusu haline geldiğini de...

*

Bu tartışma geçenlerde Cumhur İttifakı’nın bileşenlerinden Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici’nin TV 100’de çıktığı bir programda Türkiye İşçi Partisi’nin Genel Başkanı Erkan Baş hakkında sarf ettiği sözlerle patlak verdi. Destici, 10 Nisan günü yaptığı bu açıklamada Erkan Baş hakkında “Adam Tito artığı” diye söze girip şöyle dedi:

“Yugoslavya’da biliyorsunuz bir Tito rejimi vardı. Şimdi buradan geçiyorsun Almanya’ya. Tamamen sol örgütler içerisinde, belli ki Alman istihbaratlarının kontrolünde yetiştiriliyorsun, Türkiye’ye gönderiliyorsun. Senin gerçek soyadın ne? Jusoviç... Burada neyi kullanıyorsun? Baş’ı kullanıyorsun.”

BBP lideri, sözlerinin devamında “Jusoviç gerçek soyadı. Sen şimdi Türk milletinin karşısına Jusoviç diye çıkabiliyor musun?” diye sormuştu.

*

Erkan Baş

Yazının Devamını Oku

Yirminci yıldönümünde ABD’nin Irak’ı işgalinin muhasebesi

21 Mart 2023
Yıllar sonra ABD’nin Irak’ı işgalinin öncesinde 5 Şubat 2003 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşması hatırlatıldığında, dönemin Dışişleri Bakanı Colin Powell, bu hadiseyi sicili üzerindeki “bir leke” olarak nitelendirip şöyle diyecekti:

“Hep ıstırap verdi ve bugün de ıstırap veriyor...”

İki yıl önce ölen Powell’ın burada duyduğu büyük mahcubiyetin nedeni, Güvenlik Konseyi’nde Irak lideri Saddam Hüseyin’in kitlesel imha silahları bulunduğu, buna dönük programlar geliştirdiği konusunda yaptığı sunumun doğru olmadığının sonradan kesinlik içinde ortaya çıkmasıydı.

Oysa Powell, bu tespitin “olgulara ve sağlam istihbarata dayandığını” söylemişti Konsey’de. Gelgelelim daha sonra bizzat ABD birimlerinin Irak’ta sahada yürüttükleri etraflı araştırmalarda bu tezi doğrulayan hiçbir iz bulunamamıştı.

Geçmişte saygın bir asker ve devlet adamı olarak temayüz etmiş olan Powell, bu hadisede bütün dünyayı yanıltmış bir şahsiyet durumuna düşmüştü.

Keza Neo-Con’ların etkisi altındaki Bush yönetiminin, kitlesel imha silahları gibi, Saddam Hüseyin’in El Kaide ile bağlantılı olduğu yolundaki istihbaratının da doğru olmadığı sonradan anlaşılmıştı.

Dün, ABD’nin gerçek dışı bir iddiayla Irak’ı işgale girişmesinin yirminci yıldönümüydü.

*

Kuşkusuz, bütün dünyayı sarsan böylesine dramatik bir hadisenin üzerinden yirmi yıl geçmiş olması, kapsamlı bir muhasebenin yapılması için önemli bir vesiledir. Ancak bu yöndeki bir muhasebe çabası bazı düzlemlerde ciddi güçlükler arz ediyor.

Yazının Devamını Oku