Sedat Ergin

Deniz Bey, hangi hesabın sorulmasını tarihe ve hukuka bırakmıştı?

1 Mart 2023
Deniz Baykal’ın ardından (3)

BUNDAN uzun yıllar sonra Türkiye’nin 2010’lu yıllarının tarihini inceleyip yazmak isteyecek olan araştırmacılar, tarihçiler, ülkenin ana muhalefet liderinin bir kaset operasyonu ile görevinden ayrılmaya zorlanması hadisesi karşısında muhtemelen bir kafa karışıklığı yaşayacaklardır.

Önce gazete arşivlerini karıştırırken, ülkenin ana muhalefet lideri Deniz Baykal’ın 10 Mayıs 2010 tarihinde CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılırken yaptığı açıklamada “Bu bir kaset olayı değildir, bir komplodur” diye söze girip şöyle dediğini not edeceklerdir:

“Komplo, hukuk dışı, ahlakdışı bir tertip demektir. Bir komplo yaparken bazen haneye tecavüz edersiniz. Duvarlara, eşyalara gizli kameralar yerleştirirsiniz. Gizli çekimlerle insanların en korunaksız görüntülerini alırsınız, kesersiniz, biçersiniz, aktarırsınız, montaj yaparsınız, çarpıtırsınız. Böyle yaparken de dünyanın her yerinde bütün dinlerin, bütün rejimlerin, bütün ahlak anlayışlarının güvencesi altında olan insanoğlunun mahremiyetine tecavüz edersiniz... Önümüzdeki komployu gerçekleştirenler, bunu sapık oldukları için ya da ticari kazanç sağlamak için veya şantaj yapmak için düzenlememişler, siyaset yapmak için düzenlemişlerdir. Ahlaklarına, vicdanlarına uygun bir siyaset.”

CHP Genel Merkezi’nde partililerin katılımıyla düzenlenen, birçok partilinin dinlerken gözyaşlarını tutamadığı bu açıklamasının önemli bir yönü, Deniz Baykal’ın “Yıllardır bekletilen bir kaset yoktur. Bir komplo imal edilmiştir, taze, iki haftalık bir komplo vardır” diyerek görüntülerin çok yakın bir tarihe ait olduğunu kabul etmesiydi.

Deniz Baykal, açıklamaları sırasında bu komplodan doğrudan AK Parti iktidarını sorumlu tutmuştur. “Meskene tecavüz ve ileri teknoloji kullanımı yoluyla tezgâhlanan bu komplonun, iktidar gücü ve olanakları seferber edilmeden, bir muhalefet partisi genel başkanına karşı bu kadar fütursuzca icra edilebilmesi mümkün değildir... Bu komplo bugünkü siyasi konjonktürün eseridir” diye konuşmuştur Baykal.

PENSİLVANYA’DAN BAYKAL’A GELEN MESAJ

Şimdi meselenin en kritik kısmına gelelim. Baykal’ın sorumluluğu doğrudan iktidara atfederken bu kadar kendinden emin bir şekilde konuşmasının gerisinde Pensilvanya’dan, yani Fetullah Gülen’den kendisine gelen mesajların da rol oynadığı anlaşılmıştır.

Baykal

Yazının Devamını Oku

Deniz Baykal’ın ardından 2 | Baykal’ın 2002 sonrası dönemi AK Parti’yi frenleme sancılarıyla geçti

28 Şubat 2023
Geçen cumartesi günkü yazımızda CHP’nin eski Genel Başkanı Deniz Baykal hakkında altını çizdiğimiz bir noktayı biraz daha açalım.

Kendisini eleştiren bir kesimin en çok tepkili olduğu hadiselerden biri, Deniz Baykal’ın, siyasi yasaklı olduğu için 3 Kasım 2002 seçimine katılamayan AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yasağının kaldırılması konusunda yardım elini uzatmış olmasıdır. Bunun sonucudur ki, TBMM’de AKP-CHP işbirliğiyle gerçekleştirilen anayasa değişikliği ile yasağının kaldırılması ve ardından Siirt’te düzenlenen ara seçim formülü üzerinden Erdoğan’ın milletvekili seçilip Başbakanlık koltuğuna oturabilmesi mümkün olmuştur.

Ancak Baykal’a bu eleştiriyi yöneltenler, kendisi bu hamleyi yapmasaydı, Erdoğan’ın zaten anayasa referandumu yoluyla Meclis’e gelmesinin pekâlâ mümkün olduğu gerçeğini genellikle göz ardı ediyorlar.

O dönemdeki Meclis aritmetiği bu ihtimali bütün çıplaklığıyla gösteriyor. Şöyle ki; AK Parti, iki partili Meclis’te 550 sandalyeden 363’üne sahipti. Anayasa’nın Meclis’te değiştirilebilmesi için gereken üçte iki çoğunluk eşiği 367’ydi. CHP 178 sandalye kazanmıştı. AK Parti’nin bu durumda bağımsız seçilen 9 milletvekilinden 4’ünü transfer etmesi bu kapıyı aralayabilirdi.

Bu yol mümkün olmadığı takdirde AK Parti’nin referandum seçeneğine yönelmesi hiç de güç değildi. Çünkü, Anayasa’yı Meclis olmadığı takdirde referanduma giderek değiştirebilmek için gerekli 330 eşiğinin oldukça üstündeydi AK Parti grubu. Bu takdirde, Erdoğan’ın mağduriyet algısından da yararlanarak referandumu kazanması ve böylelikle 3 Kasım 2002 seçimlerinde sandıkta yakalamış olduğu rüzgârı daha da güçlü bir şekilde estirmesi yabana atılmaması gereken bir ihtimaldi.

Baykal bu hamlesiyle, Erdoğan’ın siyasi gücünün referandum yoluyla daha fazla irtifa kazanması ihtimalinin önüne set çekmiş, bu arada çözüme katkı sağlayan taraf olmuştur. Ayrıca, 12 Eylül döneminde bizzat kendisi darbeci generaller tarafından Zincirbozan’da askeri kampta dört ay zorunlu ikamete tutulmuş, ardından siyaset yasağı getirildiği için 1983 seçimine katılamamıştı. Bir eski mağdur olarak Erdoğan’a yardım etmekten uzak durması, Baykal’ın kendisiyle çelişkiye düşmesi anlamına gelmez miydi?

BAYKAL VE AKP’NİN DENETLENMESİ SORUMLULUĞU

Erdoğan

Yazının Devamını Oku

Deniz Baykal’ın ardından 1: Yakın tarihteki pek çok kritik dönemeçte Baykal'ın izleri var

25 Şubat 2023
CHP’nin eski Genel Başkanı Deniz Baykal’ın 11 Şubat tarihinde 84 yaşında ölümü, Türkiye’nin uğradığı 6 Şubat deprem felaketinin yol açtığı büyük sarsıntı dönemine rastladı. Bu durum, depremin yarattığı şok ortamı ve toz bulutunun altında Baykal’ın ölümünün basında hak ettiği ölçüde yer bulmasına izin vermedi kaçınılmaz olarak. Oysa 1960’lı yılların ortalarından 2010’lu yıllara kadar uzanacak şekilde yarım yüzyıla yayılan bir zaman kesitinde Deniz Baykal’ın bir politikacı olarak Türkiye’nin siyasi serüveninde, bu ülkede tarihin akışının izlediği çizgi üzerinde önemli izleri var.

Herkesin baktığı zaviyeden değişmek üzere bu izlerin olumlu ve olumsuz yönleri tartışma konusu olmaya devam edecektir. Böyle de olsa sözünü ettiğimiz zaman aralığında Deniz Baykal’ın Türkiye’nin siyaset sahnesindeki en önemli aktörlerinden biri olduğunu teslim etmek durumundayız.

Kuşkusuz bu ölçekteki politikacıların siyasi hedeflerinin, hırslarının, stratejilerinin de yansıması olan adımları, hamleleri yaşadıkları ülkenin yazgısı üzerinde belirleyici bir etki yapıyor.

Deniz Baykal gibi bir siyasetçiyi bir gazete yazısının sınırları içine sığdırmaya kalkışmanın ciddi güçlükleri var. Bu nedenle, bu siyasi yolculuğun çok özet olarak ana dönemeçleri üzerinde durmaya, bunu yaparken de onun siyaset yapma tarzına, üslubuna ve kişilik özelliklerine değinmeye çalışacağım.

PARLAK BİR AKADEMİK KARİYER

Hemen baştan belirtmemiz gereken bir nokta var. Hukuk öğrenimi görüp siyaset bilimi doktorası yapmış olan Baykal, tarih, sosyoloji ve ekonomi alanlarında da geniş bilgiye sahipti. Entelektüel donanımı itibarıyla Cumhuriyet döneminde siyaset sahnesine gelmiş en kuvvetli isimlerden biri olduğuna şüphe yoktur.

Bu entelektüel birikim yabana atılmayacak bir belagat ile birleşiyordu. Bu hasletlere dayanmasının getirdiği muazzam bir özgüven ve güçlü liderlik vasıflarını da bu denkleme kattığınızda, Deniz Baykal bir siyasetçi olarak kayda değer bir altyapı ve üstünlük noktalarıyla yola çıkıyordu. İşte bütün bu vasıflarıdır ki yarım asır boyunca bazen küçülerek bazen genişleyerek de olsa CHP içinde belli bir kesimi her zaman dava arkadaşlığı, takımdaşlık ruhu içinde kendisinin yanında tutmuştur.

Bu nokta bizi

Yazının Devamını Oku

AİHM ve AYM içtihatları afet soruşturmalarına hangi ölçütleri getiriyor?

23 Şubat 2023
BUNDAN önceki iki gün 43 binin üstünde vatandaşımızın hayatını kaybetmesine yol açan 6 Şubat deprem felaketinin hukuki planda ortaya çıkardığı sonuçları, Türkiye’yi bu alanda bekleyen muhtemel gelişmeleri değerlendirmeye çalıştık.

Bugün bu seri içinde son bir yazıyla konuya yargı süreçlerinin son durağı olan Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin belirecek sorunlara karşılık veren muhtelif içtihatları açısından yaklaşmak istiyoruz.

Vatandaşların ortaya çıkan kayıplar, mağduriyetler, zararlar karşısında haklarını arama çabalarındaki nihai çerçeve, özellikle yürütülecek soruşturmaların dayanacağı esaslar açısından büyük ölçüde bu içtihatlar üzerinden şekillenecek.

Kuşkusuz, bu değerlendirmede ele alınacak örnekler, yaşanan hadiseler bakımından birebir aynı durumu göstermiyor olabilir. Ancak soruşturmalar açısından bu içtihatların yerleştirmiş olduğu ana ilkeler, izlenecek hareket tarzı bakımından hepsinde yol gösterici ortak bir nitelik taşıyor.

Bu yazıda meseleye öncelikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ikinci maddesinde ve Anayasa’nın 17’nci maddesinde düzenlenen “Yaşam Hakkı” açısından yaklaşacağız.

***

Tabii buradan yola çıktığımızda, öncelikle bakmamız gereken bir dosya, İstanbul’da Ümraniye çöplüğünde 28 Nisan 1993 tarihinde yaşanan metan gazı patlaması hadisesi nedeniyle AİHM’den 30 Kasım 2004 tarihinde Türkiye hakkında çıkan ihlal kararıdır.

Bu patlamanın tetiklemesiyle çöp yığının kayması sonucu hemen yakındaki gecekondular bu yığının altında kalmış, hadisede 39 vatandaş hayatını kaybetmişti. Bu olayda İstanbul’un o dönemdeki CHP’li Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Nurettin Sözen ve Ümraniye Belediye Başkanı Şinasi Öktem soruşturma sürecinin sonunda üç ay hapis cezasına çarptırılmış, ancak aldıkları bu ceza para cezasına çevrilmiştir. Kazada dokuz yakınını kaybeden Maşallah Öneryıldız, bireysel başvuru yoluyla konuyu AİHM’e götürmüş, AİHS’nin “Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır” şeklindeki ikinci maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

AİHM Büyük Daire, bu dosyada, kaza sırasında meydana gelen ölümlerin önlenmesinde gerekli tedbirlerin alınmaması nedeniyle AİHS’nin yaşam hakkına ilişkin ikinci maddesinin

Yazının Devamını Oku

İmar barışı Türkiye’nin gündeminden tümüyle çıktı mı?

22 Şubat 2023
Dünkü yazımızda 6 Şubat deprem felaketinin yol açtığı hukuki sonuçları değerlendirirken, özellikle imar mevzuatını ihlal ve ölüme neden olma suçlarından dolayı ortaya çıkan cezai sorumluluklara odaklanmıştık.

Bugün bu sonuçları tartışmaya devam edeceğiz.

Öncelikle belirtmemiz gereken konu, içinde bulunduğumuz 2020’li yıllarda Türkiye’de mahkemeleri, Yargıtay’ı, Anayasa Mahkemesi’ni ve en son aşamada Strasbourg’daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni uzun süre meşgul edeceği kesin görünen yoğun bir yargı sürecine tanıklık edecek olmamızdır.

Binaların yıkılması ve insan kayıplarından dolayı açılacak davaların yanı sıra maddi ve manevi tazminat davalarının da bu süreçte çok geniş bir yer tutacağını tahmin edebiliriz. Bu çerçevede yıkılan, hasar gören binalardaki mülkiyet haklarıyla ilgili son derece zor meseleler de gündeme gelmeye adaydır.

Bu arada, dava dilekçelerinde suçlamaların yapıların müteahhitleri, denetim şirketleri, onay veren belediyelerin yanı sıra birçok dosyada doğrudan bazı devlet kurumlarına da yöneltilmesi muhtemeldir.

Şöyle bir örnek verebiliriz. İki hafta önceki depremde yerle bir olan İskenderun Devlet Hastanesi A Blok binası için 2012 yılında depreme dayanıklılık raporu olumsuz çıkmıştır. Buna rağmen faaliyete açık tutulması, İskenderun’daki hastanenin durumunu 6 Şubat depreminin bu anlamda en sembol vakalarından biri haline getirmiştir.

Bu hastane binasının yıkılması sonucu ölen vatandaşların yakınları ya da yaralanan vatandaşların, Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanmış olan “olası kasıt” kavramından yola çıkarak, ilgili devlet birimini, örneğin Sağlık Bakanlığı’nı dava etmeleri şaşırtıcı olmayacaktır.

Son depremde nihai rakamlar belli olmamakla birlikte, ölü sayısı dün itibarıyla 42 binin üstüne çıkmış bulunuyor. Yaralıların sayısı da 105 binin üstündedir. Keza yıkılmış, yıkılacak veya ağır hasarlı olarak saptanan yapı sayısı da 100 bini geçmiştir.

*

Yazının Devamını Oku

Yıkımlar ve ölümlerin sorumlularını hangi cezalar bekliyor?

21 Şubat 2023
Ülkemizin uğradığı 6 Şubat deprem felaketinde yaşanan büyük yıkım ve on binlerce insan kaybının ardından “Nerede hata yapıldı?” tartışması bütün yoğunluğuyla sürüyor.

Bir yandan da binaların çökmesi ve meydana gelen ölümlerle ilgili yargıdaki soruşturma süreçlerinin hız kazanmakta olduğunu izliyoruz.

Gelen bütün haberler, depremin vurduğu yerleşimlerde görevlendirilen savcıların binaların yıkılmasından ve ölümlerden dolayı sorumlu görülen şüpheliler hakkında bir dizi soruşturma açtıklarını, şimdiden çok sayıda kişi hakkında tutuklama kararları verildiğini gösteriyor.

Toplam 11 ilde kurulan deprem suçları soruşturma bürolarının kararları sonucu tutuklanan ya da “adli kontrol” tedbiriyle serbest bırakılan kişilerin sayıları sıkça güncelleniyor.

Alınan bilgiye göre, önceki gün itibarıyla Kahramanmaraş merkezli depremlerle ilgili sorumluluk atfedilen toplam şüpheli sayısı 432’ydi. Bu toplam içinde tutuklananların sayısı 131’e ulaşmıştı. Aynı toplam içinde 57 kişi hakkında gözaltı talimatı verilirken, 127 şüpheli adli kontrol kararıyla serbest bırakılmıştı.

Havaalanlarında yurtdışına çıkmaya çalışırken pasaport kontrolünde gözaltına alınan ya da tekneyle Yunan adalarına kaçmaya çalışırken sahil muhafaza tarafından yakalanan müteahhitlerin durumları, bu dönemin en çok iz bırakan haberleri arasında yer alacaktır herhalde.

***

Bu aşamada projektörler öncelikle müteahhitlere yönelirken, diğer kademelerdeki sorumluların da soruşturulduğu anlaşılıyor. Burada çoklu bir sorumluluk tablosu karşımıza çıkıyor. Projeyi yönetmeliklere, kurallara uygun bir şekilde yapıldığını denetlemekle görevli olup bu sorumluluğu layıkıyla yerine getirmeyen, kuralsızlığa göz yuman denetim şirketleri, onların görevlendirdiği “fenni mesuller” de suç ortağı durumundalar.

Aslında bina yapımında herkesin birbirini denetlemesi üzerine kurgulanmış bir sistem var. Bu çerçevede denetim şirketinin onayından geçmiş olan projede her şeyin kuralına uygun yapılıp yapılmadığını denetlemekle görevli yerel yönetimlerin sorumlulukları da azımsanmamalıdır.

Yazının Devamını Oku

Yapı denetimi ‘pasif’ bir şekilde yapılabilir mi

18 Şubat 2023
İnternetteki sitenin “İş Arayanlar” sayfasına açıklama koyan elektrik mühendisi “Sigortaya ihtiyacım yok. Pasif olarak çalışabilirim. Ücret 4.000 TL” diye not düşmüş.

Listede aşağı doğru gittiğinizde birçok başvuruda “pasif çalışabilme” notunun yer aldığını görüyorsunuz. Bu arada tam tersine “aktif bir şekilde” çalışmak istediğini belirtenler de var.

Keza aynı sitede “Eleman Arayanlar” sayfasında duyuruya çıkan şirketler arasında da benzer kriterler kullananlara rastlanıyor. Açık ifadelerle “pasif çalışacak yardımcı kontrol elemanı mimar veya mühendis” aradığını belirten şirketler var.

Bu arada, iş arayan mühendis ve mimarların sıkça “düzenli maaş ödeme” ve “sigorta yaptırılması” gibi hususları koşul olarak vurgulama ihtiyacı duymaları da dikkat çekiyor.

Peki bu iş ilanları hangi sektöre, hangi kuruluşlara ait olabilir?



Yazının Devamını Oku

Deprem felaketi üzerinden denetim meselesine bakınca

17 Şubat 2023
“BU kanunun amacı; can ve mal güvenliğini teminen...” diye başlıyor kanun.

Yani çıkartılmasındaki yüksek amacın, insanların can ve mal güvenliğini sağlamak olduğunu kayda geçirerek yola koyuluyor ilgili kanun.

Türkiye’de inşaatların kurallara uygun bir şekilde yapılmasını denetletmek üzere DSP-MHP-ANAP Koalisyon Hükümeti tarafından 29 Haziran 2001 tarihinde TBMM’de kabul edilen 4708 sayılı “Yapı Denetimi Hakkında Kanun”dan söz ediyoruz.

DENETÇİ MÜDAHALE ETMEKLE YÜKÜMLÜ

Aslında metni ve onu tamamlayan uygulama yönetmeliğini okuduğunuzda, ana hatlarıyla bir inşaatın kurallara uygunluğunu güvence altına almak amacıyla gereken unsurları önemli ölçüde içerdiğini görüyorsunuz. Ama ilk bakışta ve kâğıt üstünde...

Düzenlemenin bütün mantığı, inşaat faaliyetinin her aşamasının bu konuda uzman bağımsız denetim şirketleri tarafından yakından izlenip sıkı bir şekilde kontrol altında tutulmasına dayanıyor.

Bu düzenleme uyarınca, bir tarafta A) Projenin sahibi olan kişi ya da müteahhit ve onların görevlendirdiği inşaat ekibi, diğer tarafta B) Bu guruptakilerin inşaatı belediyenin onayladığı projeye uygunluk içinde yürütüp yürütmediklerini her aşamasında gözleyecek olan denetçiler aynı şantiyede bir arada çalışmak durumundadırlar.

Yasa hükmü denetleyiciler açısından çok açık. Denetim sırasında projenin dışına çıkıldığı, kullanılan malzeme ve imalatın şartnameye ve standartlara aykırı olduğunu belirledikleri takdirde, durumu belediyeye ve il sanayi/ticaret müdürlüklerine bildirmekle yükümlü bulunuyorlar.

Yani kuraldışılık halinde hakemin düdüğünü çalıp oyuna müdahale etmesi gibi hareket etmeleri isteniyor kendilerinden.

Yazının Devamını Oku