Sedat Ergin

Hakan Fidan’ın dış politika vizyonu (2) - AB ile yeni bir başlangıç için iki tarafa da sorumluluk düşüyor

11 Ağustos 2023
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın geçen pazartesi günü Ankara’da geleneksel Büyükelçiler Konferansı’ndaki açış konuşmasını değerlendirdiğimiz dünkü yazımızda, açıklanan stratejik hedeflerde bölgesel konuların oldukça geniş bir yer tuttuğunu, bu çerçevede kendisinin dış politika vizyonunda bölgesel meselelere dönük bir odaklanmanın dikkat çektiğini vurgulamıştık.

Fidan’ın konuşmasını incelerken gözüme çarpan bir başka kayda değer nokta, Türkiye’nin Avrupa Birliği tam üyelik hedefine yaptığı vurgu hariç tutulursa, daha genel bir çerçevede Türkiye’nin Batı’ya yönelişini konu alan bir ifadeyle karşılaşmamak oldu.

Hatta, “Batı” sözcüğünün konuşmasında bir kez geçtiğini, onun da Türkiye’den Çin Halk Cumhuriyeti’ne uzanan “Hazar geçişli Doğu-Batı Orta Koridor” projesi çerçevesinde olduğunu fark ettim.

Tabii bu tespite karşılık vermek üzere, konuşmada AB’ye tam üyelik hedefine atıf yapıldıktan sonra Batı’ya dönük ayrı bir vurgulamaya ihtiyaç duyulmayacağı, dolayısıyla bir boşluğun söz konusu olmadığı söylenebilir.

Ancak, bir hedefin yalnızca telaffuz edilmesinin bir boşluğu doldurma anlamında tek başına yeterli olmayacağı da açıktır; özellikle AB ile yıllardır hiçbir ilerlemenin sağlanamadığı bir kilitlenme ortamında bulunduğumuzu hatırlarsak...

Bu arada, AB ile ilişkilerin belirsizlik içinde seyrettiği bir dönemde varsayım olarak ABD ile ilişkilerin göreceli daha rahat bir zeminde yol alması, Batı cephesindeki boşluğu belli ölçülerde dengeleyebilirdi.

Gelgelelim ABD ile ilişkiler, bu ülkenin Fetullah Gülen’e sağladığı himaye, yönetimin PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG ile askeri ittifak kurmuş olması, ayrıca son günlerdeki bazı olumlu sinyallere rağmen hâlâ sürüncemede kalan F-16’lar dosyası gibi sayısız kronik sorunla kaplı bulunuyor.

Sonuçta Batı cephesinde aynı tespite dönmüş oluyoruz.

*

Yazının Devamını Oku

Hakan Fidan’ın dış politika vizyonu (1) - Bölge odaklı bakış daha da belirginleşiyor

10 Ağustos 2023
MİT’in bir önceki Başkan’ı Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanı olarak göreve başlamasından bu yana iki ayı aşkın bir zaman geçti.

Bu süre zarfında, üstlendiği yeni makamda kamuoyuna Türkiye’nin dünyadaki yerini nasıl gördüğünü anlatan, Türk dış politikasına nasıl bir vizyonla baktığını, hangi stratejik hedeflere yöneleceğini  ortaya koyan geniş kapsamlı bir dış politika konuşması olmadı.

Fidan’ın bu zaman kesiti içinde kamuoyuna dönük profilini, daha çok çıktığı yurtdışı ziyaretler ya da Ankara’da yaptığı görüşmelerin spesifik gündemleri üzerindeki demeçleri üzerinden izledik. Buna karşılık, kendisinin geçen pazartesi günü Ankara’da başlayan geleneksel Büyükelçiler Konferansı’nın açılışında yaptığı konuşma, bakanlığı döneminde nasıl bir dış politika hedeflediği konusundaki ilk kapsamlı beyanı olarak görülebilir.

Bu konuşma metnine baktığımızda ne görüyoruz?

Aslında görevi devraldığı 5 Haziran tarihinde devir-teslim törenindeki kısa açıklamasında vurguladığı “devletin her türlü etki alanından bağımsızlığını ... esas alan milli dış politika vizyonunu ilerletme” hedefi, bu konuşmanın girişinde de karşımıza çıkıyor. Fidan, bu bakışını “bölgesinde çekim merkezi olma” gibi hedefleri de ekleyerek biraz daha genişletiyor.

Yine konuşmasının girişinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğine kuvvetli bir gönderme ile Türkiye’nin “uluslararası gündemi belirleyen, gerektiğinde oyun kuran, gerektiğinde oyun bozan etkin ve müessir bir aktör olma konumunu güçlendirme” hedefini de vurguluyor.

Bunun dışında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AK Parti’nin yeni dönemdeki en temel siyasi söylemi haline gelen “Türkiye Yüzyılı” teması da bizi karşılıyor Fidan’ın konuşmasında.

*

Bu girişten sonra konuşmayla ilgili genel bazı gözlemlerde bulunmak gerekirse, ilk bakışta bölge sorunlarının metinde oldukça geniş bir yer tuttuğunun altını çizmeliyiz.

Yazının Devamını Oku

Lozan Antlaşması’nın 100. yıldönümündeki gönül borcumuz

20 Temmuz 2023
BUNDAN tam dört gün sonra ülkemizin tarihindeki en önemli yıldönümlerinden birine tanıklık edeceğiz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun önünü açan Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasının yüzüncü yıldönümüdür önümüzdeki pazartesi günü.

Yaygın kabulüyle Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu belgesine imza atıldığı gündür. Milli Mücadele’nin sahada zaferle taçlanmasından sonra ortaya çıkan yeni durumun, bir bakıma savaşı kazanan tarafın kuracağı ulus devletin uluslararası alanda hukuki bir zeminde tescil edildiği tarihi metindir.

Bu yönüyle bakıldığında, Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkan Osmanlı İmparatorluğu’nun nihai olarak tasfiye edilmesi ve yerine bir Cumhuriyet’in kurulmasının temellerinin atılması süreci Lozan’da sonuçlanmıştır, başlıca itilaf devletleri ile Ankara Hükümeti arasında.

*

Ankara Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı sıfatıyla İsmet İnönü tarafından temsil edildiği müzakereler 20 Kasım 1922 tarihinde Lozan’da başladığında, masada çözüme kavuşturulmayı bekleyen sayısız çetrefil mesele vardır.

Kapitülasyonlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun borçları, sınırların çizilmesi, bu çerçevede Musul meselesi, Yunanistan’la sorunlar, azınlıkların akıbeti ilk sıradaki başlıklar arasındadır.

Bu dosyalar, kuşkusuz kısa zamanda üzerinde anlaşma sağlanabilecek içerikte konular değildi. Uzun, meşakkatli, tarafların birbirlerinin dirençlerini zorladıkları, masadan en çok kazanımla kalkabilmek için muhtelif taktiklere başvurdukları, birbirlerinin müzakere pozisyonlarını okumaya çalıştıkları zorlu bir süreçtir Lozan Konferansı.

Antlaşmanın altına imzalar 24 Temmuz 1923 günü atıldığına göre, sekiz ay devam eden bir müzakere sürecinden söz ediyoruz. Kopma noktalarına gelen, belli aralıklarla kesilen yorucu bir müzakere tecrübesi yaşanmıştır. Örneğin, müzakereler anlaşmazlık içinde kilitlenince konferansa 4 Şubat 1923 tarihinde ara verilmiş, iki buçuk ay sonra 23 Nisan 1923’te yeniden başlanmıştır.

Yazının Devamını Oku

Eski NATO temsilcisinin gözünden: Son NATO kararları Türkiye açısından külfetler ve fırsatları birlikte getirebilir

19 Temmuz 2023
GEÇEN hafta Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta yapılan NATO zirvesi Türk kamuoyunda ağırlıklı olarak Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliği konusunda gösterdiği esneklik ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın burada yürüttüğü ikili temaslar üzerinden yansıdı.

Yapılan tartışmalar daha çok bu başlıklarda yoğunlaştı. Buna karşılık, zirvenin savunma doktrini ve askeri planları açısından NATO’nun geleceğini kritik bir şekilde ilgilendiren, bu çerçevede ittifak üyesi olarak Türkiye’ye de doğrudan yansımaları olacak kararları üzerinde yeterince durulmadı.

Bu konuda oldukça kapsamlı bir değerlendirmeyi, Türkiye’nin önde gelen NATO otoritelerinden biri olan, Türkiye’yi Daimi Delege olarak 2013-2018 yılları arasında NATO’da temsil etmiş emekli Büyükelçi Fatih Ceylan, önceki gün “politikyol” isimli web sitesinde yayımladığı son derece kapsamlı bir yazıyla yaptı.

Bu yazısından da yola çıkarak, dün Büyükelçi Ceylan’a yönelttiğimiz bir dizi soruyla NATO zirve kararlarının Türkiye’ye dönük muhtemel sonuçlarını bazı başlıklarda biraz daha açmak istedik.

TÜRKİYE’DEN DAHA ÇOK KUVVET TAHSİSİ İSTENEBİLİR

Öncelikle bildiride dikkat çeken noktalardan biri, NATO’da geniş çaplı krizler ve çatışma gibi olağanüstü hallerde harekete geçmek üzere tesis edilmiş olan “NATO Mukabele Kuvveti”nin asker sayısının 40 binden 300 bine çıkartılması kararı.

“Bu karar Türkiye’yi nasıl etkiler?” diye sorduğumuzda, Ceylan, Türkiye’nin NATO’nun ikinci büyük askeri gücü olduğunu hatırlattıktan sonra “Vilnius’ta alınan kararlar ağırlıklı olarak gelişmiş silahlı kuvvetlere sahip müttefik ülkelerden NATO’ya kuvvet katkısı bağlamında beklentileri arttıracaktır. Bu ülkeler arasında Türkiye de bulunuyor. Dolayısıyla, Güneydoğu Avrupa’nın savunulması için geliştirilecek bölgesel savunma ve takviye planlarının uygulanmasında Türkiye’nin üstlenebileceği rolün ön plana çıkması beklenir” diye konuşuyor.

Ceylan, bu durumun bir yönüyle “Türkiye’ye NATO içindeki konumunu güçlendirmesi açısından avantaj sağlayabileceğini” belirtiyor.

Diğer yandan,

Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin yanı başında yeni bir insani kriz ihtimaline dikkat

15 Temmuz 2023
HAFTA başında bütün dikkatler Vilnius’taki NATO Zirvesi’ne ve burada yürütülen Batı’ya dönük yoğun diplomatik trafiğe çevrilmişken, salı günü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Türkiye üzerinden Suriye’ye yapılan BM yardımlarıyla ilgili yaşanan ve sonuçları itibarıyla Türkiye’yi ciddi bir şekilde etkileme potansiyeli taşıyan kriz yeterince dikkat çekmedi.

Değindiğimiz kriz, Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde Türkiye’nin Hatay’daki Cilvegözü kapısı üzerinden bu ülkenin kuzeybatısına, özellikle İdlib bölgesine yapılan yardım faaliyetinin devam edebilmesi için gerekli uzlaşı sağlanamayınca patlak verdi.

BMGK toplantısında Brezilya ve İsviçre tarafından sunulan ve yardımın dokuz aylık bir süre için devamını öngören karar tasarısı 15 üyeden 13’ünün lehte oyuna karşılık Rusya’nın vetosuna takıldı. Çin Halk Cumhuriyeti ise çekimser kaldı.

Bunun üzerine Konsey’de Rusya’nın hazırladığı ancak yardımı yalnızca altı aylığına uzatan karar tasarısı oylamaya sunuldu. Bu tasarıya Çin ve Rusya ‘evet’ oyu kullanırken, ABD, Birleşik Krallık ve Fransa ‘hayır’ oyu verdi; 10 ülke ise çekimser kaldı. Yeterli çoğunluğu sağlayamadığı için bu karar tasarısı da kabul edilmedi. Sonuçta karar alınamadı.

***

BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) yardımların devamı için en son bu yılın başında yaptığı yetkilendirmenin süresi 10 Temmuz günü dolmuştu. 11 Temmuz günü yapılan oylamalarda BMGK’dan yetki çıkmayınca Cilvegözü ve hemen karşısında Suriye tarafındaki Bab-el Hava kapıları üzerinden dokuz yıldır yürüyen yardım faaliyeti şimdilik durmuş oldu.

Konsey’de karşılıklı olarak ağır suçlamalar yapıldı. Gelinen noktadan en çok rahatsız olan kişilerden biri “hayal kırıklığı” yaşadığını açıklayan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’ti. Geçen şubat ayında bölgede meydana gelen deprem felaketinin etkileri hâlâ sert bir şekilde hissedilirken, insani ihtiyaçların da kendisini her zamankinden daha yüksek bir eşikte dayattığını hatırlattı Genel Sekreter.

Guterres, BM’nin sınır ötesi yardımlarının Suriye’nin kuzeybatısında yaşayan milyonlarca insan açısından “gerçek bir yaşam hattı” olmaya devam ettiğini vurgulayarak, “Milyonlarca insan bu yardıma muhtaç” diye konuştu ve Konsey üyelerine soruna çözüm bulmak için çabalarını artırmaları çağrısında bulundu.

***

Yazının Devamını Oku

Ege sorunları, F-16’lar ve İsveç’in NATO üyeliği iç içe geçince...

14 Temmuz 2023
Geçen pazar gününden bu yana İsveç’in NATO’ya üyeliği, bu ülkedeki PKK ve FETÖ faaliyetleri, Türkiye-ABD ilişkileri, ABD’nin Türkiye’ye F-16 savaş uçakları satışı, Yunanistan’a da F-35 satışı, Ege’de istikrarın korunması gibi başlıkların gündeme geldiği sayısız gelişmeye ve bunları konu alan haber ve yorumlara tanıklık ettik.

ABD, Türkiye, Yunanistan ve NATO cephesinde pek çok karar vericinin dahil olduğu yoğun bir diplomasi trafiği sergilendi.

Bütün bu yoğunluğa tanıklık ettikten sonra, yürümekte olan süreçlerin ne anlama geldiği, önümüzdeki günlerde hangi doğrultularda yol alınacağı, hangi muhtemel gelişmelerin bizi beklemekte olduğu gibi sorulara yanıt vermek amacıyla bir çerçeve çizmeye çalışalım.

Değindiğimiz yoğunluğu anlatırken, Yönetim ve Kongre olmak üzere Washington’da iki karar merkezi, bir ucunda Türkiye, diğer ucunda Yunanistan ve diğer köşe noktalarında NATO ve İsveç’i de içine alan altı faktörlü bir denklemden söz edebiliriz. Bu yapı içindeki en ufak bir hareketlilik, değişiklik bile denklemin bütününü, her bir köşesini etkileyebilme potansiyelini taşıyor.

Tabii bu çoklu yapı üzerine ana temalar olarak A) Türkiye’nin ABD’den F-16, B) Yunanistan’ın da F-35 almak istediğini, C) Bu taleplerin ABD Kongresi’nin onayından geçmesi gerektiğini, D) Yunanistan’a F-35 satışında bir sorun olmadığını, E) Ancak Türkiye söz konusu olduğunda Kongre’de ciddi bir direncin belirdiğini, F) Biden yönetiminin Kongre’yi ikna çabası yürüttüğünü, G) Kongre’nin Türkiye’den NATO süreçleri ve Yunanistan’la ilgili bazı koşul ve beklentileri masaya getirdiğini hatırlayalım.

Belirtmeye gerek yok, herkes öncelikle İsveç’in NATO’ya üyelik sürecinin sonuçlanmasını beklemektedir. İsveç’in üyeliğinin en son durak olarak Türkiye cephesinde onaylanması ise en erken ekim ayı başında TBMM açıldığında mümkün olabilecektir.

Şimdi süreçteki kritik aktörlerin açıklamaları ve hamleleri üzerinden karmaşık denklemi çözümlemeye çalışalım.

BIDEN ‘KONSORSİYUM’ İFADESİYLE NEYİ KASTETTİ?

İlk olarak bakmamız gereken açıklama, ABD Başkanı

Yazının Devamını Oku

ABD ile ilişkilerde yeni bir başlangıca doğru mu?

13 Temmuz 2023
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, 2021 yılı başında görevi üstlenen Demokrat ABD Başkanı Joe Biden ile kendisinin selefi Cumhuriyetçi Donald Trump’la yürüttüğü gibi yakın bir çalışma ilişkisini bir türlü kuramamıştır bütün arzusuna rağmen.

Gerçi Trump ile ilişkisi de zaman zaman ciddi darboğazlardan geçmiştir Erdoğan’ın. Ancak yine de aralarındaki ilişkinin ana akışına baktığımızda, her zaman olmasa da genellikle Trump’a telefonla ulaşabildiği, hatta bu şekilde ikisinin kritik bazı konularda ABD bürokrasisini birlikte baypas edebildikleri bir çalışma ilişkisi şekillenmiştir liderler düzeyinde.

Oysa Biden 3 Kasım 2020 tarihinde yeni ABD Başkanı seçildikten sonra girilen dönemde Beştepe ile Beyaz Saray arasında bu şekilde yakın bir mesainin işlemeyeceği daha başından itibaren belli olmuştur.

Kongre baskınından hemen sonra 20 Ocak 2021 tarihinde işbaşı yapan Biden’ın, Erdoğan’la telefonda görüşmek için üç ay bekleyip kendisini 23 Nisan’da araması ve ertesi günü “Ermeni Soykırımı”nı tanıyan bir Beyaz Saray açıklaması yayımlaması, zaten yeteri kadar sancılı bir başlangıca işaret etmiştir.

* * *

Bunu, iki ay kadar sonra 14 Haziran 2021 tarihinde Brüksel’de düzenlenen NATO zirvesi sırasında Erdoğan ile Biden arasında gerçekleşen ilk ikili görüşme izlemiştir. Görüşmenin ağırlığını ABD’nin Afganistan’dan çekilme planları çerçevesinde Kabil Havalimanı’nın işletilmesinin Türkiye’nin sorumluluğuna verilmesi projesi oluşturmuştu.

Hatırlanacaktır, TSK’nın Kabil’de oynayacağı rol, o dönemde S-400 meselesi, YPG dosyası, Fetullah Gülen’in durumu gibi kronik sorunlarla zaten kilitlenmiş olan ilişkileri kurtaracak bir sihirli değnek gibi görülmüştür. Ancak ABD’nin Afganistan’dan beklenenden önce çekilmesinin yol açtığı kaos ortamı içinde Taliban’ın birden Kabil’e hâkim olması, bu projeyi geçersiz kılmıştır.

Bunun sonucunda ilişkilerde yeniden belirsizliğe girilmiştir. Ardından Erdoğan 2021 yılı eylül ayında BM Genel Kurulu’na katılmak üzere gittiği New York’ta Biden ile yeni bir başlangıç yapmak üzere kendisinden randevu istemiş, ancak bu talebine olumsuz karşılık alması açığa vurmaktan kaçınmadığı ağır bir krize yol açmıştır. Erdoğan, New York’ta sert ifadelerle yüklenmiştir Biden’a.

Bunu iki liderin 31 Ekim 2021 tarihinde Roma’daki G-20 zirvesi sırasında yaptıkları görüşme izlemiştir. New York’ta beliren soğukluk kısmen aşılmıştır. Roma buluşmasında iki ülke arasındaki meseleleri görüşmek üzere dışişleri bakanlıklarının eşgüdümünde kurumsal düzeyde işleyecek bir

Yazının Devamını Oku

NATO’da İsveç ile varılan uzlaşıda iş uygulamaya bakıyor

12 Temmuz 2023
GEÇEN yıl haziran ayının sonunda Madrid’de düzenlenen NATO zirvesi öncesinde, Finlandiya ve İsveç’in ittifaka daveti ile ilgili yaşanan veto krizi ile yaklaşık bir yıl sonra bu kez Vilnius’ta yapılan NATO zirvesi öncesinde yaşanan salt İsveç’e ilişkin kriz arasında önemli benzerlikler var.

Bir kere her iki krizin seyrinde de Türkiye’nin başvurduğu engelleme nedeniyle beliren sıkıntılar, gerilimler son anda gelen uzlaşılarla bir şekilde aşılıyor ve birden büyük bir rahatlamaya giriliyor. Bulunan formüller her seferinde NATO’nun başarısı olarak takdim ediliyor, zirve sırasında çekilen el sıkışma fotoğraflarının yarattığı sıcak bir atmosferde ittifak dayanışması alkışlarla karşılanıyor.

Tabii buna paralel bir şekilde, Türkiye cephesinde de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın muhataplarını gerilettiğine, istediklerini kopardığına ilişkin kuvvetli bir anlatının yayıldığını görüyoruz.

Ayrıca karşılaştırma şöyle bir benzerliği daha karşımıza çıkarıyor. Her iki zirve yaklaştığı sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hareketinden önce kendisiyle ABD Başkanı Joe Biden arasında bir telefon görüşmesi gerçekleşiyor. Muhtemelen bulunan uzlaşıların ipuçlarını da taşıyan bu telefon konuşmaları, NATO toplantısı sırasında cumhurbaşkanları arasında ikili bir görüşmenin kapısını da aralıyor.

Buna karşılık bu kez kısmi bir farklılığa dikkat çekebiliriz. Geçen yıl Erdoğan’ın hareketinden önce uzlaşı havası önemli ölçüde ortaya çıkmıştı. Bu kez Erdoğan zirve için yola koyulurken en azından kamuoyuna yansıdığı kadarıyla kriz konusu olan İsveç’e ilişkin dosyada belirsizlik sürüyor gibi görünüyordu. Hatta İsveç’in NATO’ya üyeliğinin Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliği dosyasına bağlanması gibi yeni bir koşul son anda masaya getirilmişti Ankara cephesinde .

Ne olursa olsun, zirve dün resmen açıldığında haftalardır ısınmakta olan kriz önceki akşam açıklanan formülle aşılmış bulunuyordu. Türkiye, geçen yıl Madrid’de ilke olarak İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerine onay vermiş, sonradan yalnızca Finlandiya’nın onay işlemini TBMM’den geçirirken İsveç’in dosyasını beklemeye almıştı. Yani engelleme sürmüştü.

Türkiye bu kez önceki akşam varılan mutabakatla İsveç’in üyeliğinin onay işleminin başlatılmasının olurunu bildirmiştir. Ancak son adımı TBMM atacaktır. Bir başka anlatımla, hâlâ istendiği takdirde son dakikada top Meclis’e atılarak engellemenin sürdürülebileceği bir marj vardır...

ANKARA SON ANA KADAR OLUMSUZ MESAJ VERİYORDU

Bu yılki farklılığa ilişkin gözlemimizi biraz açalım. Vilnius zirvesi öncesinde gerilimin yine yüksek bir eşikte seyrettiğine, hatta zaman zaman krizin aşılamayacağı yolundaki beklentilerin bir hayli güçlendiğine tanıklık ettik. Bunun nedeni, Ankara’da yapılan muhtelif açıklamaların İsveç makamlarının PKK ile mücadele alanındaki uygulamalarının yetersizliği gerekçesiyle son derece katı bir tutumu yansıtmasıydı.

Yazının Devamını Oku